• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1. Uluslararası İlişkilerde Temel Kuramlar ve Küreselleşme

2.1.1. Liberalist Kuram ve Küreselleşme

Klasik Liberalist öğreti,15 anarşik yapısına karşın uluslararası ortamın;

değerler, karşılıklı çıkarlar ve yaptırımlar tarafından düzenleneceği,

“Toplumsal Mutabakat” ve “Görünmez El” kuramlarının temelinde yatan öğelerin bu ortamı şiddet ve kargaşadan (kaos) kurtaracağı varsayımına dayanmaktaydı.

15 Liberalist Kuram, Ortaçağ Avrupasına egemen olan kilise merkezli, baskıcı, adaletsiz, iki yüzlü kültür ve ideolojiye tepki olarak Aydınlanma Çağı ile birlikte ortaya çıkmıştır (Dougherty ve Pfaltzgraff, 1997: 60). Bireyi esas alan ve yücelten, insan doğasındaki olumlu yönleri esas alarak özgürlükçü, eşitlikçi ve anayasal düzeni öne çıkaran Kuramın temellerini Thomas More (1478-1535), Hugo Grotius (1583-1645), John Locke (1632-1704), L. Montesquieu (1689-1755), David Hume (1711-1776), Jean Jacque Rousseau (1712-1778), Immanuel Kant (1724-1804), Adam Simith (1723-1790), Jeremy Bentham (1748-1832) gibi yazarlar atmıştır (Tunçay, 2002 ve Arı, 2002: 354). Başlıca Liberalist kuramcılar arasında, Norman Angell, Charles Beitz, Michael Doyle, Franchis Fukuyama, David Held, John Hobson, Stanley Hoffman, Richard Rosechrance, Woodrow Wilson ve Alfred Zimmern yer almaktadır (Griffiths, 1999: vıı).

Kuram, iki genel savaşı engellemekteki başarısızlığı nedeniyle büyük eleştirilere uğramış, bu durum II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ortamın Realizmin tekelinde şekillenmesine neden olmuştur (Greyson, 1947, 4’ten aktaran, Dougherty ve Pfaltzgraff, 1997: 11). 1960’lı yılların sonundan başlayarak küresel mali piyasalarda yaşanan krizlerin etkisiyle, devlet merkezli (gelenekselci) değerler dizisinin uluslararası sistemi açıklamakta yetersiz kalması üzerine, Liberalist Kuram yeniden şekillenerek güçlenmeye başlamıştır (Hobson, 2000’den aktaran Karadeli, 2005: 35). Neo-liberalist akım,16 klasik yaklaşımın temel savlarını veri olarak kabul etmekle birlikte ondan farklı olarak, daha çoğulcu bir anlayışı benimsemiştir.

Neo-Liberalist Kuramın Küreselleşmeye İlişkin Kısıtlılıkları:

Neo-liberalist Kuramın küreselleşmeyi algılamasında Kuramın, sosyal ve politik olguları liberal ekonomi modelinin yaygınlaştırılması ana fikri etrafında dikkate almış olması belirleyici olmuştur (Burki ve Perry, 1998’den aktaran, Scholte, 2005 b: 5). Bir başka ifadeyle, Kuramın küreselleşmeye yaklaşımını, çoğulcu ve küresel pazar merkezli değerler dizini oluşturmaktadır.17 Bu durum birbiriyle ilişkili olarak:

16 Neo-liberalizm terimini ilk kez, 1974’te Nobel ödülü almış olan Avusturyalı ekonomist Friedrich von Hayek (1899-1992), uluslararası bir ticaret sistemini öngören gelişme modelini ifade etmek üzere kullanmıştır. Hayek, ekonomide devlet müdahalesinin insanları devlete aşırı bağımlı kıldığını, pek çok gelişmiş ülkede yavaşlayan ekonomik gelişmenin ve çoğu ulus devletin karşı karşıya kaldığı mali krizin serbest piyasaya dönmek suretiyle aşılabileceğini ileri sürmüştür (Kloby, 2005: 289).

