• Sonuç bulunamadı

Latin Amerika ve Türkiye’de İthal İkameci Dönem

48

oranlarının yükseltildiği, korumacı, genişlemeci ve müdahaleci ekonomik politikalar”

uygulamıştır.

1930 ve 1940’larda Latin Amerika ülkelerinde iktidarların “sanayi işçileri ve yeni sanayicilerle” yakın ilişki içinde olması korumacı politikalar benimsemesinde etkili olmuştur (ÇİL, 2020: 5). Bu ülkelerdeki bunalımın 1935’lı yıllarda son bulmasıyla, ‘dış ticaret hadlerinde düzelme’ görülmeye başlanmıştır. İhracat sektöründe hem hacimde hem de fiyatta yaşanan iyileşme 1940’lardan sonra ‘kapasitenin artması ve pozitif büyüme rakamlarına’ ulaşılmasını sağlamıştır.

Tablo 3.3’de 1932-1939 yılları arasında ithalat-ihracat oranları verilmiştir. Bu yıllarda Latin Amerika ülkelerinin ihracat performanslarının oldukça güçlü olduğu görülmektedir. Bunun sebebi, İkinci Dünya Savaşı esnasında Latin Amerika’nın ihraç ürünlerine olan talebin artmasıdır.

Tablo 3.3: 1932-1939 Arasında İthalat- İhracat Rakamları

Ülke GDP İhracat

Hacmi

İthalat Hacmi

Net Değişim Ticaret Hadleri

Arjantin +4.4 -1.4 +4.6 +2.1

Brezilya +4.8 +10.2 +9.4 -5.6

Şili +6.5 +6.5 +18.4 +18.6

Kolombiya +4.8 +3.8 +16.1 +1.6

Meksika +6.2 -3.1 +7.8 +5.7

Kaynak: Bulmer ve Thomas, 2003, s:214.

1930’lardan sonra ekonomideki düzelmeyle beraber, ticaret yapılan ülkelerde de değişiklik meydana geldi. ABD ile olan ihracat 1941 yılında %54 iken, 1948 yılında

%38.2’ye gerilemiştir. İthalatta aynı şekilde %62.4’ten %52’ye düşmüştür. Buna karşın İngiltere, Fransa ve Almanya ile olan ticaret hacmi artmıştır (Horn ve Bice, 2012: 112)

49

Kriz Türkiye’yi de etkilemiş, siyasal ve politik değişikliklere yol açmıştır. Krize kadar olan dönemde, ‘Lozan Anlaşmasının gümrük duvarlarının 5 yıl boyunca arttırılmamasına ilişkin maddeler’ nedeniyle yerli sanayi korunamamıştır. Zaten sermaye birikimi olmayan ve borç ödeyen devlet, ‘temel tüketim mallarını’ bile ihraç etmiştir.

Pamuk’a göre bir diğer neden “İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararla ‘Aşar Vergisinin’ kaldırılmasıdır. Aşarın kaldırılmasıyla, kırsal alanlarda kaynak yaratma ve bunu kentsel alanlara aktarma olanağı ortadan kalkmıştır” (Pamuk, 2011: 226).

Krizin en önemli sonucu liberalizmin terkedilip devletçilik politikalarının uygulanmaya başlanmasıdır. Bu durum Türkiye ve Latin Amerika için de geçerlidir. Kriz sonrası dönemde devlet desteği ile yatırımlar yapılmış, fabrikalar kurulmuştur. “Türk parasının kıymetini koruma kanunu”, “Merkez Bankasının kurulması” ve “Cumhuriyet Halk Fırkası’nın” programında açıkça devletçiliğe yer verilmesi gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir (Eroğlu, 2007: 68). Ancak, devlet ‘özel sektöre rağmen değil, özel sektörün bir tamamlayıcısı’ olarak piyasada yer almıştır.

Tablo 3.4’de 1923-1938 yılları arasında Türkiye’de dış ticaret değerleri verilmiştir.

1923- 1929 arası dönemde dış ticaret açık vermiş, 1933-1939 arası dönemde ise dış ticaret fazla vermiştir. Devletçilik uygulamalarının dış ticaret üzerindeki olumlu etkisi tabloda net biçimde görülmektedir.

50 Tablo 3.4: Dış Ticaret Değerleri

Yıllar Dış Ticaret Hacmi

Ticaret Dengesi İhracat/İthalat

1923 %24,1 -60 58,

1924 %20,3 -60 82,1

1925 %28,4 -49 79,6

1926 %25,5 -48 79,4

1927 %25,0 -53 74,9

1928 %24,3 -50 77,6

1929 %20,7 -101 60,6

1933 %15,0 21,5 128,8

1934 %14,7 5,3 106,1

1935 %14,1 7,0 107,9

1936 %12,4 25,2 127,2

1937 %14,0 23,6 120,6

1938 %15,6 -4,9 96,7

Kaynak: Pamuk, 2011, s:267/270.

Osmanlı- Türk tarihinde ‘Müslüman-Türk burjuva yaratma politikaları’ süreklilik arz etmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin “Milli İktisat Politikası” ile Cumhuriyet döneminin ‘siyasi ve ekonomik politikaları’ paralellik arz eder. Erik Jon Zürcher, bu durumu “Cumhuriyet’in sosyoekonomik politikaları, İttihatçıların 1913’te uygulamaya koymuş oldukları milli iktisat programının bir devamıydı” sözü ile dile getirir (Zürcher, 2005: 52).

