• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ VE KAPSAMI

2. BÖLÜM: SİYAVUŞ PAŞA KÖŞKÜ

2.6. YAPIDAKİ BOZULMALAR VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 39

2.6.4. Mekânsal Bozulmalar

Siyavuş Paşa Köşkü’nde abdesthane dışındaki mekânlar özgünlüklerini korumaktadır. Abdesthanedeki helâ ile helâ holü arasındaki duvarın ve kurşunluğa çıkan taş merdivenin özgün olmadığı düşünülmektedir. Abdesthanede meydana gelen mekânsal bozulmalar ve özgün durumu ile ilgili ayrıntılı bilgi, ‘’Siyavuş Paşa Köşkü 16. Yüzyıl Restitüsyon Önerisi’’ başlıklı 4.2.1 bölümde yer almaktadır.

3. BÖLÜM: SİYAVUŞ PAŞA KÖŞKÜ’NÜN 16. YÜZYIL

İSTANBUL KÖŞKLERİ İÇİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

3.1. 16. YÜZYIL İSTANBUL KÖŞKLERİ1 3.1.1. Günümüzde Mevcut olmayan Köşkler

16. yüzyılda İstanbul’da inşa edilmiş köşklerden bugün mevcut olmayanlar; Topkapı Sarayı Mermer Köşk, Topkapı Sarayı Havuzlu Köşk, Topkapı Sarayı İncili Köşk (Sinan Paşa Köşkü) (1591) ve Topkapı Sarayı Yalı Köşkü (1592)’dür (Şekil C.3.1). Topkapı Sarayı Mermer Köşk

Topkapı Sarayı'nı çevreleyen surların, Haliç ve Marmara tarafları Bizans döneminden kalmıştır. Ancak, Sarayburnu hizasına gelen Topkapı-Bostancı Kapısı yeniden düzenlenmiş ve Topkapı Sarayı'nın orta kapısı şeklinde iki kule külahı yapılmıştır. Selimname ve Gurlitt'e göre, Toplar Önü diye de anılan bu manzarası güzel alanda yapıldığı ilk bilinen köşk, I. Sultan Selim (1512-1520) zamanında Abdülselam Efendi'ye atfedilen 1518 tarihli köşktür. Bu köşk, Mısırdan getirtilen mermer sütunlarına dayanarak Mermer Köşk ya da Taş Köşk adıyla anılmaktadır (Eldem, 1969, s.93).

Asıl köşk ve sonradan yerine yapılanlar, II. Mahmut döneminde, Topkapı Sarayı yenilemeleri sırasında yıktırılmıştır. Bu köşke ilişkin bilgiler, yabancı gezginlerin anlattıkları ve eski gravür ve haritalardan elde edilebilenler ile sınırlı kalmaktadır. Yine de bu veriler, köşkün tipi ve şekli hususunda fikir vermekte olup Mermer Köşk, T şeklinde hâkim elemanlı plan tipinin bir örneğidir (Şekil C.3.7).

17. yüzyılın ortalarında Sieur du Lior, sahildeki pavyonlardan biri olan Mermer Köşkün, 12 güzel sütuna dayandığı, İran tarzı nakışlarla süslü muhteşem bir ahşap kaplama tavanı olduğu, hünkârın buraya arada hava almaya ve manzara seyretmeye geldiğini ifade etmiştir. Yine aynı zamanlarda köşkü gören Grelot, (1680) köşkün saf mermer sütunlarını, fıskiyelerini, kıymetli halılarını, etrafındaki revakını övmüş ve güzel manzarası ve süslü tavanlarıyla dünyada eşine az rastlanır bir yapı olduğundan bahsetmiştir (Eldem, 1969, s.94).

1 Bkz. Harita B.4.1.

19. yüzyılın başlarında köşkü gören Hammer, su bilgileri aktarmaktadır: “ En güzel Breccia (mermerinden yapılmış) 12 sütunla dışarıdan önünden geçen herkesin dikkatini çeken Mermerli Köşk’ün, bütün Marmara’ya ve Boğazın ilk kıvrımına dek hâkim olan fevkalade bir manzarası vardır…’’ (Eldem, 1969, s.94).

Mermer Köşke ait en eski resim Hünername’dedir. Burada şematik ve stilize bir ifade taşıyan köşk, tek katlı olup ön cephesinde 6 sütunlu bir revak görülmektedir (Şekil C.3.2, 3.3).

