• Sonuç bulunamadı

2. DEBÛSÎ VE GAZZÂLÎ’NİN ŞER‘Î HÜKÜMLERİN DELİLLERİNE

2.1. KİTAP

Şâriin muradı hususunda kesin bilgiyi ifade ettiği için Kitap yani Kur’an, şer‘î delil olarak nitelendirilir. Bundan dolayı şer‘î hükmün kaynakları ve naslardan bir sonuç çıkarmayı amaçlayan yöntemler, delil olarak adlandırılmıştır. Şer‘î deliller; aklî-naklî, kat‘î-zannî, ihtilâf edilen -ittifak edilen şeklinde kısımlara ayrılır.

Kur’an, İslâm dininin ve hükümlerinin aslî temelini oluşturur. Usulde de aslî ve tâlî kaynaklar irdelenirken, ilk olarak Kitap yer alır. Hükümlerin asıl kaynağının Kur’an olduğu, tüm müslümanlar tarafından kabul edilir. Kitaplara inancın imanın bir gereği olmasından ve Allah’ın kelâmı olduğunun ispatı kelâm ilmi ile ele alındığından dolayı, usul eserlerinde Kitab’ın delil olması üzerinde çok fazla durulmamaktadır. Bu sebebe binaen Debûsî ve Gazzâlî’de eserlerinde daha çok Kitabın hükme delaletini ve şaz kıraatleri ele almışlardır. 162

Kur’an’ın aslına uygun olarak günümüze ulaşmış olduğunda, müslümanlar arasında görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Bütün metodolojik tartışmalar, Kur’an’ın lafzının yorumlanması ve hükme delâleti üzerinde yoğunlaşmıştır. Hatta fıkıh usulünün, Kur’an ve Sünnet’in doğru anlaşılmasını ve kendilerinden hüküm elde edilmesini hedefleyen bir ilmî disiplin olduğu söylenebilir.

162 Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, s. 19; Seyfeddin el-Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, Kahire: 1387/1968, C. I, s. 145.

40

Müctehid, nassın fıkhî yorumlamasını yaparken nahiv kurallarına başvurduğu gibi, dinin genel amaçlarını da gözetir. Ayrıca olayın özel şartlarına ve diğer etkin unsurlara dikkat ederek bir sonuca ulaşır. Bu yüzden Kerhî bir meselede fıkhî alanda geliştirilen zengin birikimi göz ardı ederek, hükmü doğrudan bir âyet veya hadisten çıkartmanın yanıltıcı olabileceği hususunda uyarmıştır.163

Müellifler, delillerin tanımları ve konuyla alâkalı bilgilere eserlerinde geniş bir biçimde değindikten sonra bu dört delil üzerine detaylı bilgi vermek üzere, her bir delili ayrı başlıklar altında ele almışlardır.

Gazzâlî, Kitab’ı şu şekilde tarif etmiştir; “Bize Mushaf’ın iki kapağı arasında, meşhur yedi harf üzere, mütevâtir olarak nakledilendir”. Burada Kitap’la kastedilen Kur’an’dır. Tanımda “Mushaf” kaydının konulması noktalama ve işaretleme faaliyetlerinin Kur’an’a karışmasını önlemek içindir. Çünkü sahâbeler Kur’an’ın nakledilmesi hususunda, cüzlere bölünmesini dâhi hoş karşılayamayacak derecede titizlik göstermişlerdir. Başka şeylerin Kur’an’a karışmaması için, bunlardan uzak durmayı gerekli görmüşlerdir.164

Gazzâlî bu tanımın ardından Kur’an üzerine yapılan ziyadelere değinerek şu âyeti örnek göstermiştir; “Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz.

Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa onun kefâreti üç gün oruç tutmaktır.”165 Ebû Hanîfe, yemin kefâretinde tutulacak orucun peş peşe olması gerektiğini söylemektedir. Çünkü İbn Mes‘ûd’un Kur’an nüshasında bulunan tetâbü' (tutulacak orucun peş peşe olması) ziyadesi, Kur'an olduğu sabit olmasa bile en azından bir haberdir. Nitekim haber-i vâhidle amelde vaciptir.166

Gazzâlî, Ebû Hanife'nin bu yorumunun zayıf olduğunu belirtir. Çünkü Gazzâlî’ye göre haber-i vâhid, yalan olduğu hususunda delil olmayan haberdir.

