• Sonuç bulunamadı

Kar Yönetimi (Earnings Management)

II. FİNANSAL BİLGİ MANİPÜLASYONU VE YÖNTEMLERİ

II.3. Finansal Bilgi Manipülasyonu Yöntemleri

II.3.1. Kar Yönetimi (Earnings Management)

Kar Yönetimi; bir şirketin iş performansı veya faaliyet sonucu ile ilgili farklı bir imaj-izlenim yaratmak amacıyla, muhasebe sonuçlarının aktif bir şekilde manipüle edilmesidir (Mulford ve Comiskey, 2002).

Yöneticilerin muhasebe politikalarını, bir muhasebe standartları setinden seçme imkanları olduğunu dikkate aldığımızda, onların kendileri için en yararlı olan ve/veya şirketlerinin piyasa değerini maksimize eden politikaları seçmelerini beklemek doğaldır. Bu kar yönetimi olarak adlandırılmaktadır (Scott, 1997:295).

Kar Yönetimi; arzulanan bir sonucu sağlamak amacıyla, bir şirketin gerçek finansal performansının farklı gösterilmesini (to distort) sağlayan, her türlü trik (gimmickry) yöntemlerin kullanılmasıdır (SEC, Annual Report 1999:84).

Kar yönetimi; şirket yönetiminin içerdeki bilgisini kamuoyuna, yatırımcıya ileten bir araçtır (Scott, 1997:296).

Yöneticilerin, gerek işlemlerin oluşturulması sırasında (in structuring transactions) ve gerekse finansal raporlama sürecinde verdikleri kararlarla

(use judgement), şirketle ilgili bazı paydaşları (some stakeholders) şirketin finansal performansı hakkında yanıltmak (mislead) ya da kamuya açıklanan kara bağlı sözleşmesel sonuçları (outcomes) etkilemek amacıyla finansal tablo ve raporları değiştirmeleri halinde kar yönetimi gerçekleşir (Healy ve Wahlen, 1999:368).

Kar yönetimi; istenen kar düzeyine ulaşmak üzere, genel kabul görmüş muhasebe prensipleri içinde yapılan bilinçli işlemleri, atılan adımları kapsayan bir süreçtir (Davidson, Stickney ve Weil, 1987).

Şirketin ekonomik performansı ile ilgili olarak şirketle ilgili bazı tarafların yanıltılması ya da kamuya açıklanan kar rakamına bağlı bazı sözleşmesel sonuçların etkilenmesi amacına yönelik olarak, yöneticilerin finansal raporlama sürecinde aldıkları kararlarla ve gerçekleştirdikleri işlemlerle finansal sonuçları değiştirmeleri halinde kar yönetimi gerçekleşir.

Diğer bir ifade ile kar yönetimi, bazı özel kazançlar elde etmek niyetiyle, dış finansal raporlama sürecine kasıtlı olarak müdahale edilmesidir. Bu tanımdan hareketle kar yönetiminin gerçek (real) versiyonuna gelebiliriz ki, bu da, kamuya açıklanan karı ya da bunun alt bölümlerini değiştirmek üzere yatırımların ya da finans kararlarının zamanlamasını ayarlayarak gerçekleştirilen kar yönetimi türüdür (Shipper, 1989:92).

A. Levitt’e (1998) göre kar yönetimi; finansal raporları hazırlayıp kamuya açıklayanların (şirketin finansal raporlarının kapsamını belirleme

yetkisi olan şirket yöneticileri ve şirketin yönetim kurulu üyelerinin) piyasa analistlerinin kar beklentilerini karşılamak ve istikrarlı bir kar profili çizebilmek (project a smooth earnings path) üzere yaptıkları bütün işlemlerdir.

Yukarıdaki tanımlarda görüldüğü üzere, kar yönetiminin tanımı üzerinde bir uzlaşma, konsensüs bulunmamaktadır. Hemen her tanımda yöneticilerin, finansal raporlama sürecinde yapmış oldukları eylemler ya da uyguladıkları davranışlar üzerinde durulmaktadır. Shipper’in (1989) tanımında ayrıca yatırım ya da finans kararlarının zamanlaması gündeme getirilmektedir. Tabii buradaki zamanlama, faaliyetlerle ilgili ticari kararların zamanlaması değildir, burada belirtilen zamanlama, örneğin yıl sonuna ya da dönem sonuna doğru çok kısa bir periyod içinde ihtiyari bir harcamanın ertelenmesi ya da hızlandırılması yönündeki zamanlamadır. Yoksa gerçek bir zamanlama kararı kar yönetimi olarak değerlendirilmemelidir.