Piri Reis Haritası’nda da köşk tek katlı ve surlara yaslanmış bir şekilde görünmektedir (Şekil C.3.4). Fr. Scorella, köşkü bir kısmını ve tek katlı olarak resmetmiştir (Şekil C.3.5). 17. yüzyıla ait resimlerde genellikle köşk görünmemektedir. Bu durum, eski ve tek katlı köşkün yıkılmış olduğunu düşündürmektedir. Ancak, 17. yüzyılın sonlarına doğru köşk iki katlı olarak yeniden inşa edilmiştir. 18. yüzyıl sonlarına doğru Choiseul-Gouffier tarafından yapılan bir resimde Mermer Köşk karşımıza çıkmaktadır (Şekil C.3.6). Köşk resimlerde iki katlı görünmekte olup alt katta ön cephede altı ayak, yan cephede dört ayak vardır. Ayaklar taştan örülmüş ve yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmaktadır. Üst katta, cephenin büyük bir bölümü perde arkasında kalmakta, açık olan bölümde mevcut ayağın ise, alt kattaki ayaklarla aynı hizada olduğu görülmektedir. Geniş saçaklı çadır şeklinde kurşun örtülü bir çatı yapıyı örtmektedir. Melling ve ondan sonra yapılan resimlerde de köşk, aynı durumda gösterilmiştir (Eldem, 1969, s.95).

19. yüzyılın ilk yarısından itibaren direkli köşkün yerini, iki katlı yalı şeklinde bir büyük bir köşk almıştır.

Sedad Hakkı Eldem’in, Mermer Köşk’ün 17. yüzyıldaki durumunu gösteren plan restitüsyon çizimi bulunmaktadır (Şekil C.3.7). O’na göre, defalarca sözü edilen 12 adet sütun, ön cephede 6, yanlarda ise üçer adet olmak üzere üst kat revak sütunlarıdır. Resimlerde üst kat perdelerle örtülü olduğundan direkler görünmemekle birlikte alt kattaki ayaklar açıktadır ve üst kattaki direk ve kemer aralarının 3 m civarında olması gerekmektedir. Köşkün divanhanesinin bir arz odası büyüklüğünde olduğu anlaşılmakla birlikte arz odasına göre en büyük farkı, direkli revakın orta mekânın etrafını dört yönde sarmamasıdır. Bu durumda, sütunların bulunmadığı yerlerde, hâkim odanın arkasındaki mahalleri çevreleyen bir duvar olması gerekmektedir (Eldem, 1969, s.98).

III. Murad sahilde daha anıtsal köşkler yaptırana kadar Mermer Köşk, hünkâr gezintileri için en seviler yerlerden biri olarak kalmıştır. Köşk yerini, 18. ve 19. yüzyılda yapılan Topkapı Yazlık Sarayı’na bırakmıştır (Necipoğlu, 2007, s. 282). Topkapı Sarayı Havuzlu Köşk

Havuzlu Köşk, Topkapı Sarayı’nda Enderun meydanının ortasında, günümüzde III. Ahmed Kütüphanesi’nin bulunduğu yerde, küçücük bir gölün içine, II. Selim (1566-74) tarafından yaptırılmıştır (Müller-Weiner, 2007, s.500). Bu köşk, Silahtar tarihindeki kayda göre, kütüphane yapılırken yıkılarak, sütunları kısmen Seferli Koğuşu önündeki revakta kullanılmıştır. Silahtar Fındıklılı Mehmed Ağa, III. Ahmed Kütüphanesi’nin temel atma merasimini aktarırken Havuzlu Köşk için şunları ifade eder: “…Arz Odasının ardında vaki Sultan Selimi-Sani bina eylediği Havuz Bağçesi dimekle maruf sağir bağçe içindeki safi mermerden yapılmış havuz ve üstü tekne kubbe ve etrafı on iki adet kebir somaki direkli Köşk hedim ve yerine kütüphane tarh ve bina olunmak üzere…Havuz bağçesinin içinde vaz-i esas…” (Eldem, 1969, s.99). Hünername’de, Enderun Meydanına ait bir minyatürde, Arz Odası’nın arkasında, havuza benzer bir şekil görünüyorsa da üzerinde herhangi bir şey yazılı olmadığı için, resmin bu köşke ait olup olmadığı kesin olarak anlaşılmamaktadır (Şekil C.3.8). Sedad Hakkı Eldem, bu minyatürde, Arz Odası’nın boyutları ve etrafındaki revak, şematik olarak doğru gösterildiğini, bu durumda Havuzlu Köşk’ün de doğru ifade edilmiş olması gerektiğini aktarmaktadır. Resimde, revak veya örtülü bir mahali andıracak bir işaret bulunmamaktadır. Dış çevrede görülen bölümlenme, daha çok bir parmaklık ya da hazine bölmesine benzemektedir. Uzunca bir dikdörtgen olan iç kısım, birbirinden farklı iki parçaya ayrılmaktadır. Büyük parçanın içerisinde de daha ufak bir dikdörtgen görülmektedir (Eldem, 1969, s.99).

