• Sonuç bulunamadı

Müşkil ile İlişkili Bazı Kavramlar

C. MÜŞKİLÜ’L-KUR’ÂN VE ZEMAHŞERÎ’NİN KONUYA BAKIŞI

2. Müşkil ile İlişkili Bazı Kavramlar

22

misal verebilmekteyiz. Peygamber’in (s.a.s) “Kalbinde hardal tanesi kadar îmân bulunan kimse Cehennem’e girmez; kalbinde hardal tanesi ağırlığında kibir bulunan hiçbir kimse de Cennet’e giremez.”98 buyurduğu nakledilmektedir. Bir başka hadiste de “Lâ ilâhe illallah diyen bir kimse zina etse, hırsızlık yapsa da Cennet’e gireceğini,”99 söylemiştir. Görüldüğü gibi bu hadislerde zâhirde birbiriyle çelişki var gibi görülmektedir. Cennet’e ve Cehennem’e girmenin kalpte bulunan îmân ya da kibir sayesinde olmadığı ve bu hadislerin hüküm ifade etmek için söylenmediği için, hadisler arasında herhangi bir çelişki bulunmadığı iddia edilmektedir.100 Zemahşerî (v. 538/1144), Esâsu’l-Belağa eserinde müşkili aynı anlama gelmek üzere “işbâh ve teşâbuh” kavramları ile ilişkilendirmektedir.101 Cürcânî (v.816/1413) ise, müşkil kavramını, üzerinde iyice tedebbür edildikten sonra hakiki anlamına ulaşılan şey, olarak tarif etmektedir.102

23

ayrı olması” durumunu açıklamak için فلاتخإ /“ihtilâf” kelimesinin kullanıldığı söylenmektedir.105

İşkâl, manayla ilgili bir kavram olduğundan, daha çok anlam yönünden anlaşılmazlığı, açık olmayışı ve çelişkiyi anlatmaktadır. İhtilâf ise, anlaşılmazlıkların sonucunda ortaya çıkan, birbirini tamamlanan ya da birbirine muhalif yorumları ihtiva eden görüş olduğu görülmektedir.106 İhtilâf, birbirinden farklı olan iki kelâm arasında gerçek/hakîkî ihtilâf;

birbiriyle ana öğede değil de dış görünüşte zıtlık mevcut olan iki söz arasında zâhirî ihtilâf olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bundan dolayıdır ki iki sözün arasında bazen zıtlık bulunmakta bazen de bulunmamaktadır.107 Tahâvî (v. 321/933), ihtilâf kavramı hakkında, nakledilmiş olan rivâyetlerin birbirine zıt olması manasında olduğunu iddia ederken,108 İbn Kuteybe, bazen tenâkuz kavramı ile birlikte, bazen tek başına kullandığını ifade etmektedir.109

Tefsir literatüründe ihtilâf kelimesi yerine çoğu zaman başka kipleri olan tehâlüf, muhtelif, hilâf lafızları ya da teâruz kavramının kullanıldığı görülmektedir.110 Müşkilü’l-Kur’ân konusunu oluşturan, “Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”111 buyruğunda, anlaşılmayan kelimenin “İhtilâf”

kavramı olduğu ve yüce Allah tarafından bu kelimenin müşkil anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bikâî (v. 885/1415), ihtilâf kelimesini tenâkuz manasıyla izah etmektedir.112

Zemahşerî de yaşadığı dönem itibarıyla, müşkil’l-Kur’ân ilminin bugünden farklı olarak daha kapsamlı bir alana sahip olmasından dolayı, bu kelimeyi “Anlaşılmazlık, ittifak etmemek, bir konu hakkında aynı görüşte olmamak, tenâkuz.” şeklinde açıklamakla birlikte, bu kavramının (ihtilâf) müşkil kavramının yerinde de kullandığı görülmektedir.113 Nitekim Zemahşerî, bu iki kavramı birbirinin yerinde kullanarak Â’râf sûresinin yüz altmış birinci âyetinde: “O zaman onlara denilmişti ki: “Şu memlekete yerleşin.” مُهلا َليِقا ذإا َو /“Onlara denilmiştir ki” ifadesini, Bakara sûresinde geçen “Hani, şu memlekete girin demiştik.”

(Bakara, 2/58) ااَن ۡلُقا ۡذِإ َوا/ “Onlara demiştik ki” ibaresiyle irtibat kurarak, burada bir ihtilâf/

105 İbn Manzûr, a.g.e., C. IV, s. 188; İsfahânî, a.g.e., s. 155; Akay, Hasan, İslamî Terimler Sözlüğü, İstanbul:

İşaret Y., 1995, s. 450.