Tüm bu koşullar altında, “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı” hazırlanarak 1934 yılında yürürlüğe konulmuştur. Plan ile birçok ilde sanayi tesisleri öngörüldü. Bu planın başarılı olmasıyla ‘İkinci Kalkınma Planı’ hazırlanmıştır ancak ikinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yürürlüğe konulamamıştır.

Latin Amerika’da devletçiliğin uygulanması, toprak sahipleri ve devlet arasında çatışmayı beraberinde getirdi. Bu durum ülkelerde siyasi olaylar yaşanmasına neden oldu. Brezilya ve Arjantin’de milliyetçi ideolojiler önem kazanmış, darbeler yaşanmıştır.

Türkiye’de ise toprak sahipleri ile devlet arasında bir çatışma değil, aksine bir beraberlik

51

söz konusu olmuştur (Keyder, 1983: 1070). Ancak yine de hala güçlü bir burjuva sınıfından bahsedilemez.

İkinci Dünya Savaşı Türkiye ve Latin Amerika’yı etkileyen son 25 yıldaki en büyük dış etkenlerden biridir. İkinci Dünya Savaşı Latin Amerika’yı iki şekilde etkilemiştir. İlk olarak, ABD ve Büyük Britanya’nın savaş halinde olması nedeniyle en büyük iki dış ticaret ortağını kaybetmiştir. Diğer bir neden, ‘dışa dönük politika uygulayan ülkelerin, 1929 krizinden sonra ekonomilerinin toparlanmasıyla yüksek tarifeler ve bariyerler uygulayarak korumacı ekonomi politikalarına’ meyletmeleridir. Vulmer ve Thomas’a göre bu durum “Latin Amerika’da içe dönük politikalar uygulanmasına yol açmış ve buna paralel olarak ulusalcıların iktidara gelmesine neden olmuştur. Savaş yıllarında dolaylı olarak devlet tarafından desteklenen sanayi, artık doğrudan desteklenmeye başlanmış, bunun yanı sıra altyapı ve temel ticari mallardaki yatırımlar da desteklenmiştir” (Bulmer ve Thomas, 2003: 236).

Savaş sonrasında ekonomik kurallar 1944 yılında ‘Bretton Woods’ ile belirlenmiştir. Bu sistem ile IMF ve DB’nin temelleri atılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem ekonomi tarihinde en güçlü büyüme ve refah dönemidir. Aynı zamanda sermayenin küreselleştiği bir dönemdir.

1950’lerle beraber Latin Amerika ülkelerinde ithal ikameci sanayileşme politikaları uygulanmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Latin Amerika Komisyonu (CEPSL/ECLAC) korumacı politikalara dayanak oluşturmuştur. Özellikle Paul Prebisch ve Hans Singer’ın yazıları ithal ikameci politikaların yayılmasını desteklemiştir. Bu iki yazarın görüşleri iki temele dayanmaktadır (Edwards, 1994: 4);

1. “Hammadde ve ticari malların uluslararası fiyatlarındaki bozulma, sanayileşememiş ülkelerde zengin ve fakirler arasındaki boşluğu arttırmaktadır.

52

2. Sanayileşebilmek için, küçük ülkeler, yeni gelişen imalat sektöründen yardım almalıdır ve devlet bu sürece destek vermelidir.”

Birinci bölümde bahsedilen uluslararası bağımlılık okulunun yapısalcı kolunun öncüsü olan Prebisch serbest ticaretin büyümeyi artıracağı yönündeki savın aksine, korumacı politikaların kalkınmayı tetikleyeceğini dile getirir. Nitekim, neoklasik iktisadın hakim olduğu dönemde, serbest ticaretin kalkınmayı beraberinde getirmediği anlaşılmıştır. Bu nedenle Prebisch, “kalkınmanın ithal ikameci politikalar ile olacağını ve bunun da ılımlı ve seçici korumacı politikalar gerektirdiğini” söylemektedir. İthal ikameci sanayileşmenin ilk aşaması olan ‘kısıtlı teknoloji ile işlenmiş gıda ve tekstil gibi hafif sanayiye dayalı temel tüketim mallarının’ ülke içinde üretilmesi 1930’larda başlayıp 1950’lerde tamamlanmıştır. Özellikle ilk dönemlerde yüksek büyüme yakalanmış, yaşam beklentisi ve okuryazarlık göstergelerinde 1940-1980 yılları arasında Latin Amerika tarihinin en iyi sonuçları elde edilmiştir. Bu dönemde, bölgedeki en büyük 6 ekonominin, ‘GDP’deki yıllık büyüme oranları 1980 ve 2000 arasındaki büyüme oranlarından 4.5 kat daha iyidir’ (Spronk ve Werber, 2015: 7).

Tablo 3.5’e bakıldığında, Arjantin ve Şili hariç diğer ülkelerin büyüme oranları ortalaması %5’den fazladır. Brezilya, Meksika ve Venezuela’da GDP %6’dan fazla artmıştır. 1950’lerde sanayi sektöründeki yıllık ortalama büyüme oranları Arjantin’de 3.8, Şili’de 4, Venezuela’da 9.9, Brezilya’da 9.2, Meksika’da 7.4, Peru’da 7 ve Kolombiya’da 6.5’tir. Venezuela ve Peru’da kalkınma 1960’larla beraber, GDP ‘deki düşüşle beraber kritik bir sürece girilmiştir.