Kar yönetiminin iki yönü vardır. Bunlardan biri, fırsatçı (oportunist) yönü ki, burada yönetici yatırımcıları yanıltmak çabasındadır. Diğeri ise, kar yönetiminin bilgisel yönü olup, bu durumda, yönetici şirketin gelecekteki nakit akımları ile ilgili kendi özel beklentilerini yatırımcılara açıklamak, aktarmak amacıyla kar yönetimini bir araç olarak kullanmaktadır. Bundan önceki çalışmaların çoğu, kar yönetiminin fırsatçı yönü ile ilgilenmişler, bilgisel yönünü test etmemişlerdir (Beneish, 2001:5).

Tanımların bazılarında kar yönetiminin şirketin kötü performansını gizlemek amacıyla gerçekleşeceği öngörülmektedir. Ayrıca buradaki yanıltmak (mislead) kelimesi Healy ve Wahlen’de (1999), kar yönetiminin açıklanan karın yükseltilmesi ile ilgili sinyal vermek üzere gerçekleşeceği varsayımını ortadan kaldırmaktadır. Healy ve Wahlen’den biri ile yapılan bir mülakatta yazar, kar yönetiminin şirketin güçlü olduğuna dair sinyalini de yanıltıcı olarak değerlendirdiğini belirtmektedir. Bu kapsamda düşünelim ki, bir yönetici şüpheli alacak karşılıklarını ya da amortismanları ya da kredi karşılıklarını yüksek göstermek suretiyle karını düşük göstermiştir. Bu durumda genel ya da bilinen sinyal verme argümanına göre, yöneticinin eylemi bilgi vermeye yöneliktir, yatırımcıların zayıf ve güçlü şirketler arasındaki farkı görmesine yardım etmektir. Bununla birlikte, yöneticinin bu davranışı, cari dönemdeki geliri gelecekteki zor (rainy) dönemlerde kullanılmak üzere bir kenara ayırdığı için yatırımcıları yanıltmaya yöneliktir (Beneish, 2001).

Yukarıda belirtilen Shipper (1989) ve Healy ve Wahlen’deki (1999) kar yönetimi tanımları akademik literatürde geniş bir kabul görmekle beraber, tanımlarda kar yönetimi kamuya açıklanan rakamlarla ilgili yöneticilerin niyetleri ile ilişkilendirildiği için uygulamada kar yönetimini belirlemeyi oldukça güçleştirmektedir( Dechow ve Skinner, 2000).

Uygulamacıların ya da profesyonellerin literatürüne baktığımızda, kar yönetiminin finansal hile (financial fraud) olarak adlandırılan ve yöneticilerin

niyetlerini de çok açık şekilde ortaya koyan marjinal, ekstrem örnekler dışında, kar yönetiminin açık ve net tanımını, düzenleyici otoritelerin konuyla ilgili açıklamalarından ayırdetmek, oldukça güçtür. Bu kapsamda kar yönetimini; bir bütün olarak değerlendirildiğinde yatırımcıların ya da ilgililerin karar ve düşüncelerini etkileyecek ya da değiştirecek nitelikte, muhasebe verilerinin ya da önemli durumların (material facts) kasıtlı ve bilinçli olarak yanlış ya da eksik açıklanması ya da hiç açıklanmaması (National Association of Certified Fraud Examiners,1993:12) şeklinde tanımlamak mümkündür (Dechow ve Skinner, 2000).