163 Kerhî, Risâle fi’l-uṣûl, Debûsî, Teʾsîsü’n-naẓar içinde, nşr. Zekeriyyâ Yûsuf, Kahire: Matbaatü’l-İmam, ts. , s. 169-170.

164 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. I, s. 100-102.

165 Kur’ân-ı Kerîm Meâli, çev. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009, el-Mâide 5/89.

166 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. I, s. 100-102.

41

Devamında müellif, “Ebû Hanîfe eğer bunu Kur'an'dan sayıyorsa, bu kesinlikle hatadır”

demiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in bunu, kendileriyle delil oluşabilecek bir topluluğa duyurması gereklidir ve bunu bir kişiye fısıldaması doğru değildir. Eğer Kur’an’dan olduğunu kabul etmiyorsa, bunun İbn Mes’ûd’un görüşü olabileceği gibi bir haber-i vâhid olması da muhtemeldir. Haber-i vâhid olup, olmadığı bilinmeyen bir şeyle amel doğru değildir. Ancak ravinin Hz. Peygamber’den açık bir şekilde duyduğunu belirttiği durumlarda, kendisiyle amel edilebilir.”167

Debûsî İbn Mes’ûd’un orucun peş peşe olması (tetâbü’) ziyadesini, Kur’an’dan sayılma şartını kaybetse de, Peygamberden bir haber olarak değerlendirildiğinden dolayı kendisi ile amel ettiklerini açıklamıştır. Çünkü İbn Mes’ûd bu kelimeyi Kur’an’a bir ziyade olarak okumamıştır.168

Meseleye Gazzâlî’nin daha mantıksal olarak yaklaştığı ve bazı mantık önermelerini delil olarak kullandığı görülmektedir. Zira kendisi yemin keffaretinde tutulacak orucun peş peşe olması (tetâbü') ziyadesini kabul etmeyip, bunu Hanefiler gibi en azından Peygamberden haber olarak da değerlendirmemektedir. Bu sebeple kendisinden önceki Şâfiî âlimler gibi, yemin keffaretinde tutulacak orucun peş peşe olmasının gerekmediğini savunmaktadır.169

Debûsî bu meselede çoğunlukla kendi görüşlerini zikretmeyip, daha çok Hanefî âlimlerinin görüşlerini beyan etmektedir. Kanatimizce burada sahâbî kavlinin delil sayılması hususunda, taraflar arasında farklı bakış açısı mevcut olduğundan ihtilaf derinleşmektedir. Nitekim Gazzâlî; “Amel, ancak ravinin Hz. Peygamber’den duyduğunu açıkça belirttiği şey ile caiz olur” diyerek, sahâbî kavlinin delil olabilmesi için ravinin bunu Peygamberden duyduğunu açıkça belirtmesini şart koşmuştur. Ancak Debûsî sahâbî kavlini kendi fikri olamayacağı meselelerde, sahâbînin bu bilgiyi Peygamberden işitmiş olması ihtimalinden dolayı delil olarak kabul etmiştir.170

Gazzâlî, bu meselenin ardından besmelenin Kuran’dan bir âyet olup olmadığına değinmiş ve soru cevap şeklinde konuyu ele almıştır. Denilirse ki: Besmelenin namazda okunması gerektiğini söyleyenler, bunu besmelenin Kur’an’dan bir âyet olmasına

167 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. I, s. 100-102.

168 Debûsî, Takvîmü’l-edille, s.21.

169 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. I, s. 100-102.

170 Debûsî, Takvîmü’l-edille, s.21.

42

dayandırmaktadır. Lakin besmelenin Kur’an’dan bir âyet olduğu, kesin olmayan bir bilgi ile sabit olmaz. Zira zan, ictihadî meselelerde ameli gerekli kılar. Başka konulara gelince zan cehalet olup, bilgi kaynağı sayılamaz. Besmelenin hükmü bu durumda, İbn Mes’ûd’un kıraatindeki peşpeşelik hükmü (tetâbü) gibidir.171

Gazzâlî bu soruyu, şu şekilde cevaplandırmıştır:

Besmelenin kıyamda okunmasının gerekli olduğu hususunda, sahih hadisler mevcuttur. Besmelenin, Kur’an’dan bir âyet olduğu da aşikârdır. Ancak Besmelenin, her surenin başında müstakil bir âyet olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunmaktadır.

Dolayısıyla İbn Mes’ûd’un kıraatiyle, bu meselenin hükmünün eşit olduğu düşünülemez. Bu kıraat Kur’an’dan bir âyet olmadığı gibi, bir hadis de değildir. Fakat besmelenin namazda okunmasının gerekli olduğu hususunda sahih hadisler bulunmaktadır ve besmelenin Kur’an’dan bir âyet olduğu tevâtürle sabit olmuştur.