53

Tablo 3.5: Savaş Sonrası Dönemde ortalama yıllık büyüme oranları (sektörler bazında)

Arjantin Brezilya Meksika Şili Kolombiya

Tarım 1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

4.1 -0.4 2.1 1.1

5.0 3.7 6.9 3.0

5.8 3.0 3.9 2.7

3.5 1.0 2.6 3.0

2.7 3.5 3.0 4.8 Madencilik

1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

7.8 14.3 7.8 9.0

6.6 14.9 11.1 10.6

4.7 6.1 4.2 7.2

-2.9 11.0 4.0 4.9

4.3 6.8 4.4 1.5 İmalat

Endüstrisi 1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

3.8 3.8 4.1 5.0

8.1 10.3 4.9 10.3

6.6 8.1 8.0 8.8

5.4 2.6 6.4 3.6

6.9 6.1 5.9 6.4 İnşaat

1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

1.5 4.3 2.0 11.7

6.4 7.2 2.8 10.7

6.4 8.1 5.9 9.8

3.9 1.4 4.6 0.7

12.4 -6.2 1.9 12.3 Temel

Hizmetler 1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

6.2 12.0 9.9 4.6

4.4 10.8 9.7 9.8

9.6 6.5 10.0 9.7

6.0 3.5 7..4 3.8

9.6 11.7 9.2 6.8 Toplam GSYİH

1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

3.0 3.2 3.5 4.1

5.7 5.9 4.2 7.1

6.1 6.1 5.9 6.4

3.1 3.6 5.1 4.1

5.1 4.0 4.4 5.8 Kişi Başı

GSYİH 1950-5 1955-60 1960-5 1965-70

0.8 1.4 2.0 2.7

2.9 2.9 1.1 4.6

3.1 3.1 2.8 3.7

0.9 1.2 2.7 1.6

2.3 1.0 1.1 2.6 Kaynak: Furtado, 1970, s:134.

54

İkinci Dünya Savaşı kalkınma sürecini sekteye uğratmıştır. 1945’lerde Latin Amerika ülkelerinde, ‘yatırım mallarına talepler ertelenmiş, yeni fabrikaların açılması ve daha büyük endüstrilerin’ oluşturulması engellenmiştir. Enflasyonun artması nedeniyle reel ücretler azalmıştır. Sonuçta, birçok ülkede fiyat enflasyonu baş göstermiş ve ‘ABD malları’ ‘yerli mallara’ karşı daha ucuz hale getirilmiştir. Savaş sonrası birçok Latin Amerika ülkesinde ‘yabancı döviz rezervleri’ hızla azalarak, ‘enflasyon ve ücret tartışmaları’ ortaya çıkmıştır.

Birinci aşamanın tamamlanması ile ‘elektrikli araçlar ve otomobil gibi dayanıklı tüketim mallarının ikamesinin’ yapılacağı ikinci aşama başladı. Bu politikaların ‘teknoloji ve yabancı sermayeye olan bağımlılığı azalttığı ve temel malların üretiminde uzmanlaşma sağlayacağı’ varsayılmıştır. Latin Amerika ülkelerinde yaşanan “siyasal çalkantılar ve istikrarsızlıkların” ekonomi politikalarına paralel olduğu görülmektedir. İthal ikameci politikalar, milliyetçi politikalara temel oluşturmaktaydı. Milli sermaye ve içe kapalı politikaları savunan milliyetçi hükümetlerin iktidara gelmesi ithal ikameci politikaların uygulanmasını hızlandırmıştır.

İkinci aşamaya geçiş popülist hükümetlerle gerçekleşmiştir. Popülizm, “tüm sınıfları çatışmadan uzak bir biçimde aynı toplumsal çıkar etrafında toplamayı” amaçlar.

Ekonomik popülizm, “büyüme ve gelir dağılımına atıf yaparak toplumsal refahı”

hedefler (Edwards, 1994: 7). Tablo 3.6’da görüldüğü üzere İİSS ikinci aşamasında popülist hükümetler göreve gelmiştir. Latin Amerika’daki bu hükümetler, ekonomiye yaptıkları müdahalelerini bağımsızlık ve kalkınma ile savunuyorlardı. Brezilya’da Vargos, Arjantin’de Peron, Meksika’da Cardenas sadece işçileri organize etmekle kalmadılar, ‘yerli sanayiyi kurmak için ilk ciddi programları’ yaptılar. Planların ilk aşaması yabancı endüstrilerin ulusallaştırılmasıdır. Örneğin Meksika’da Petroleum. Bu rejimler, devlet, sanayi sermayecileri ve işçiler arasında ittifak yaratmıştır (Hira, 2007:

18).

55

Tablo 3.6: Sekiz Latin Amerika Ülkesinde Popülist Dönemler

Arjantin Peron (1946-55) Peron ( 1973-76)

Kolombiya Betancur (1982-86) Brezilya

Vargas ( 195 1-54) Goulart (1961-64) Sarney (1985-90)

Meksika Echeverria (1970-76)

Şili Ibadez (1952-58) Allende (1970-73) Kaynak: Kaufman and Stallings, 1991, s. 29.