Bu veriler ışığında Eldem, Havuzlu Köşk’ün restitüsyonu yapmıştır (Şekil C.3.9-3.10). Köşkün, dört tarafı kemerlerle çevrili, açık yazlık bir divanhaneden ibaret olduğunu ileri sürmektedir. Sütunlar üzerinde kemerler ve bunların üzerinde de saçaklı olması olası bir aynalı tonoz bulunmaktadır. Siluet ve mimari oranları, minyatürlerde görülenlere benzemektedir. Havuz, köşkün üç tarafında olup büyük bir olasılıkla etrafı üzerinde yürünebilen ihata duvarları ile çevrilidir. Köşkün, havuz etrafındaki sütunları arasındaki korkuluklar bulunmakta olup korkuluklar giriş yönünde kesintiye uğrar ve belki de burada bir de kapı çerçevesi bulunmaktadır.

Sedad Hakkı Eldem, bu köşkün restitüsyonunun doğruluk payı tartılaşabilecek bazı verilere dayandırıldığını da ayrıca belirtmektedir (Eldem, 1969, s.100).

Topkapı Sarayı İncili Köşk (Sinan Paşa Köşkü) (1591)

Günümüzde Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Hümayun sınırları içinde bulunan Sinan Paşa Köşkü, genellikle kaynaklarda ve yayımlarda inci dizili püskül salkımlarıyla kubesine asılı çok güzel toplardan ötürü, İncili Köşk olarak geçmektedir (Necipoğlu, 2007, s.283). Köşkün mefruşatına dair 1704’te yazılan bir listede ise buraya, ‘’Hasbağçe’de Çayır Köşkü dimekle maruf Sinan Paşa Kasrı…’’ denilmektedir. Topkapı Sarayı’nın en dış sınırında, Bizans döneminden kalan Marmara tarafı surları üzerinde olan bu köşk III. Murad döneminde (1574-1595), Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından yaptırılarak padişaha sunulmuştur (Eyice, 1994, s.1).

İnşasına 998/1589-90’da başlanan ve 990/1590-91’de tamamlanan köşkün yapımı, döşenmesi ve açılış töreni tarihçi Selânikî Mustafa Efendi tarafından ayrıntılı olarak anlatılmaktadır (Eldem, 1969, s. 145) (Eyice, 1994, s.1).

Mimar Sinan’dan sonra hassa mimarlığı makamına geçen Davud Ağa, Marmara tarafı surları üzerindeki bu köşkü inşa etmiş ve onu taşıyan taş kemerlerin arasına küçük bir de çeşme eklemiştir. Bu çeşmenin kitabesinde, Mimar Davud Ağa’nın adı açık surette okunmaktadır: ‘’Tasarruflar kılup mimarı Davûd / Nice sanatlar etdi anda mevcud / İçüb bu çeşmeden bây ü gedâlar / İdeler şah-ı devrâne dualar (Eyice, 1994, s.1).

Bu çeşmenin bulunduğu yer, halkın rahatça kullanabileceği bir yer değildir. Ancak, köşk, Bizans döneminde şehrin ünlü manastırlarından birinin kalıntısının hemen yanında ve buradaki Soteros Ayazması’nın üzerinde yer almakta olup bu ayazmanın yortu gününde şehrin Ortodoks halkının buraya girmesine, kıyıdaki çakılların üzerinde toplanmasına büyük bir hoşgörü ile göz yumulmuştur. Bu yortu kutlanışı, Yunan ayaklanmasına (1821) kadar her yıl sürmüştür. Padişahlar, köşkün pencerelerinden Rum reayanın bu dini törenini 200 yıldan fazla bir süre boyunca seyretmişlerdir. Ayazma bir yüzyıl unutulmuşken, 1921-22 yıllarında Fransız işgal kuvvetlerince yapılan kazılarla tekrar ortaya çıkarılmıştır (Eyice, 1994, s.2).