Dolayısıyla İbn Mes’ûd’un kıraati meselesi ile besmele meselesinin hükmü arasında büyük bir fark bulunmaktadır.172

Debûsî, “besmele Kur’an’dan mıdır?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir:

ashabımızdan namaz hakkında, “Önce eûzü çekilir, ardından besmele gizli okunur.

Sonra Sübhâneke duası okunup, Kur’an âyetleri okunmaya başlanılır.”173 şeklinde rivayet gelmiştir. Bu mutlak ifadeden anlaşılmaktadır ki, Hanefîlerin selef âlimlerine göre besmele Kur’an’dan bir âyettir. Ancak aynı şekilde farz namazların son iki rekâtında olduğu gibi, “besmele gizli okunur” ifadelerinden de besmelenin Fâtiha’dan olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü besmele teberrüken okunmuş olup, farz olan kıraati eda için okunmamıştır. Ayrıca Ebû Muhammed’den rivayet olunmuştur ki: “Besmele, surelerin arasını ayırmak ve kendisiyle başlanılarak bereketlenmek için indirilen Kur’an’dan bir âyettir. Bu sebeple Kur’an’dan olduğu için vahiy kalemi ile yazılmıştır.

Ancak yazıldığı surelerden bir âyet olmadığından dolayı da, surelerden ayrı olarak yazılmıştır. Bütün bu ihtilaflar ve konuşulanlar en azından ortada büyük bir şüphenin bulunduğunu göstermektedir. Hâlbuki Kur’an ayetleri şüphe ile sabit olamaz. Bu sebeple besmelenin yazıldığı sureyle birlikte bir âyet olmadığı anlaşılmaktadır.”174

171 Gazzâlî, el-Müstaṣfâ, C. I, s. 104-105.

172 a.g.e. , C. I, s. 105.

173 Debûsî, Takvîmü’l-edille, s.21.

174 a.g.e. , s. 21.

43

Meselenin sonucu olarak, Gazzâlî ile Debûsî arasında Kitabın delil olduğu hususunda farklı bir görüş bulunmamaktadır. Ancak şâz kıraatlerin delil oluşu, Kur’an üzerine yapılan ziyade ve besmelenin durumu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Anlaşıldığı üzere besmelenin Kur’an’dan bir âyet olduğu hususunda kendilerinden önceki usulcüler gibi ittifak etmişlerse de, besmelenin her surenin başında müstakil bir âyet sayılmasında ihtilaf vâki olmuştur.175

Gazzâlî, İmam Şâfiî’nin “besmelenin her surenin başında müstakil bir âyet olduğu” hakkındaki bir görüşünü nakletmektedir. Lakin kendisi başka rivayetlerin de olduğunu, hatta Şâfiî’nin bu konu hakkında tereddüt ettiği görüşünün de sahih olduğunu bildirmektedir. Meselenin sonucunda Gazzâlî sahih hadisleri zikrederek besmelenin Fâtiha sûresine ait olduğunu ve dolayısıyla namazda sesli şekilde okunması gerektiğini savunmaktadır.176

Debûsî, kendi mezhep imamlarının görüşlerine de yer vererek, besmelenin Fâtiha suresinden olmadığını ve dolayısıyla namazda sessiz bir şekilde okunması gerektiğine işaret etmiştir. Bu meselede şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır; iki müellif de besmele konusunu, İbn Mes’ûd’un kıraati meselesiyle birlikte ele almışlardır.

Gerçekten de bu iki mesele birbiriyle bağlantılı ve iki tarafı da zorlamaktadır. Bu yüzden iki âlim de birbirine benzeyen bu meseleyi birlikte ele alıp, aslında iki meselenin birbirinden farklı olduğunu ve dolayısıyla hükümlerinin de farklı olduğunu savunmuşlardır. Ancak bir meseleyi savunurken getirdikleri delilleri, muhatapları diğer mesele de kendi aleyhlerine kullanmışlar ve kendi delilleriyle karşı tarafın görüşlerini çürütmeye çalışmışlardır. Bu durumda meseleyi çok hassas bir hale getirmiş, iki müellif de bu sebeple bir meselede getirdikleri delilin, diğer meselede karşılarına getirilmemesi için çok daha titiz ve seçici davranmışlardır. 177