Birçok Latin Amerika ülkesinde İİSM’nin bir aracı olarak ‘aşırı değerli kur politikası’

uygulanmıştır. 1960’larla birlikte korumacı politikalar, ‘kaynakların dağılımını olumsuz etkilemiş ve yatırımların etkinsiz olmasına’ neden olmuştur. ‘Yüksek gümrük duvarları, tarifeler, aşırı değerlenmiş döviz kurları, ihracattan alınan vergiler’ ihracatı olumsuz etkilemiştir (Edwards, 1994: 5). Bu politikalar sermayedarların hammadde fiyatları üzerinde kontrol kurmasını ve kaynakların yüksek ithalat vergileri ve aşırı değerli kur ile devlete yönelmesine neden oldu (Spronk ve Werber, 2015: 244). Fakat 1950’lerin sonunda ve 60’ların başında ihracat gelirlerinin azalması ithalatta ise düşüş yaşanmaması nedeniyle, özellikle Arjantin, Brezilya, Şili ve Kolombiya başta olmak üzere birçok ülkede ‘ödemeler dengesi krizleri’ başlamıştır.

İİSM temelde ‘tekstil, deri ürünleri, işlenmiş gıda, imalat gibi sanayilerin’ kurulmasını hedeflemiştir. Gelirlerin yükselmesi ve bu dönemlerde artan kentleşme inşaat sektörüne olan talebi arttırmıştır. Ancak – dayanıksız tüketim malları ve inşaat sektörü- kalkınmanın sürdürülmesini sağlayamamıştır (Furtado, 1970: 108-109). Uygulanan korumacılık politikaları küçük sanayi üretimini teşvik etmiş, bu firmalar ise ekonominin uzun dönemli kapasitesinin geliştirilmesinde etki edememişlerdir.

Bu politikaların sonucu olarak tarım sektörü olumsuz yönde etkilemiştir. Tarımsal üretim azalmış ve 1950-60’lı yıllarda ‘gıda krizleri’ ortaya çıkmıştır. Çoğu ülke sosyal

56

koşulları iyileştirmede başarısız olmuştur. Yoksulluk devam etmiş, gelir dağılımındaki eşitsizlik daha da artmıştır.

Petrol şokuyla birlikte sanayileşmiş ülkelerdeki ‘verimlilik artışının yavaşlaması’ ve Bretton Woods sisteminin çökmesi, Latin Amerika ülkelerindeki kötü gidişin başlangıcı olmuştur. Alınan borçlar, bütçe açıklarına neden olmuş, bunun için de merkez bankası kaynakları kullanılmıştır. 1980’lere gelindiğinde, ‘aşırı ve verimli olmayan kamu harcamalarının’ de etkisiyle ‘yüksek enflasyon ve büyük dış borçlar’ ortaya çıkmıştır.

Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya’da bütçe dengesizliği kamu politikası olarak uygulanmaya başladı. İhracatın yetersiz, ithalatın yüksek olması ödemeler dengesi sorunlarını arttırdı. Bu sorun dolaylı olarak enflasyon ile ilişkilidir. Enflasyon özellikle Şili’de önemli bir sorun haline geldi (Edwards, 1994: 7). Latin Amerika’da en yüksek enflasyon oranına sahip 6 ülke – Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Peru, Uruguay- 1960-1985 yılları arasındaki 25 yılda ortalama %30’un üzerinde enflasyonla yaşamışlardır.

Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Guatemela, Haiti, Honduras, Panama ve Venezuela gibi düşük enflasyon oranındaki ülkelerde bu oran %10 olmuştur (Cardoso ve Helwege, 1995: 140).

Tablo 3.7: Yıllık enflasyon oranları (1950-70)

Ülke 1950-1955 1955-1960 1960-1965 1965-1970

Arjantin 17 38 27 20

Brezilya 18 28 62 48

Şili 47 24 29 29

Kolombiya 4 10 14 11

Meksika 10 6 2 3

A: 1950-1956 B: 1957-1960

Kaynak: Bulmer ve Thomas, 2003, s:277.

1971 yılında doların devalüe edilmesi ve petrol şokları, sistemin sürdürülemez olduğunu gösterdi. Latin Amerika ülkelerinde alınan dış borçlar nedeniyle 1980’de borç krizi yaşanmıştır. 2007’de yayınlanan bir rapora göre, “bu sistemin yürümemesinin en temel

57

nedeni, uygulanan korumacılık politikalarının dış ticaret açığını daha da arttırmasıdır”.

(Inter Amerıcan Development Bank, 2007: 3)

Türkiye’de ise durum Latin Amerika’dakinden daha karmaşıktır. Savaşta taraf olmadığı halde, savaş esnasında ‘yarı seferberlik hali’ söz konusu olmuştur. 1938-1945 yılları arasında “gayri safi milli hasılada sabit fiyatlarla %27’lik bir gerileme, sanayi kesiminde

%23, tarım kesiminde ise %35 oranında azalma” yaşanmıştır (Makal, 2004: 4). Üretken nüfusun silah altına alınmasıyla tarımsal üretim düşmüştür. Bu dönemde kaynaklar savaşın finansmanı için harcanmış, savunma harcamalarını karşılayabilmek için para basılmıştır. Ortaya çıkan “parasal genişleme ve ithal mallardaki kıtlık” karaborsayı arttırmıştır. Üreticiler ve tüccarlar “stokçuluk, karaborsacılık” gibi yollarla büyük kazançlar sağlamışlardır (Boratav, 2002: 99-100).

