• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ÂMİRAN KURTKAN BİLGİSEVEN'İN METODOLOJİSİ

3.10. Laiklik

116

toplumda maddî ve manevî kültür unsurlarının birlikteliğiyle ortaya çıkacak bir bütünlük olarak ifade etmiştir. Kurtkan, gerçek bütünleşmenin “fonksiyonel” ve “mana etrafında bütünleşme” şeklinde iki türü olduğunu dile getirmiştir. Kurtkan, “yer itibariyle bitişik halini” ve “dıştan vuku bulan bir etkiyle ortaya çıkan bütünleşme”

tiplerini, gerçek manada bir bütünleşme olarak kabul etmemiştir.

117

oynamıştır.124 Kurtkan, laiklik kavramının İslâmiyet’te önemli bir kavram olduğunun önemini ortaya koymuştur. Fakat günümüz Türk toplumunda gerek teoride gerek uygulamada önemini kaybettiğine dikkat çekmiştir.

Kurtkan, laiklik kavramının, Batılı bir kavram olduğunun farkındadır. Batı’da ve Türkiye’de laiklik kavramının farklı şekillerde anlaşıldığını da bilmektedir. Bu nedenle, laikliğin kavram olarak Batı’daki ve Türk-İslâm kültüründeki gerçek anlaşılış farklarını belirtebilmek için üç soruya cevap verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu sorulardan birincisi, din bilimden apayrı bir disiplin midir, yoksa hakikatin bir yüzü din, bir yüzü bilim midir? İkinci soru, laiklik, bu dünyadaki yaptırım gücünün devlete verilmesi mi, yoksa bilime dayalı gerçeklere verilmesi midir? Üçüncü soru ise, eğer gerçek din olarak İslâmiyet’in bir yüzü din, bir yüzü bilimdir ve laiklik ise yaptırım gücünün aslında devletten ziyade bilime dayalı gerçeklere verilmesidir sorularını doğru buluyorsak, niçin doğru buluyoruz? şeklinde olmuştur. Bundan ötürü, bizim laikliğimiz Batının laikliğinden niçin farklı olup devlet işlerinde dinden, daha doğrusu dinin hakikatinden, tam bağımsızlık yoktur? şeklinde bir soru dile getirmiştir.125 Buna göre Kurtkan, Batı’da ve Türkiye’de teorik olarak birbirinden farklı olan laiklik kavramlarının, uygulamada (özellikle devlet işlerinde) farklı olmamasını sorgulamıştır.

Kurtkan’a göre, laiklik tanımları bazı ifade farklılıklarına rağmen, iki grupta toplanmıştır. Birinci gruba giren tanımlarda, laikliğin esas özelliğinin din ve dünya işlerinin ayrılışı olduğu görülmüştür. İkinci gruba girenlerde ise, tam aksine olmak üzere, din hürriyeti, laikliğin asli vasfı olarak ele alınmıştır. Böylece devlete, vatandaşın bu hürriyetini koruma vazifesi yükletilmiştir. Laiklik konusu zorunlu olarak bireyin din hürriyeti ile devletin otorite ve hukuku arasında bir karşılaştırma yapmayı ve bir neticeye varmayı gerektirmektedir. Laiklik, toplum halinde örgütlenmiş olarak yaşayan insanlar için, her türlü tecavüzlere karşı korunması zorunlu olan din hürriyeti manasına gelmektedir.126 Bu hürriyeti koruma hususunda en yüksek makam ve otorite, devlet makamı ve devlet otoritesidir.

Kurtkan’a göre, Türk-İslâm dünyasının 11. yüzyılda sahip olduğu mükemmel metodolojiye 20. yüzyılda dönmek mümkün değildir. Kurtkan, 20. yüzyılda bu manalı

124 KURTKAN BİLGİSEVEN, Âmiran; “Batı ve Türk-İslâm Laiklik Anlayışları Farkları”, Aydınlar Ocağı Açık Oturumlar Dizisi (iç.), 1994, s. 85.