17 Klasik liberalizme hâkim olan, demokrasi, self-determinasyon, uluslararası kuruluşların istikrar ve barışa katkısı, uluslararası iş birliği vb. ilkelere ilave olarak Neo-liberalist Kuramın temel verileri arasında özetle:

- Devletin soyut ve tek parça olmadığı, karar ve tercihlerinde yöneticilerden çok, güç odaklarının nüfuz kabiliyetinin etken olduğu, buna karşın, uluslararası menfaatlerin söz konusu olduğu durumlarda devletin, tek bir güç odağının etkisi altında kalmayarak rasyonel davranış biçimini tercih edeceği, - Uluslararası sistemde devletlere ilave olarak ÇUŞ, UAHDK, STK gibi devlet dışı unsurların temel oyuncular arasında yer aldığı,

- Askerî gücün önemini yitirdiği, demokratik yönetimler arasında savaş tehlikesinin azaldığı, ekonomik gelişme ile ulusal güvenlik arasında ters orantı olduğu yönündeki görüşler öne çıkmıştır.

- Küreselleşmeyle dayatılan ekonomik modele engel olduğu gerekçesiyle devletin öneminin göz ardı edilmesine,

- Devlet dışı aktörlerin uluslararası ortamdaki öneminin abartılmasına,

- Soğuk savaş sonrası güvenlik ihtiyaçlarının zamanında tespit ve tahlil edilememesine neden olmuştur.

Devletin öneminin göz ardı edilmesi:

Küreselleşme sürecinde devletin konumuna ilişkin olarak Neo-liberalist Kuram, devletin serbest piyasa ekonomisinin gelişimine yönelik bir konumda yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir.18 Krasner’in ifadesiyle:

“70’li yıllar, devletin, uluslararası aktör olarak egemenliğinin ve iç işlerine karışmama ilkesi ile tanımlanan Westphalia düzeninin, 90’lı yıllar ise, insan, sermaye, mal ve hizmetlerin bir ülkeden diğerine devletin inisiyatifi ile geçişini niteleyen karşılıklı bağımlılık egemenliğinin ve devletin kendi toprakları üzerinde uygulayacağı politikaları belirleyebilme yeteneğiyle tanımlanan iç egemenliğinin sorgulandığı ve erozyona uğratıldığı yıllar olmuştur (Quiggin, 2005: 4)”.

Liberalizmin, devleti küresel ekonomiye göre konumlandıran yapısı, uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasında sorunların küreselleşmesine engel olacak devlet mekanizmalarını güçsüz bırakmıştır.19 Bu durum Neo-liberalistlerin öngördüğü küreselleşmenin gerçekleşmesini olanaksız kılmış, devletin zayıflatılması ticari liberalizmi değil vahşi kapitalizmi getirmiştir.

18 Bu kapsamda başlıca üç husus öne çıkmaktadır. Bunlar: 1) Gümrük vergileri başta olmak üzere sermaye ve yabancı yatırımların önündeki ulusal engellerin kaldırılarak “bırakınız yapsınlar (Laissez faire)” anlayışıyla sınırların aşılması, 2) Devletin ekonomiye müdahale imkânlarının ve koruyucu işlevlerinin kısıtlanması, 3) Özelleştirmenin artırılması, sosyal hizmetler için yapılan devlet harcamalarının azaltılması ve uluslararası örgütlerin etkinliklerinin artırılmasıdır (Kolby, 2005: 289).

19 Akımın temsilcilerinden David Held, devleti, hem serbest piyasa koşullarını etkilemesi hem de çok aktörlü uluslararası ortamda devlet dışı aktörleri kontrol altına alabilme gücüne sahip olması nedeniyle küreselleşmenin önünde bir engel olarak eleştirmiştir (Griffiths, 1999: 72). Fukuyama, küreselleşmenin devletleri küresel ekonominin gereklerine uyum sağlayacak bir yapıya zorladığını, bu durumda ise devletin iç politikada güç kaybına uğramasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır.

Nitekim bu savın temsilcilerinden Fukuyama 1992’de “Tarihin Sonu”ndan sonra, 2004’te yayımladığı “Devlet İnşası” adlı eserinde (2005: 115); zayıf devletlerin neden olduğu meşruiyet sorunu nedeniyle; hukuk, güvenlik, düzen, mülkiyet ve hakların korunamamasında zafiyet yaşandığını, bu durumum uluslararası ortamda istikrar sorunlarına neden olduğunu ifade etmek suretiyle bir anlamda devleti yeniden keşfetmiştir.