17. ve 18. yüzyıllarda, padişahlardan bazıları arada bir bu köşke indiklerinden, köşk eski ihtişamını korumuştur. 18. yüzyılın sonlarında, ilk yapıldığından beri bazı

değişikliklere uğramış olmakla beraber henüz eksiksiz durumda olmakla birlikte ihmal edildiğinden harap olmaya başlamıştır (Eyice, 1994, s.2).

Köşk, II. Mahmut döneminde (1808-1839) Rumeli yakasının tercih edilmesi ile iyice unutulmuştur. Zaten III. Osman döneminden (1754-57) beri, Sarayburnu bölgesinde büyük bir sahil saray kompleksi uzanmaktadır. Bu saray 1863’te yanmış, daha sonra da Rumeli demiryolunun Sirkeci’ye getirilmesi tasarlandığında, Abdülaziz, demiryolunun tam sahilden ve sarayın bahçesinden geçirilmesine izin vermiştir. Bu izin, kıyıdaki kasır ve saraylarla birlikte Sinan Paşa Köşkü’nün de yok edilmesine yol açmıştır. 1872’de başlayan demiryolu inşaatı ile köşk yalnız temel ve alt kısma kalmak suretiyle ortadan kalkmıştır (Eyice, 1994, s.2).

Köşke ilişkin eski minyatür ve resimlerden, köşkün asıl durumunu aydınlatabilecek bazı bilgiler elde edilebilmektedir.

Piri Reis’e atfedilen fakat İstanbul’un 17 yüzyıldaki durumunu gösteren kuşbakışı bir resimde, İncili Köşk’ün bulunması gereken yerde, gayet sivri çatılı bir bina görülmektedir (Eldem, 1969, s.146) (Necipoğlu, 2007, s. 285) (Şekil C.3.11).

Scorella’nın takriben 1685 yılına ait Topkapı Sarayı’nı gösteren resminde İncili Köşk, kesin olarak fark edilmektedir. Denize doğru çıkıntılı olan orta kısım, yüksek ayaklar üzerine oturtulmuş olup ayak sayısı üç yerine beş olarak gösterilmiştir. Üst katın önündeki balkon binanın etrafını çevrelemektedir. Orta kısımda denize bakan kısımda bir cumba bulunmaktadır. Bu cumba, 1704 tarihli envanterde açıkta bir taht olarak anılmakla birlikte resmin yapıldığı tarihte kapatılarak cumba haline getirildiği anlaşılmaktadır. Resmin en fazla ilgi çeken tarafı, büyük oda üzerindeki son derece yüksek piramidal çatıdır. Geride olan yan kanatlar da çatılı olup orta odanın iki tarafında oldukça yüksek iki baca bulunmaktadır (Eldem, 1969, s.146) (Şekil C.3.12).

Grelot’un resminde köşk, kemerler üzerindeki bulunan bir orta ve iki yan mekândan oluşur. Çıkıntı olan orta kısmın üzerinde oldukça sivri bir çatı dikkati çekmektedir (Eldem, 1969, s.146) (Şekil C.3.13).

Dr. Rifat Osman’ın ulaştığı 16. veya 17. yüzyıla ait olabilecek bir gravür üzerinden çizdiği resimde, köşkün kaide kısmındaki iki kemer ve ortadaki çeşme ile mevcut durumuna oldukça benzemektedir. Buna karşın, üst katın daha şematik çizildiği düşünülmektedir. Bina kurşun kaplama çatı ile örtülü olup bu mihver üzerinde sivri

çatılı bir kule görülmektedir. Bacalar üçerden altı adettir (Eldem, 1969, s.146) (Şekil C.3.14).

Köşkün 19. yüzyılın başlarındaki dış görünümü, J.B. Hilair’in, Choiseul-Gouffier’in büyük kitabındaki gravürlerde, Louannin-van Garfer’in Osmanlı tarihine ait eserinin resimler kısmında ve J.N. Huyot’un, Paris’te Bibliothièquè Nationale’deki suluboya resminde görülmektedir (Şekil C.3.17).