125 KURTKAN BİLGİSEVEN, “Batı ve Türk-İslâm Laiklik Anlayışları Farkları”, s. 85-86.

126 KURTKAN, Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, s. 168.

118

bütünlüğe yeniden dönülememe nedenini sorgulamıştır. Çünkü 20. yüzyılda Batı dünyası, Türk-İslâm düşüncesinin 11. yüzyıldaki metodolojik vahdet anlayışına ulaşma yolundadır. Bu mükemmel düşünceye ve kompartımanlardan kurtulmuş algılara yeniden ulaşmamızı geciktiren nedenlerin başında laiklik kavramını yanlış anlamlandırmak gelir. Kurtkan’a göre, laikliğin yanlış anlaşılması, bilim yolunda ilerlemek isteyen gençlerimizi anlamsız bir korkunun içine itmiştir. Bu korku, herhangi bir bilimsel araştırmada, dinin öne sürdüğü bir varsayımı soruşturmanın, yani bilimle dini bağdaştırmanın laikliğe aykırı olacağı düşüncesinden kaynaklanmıştır.127

1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesi’nde, Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’nin laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu yazmaktadır.

İslâmiyet’in özünde var olan laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra anayasa içerisindeki maddelerde de yer almıştır. Kurtkan, bu durumun öneminin ve gerekliliğinin bilincindedir. Fakat laikliğin bir ayırım prensibi olarak ele alındığını ve birleştirici özelliğinin de ihmal edildiğini öne sürmüştür. Laikliğin, din ve dünya işlerinin, inanç ve siyaset meselelerinin ayrı olarak düşünülmesini gerektiren bir prensip olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca laikliğin, din hürriyeti anlamına geldiği ve laik devlet tarafından vatandaşın bu hürriyetinin korunması gerektiğini de dile getirmiştir.

Kurtkan’a göre, laiklik konusu bakımından ele alınan din İslâmiyet ise, bu iki tarif arasında hiçbir tezat söz konusu değildir. Bu tezadın ortadan kalkmasını sağlayan faktör, siyasî idarede geçerli kanunların, İslâmiyet’in tevhitçi özüne bağlı laik kanunlar olmalarıdır. Bunun böyle olması gerektiğini belirtmek üzere İslâm peygamberi de laik kanunlar yapmış ve zaman zaman da bazı maddeleri değiştirmiştir.128 Kurtkan bu durumu, sadece Cumhuriyet Türkiyesinin tarihi ile sınırlandırmaz. İslâmiyet’in doğuşuna ve peygamber efendimize kadar götürülebileceğinin izlerini ortaya koyar.

Kurtkan’a göre, laiklik, Müslüman olsun olmasın bütün vatandaşları, bu devletin tebaası olarak, laik kanunlara yansıyan uygulamasına uymaya zorlamıştır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin, adından da anlaşılacağı üzere bir Türk devleti olduğunu ve Türklerin kültürünün ise Türk-İslâm kültürü olduğunu hatırlatmıştır. Türk-İslâm kültürünün temel dayanağı olan dinî inancın tevhit inancı olduğunu belirtmiştir.

127 KURTKAN BİLGİSEVEN, Âmiran; “Türk-İslâm Felsefesi Açısından Yaratılış Meselesi Karşısında İlim ve Şahsiyet”, Türk Dünyaları Araştırmaları Dergisi (iç.), Sayı: 42, Haziran 1986, s. 121.

128 KURTKAN BİLGİSEVEN, Din Sosyolojisi, s. 502.

119

Kurtkan, bu dinî öz ile dünyevi ihtiyaçların birlikte yürümesini laiklik olarak değerlendirmiştir. Fakat Cumhuriyet devrinde laikliğin din ile dünya ihtiyaçlarını birleştirici özünün gerektiği kadar anlaşılamadığını öne sürmüştür. Ona göre, laiklik konusunda, daha çok dinin kalıplaşmış hukuku ile dünyevi ihtiyaçlar arasında var olan uygunsuzluğu ele alan ayırıcı bir prensip olma özelliği üzerinde durulmuştur. Çünkü dinin öz değerlerinin laik hukuka yön verebilme kabiliyeti işlenmemiştir.129 Kurtkan, sıklıkla İslâmiyet’in laik bir yönü bulunmasını ön plana çıkarsa da, gelinen nokta itibariyle birleştirici olmanın ötesinde ayrıştırıcı bir laiklik algısının ortada olduğuna yönelik görüşlerini ve eleştirilerini bildirmiştir.