Tüm bunların sonucunda fiyat artışlarını önlemek için çeşitli kanunlar uygulamaya konulmuştur. Bunlardan ilki ‘Milli Korunma Kanunu’dur. Bu kanun ile hükümete ekonomiye müdahale konusunda sınırsız yetkiler verilmiştir. Gayrimüslim azınlıkların vergilendirilmesini öngören ‘Varlık Vergisi kanunu’ ile sermayenin el değiştirmesi amaçlanmıştır. Diğer bir olağanüstü kanun, toprak reformu niteliğinde olan ancak uygulanamayan “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ”dur.

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Latin Amerika ülkelerinin aksine Türkiye’nin ‘yarı seferberlik’ durumunda olması sanayi birikimini aksatmıştır. Ayrıca bu dönem, ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin güçlendiği bir dönem olmuştur.

1946 yılına gelindiğinde Türkiye’de tek parti devri resmen bitmiş, halkın desteğini alan Demokrat Parti iktidar olmuştur. Bu nedenle 1946-50 arası dönem bir ‘geçiş dönemidir’.

1950 yılında Demokrat Parti tek başına iktidara geldiğinde yeni bir ekonomik gelişme modeli ortaya çıkmıştır. Anti-devletçi iktisat politikalarını savunan yeni hükümet,

“tarıma ve dış ticarete ağırlık veren bir ekonomi politikası” izlemiştir. Demokrat

58

Parti’nin ekonomi politikası ‘tarıma dayalı bir büyüme’ öngörmekte, özel ve sanayi sektörüne ağırlık vererek ‘katlı kur uygulamasını’ benimsemekteydi. “Yeni toprakların üretime açılması, olağanüstü hava koşulları, Kore savaşının tarımsal mallar lehine yarattığı elverişli konjonktür” olumlu bir hava yaratmıştır (Pamuk, 1984: 50).

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD hükümetinin yaptığı yardımlar ‘Marshall Planı’

çerçevesinde başladı. Bu yardımlar 1948-1954 arası ‘traktör ithalatı’ şeklinde somutlaştı.

Ayrıca, tarımsal üretimi geliştirmek için ‘yol yapımı ve sulama projeleri’ de Marshall yardımları ile sağlandı. Bunların sonucunda ‘tarımsal üretim alanı’ %60 genişledi. 1948-54 yılları arasında Türkiye dünya pazarına tarım ürünleri ihracatçısı olarak katıldı (Keyder, 1983: 1077). Tüm bu politikaların sonucunda tarım üretimi 1947-53 yılları arasında %10’un üzerinde artmıştır.

Tablo 3.8’de Türkiye’de 79 arasındaki ekonomik politikalar yer almaktadır. 1947-53 arası dönem tarıma dayalı büyüme dönemidir ve tarımsal üretimin ortalaması

%11.5’dir. İthalatın GSMH içindeki payı da %9.3’dür. Ancak konjonktürel durumun değişmesiyle beraber (Kore Savaşı’nın sona ermesi) tarımsal üretim 1954-62 döneminde

%2.1’e düşmüştür. Aynı şekilde ithalatın GSMH içindeki payı da düşerek %6 olmuştur.

Bu dönemde kalkınmanın ön koşulunun sanayileşme olduğu anlaşılmıştır. 1958 yılında IMF ile ilk ‘stand-by’ anlaşması imzalanmıştır. İstikrar programının gereği olarak türk Lirası %300’den fazla oranda devalüe edilmiş, “dış borç ertelemesi” yapılmış, “yeni dış krediler” alınmış, “maliye ve para politikalarında kısıtlayıcı tedbirler” uygulanmıştır.

Ayrıca bu anlaşma ‘dış ticaretin serbestleştirilmesi ve KİT ürünlerinin fiyatlarının serbestleştirilmesini’ önermekteydi (TMMOB, 2007: 104).

59 Tablo 3.8: Belirli Göstergeler (%)

GSMH TARIM İMALAT

SANAYİ

İTHALATIN GSMH

İÇİNDEKİ PAYI 1947-1953

Tarıma Dayalı Büyüme

8.7 11.5 6.5 9.3

1954-1962 Bunalım ve ithal ikamesine dönüş

4.0 2.1 7.6 6.0

1963-1970 Kıt dövizli, iç tasarruflara dayanan hızlı ithal ikamesi

6.4 2.6 10.4 6.8

1970-1977 Dış kaynaklara dayanan bol dövizli sanayileşme

7.2 4.3 10.1 10.9

1978-79

Bunalım 1.3 2.8 -0.9 9.4

Kaynak:Pamuk, 1979, s:54.