Choiseul-Gouffier’in gravüründe, köşkün orta kısmı ile bir kanadı görülmektedir. Orta odanın önüne cumba ilave edilmiştir. Cumbanın denize bakan beş büyük penceresi ve yan pencereleri bulunmaktadır. Çıkmayı taşıyan konsolların altları kaplanmış ve taş kemer mimarisi gizlenmiştir. Yeni çıkma odanın genişliği arka oda ile aynıdır. Çıkma odanın ve yan odaların üstleri geniş saçaklı çatılarla örtülü olup ortada kare kasnak üzerinde bir tekne tonoz görülmektedir. Üç adet baca görülmektedir (Eldem, 1969, s.146) (Şekil C.3.15).

Louannin-van Garfer’in gravürü, Choiseul-Gouffier’in gravüründen biraz daha yeni olup aynı esasları taşımaktadır. Fakat orta hacmin üzerinde, kare kasnaklı bir kubbe görülür. Bacalar ise abartılmış, hatta şerefeli birer minare gibi çizilmiştir (Şekil C.3.16).

Yüzyıl boyunca unutulmuş olarak kalan Sinan Paşa Köşkü, 1964’te, o yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi’nde görevli yüksek mimar Mualla Anhegger tarafından temizlenmiş ve basit bir araştırma yapılmıştır. Bu çalışmanın sonunda köşkün eskiden duvarlarını süsleyen 16. yüzyılın güzel çinilerinden parçalar bulunmuştur (Eyice, 1994, s.2) (Şekil C.3.18). Sedad Hakkı Eldem de mevcut kalıntılar ve eski resimlerin yardımıyla köşkün alt yapısının rölövesini ve üstteki esas köşkün restitüsyon denemesini çizmiştir (Şekil C.3.19-3.21).

Köşk, Marmara tarafındaki Bizans surlarının önüne eklenen, kesme taştan kemerli bir alt yapının üzerine oturmaktadır. Denize doğru açılan bu çifte kemerin arasında ise çeşme yer almaktadır. Bu kaidenin ve iki yanındaki kanalların soldakinin bitiminde bir dizi halinde taş konsollar sıralanmaktadır. Çıkmanın yan cephelerinden Sarayburnu tarafında bir, Ahırkapı tarafında ise iki kemer bulunmaktadır (Eyice, 1994, s.2) (Fotoğraf E.3.1-3.2).

Sedad Hakkı Eldem’e göre, üstteki asıl köşk, büyük bir divanhane ile onun sağında ve solunda yer alan odalardan oluşmaktadır. Divanhanenin ise, kare bir orta sahın ve

denize bakan bir ön sahından oluştuğu kesin gibidir. Çünkü hemen her resimde, orta kubbenin iki yanında yükselen bacalar görünür ki, bunlar iki yandaki ocaklar ve dolayısıyla da duvarların varlığına işaret etmektedirler. Bu durumda, orta sahının denize tarafındakinden başka yan sahınları olma ihtimali de oldukça zayıflamaktadır. Tournefort, köşkü üç salonlu olarak tarif etmiştir. Melling ise haçvari bir plan şeması yapmıştır. Gravürlerden ve mevcut durumdan, üç salonun, çıkmalı büyük divanhane ve iki yanındaki oda veya oda gruplarını ifade etmesi olasıdır. Melling’in haçvari plan şemasında ise, divanhane ve yanlardaki odalardan başka, Gülhane Meydanı tarafında, giriş önünde bir örtülü geçit-sofa veya revak olma ihtimali vardır. Gravürlerden, yan kanatların, tek bir odadan ziyade, birer oda ve kahve ocağı, abdesthane gibi yardımcı mekânlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Divanhanenin önüne sonradan ahşap cumba ilave edilmiştir ve bunun izleri cephe üzerinde mevcuttur (Eldem, 1969, s.161).

Sinan Paşa Köşkü’nü gösteren gravürlerde, köşkün orta mekânının örtüsünün farklı farklı biçimlerde karşımıza çıktığı yukarıda ifade edilmişti. Sedad Hakkı Eldem de, bir takım karşılaştırmalar sonucunda, aslında köşkün orta mekânının bir kubbe ile değil, ahşap bir çatı ile örtülü olduğunu ileri sürmekte olup köşkün restitüsyonunu bu doğrultuda yapmıştır (Şekil C.3.21).