106 Kahraman, Ferruh, Tefsirde İhtilafların Mahiyeti, Çeşitleri ve Sebepleri, Sakarya: (SÜSBE Doktora Tezi), 2010, s. 27.

107 Demirci, Sabri, Kur’ân’da Müşkil Âyetler, s. 22.

108 Tahâvî, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr, thk. Şuayb el-Arnavût, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1414/1994, C. IV, s. 147.

109 İbn Kuteybe, Te’vîlü Muhtelifi’l-Hadis, s. 152, 168.

110 Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, s. 179.

111 Nisâ, 4/82.

112 el-Bikâî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn İbrâhîm b. Ömer b. Hasen er-Rubât, Nazmu’d-Dürrer fî Tenâsubi’l-Âyâti ve’s-Süver, Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, C. V, t.y., s. 340.

113 Zemahşerî, a.g.e., C. III, ss. 247-248; C. V, s. 210.

24

çelişki bulunmadığını ifade etmiştir.114 Buna göre Keşşâf’ta işkâl lafzının manalarından birinin ihtilâf etmek olduğu görülmektedir.

b. Müşkil-Müteşâbih İlişkisi

Müteşâbih kelimesinin, Zemahşerî tarafından işkâlle ilişkilendirilen kavramlar arasında olduğu görülmektedir. Müteşâbih, “Karışık, birbirine benzeyen.” anlamına gelenاهبش / “şebeh” kökünden türetilmiş olup lügatte, “İki şeyin oluş açısından benzerliğini,” ifade eden هابتشإ / “iştibâh”, لاكتشإ / “iştikâl” lafzı ile; “Karışık şeyler/işler.” manasında olan تاهباشتم /

“müteşâbihât” ve تاهبتشم /“müştebihât” lafızlarının da تلاكشم / “müşkilât” kelimesi ile eş anlamlı olduğu söylenmiştir.115 Müteşâbih kavramını, “Anlamı veya delâleti kapalı olan lafızlar.” şeklinde tarif edenler116 olduğu gibi, “Birkaç yönde açıklanabilen lafızdır.” ve “İki kelimenin manada farklı olması, ancak zâhirde bir kelimenin diğer kelimeye benzemesidir.”

şeklinde de tanımlayanlar olduğu görülmektedir.117

Âl-i İmrân sûresinde, Kur’ân’ın bir kısmının müteşâbih, diğer kısmının Kur’ân’ın eas/anası olan muhkem olduğu belirtilmektedir.118 Zemahşerî, genel kabule saygı gösteren bir yaklaşımla119 muhkemin, çok anlamlılık ve mana karışıklığından sâlim olan; müteşâbihin ise benzeşen, farklı manalara ihtimâli bulunan ve manası karışık olduğundan kendisinde ihtilâf edilen âyetler şeklinde tarif etmektedir.120 Rağıb el-İsfahânî (v. 502/1108) müteşâbihi, lafız veya anlam bakımından başka lafızlara benzemesinden dolayı, tefsiri müşkil hale gelen ifade olarak tanımlanıp, müteşâbih âyetlerin sayısını bilme konusunda üç kategoriye ayrılabileceğini ifade etmektedir. İlki; kıyâmetin kopma zamanı, hurûfu’l-mukattaa gibi yüce Allah’ın dışında bilinmesi mümkün olmayan müteşâbihler. İkincisi, Kur’ân-ı Kerîm’de garîb lafızlar, muğlâk hükümler gibi, zaman içerisinde bilinebilen müteşâbihler. Üçüncüsü ise, bu

114 Zemahşerî, a.g.e., C. II, s. 323.

115 Cevherî, a.g.e., C. VI, s. 2236; İbn Fâris, a.g.e., C. III, s. 243; İbn Manzûr, a.g.e., C. VII, ss. 23-24.

116 eş-Şevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Muhammed, İrşâdü’l-Fuhûl İlâ Tahkîki’l-Hak min İlmi’l-Usûl, Thk. Ebû Mûsâb Muhammed Bedrî, Beyrut: Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekafiyye, 1412/1992, s.65.

117 el-İskâfî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh el-Hatîb, Dürretü’t-Tenzîl ve Ğurretu’t-Tevîl, C.I-II, Muhammed Mustafa Aydın, 1.B., Mekke: Câmiatu Ummi’l-Kurâ, 1422/2001.