1960 yılında yaşanan askeri darbe ile iktidar değişmiş ve buna paralel olarak ekonomi kuralları da değişmiştir. 1960’lar Türkiye’nin planlama ve diğer kurumlarla birlikte iç pazara dönük sanayileşme yani İİSS politikasına başladığı dönemlerdir. Bu dönemde birbiri ardına “Beş Yıllık Kalkınma Planları” yürürlüğe konmuş, bu planlar İİSM esas alınarak hazırlanmış ve ekonominin her yıl belirli oranda (%7-8) büyümesini öngörmüşlerdir. Tablodan da anlaşılacağı üzere ilk üç plan döneminde güçlü bir büyüme seyri yaşanmış olmakla beraber, GSMH azalma eğiliminde olmuştur. İİSS’nin ilk uygulama dönemi olan 1963-67 yılları arasında %7 olan GSMH hedefi %6.6 olarak gerçekleşirken, Dördüncü Kalkınma Planı döneminde ise %8 olan GSMH hedefi %1.7 olarak gerçekleşmiştir.

60

Tablo 3.9: GSMH Belirlenen Hedefler ve Gerçekleşmeler (%)

Dönemler Hedef Gerçekleşme

Birinci Plan Dönemi (1963-67)

7 6.6

İkinci Plan Dönemi (1968-1972)

7 6.3

Üçüncü Plan Dönemi (1973-1983)

7.9 5.2

Dördüncü Plan Dönemi (1979-1983)

8 1.7

Kaynak: Pamuk, 2011, s:276.

Birinci Kalkınma planı döneminde ‘tarım ve sanayi arasında dengeli bir kalkınma’

öngörülmüştür. Ayrıca “Nitelikli işgücünün önemi vurgulanmış, vasıflı iş gücünün ihtiyacın altında olmasından meydana gelecek dar boğazların, kısa sürede, elemanların daha rasyonel olarak kullanılması ile giderilmeye çalışılacağına” değinilmiştir. İkinci Kalkınma Planı’nda bir önceki plandan farklı olarak ‘sanayi sektörü önceliklendirilmiş ve kentleşme politikalarına’ önem verilmiştir. Üçüncü Kalkınma Planı döneminde dünyada kalkınma ve büyümenin aynı şey olmadığının anlaşılması üzerine bu iki konu ayrı ayrı ele alınmaya başlamıştır. 1962 – 1977 yıllarını kapsayan “ilk üç Beş Yıllık Kalkınma planlarının” amacı GSMH’yı yıllık ortalama %7 arttırmaktır. Dördüncü Kalkınma Planı’nın ise askeri darbe nedeniyle 1980 sonrasında uygulanmıştır. Bu planda madencilik ve enerji sektörlerine önem verilmiş ve dışa açılma öngörülmüştür.

(Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2020: 218-218)

Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme sürecinin birinci aşaması ‘dokuma ve gıda gibi hafif sanayi dallarında’ yoğunlaşmış ve Latin Amerika’da olduğu gibi 1950’lerin sonuna doğru tamamlanmıştır. Dayanıklı tüketim mallarının üretildiği ikinci aşama ise 1960’larda başlamıştır. Türkiye’ye özgü çeşitli nedenlerden dolayı kolay (birinci) aşamadan zor (ikinci) aşamaya geçmek rahat olmuştur. Keyder’e göre “bunun ilk nedeni yıllar önce kurulmuş devlet sanayinin temel girdileri üretiyor olmasıdır. Ayrıca ilk aşamayı gerçekleştiren sermayedarlar ikinci aşamaya geçecek kadar sermaye birikimine ulaşmıştır. Geçişin kolay olmasının diğer bir nedeni, Almanya’ya göç eden işçilerin

61

gönderdiği dövizlerdir. Diğer bir neden ise gelir dağılımının nispeten düzgün olmasıdır.

Kentleşme ve ücret politikaları ile dayanıklı tüketim mallarına olan talep yüksek tutulmuş ve bir iç pazar sorunu oluşturmamıştır” (Keyder, 1983: 1073).

Türkiye bu dönemi Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi popülist rejim altında geçirmiştir. Yaşanan ekonomik büyüme reel gelir artışlarına neden olmuş ve herkesi belirli ölçüde memnun etmeye çalışmıştır. Ancak, ithalata bağımlılık daha da arttırmıştır.

Tablo 3.10: İthalat/ İhracat Oranları (bin dolar)

Yıllar İhracat Değer Değişim İthalat Değer Değişim

1960 320 731 -9,3 468 186 -0,4

1961 346 740 8,1 507 205 8,3

1962 381 197 9,9 619 447 22,1

1963 368 087 -3,4 687 616 11,0

1964 410 771 11,6 537 229 -21,9

1965 463 738 12,9 571 953 6,5

1966 490 508 5,8 718 269 25,6

1967 522 334 6,5 684 669 -4,7

1968 496 419 -5,0 763 659 11,5

1969 536 834 8,1 801 236 4,9

1970 588 476 9,6 947 604 18,3

1971 676 602 15,0 1 170 840 23,6

1972 884 969 30,8 1 562 550 33,5

1973 1 317 083 48,8 2 086 216 33,5

1974 1 532 182 16,3 3 777 501 81,1

1975 1 401 075 -8,6 4 738 558 25,4

1976 1 960 214 39,9 5 128 647 8,2

1977 1 753 026 -10,6 5 796 278 13,0

1978 2 288 163 30,5 4 599 025 -20,7

1979 2 261 195 -1,2 5 069 432 10,2

1980 2 910 122 28,7 7 909 364 56,0

Kaynak: TÜİK, (28.02.2019).