Topkapı Sarayı Yalı Köşkü (1592)

Topkapı Sarayı surlarının Haliç’e ulaştığı yerde, sur dışında bulunan Yalı Köşkü, zamanının en zengin ve tanınmış kasırlarından biri olup bu köşk, sarayın Haliç’e bakan bir salonu gibi kullanılmıştır.

İlk kez II. Beyazid (1481-1512) tarafından yaptırılan bir köşkün yerine, III. Murad’ın (1574-1595) saltanatının son yıllarında, 1592’de yapılmış olan ve limana en yakın saray yapısı olan Yalı Köşkü, (Cebeciler Köşkü de denir) ya da Yalı Kasr-ı Hümayunu’nun imparatorluğun deniz tarihinde ve sarayın tören yaşamında önemli bir yeri bulunmaktadır. Donanma sefere çıkarken padişah, kaptan-ı deryaları ve donanma serdarlarını bu köşkte uğurlardı. Bu uğurlama töreni bir şenlik niteliği taşımaktadır (Kuban, 1994, s.416).

II. Beyazid (1481-1512) tarafından yaptırılan sahil köşkünün resmine, M. Lorichs’in (1559) İstanbul panoramasında rastlanır (Şekil C.3.22). Ayrıca, 1579-84 arası

hazırlandığı kabul edilen Hünernamede de eski köşkün geçirdiği yenilemelerden sonraki durumunu gösteren bir resmi vardır (Eldem, 1969, s.174-5) (Şekil C.3.23). Yalı Köşkü, yabancı gezgin ve yazarların tarif ve tasvirlerinde sıkça yer almıştır. 1610 senesinde İstanbul’da bulunan George Sandys, köşkü gayet zengin bir yazlık ev olarak tanımlamış ve orta kubbeli, altı köşeli bir resmini yapmıştır (Eldem, 1969, s.177).

Grelot, köşkü rahatça gezebilmiş, resim yapmak istemişse de izin alamamıştır. 1680 tarihli eserinde, Yalı Köşk için şunları yazmıştır: “Sultanlara mahsus köşkün (Sepetçiler Köşkü) bütün süsleri, öbür köşkte (Yalı Köşkü) büyük salonunkine kıyasen hiçbir şey değildirler. Yeryüzünde daha güzel bir şey yoktur. Mermerler, sütunlar, suni su oyunları, kıymetli halılar, etraftaki galeriler, içerdeki zengin ve kakma lambriler bu köşkü sihirli bir yer zannettirirler” (Eldem, 1969, s.177).

XIV. Louis’in IV. Mehmed’e (1648-1687) gönderdiği elçi Marquis de Nointel ile birlikte İstabul’a gelen Antoine Galland, İstanbul’a ilişkin günlüğünde büyükelçinin Yalı Köşkü’nü ziyareti sırasında gördüğü köşkün 1672’deki durumunu şöyle anlatmıştır: ‘’Bu (köşk) dışarıdan kare biçiminde olup kurşunla örtülü bir çatısı ve çatının ortasında küçük bir kubbesi olan bir yapıdır. Yapının çevresinde on ayak genişliğinde mermer sütunlara oturan bir revak vardır. Revak altından büyük salona girilmektedir. Bu salonun iki yanında ve deniz tarafında sedirler (eyvanlarda çepeçevre dolaştığı anlaşılan sedirleri kastediyor) bulunur. Deniz cephesinin karşı tarafında ise bronz kaplı bir ocak vardır… Her sedirin üstü (eyvanın tavanı) arabesk üslubunda yaldızlı renklerle boyalı bir tonozla örtülüdür. Ortada ise aynı üslupta bezemeli büyük kubbe bulunmaktadır. Duvarlar mermer ve bitkisel motifler ve yazılarla süslü çinilerle kaplıdır. Bunlar bizim duvarlara astığımız halıların işini mükemmel görüyorlar. Üç-dört yerde fıskiyeler ve yapının önünde bir de çağlayan vardır. Elçi köşkte iken bunun sularını akıttırdı. Bu köşkte duvara asılmış bir tahta gördüm. Ortasında bugünkü padişahın yazmış olduğu yarım satırlık bir yazı vardı. Üzerinde ‘Sultan İbrahim’in oğlu Sultan Mehmed’in eseri’ yazılıydı. Ocağın yanındaki bir kapıdan elçiyi bir odaya soktular. Burada padişahın oturmasına mahsus, altın yaldızlı, fakat kötü yapılmış üç iskemle ile Peder M. de la Haye’nin vaktiyle Bâbıâli’ye hediye ettiği bir ayna vardı… Bu odadan kapının karşısına düşen helâlara gidiliyordu. Bu helâların karşısında da muhtelif eşyalarla dolu bir dolap mevcuttu… Bu dolabın kapakları oldukça ince bir işçilikle yapılmış, altın ve gümüş