Liberalistlerin devlet için öngördükleri bu yeni yapılanmanın uygulama alanı, ABD hariç dünyanın geri kalanıdır. Burada küresel bir model olma iddiasındaki Liberalizmin, Doğu Avrupa, üçüncü dünya ülkeleri, Türkiye, Çin, Rusya gibi kıtasal ve bölgesel güç merkezlerindeki devletleri aşındırmaya yönelik çabalarına karşın ABD ve AB’deki uygulamalarda başta ekonomik koruma duvarlarının muhafaza edilmesi olmak üzere söz konusu kaygıyı yaşanmadığı görülmektedir (Scholte, 2005 b: 24).

Devlet dışı aktörlerin öneminin abartılması:

Küreselleşme sürecinde devlet dışı aktörlerin uluslararası ortamdaki konumuna ilişkin olarak Neo-liberalist Kuram, geleneksel devlet merkezli yaklaşımdan farklı olarak çok oyunculu bir ortamı öngörmektedir.20 Bu yaklaşımın temelinde, 1970’li yıllarda uluslararası sistemin bir parçası olarak kabul görmeye başlayan ÇUŞ’lar, HDK’ların 1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan barış ve güvenlik kaygılarının bertaraf edilebilmesinde, devletlerden daha etkin olabileceği fikri yatmaktadır (Held, 1991: 150).

20 Bu yaklaşım başlıca üç gerekçeye dayanmaktadır. Bunlar: 1) Ülkeler arasındaki sınırların etkinliğini yitirmesi 2) Karşılıklı etkileşim ve bağımlılığın güçlenmesi ve hız kazanması 3) Bölgesel nitelikteki sosyal, ekonomik ve siyasi değişikliklerin dünyadaki bütün insanları etkileyen bir nitelik kazanması ve uluslararası ortamı şekillendirmesidir. Bu nedenle Kuram, uluslararası ilişkilerde, BM, IMF, WB, WTO, OECD ve NATO başta olmak üzere uluslararası ve AB gibi uluslar ötesi kuruluşlara ilave olarak, ÇUŞ’ların, HDK’ların artan önemine vurgu yapmaktadır.

Devlet dışı kuruluşlar büyük çoğunlukla devletlerden bağımsız değillerdir. Klasik Liberalist yaklaşımın devleti soyut ve tarafsız davranan bir aygıt olarak algılama yanılgısına Neo-liberalist Kuram, bu sefer devlet dışı kuruluşların devletlerden bağımsız hareket ettiği kabulü ile düşmüştür. Başta BM olmak üzere uluslararası örgütlerin saygınlık kaybına uğradıkları; Somali, Bosna-Hersek ve Kosova müdahalelerinde olduğu üzere, bu kuruluşların ancak büyük devletlerin onayıyla harekete geçtiği görülmüştür.

ÇUŞ’lar ve benzeri ekonomik güce sahip kuruluşlar için barış ve istikrar bir amaç değil araçtır. Bu nedenle uluslararası istikrarı ekonomik çıkarlara ya da karşılıklı bağımlılık düzeneğine dayandırmanın sınırları vardır. Öncelikle uluslararası ekonomik sistem tam anlamıyla küresel değildir. Karşılıklı bağımlılık, bütün devletleri münferit ulusal çıkarlarından feragat edecekleri bir düzeyde gerçekleşmemiştir. Ayrıca küreselleşmenin klasik güvenlik sorunlarının ve jeopolitikten kaynaklanan sorunların önüne geçtiğini ya da geçebileceğini söylemek mümkün değildir (Aydın, 2005: 4).

Soğuk savaş sonrası güvenlik ihtiyaçlarının algılanamaması:

Neo-liberalizmin, soğuk savaş sonrası güvenlik ortamının ihtiyaçlarını yeterli ölçüde değerlendiremeyişi, Kuramın değerler dizininden ve küreselleşmeyi algılama biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşımın temelinde, Liberalizmin; ticari, demokratik, düzenleyici ve akılcı olmak üzere dört özelliğinin uluslararası güven ortamını oluşturacağı kabulü yatmaktadır.21

21 Bu kapsamda, askerî gücün önemini yitirdiği, sayıları giderek artan demokratik yönetimler arasında savaş tehlikesinin azaldığı, ulaşılan dehşet dengesinin savaşı göze alınamayacak bir konuma taşıdığı ve ekonomik gelişme ile ulusal güvenlik arasında ters orantı olduğu yönündeki görüşler öne çıkmıştır (Arı, 2002: 367-386) (Griffiths, 1999: 72).