62

Tablo 3.10’da görüldüğü üzere ithalatın payı yıllar içerisinde giderek artmıştır. İthalatta olduğu gibi ihracat da artma eğiliminde olmakla beraber, ithalattaki artış ihracattaki artışın çok üzerinde olmuştur. 1960 yılında ihracat 320 731 dolar iken, ithalat 468 186 dolardır. 1980 yılına gelindiğinde ise, ihracat sadece 2 910 122 dolar olurken, ithalat 7 909 364 dolar olmuştur. Bunun en önemli nedeni ‘dayanıklı tüketim malı üretmek için gerekli ara malların ithal edilmesidir. İİSM ile amaçlanan, ‘montaj sanayi biçiminde kurulan dayanıklı tüketim malları sanayinin teknoloji ve temel girdilerini kendisinin üretmesiydi’, ancak ithalat için gerekli ‘döviz bağımlılığının’ yanında ‘teknolojik bağımlılık’ da uzun vadede sorun yaratmıştır (Boratav, 2002: 19).

Türkiye’de tarım ürünlerinden oluşan ihracat Kore Savaşı’nın sona ermesiyle durgunluk dönemine girmiştir. Bunun aksine ithalat artmaya devam etmiştir. Bu açık ‘krediler, yardımlar ve Türk işçilerinin gönderdiği dövizlerle’ dengelenmeye çalışılmıştır. Boratav,

“1962-1974 yılları arasında 300-500 milyon dolar dış yardım, 1975-1976 yıllarında 1 milyar dolara ulaşmıştır. 1965-69 yılları arasında 100 milyon dolar olan işçi dövizleri 1970 yılında 1 milyar dolara ulaştığını” söyler (Boratav, 2002: 122). Dış ticaret açığının milli hasılaya oranı 1970’li yıllarda %8’i aşmıştır. Politik arenada yaşanan olumsuz gelişmeler, işçi dövizlerinin azalması ve petrol krizi ile ekonomi daha da kötüleşmiştir.

1974 krizi ile İİSS sonuna gelinmiştir. 1980 sonrasında ihracatın kapasitesinin arttırılmaya çalışıldığı yeni bir kalkınma stratejisi uygulanmıştır.

İthal ikameci sanayileşme stratejisinin sürdürülebilir olmasının en önemli koşulu, geniş bir iç pazarın varlığıdır. 1970 yılına kadar popülist politikalarla, ‘ücretler, maaşlar, taban fiyatları yüksek tutularak alım gücünün desteklenmesi ve dolayısıyla talebin olması’ iç pazarın genişlemesine katkı sağlamıştır. Ancak ikinci aşamada mevcut pazar daralmaya başlamıştır. Bu aşamada, yurt içi sanayinin ithal ihtiyacı daha da artmış, bu ihtiyaç

“ihraç gelirleriyle” karşılanamadığından dış borçlarla sağlanmaya çalışılmıştır (Yalman, 2010: 42). Bu durum devleti borç krizine sürüklemiştir.

63

Bu tip problemler ithal ikameci sanayileşmesinin doğası gereği yaşanan sorunlardır.

Hem Latin Amerika ülkeleri hem de Türkiye bu sorunlarla karşılaşmıştır. Peki aynı stratejiyi uygulayan Doğu Asya ülkeleri nasıl kalkınmıştır? Bu ülkelerle Türkiye ve Latin Amerika arasındaki fark nereden kaynaklanmaktadır?

En önemli fark, Doğu Asya ülkeleri birinci aşamayı tamamladıktan sonra ikinci aşamada, sermaye yoğun malları üretmek yerine, birinci aşamada ürettikleri tüketici mallarının ihracatına yönelmişlerdir. Latin Amerika ve Türkiye’de ise ithal ikameci sanayileşmenin ilk aşamasında, büyüme sağlarken ikinci aşamada üretilen ürünlerin

‘karmaşık teknoloji ve daha çok sermaye gerektirmesi teknoloji ve döviz bağımlılığına’

neden olmuştur. Ucuz döviz bulan girişimci, malları üretmek yerine ithal etmeyi sürdürmüştür (Pamuk, 1984: 50).

Doğu Asya’daki sistemin en önemli özelliği etkin bir ‘denetim mekanizması’ kurmuş olmasıdır. Doğu Asya ülkelerinde sektörlerin ‘büyüme ve ihracat potansiyeli’ dikkate alınarak desteklenip desteklenmeyeceğine karar verilmiş, firmalar belirlenen alanlara yönlendirerek, kendine özgü ‘müdahale yöntemleri’ kullanmıştır. Devlet, özel sektöre teşvik veriyor, bunun karşılığında ‘ihracat kapasitesinin’ geliştirilmesini talep ediyordu.

Eğer devlet tarafından desteklenen firma bu talepleri karşılayamazsa sektörden çıkarılıyor ya da cezalandırılıyordu.

İnsan gücü ve Ar-GE çalışmalarına önem verilmesi Doğu Asya mucizesinin en önemli nedenlerinden biridir. Latin Amerika ve Türkiye’de Ar-ge çalışmalarına ayrılan pay oldukça düşük olmuştur. Doğu Asya ülkelerinde sosyal ve ekonomik politikalar insan kaynağının gelişmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Devlet yalnızca ekonomik gelişmeyi değil, insan kaynağının yönetimini ve eğitimini de planlamıştır.