Kurtkan’ın asıl dert yandığı ve eleştirdiği husus, İslâmiyet’in özünden uzaklaşmak olmuştur. Bu şekilde olunca, laikliğin sadece ibadet serbestliği veya yaptırım gücünün devlete bırakılması zannedildiğini ifade etmiştir. Kurtkan’a göre, laikliğin özü, Kur’an-ı Kerim’in her zaman her yerde geçerli hakikati olan İlm-i Ledün’dür. Gençleri Kur’an-ı Kerim’in özünden yararlandırmak ise, bütün bilimleri o öze ait soyut kalıplara doldurmakla olacaktır. Bu yapılabilirse, bundan sonraki nesillerin laikliğinin gerçek laiklik olacağını ileri sürmüştür. Ayrıca zamanın şartları değiştikçe çıkarılan her laik kanun, İslâmiyet’in dimdik ayakta kalmasını sağlayacaktır.130

Kurtkan’a göre, Türkiye’de kalıp teşkil eden ibadet anlayışlarındaki farklar uğruna dinin birlikçi özünün feda edilmemesi gerektiğini belirten İslâmiyet, anlaşılamaz hale gelmiş ve mezhep mücadelelerini kışkırtan odak noktaların etkili olabildikleri bir zemin hazırlamıştır. Atatürk zamanında laiklik, mezhep ve tarikat ayrıldığında, dolayısıyla bu yüzden kan dökülmesine de engel olmuştur. Böylece insanları yobaz, fanatik, peşin hükümlü, gereksiz telkinlerden korumuştur. Akılcı ve özgür düşünceyi ortaya çıkarmıştır. Laiklik, yobazların içtihat kapıları kapanmıştır diye her yeniliğe karşı çıkmalarının önüne geçmiştir. Böylelikle her çeşit tartışmaların yapılması serbest kalmıştır. Kurtkan, Atatürk’ün laiklik anlayışının Türkiye’de yeniden canlandırmasına olan ihtiyacı ön plana çıkarmıştır. Bu anlayışı, özünde laiklik bulunan İslâmiyet’in tevhitçi felsefesine olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlük sağlayıcı

129 A.g.e., s. 503-504.

130 KURTKAN BİLGİSEVEN, “Batı ve Türk-İslâm Laiklik Anlayışları Farkları”, s. 92.

120

nitelikteki iç siyasetine de tam anlamıyla uygun görmüştür.131 Kurtkan, Atatürk’ün laiklik anlayışını üç noktada açıklamıştır. İlk olarak Atatürk’e göre, laikliğin dinsizlik olmadığını belirtmiştir. İkinci olarak, Atatürk’ün din ve dünyayı birbirinden tamamen ayrı olarak düşünmediği hususuna dikkat çekmiştir. Son olarak Atatürk’ün laikliği gerek dinî gerek dünyevi gelişmenin şartı olarak düşünmüştür.132

Kısacası, Kurtkan’a göre, laiklik kavramı, Türk toplumu tarafından doğru bir şekilde anlaşılmamıştır. Kurtkan, laiklik kavramının Batı’da ve Türk-İslâm düşüncesinde aynı anlama gelmediğine dikkat çekmiştir. Kurtkan, laikliğin iki şekilde tanımlandığını söylemiştir. Bir taraftan din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, diğer taraftan din ve inanç özgürlüğünün devlet tarafından korunmasıdır. Kurtkan, laikliğin, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak yapılan tanımı kabul etmemiştir. Çünkü laikliğin İslâmiyet’te önemli bir kavram olduğunu ileri sürmüştür.

Kurtkan, İslâmiyet’in özünden bir uzaklaşma yaşandığını iddia etmiştir. Ona göre, laiklik, sadece bir ibadet serbestliği ya da yaptırım gücünün devlete bırakılması zannedilmiştir. Kurtkan için ihtiyaç olan şey, Atatürk’ün laiklik anlayışının tekrar Türkiye’de canlılık kazanmasıdır. Kurtkan’a göre, Atatürk’ün laiklik anlayışı, bir taraftan İslâmiyet’in tevhitçi felsefesine, diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti’nin birliği ve bütünlüğünü sağlamasına uygun bir anlayıştır.