118 اٍ۬ تٰـَهِبٰـَشَتُما ُرَخُأ َواِبٰـَتِكۡلٱاُّماُأا َّنُها تٰـَمَك ۡحُّما ٍ۬ تٰـَياَءاُهۡنِما َبٰـَتِكۡلٱا َكۡيَلَعا َل َزنَأا ٓىِذَّلٱا َوُه – “O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşâbih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır”

derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmrân, 3/7.)

119 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 1.b., Kahire: Dâru Hicr li’t-Tıbâati ve’n-Neşri ve’-Tevzîi ve’l-İ’lân, 1422/2001, C. V, s. 189; Râzî, a.g.e., C. VII, ss. 184-185; İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2.b., Riyad: Dâru Tayybe li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1420/1999, C. II, s. 7.

120 Zemahhşerî, a.g.e., C. I, s. 527.

25

iki grup arasında olanlar ve ancak ilimde rüsuh sahibi olan âlimler tarafından bilinebilecek olan müteşâbihlerdir.121

Tefsîr âlimlerinden Ferrâ ve Taberî, müteşâbih âyetlerin, sadece yüce Allah tarafından bilinebileceği görüşünü kabul etmektedir.122 Buna mukâbil, Zeccâc, müteşâbihi tedebbür aracılığıyla,123 Zemahşerî, müteşâbih âyetleri; tedebbür ve muhkem âyetlere kıyasla bilinebilen ya da ancak mütekellimden nakledilen bir rivâyet ile bilinebilen âyetler olarak değerlendirir.124 Bununla birlikte Zemahşerî, “Oysa onun gerçek manasını ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir.”125 âyetinin tefsirinde, müteşâbihlerin gerçek açıklamasının ancak yüce Allah ve ilimde rüsuh sahibi olan yani ilimde iyice derinleşip sebat etmiş, ona azı dişleri ile sık sıkıya bağlanıp tutunmuş kimseler tarafından bilinebileceklerini ifade etmektedir. Bu yaklaşıma göre müellefimiz, vakfın yeri konusundaki tercihini “İlim” lafzı üzerinde yaparak, ilme vâkıf olanların da müteşâbih âyetlerin anlamını bilebileceği kanaatinde olduğunu ifade etmiş olmaktadır.126

Râzî; Hz. Âişe (v. 58/678), İbn Abbâs ve Ferrâ’nın, müteşâbih âyetlerin anlamının ancak yüce Allah tarafından bilinebileceği görüşünde olduğunu ve kendisinin bu görüşte bulunduğunu söyler. Ancak yine Râzî’nin, Kur’ân’ın muhkemle ilgili olan âyette

“müteşâbihin anası” olarak nitelenmesini, müteşâbih âyetlerin anlamının muhkem sayesinde anlaşabileceğine işaret olarak kabul ettiği görülmektedir.127 Müşkil ve müteşâbih kavramlarını mukayese bağlamında İbn Kuteybe, bir şeyin başkasının kalıbına girip benzeşmesinden dolayı müşkil adlandırmasına yol açtığını söylemekte; müşkil ile müteşâbih kavramının manasında müphemiyet mevcut olduğu için her ikisini de aynı kapsamda değerlendirip bunların eşanlamlı olduğunu söylemektedir.128 Kurtubî (v. 671/1273) ve Zerkeşî de bu görüştedir.129

Zemahşerî’nin bu iki kavrama “Bir başkasının biçimine girmek, benzeşmek.”

manasını verdiği için, onları eşanlamlı olarak ve birbiri yerinde kullanılan kelime olarak görmek mümkündür. Buna göre Kur’ân âyetleri, anlam yönünden arıza ve eksiklerden salim olmak, adâleti inşa etmek, lafızların uygunluğu ve ahengi hususlarında muhakkak birbirine

121 İsfahânî, a.g.e., s. 254; Ayrıca bkz. Kiraz, a.g.e., s. 23.

122 el-Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdillâh el-Absî, Meâni’l-Kur’ân, 2.b., Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1403/1983, C. I, s. 191; Taberî, a.g.e., C. I, s. 338; Krş. 1404/1984. İbn Kesîr, a.g.e., C. II, ss. 8-11.

123 Zeccâc, Ebû İshâk İbrâhîm b. es-Serî b. Sehl, Me’âni’l-Kur’ân ve İ’râbuh, thk. Abdulcelîl Abduh Şelebî, 1.

b., Beyrut: Âlemu’l-Kütüb, 1408/1988, C. I, ss. 376-377.