64

3.3. Latin Amerika ve Türkiye’de İhracata Yönelik Sanayileşme Stratejisine Geçiş Dönemi

Kalkınma tartışmaları 1980’lerde borç krizi ile son bulmuş, yerini ‘enflasyon ve büyüme merkezli politikalara’ bırakmıştır. 1982 yılında yaşanan Meksika finansal krizi kısa sürede diğer az gelişmiş ülkelere de yayılmış, borç krizi 1980’leri “kalkınmanın kayıp on yılına dönüştürmüştür (Thorbecke, 2016: 143). Kalkınmakta olan ülkeler devletçi ve müdahaleci politikalardan vazgeçerek, serbest piyasa merkezli kalkınma politikaları benimsemiş ve ticari ve mali alanda serbestleştirme politikası izlemeye başlamışlardır.

Dünya Bankası ve IMF bu süreçte ülkelere sunduğu teknik, idari ve finansal desteklerle yapısal reformların en önemli destekçisi konumundadır.

Yapısal reformlar, ‘İstikrar ve yapısal uyum programları’ adı altında, esas olarak

‘ihracatın ve sermaye girişinin arttırılması, ithalatın azaltılması neticesinde ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasını’ hedeflemiştir. Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz, önerilen politikaları; “birinci adımda özelleştirme; ikinci adımda sermaye piyasasının liberalizasyonu ve bunun sonucunda faiz oranlarının yükselmesi;

üçüncü adımda piyasaya dayanan fiyatlandırma” şeklinde ifade etmiş ve son adımın ise Dünya Bankası ve IMF’nin “yoksulluğu azaltma stratejileri” olduğu söylemiştir (Stiglitz, 2001: 102). Dünya Bankası, IMF ve DTÖ ülkelere yardım yapmak için dahi “dışa açılmayı ve ticari liberalizasyonu” şart koşmuşlardır. “Özel sektör üzerindeki baskıları gevşetmek, Özelleştirmeyi artırmak, yabancı sermayeyi teşvik etmek, yerel ürünlerin uluslararası piyasalarda rekabet gücü artsın diye ulusal parayı devalüe etmek” bu şartlardan bazılarıdır.

Liberal politika ve reform paketleri 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye ve Latin Amerika’da yayılmış ve bölgenin ‘sosyoekonomik ve siyasi gelişimi’, değiştirmiştir. Bu ülkelerde serbest ekonomiye geçiş otoriter hükümetlerle yaşanmıştır. Türkiye 1980,

“Arjantin (1966-1983), Brezilya (1964-1989), Bolivya (1971-1984) ve Uruguay’da (1973-1985)” askeri darbeler yaşanmıştır. Askeri darbenin yaşanmadığı Latin Amerika

65

ülkelerinde ise sivil tek partili iktidarlar yönetimde geçişler yaşanmıştır. Bu askeri ve tek partili iktidarların yaptıkları reformlarla “devlet şirketleri özelleştirilmiş, ithalat üzerindeki sınırlamalar kaldırılmış, bütçe açıkları düzeltilmiş, gümrük vergileri azaltılmış ve hükümetin iznini gerektiren ithalat mallarının kapsamı büyük ölçüde daraltılmıştır”.

Şili liberalizasyon programı 1974-75 yıllarında dört yıl kadar, kademeli olarak uygulanmıştır. Meksika’da “büyük petrol rezervlerine sahip olması ve kurumsallaşan demokratik yapısı” ile 1985’de serbestleşme politikaları yürütülmeye başlanmıştır. 1983-84'de IMF ile Brezilya hükümeti arasında müzakere edilen uyum programı çerçevesinde, İYSP uygulamaya başlamıştır.

Değişen kalkınma paradigması Latin Amerika ülkelerinde enflasyon oranlarının yükselmesine neden olmuştur. Tablo 3.11’de görüleceği üzere, 1985-1990 arası 5 yıllık dönemde “Arjantin ve Brezilya’da ” enflasyon oranı dört hanelere çıkmıştır. Tablo 3.7’de verilen 1950-70 arasındaki enflasyon değerleriyle karşılaştırdığımızda, en yüksek değerin 1955-60 döneminde Arjantin’de enflasyon %38, 1960-63 döneminde ise Brezilya’da %62 olduğunu görmekteyiz. Tablo 3.11’de ise enflasyonun Arjantin’de %4.924, Brezilya’da 2.360’lara çıktığı görülmektedir.

Tablo 3.11: Enflasyon Oranları 1985-1990

1985 1986 1987 1988 1989 1990

Arjantin 385 82 175 388 4,924 1,833

Brezilya 228 58 366 993 1,765 2,360

Meksika 64 106 15 52 20 30

Kaynak: Cardoso and Helwege, 1995, s:143.

İthalata bağımlılığı artırdığı nedeniyle eleştirilen İİSS’nin yerine uygulanan yeni politikalar dış borcu azaltmakta başarısız olmuştur. Dışa açılma sürecinde enflasyon artışının yanı sıra dış borç miktarında da artış yaşanmıştır. Tablo 3.12’de görüleceği üzere, liberal politikaların uygulanmaya başlandığı 1980’lerle beraber dış borç hızla artmıştır. 1980 yılında borçlanmanın GSYİH oranına baktığımızda, Brezilya’da bu oranın %33.1 olduğu, 1990 yılında ise bu oranın artarak %55.82 olduğu görülmektedir. Büyüme oranları tablosuna

Benzer Belgeler