Liberalizmin, kapitalist ekonomik düzenin, çatışma ve kanı değil, kârı en fazlalaştırmaya yönelik güdüsü nedeniyle, küreselleşmenin barış ve istikrar ortamını getireceği ve özgürlükçü bir ortam yaratacağı yolundaki temel savı ne bugünkü ne de geçmişteki uluslararası ortamı açıklayabilmektedir.

Kapitalizmin kârı en fazlalaştırma güdüsünün, ticaretin yayılıp serpileceği istikrar alanlarını tercih etmesi, savaşla da kâr elde edilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Ayrıca kapitalist düzenin gelişim sürecinde; ekonomik rekabetin demokrasiyi artırdığı ölçüde şiddeti de kaçınılmaz olarak körüklediği görülmüştür (Attali, 2007: 65-95). Aksi hâlde, bugünkü istikrarsızlık alanlarının ve problem sahalarının, stratejik enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik çabalar başta olmak üzere, küresel ekonomik sistemin zorlamalarından kaynaklandığı gerçeğini açıklamak mümkün olamayacaktır.

Kuramda öngörüldüğü üzere, küreselleşme bütüncül etkiler yaratsa da, bütüncül çalışan bir düzenek değildir. Soğuk savaşın son bulması, Doğu-Avrupa’dan yönelen tehdidi azaltmış olsa da küresel barışı sağlayamamış, ulusal devletlerin etnik parçalanmalarını, medeniyetler arasında artan gerilimi engelleyememiştir (Griffiths, 1999: 68-74). Bu durum, XVIII. yüzyıl liberalistlerinden Immanuel Kant’ın tanımladığı “özgürlükçü ve özgürlükçü olmayan devletler” tanımlamasının “Bizden olanlar ve bize düşman olanlar”

kamplaşmasına dönüşmesine neden olmuştur (Doyle, 1983; 324 ve Anderson, 1992: 75). Güvenliğe ilişkin bir refleksin geliştirilememiş olması nedeniyle Liberalizm, geleneksel askerî tahdidin dışında gelişen başta terörizm olmak üzere asimetrik tehdit ve riskleri zamanında algılayamamıştır.

Liberalistlerin öngördüğünün aksine, kapitalist ekonomik düzen;

kendiliğinden gelişen bir uyum süreci içerisinde gerçekleşmemiş, çoğunlukla

“şok terapi” yoluyla diretilmek suretiyle yaygınlaştırılmıştır. Güvenlik ortamının oluşturulması; karşılıklı çıkar ve bağımlılıktan çok Rusya tehdidinin bertaraf edilmesi ile başlayan ve Orta Doğu’nun genişletilerek yeniden şekillendirilmesi ile devam eden, askerî ve yarı askerî eylemlerle gerçekleştirilmektedir.

Sonuç Olarak:

- Makroekonomik Keynesyen yaklaşımlara dayanan Kuramın soğuk savaş sonrasında özellikle Batı dünyasındaki uygulamaların bir kısmını kapsamakla beraber dünyanın geri kalanını tanımlamada başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir (Quiggin, 2005: 30).

- Kuramın, esasen küreselleşmenin stratejilerinden veya unsurlarından sadece birini teşkil eden küresel pazarın yaygınlaştırılması olgusunu, sosyal coğrafyadaki değişimi ifade eden küreselleşme kavramının yerine koyduğu ve küreselleşmenin zorlayıcı etkisinin kaynağına ilişkin güdüyü tanımlayamadığı görülmektedir (Scholte, 2005 b: 5). Küreselleşmenin güç ile bağıntısını kavramaktaki bu eksikliği nedeniyle, Kuramın temsilcilerinden Richard Rosecrance, küreselleşme olgusunun Liberalist Kuram ile açıklanmasının yeterli olamayacağını, başta Realizm olmak üzere diğer yaklaşımlara da ihtiyaç duyulduğunu ifade etmiştir (Griffiths, 1999: 92).