124 Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 338.

125 Âl-i İmrân, 3/7.

126 Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 528.

127 Râzî, a.g.e., C. VII, s. 179.

128 İbn Kuteybe, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, s. 68.

129 Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh Ensârî Hazrecî Endelüsî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Riyâd: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1427/2006, C. IV, s. 11; Zerkeşî, a.g.e., C. II, s. 69.

26

benzemektedir.130 Nitekim Zemahşerî bu iki kavramı birbiri yerinde kullanır. “Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar?”131 âyetinde geçen “Bulut gölgeleri içinde” ifadesini, “O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.”132 âyetiyle irtibat kurarak “Gök kendinden oluşan bir bulut ile ayrılır.” şeklinde açıklamaktadır. Bu şekilde anlam verildiğinde iştibah’ın ortadan kalktığı görülmektedir.”133 Dolayısıya Zemahşerî’nin, bu kavramları birbiri yerine kullandığı açıkça görülmektedir.

c. Müşkil-Teâruz ve Tenâkuz İlişkisi

İşkâl ile ilgili kavramlar arasında ضراعت / “teâruz” ve ضقانت / “tenâkuz” kelimeleri de ا bulunmaktadır. Aralarında bazı farklılıklar olmakla birlikte birbirleri ile olan ilişki ve benzerlikleri sebebiyle aynı başlık altında işlemeyi münasip görmekteyiz. “Ortaya çıkma,134 imalı konuşma,135 engel/men”136 manalarına gelen ضراعت / “teâruz” kelimesi, “arzetmek, göstermek, ortaya çıkarmak, engellemek, karşılık vermek.” gibi anlamlarda olan ضرع / “arz”

kökünden türetilmiş olup, لعافت / “tefâul” vezninde bir lafızdır.137 ضرع /“arz” lafzı ve türevlerinin Kur’ân-ı Kerîm’de, arzetmek/sunmak,138 genişlik,139 engel,140 gösterme,141 yüz çevirme,142 manalarında çokça kullanıldığı görülmektedir.ا

Teâruz’un terim açısından birçok tanımı yapılmaktadır. Fıkıh usûlünde önemli bir kavram olan teâruz; “Aynı zamanda ve yerde iki delillin kuvvet açısından eşit seviyede olup, ikisinden biri olumlu iken diğerinin olumsuzluk içermesinden kaynaklanan.” şeklinde tanımlanmaktadır.143 Usûl âlimleri, deliller arasında gerçek bir teâruz olduğunu iddia edebilmek için iki delilin birbirini engelleyecek ya da birinin diğerinin hükmünü kaldıracak şekilde karşı karşıya gelmesi gerektiğini ifade etmektedir.144 Gazzâlî, teâruzun, tenâkuz

130 Zemahşerî, a.g.e., C. V, s. 300.

131 Bakara, 2/210.

132 Furkân, 25/25.

133 Zemahşerî, a.g.e., C. IV, s. 344.

134 “Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır.” (Kehf, 18/48.)

135 “Kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda.” (Bakara, 2/235.)

136 “Allah’ı, yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize, (fenalıkdan) sakınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın.” (Bakara, 2/224.)

137 İbn Manzûr, a.g.e., C. IX, s. 135; İsfahânî, a.g.e., s. 330.

138 Bkz. Bakara, 2/31.

139 Bkz. Fussilet, 41/51.

140 Bkz. Bakara, 2/224.

141 Bkz. Kehf, 18/100.

142 Bkz. Secde, 32/22; Ayrıca bkz. ed-Dâmeğânî, el-Hüseyn b. Muhammed, el-Vücûh ve’n-Nezâir li Elfâzî Kitâbilâhi’l-Azîz, 3.b., Kahire: el-Mektebetü İhyâi’t-Türâs, 1416/1995, s. 74.

143 Debûsî, , a.g.e., s. 214; Serahsî, a.g.e., C. II, s. 12.

144 Kahraman, a.g.m., s. 21.

27

olduğunu söylemiştir.145ا Teâruz kavramı ile aynı manada, muâraza, tenâkuz, teâdül, tezâd, ihtilâf, tenâfî gibi lafızların kullanıldığı da söylenmektedir.146

لعافت vezninde olan tenâkuz kelimesinin kökü ضقن / “nakz” şeklinde olup “Bina, ip ve ahit gibi şeylerin düğümünü çözmek, sağlam hale gelmesinin ardından bozmak”147 manalarına gelmektedir. Kelime, لاع müfaâle bâbından ضقان / “nâkaz” şeklinde geldiğinde, افم