Son zamanlarda SEC’nin yaptığı açıklamalar ve yapılan konuşmalarda, kar yönetiminden bahsederken SEC’nin finansal hileden daha geniş bir kavram amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda SEC, Amerikan muhasebe standartlarını ihlal eden muhasebe uygulamalarını açık bir şekilde finansal hile ve kar yönetimi kapsamında değerlendirmekte, buna ilaveten bu standartların sınırları içindeki bazı sistematik tercih ya da uygulamaları da kar yönetimi olarak tanımlamaktadır. Amerikan muhasebe standartlarının sınırları içinde yapılan uygulamalar akademik literatürde kar yönetimi olarak değerlendirilmemekle beraber, bu uygulamaların şirket ve şirket yönetimi açısından finansal hile gibi olumsuz, ters sonuçlar doğurduğu denetimlerde açık bir şekilde ortaya konuluyor olmalı ki, SEC bu uygulamaları kar yönetimi olarak değerlendirmektedir.

Bu kapsamda finansal hile (Fraud) ile kar yönetimi arasındaki farklılıkları aşağıdaki tabloda belirtildiği şekilde açıklamak mümkündür (Dechow ve Skinner, 2000).

Tablo 1. Hile ve Kar Yönetimi Arasındaki Farklılık (The Distinction Between Fraud and Earnings Management)

Standartlar Çerçevesindeki Muhasebe Tercihleri (Accounting Choices Within GAAP)

Nakit Akımına Dayalı Tercihler

(Real Cash Flow Choices) Muhafazakar

Muhasebe (Conservative Accounting)

• Karşılık ve rezervlerin (provisions and reserves) çok yüksek ayrılması,

• Bir devralma işleminde devralınan şirketteki Araştırma-Geliştirme harcamalarının yüksek değerlendirilmesi,

• Kayıtlardan çıkarılan aktifler ile yeniden yapılanma harcamalarının yüksek gösterilmesi

• Satışların geciktirilmesi,

• Pazarlama (advertising) harcamaları ile Araştırma-Geliştirme harcamalarının hızlandırılması.

Tarafsız, Olması

Gereken Kar (Neutral Earnings)

İşlemlerin ve faaliyetlerin normal bir süreç içinde gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkan kar.

Agresif Muhasebe

Şüpheli ya da tahsili zor alacaklar için gerektiğinden az karşılık ayrılması,

• Karşılık ve rezervlerin çok düşük düzeyde belirlenmesi.

• Pazarlama (advertising) harcamaları ile Araştırma-Geliştirme harcamalarının geciktirilmesi,

• Satışların hızlandırılması

Hileli, Aldatıcı Muhasebe (Fraudulent Accounting)

Standartları İhlal Eden Uygulamalar (Violates GAAP)

• Satışların henüz gerçekleşmeden gelir kaydedilmesi,

• Fiktif satış kaydı yapılması,

• Satış faturalarının tarihlerinin geçmiş bir tarih olarak değiştirilmesi,

• Fiktif stok kaydı yaparak stokların yüksek gösterilmesi.

Yukarıdaki tabloda yer alan muhasebe standartlarına aykırı uygulamaların ilgilileri yanıltmak niyeti ile yapıldığı açıktır. Bununla birlikte, muhasebe standartları sınırları içinde olduğu belirtilen bazı uygulamalar yöneticilerin niyetine bağlı olarak kar yönetimi olarak değerlendirilebilir.

Ancak, bu konuda yapılan uygulamaların kurallara uygun ya da kar yönetimi olduğu hususunda bir belirleme yapmak zor görünmektedir (Dechow ve Skinner, 2000).

Levitt (1998) kar yönetimini; “Muhasebe standartlarındaki esneklik iş hayatının yeniliklerle uyum sağlaması içindir. Ancak bu esnekliğin kötüye kullanılması halinde kar yönetimi gibi suiistimaller (abuses) sözkonusu olmaktadır. Buradaki trik ya da hile, gerçek finansal dalgalanmayı ve bunun kamuya açıklanmasını önlemek için yapılmaktadır. Bu durum yöneticilerin kararlarının gerçek sonuçlarının ortaya çıkmasını maskelemektedir” şeklinde tanımlanmaktadır.

Bu tanıma göre, Amerikan muhasebe standartları sınırları içinde yapılan uygulamalar, şirketin gerçek ekonomik performansını maskelemek, bunun ortaya çıkmasını önlemek için yapıldıysa, kar yönetimi olarak nitelendirilecektir. Dolayısıyla tekrar yöneticilerin niyetleri gündeme gelmektedir.