yaldızlı parçalardan (kündekâri) oluşuyordu. Köşkün muhafızı, dolabın vaktiyle bir İran şahı tarafından padişaha gönderilmiş bir hediye olduğunu ve padişahın bu hediyeyi beğenmeyerek onu bu helâların kapısına koydurduğunu söyledi’’ Galland sultanın kayıklarını görmek istediklerini, fakat kayıkçıları bulamadıkları için kayıkhaneye giremediklerini yazmıştır (Kuban, 1994, s.417).

I. Mahmut, zamanla harap hale gelen Yalı Köşkü’nü, 1747 tarihinde kapsamlı bir tamir ettirmiştir. D’Ohson köşkün bu yenilenmiş halini ayrıntılı bir şekilde resmetmiştir (Şekil C.3.26) (Eldem, 1969, s.179).

Yalı Köşkü’nün eski ihtişam ve manasını kaybettiği son dönemlerini, A. De Beaumont’un ve P. Lottier’in resimleri (Şekil C.3.27-3.29) ile Robertson’un Kırım Harbi sırasında çektiği bir fotoğraf göstermektedir (Fotoğraf E.3.3) (Eldem, 1969, s.179).

Sedad Hakkı Eldem ve Gülru Necipoğlu, Yalı Köşkü’nün, fazla masrafa sebep olduğu için 19. Yüzyılın ikinci yarısında yıktırıldığını belirtmekte, Doğan Kuban ise, İstanbul-Edirne demiryolu yapılacağı sırada yıkılan diğer yapılarla birlikte, Keçecizade Fuad Paşa’nın sadaretinde 1869’dan önce tarihe karışmış olduğunu ifade etmektedir.

Yalı Köşkü, 7 m çapında bir kubbe ile örtülü bir orta sofa etrafında üç eyvanıyla, en yaygın ve klasik divanhane tipolojisine göre planlanmıştır. Denize bakan cephenin karşısındaki ocaklı duvarın arkasında da küçük bir oda ve helâlar yapılmıştır. Çevresindeki 4 m genişliğindeki derin revağı ve genişliği 2,5-3 m’yi bulan geniş saçağı ile eski resimlerde her an denize uçacakmış hissi veren bir hafifliği ve zarifliği vardır. Köşkün önünde geniş bir rıhtım vardır ve birkaç basamakla çıkılan bir platforma oturmaktadır. Saçak altında yapıyı rüzgâra ve deniz serpintilerine karşı koruyan büyük perdeler asıldığı için, perdeleri kapalı olduğu zaman yapılan resimlerinde, bazen bir çadır görüntüsü vermektedir (Kuban, 1994, s.416-7).

Yalı Köşkü’nün, boyalı bezemelerini korumak için perdeleri indirildiğinde, bir otağ-ı hümayûn’a benzediği görüşüne, Gülru Necipoğlu da katılmaktadır. Ayrıca fenerli kubbesinin, III. Murad Köşkü gibi saraydaki önemli hünkâr mekânlarının bir özelliği olduğunu da ifade etmektedir (Necipoğlu, 2007, s. 295).

Eldem Yalı Köşkü için, iki restitüsyon önerisi hazırlamıştır. İlki, yukarıda bahsi geçen yabancı gezginlerin tarifleri ve görsel dokümantasyona dayanmaktadır (Şekil

C.3.30). Nihai restitüsyon olarak nitelediği ikincisini ise, ilk restitüsyon önerisi tamamlandıktan sonra eline geçen, köşke ilişkin 190 sayfalık masarif defteri ve 1704 tarihinde hazırlanmış bir eşya envanterinden faydalanarak yapmıştır (Şekil C.3.31-3.32). Yalı Köşk için hazırladığı son restitüsyonun ayrıntılı tarifini de vermiş olup şu hususları ifade etmiştir: Köşkün büyük odası, orta sahın ve üç eyvanlı olup orta