“Konuşmayı bozacak şekilde laf etmek, kaldırmak, bozmak, anlamı çelişik olmak, iki sözün birbiriyle çelişmesi,” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.148 Kelime ve türevlerinin, Kur’ân-ı Kerîm’de de “Verilen sözün bozulması,149 ipin çözülmesi,150 duvarın yıkılması,151 yükün ağırlığını ifade etmesi,”152 manalarında kullanıldığı görülmektedir. Tenâkuz daha çok mantık ile ilgili bir kavram olarak, bir mevzudaki iki önermeden birinin kanıtlama, diğerinin olumsuzluk bildirmesinden dolayı birinin doğru, diğerinin yanlış olarak nitelenmesine yol açan düşünceyi ifade etmektedir.153

Teâruz ve Tenâkuz kavramları arasında bir karşılaştırma yaparsak bazı usûlcüler tarafından bu iki kavramın aynı şey olduğu düşüncesi ortaya konulmaktadır.154 Abdulazîz el-Buhârî (ö. 730/1330), “Tenâkuz delili kendisinde butlânı gerektirirken, teâruz başka bir delil bulunmamasından dolayı hükmünün gerçekleşmesini engeller, aralarındaki fark budur.”

açıklamalarını yaptıktan sonra, “Naslar söz konusu olunca her birinin, diğeri için bağlayıcı”

olduğunu söylemektedir.155 Hadis ve Fıkıh âlimlerinin çoğu, bu iki kavramın arasını ayıran özellikler olduğunu iddia ederek, “Teâruz şer’î naslarda gerçekleşir, tenâkuz ise hükümlerde söz konusu olur. Teâruz şer’î nasların zâhirinde olur, tenâkuz ise bir sözün kendinde de gerçekleşebilir,” diyerek bu farklardan bahsetmektedirler.156 Zemahşerî bu kavramları biribirine bağlayıcı olarak nitelendiği ve müşkil anlamında kullandığı görülmektedir. Nitekim Zemahşerî Hacc sûresinin onbirinci ve onikinci âyetinde fayda ve zarar verme vasfı putlarda hem varmış gibi gösterilmekte hem de bulunmadığı belirtmek sûretiyle arasında bir

145 el-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, el-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl, y.y.: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1414/1993, C. I, s. 376.

146 Özen, Şükrü, “Teâruz”, DİA, İstanbul: 2011, C. XXXX s. 208.

147 İsfahânî, a.g.e., s. 504; er-Râzî, Ebû Abdillâh Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Muhtaru’s-Sıhâh, thk.

Yûsuf Muhammed, Beyrut: Mektebeti’l-Asriyye, 1420/1999, s. 318.

148 İbn Manzûr, a.g.e., C. XIV, s. 239.

149 “Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimselerdir.” (Enfâl, 8/56.)

150 “İpliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın.” (Nahl, 16/92.)

151 “Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler.” (Kehf, 18/77.)

152 “Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?” (İnşirâh, 94/3.)

153 Ebü’l-Bekâ el-Kefevî, Eyyub b. Mûsâ, el-Külliyyât, thk. Adnan Derviş, Beyrut: Müessesetü’r-Risale, t.y., C.

I, s. 305; Hafnâvî, Muhammed İbrahim, et-Teâruz ve’t-Tercih inde Usûliyyin ve Eseruhuma fi’l-Fıkhi’l-İslamî, Kahire: Dâru’l-Vefâ, 1407/1987, s. 34

154 Hafnâvî, a.g.e., s. 34; Ayrıca bkz. Gazzâlî, a.g.e., C. I, s. 279.

155 Buhârî, Keşfu’l-Esrâr an Usûli Fahri’l-İslâm Pezdevî, C. III, ss. 158-159.

156 Bkz. Hafnâvî, a.g.e., ss. 36-38.

28

teârûz/tenâkuz vehmini uyandırdığını ifade etmektedir. Ardından da âyetlerin anlamı iyi anlaşılırsa arasında görünen bu tenâkuz/teâruz (çelişki) durumu ortadan kalktığını beyan etmektedir.157 Görüldüğü üzere Keşşâf sahibi genişlik, engel, yüz çevirme bozmak, yıkılmak gibi anlamlarını ihtiva eden teâruz ve tenâkuz kavramlarının bağlayıcı olarak görmekle birlikte çelişki manasında olan müşkil (işkâl) kavramın yerinde kullanmaktadır.