Bu durumda her olayda kar yönetimini işlem ve faaliyetlerin kurallar içinde normal (neutral) yürütülmesinden ayırt etmek üzere, yöneticilerin kararlarının gerçek sonuçlarını güvenilir bir şekilde ölçecek doğru tanımlara ihtiyaç bulunmaktadır (Dechow ve Skinner, 2000).

Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere, kar yönetiminde üzerine vurgu yapılabilecek durum, sonuçların, karın değiştirilmesi (altered results)’dir (Mulford ve Comiskey, 2002).

Şirketin faaliyet sonuçları hakkında farklı bir izlenim yaratılması, kar yönetiminin her zaman anlamsız ya da daha anlamsız bir sonuç yarattığı şeklinde değerlendirilmemelidir. Belki de yönetilmiş bir kar rakamı, bir şirketin gelecekteki karlılığının tahmini açısından daha doğru bir gösterge dahi olabilir. Hatta yönetilen kar rakamlarındaki (daha az) dalgalanma, yönetilmeyen kar rakamlarındaki dalgalanmaya göre, bir şirketin finansal riski için daha gerçekçi bir endeks oluşturabilir. Bu bakış açısı bizi daha ilginç ve sürpriz bir sonuca, biraz kar yönetiminin güzel bir şey olduğu sonucuna götürmektedir (Scott, 1997:296).

Yukarıdaki tanımlarda yer alan, muhasebe politikalarının seçimi ifadesindeki politika ifadesi geniş bir anlam ifade etmektedir. Potansiyel kar yönetimi teknikleri, muhasebe politikası seçimi sınırlarını çok aşmaktadır.

Örneğin, amortisman politikası olarak normal amortisman yönteminin seçimini ele alalım. Bu yöntemin kar rakamı üzerindeki etkisi sadece bu

yöntemin seçilmesi ile sınırlı değildir. Bunun yanında, faydalı ömrün ve tasfiye değerinin (salvage value) tahmini de kar rakamını oldukça etkilemektedir. Dolayısıyla, bu gibi hususlar muhasebe standartlarındaki esneklik kavramını genişletmektedir ( Mulford ve Comiskey, 2002:59).

Yukarıdaki tanımlardan bazıları, kar yönetiminin bazı durumlarda muhasebe standartlarındaki esneklik kapsamında gerçekleştiğini, bazı durumlarda ise bu esneklik sınırlarını aşarak, aldatıcı (abusive) nitelik kazandığını göstermektedir. Bu durumda kar, aldatıcı bir şekilde yönetilmekte, finansal sonuçlar önemli tutarda (materially) yanlış, yanıltıcı olarak gösterilmektedir.

Shipper’in (1989) tanımı çeşitli açılardan tartışılabilir. Öncelikle yöneticilerin finansal raporlama sürecinde çeşitli şekil ve yollarla karar alıp uygulamaları söz konusudur. Örneğin yöneticilerin, gelecekteki ekonomik olaylarla ilgili olarak, duran varlıkların ekonomik ömürleri ve hurda değerleri, şirketlerin kıdem tazminatına ilişkin yükümlülükleri, ertelenmiş vergiler ve şüpheli alacaklar ve aktiflerdeki zarar, bozulma gibi hususlara ilişkin bazı tahminlerde bulunmaları gerekmektedir. Yöneticiler ayrıca aynı işlemle ilgili, örneğin stokların değerlenmesi açısından LIFO, FIFO ya da ağırlıklı ortalama maliyet yöntemi gibi farklı değerleme/muhasebeleştirme yöntemleri arasında da seçim yapmak durumundadırlar. Bunun yanında yöneticiler, maliyetlerin dağıtımı ve net gelirleri etkileyen işletme sermayesinin yönetimi (stokların seviyesi, satılacak ya da alınacak malların sevk tarihlerinin belirlenmesi ve

alacak politikası) konularında da karar vermek durumundadırlar. Ayrıca yöneticiler araştırma geliştirme, reklam (advertising) ve bakım-onarım (maintenance) gibi harcamaların yapılması ya da ertelenmesi kararlarını da verirler. Son olarak yöneticiler, örneğin birleşme işlemlerinin havuzlama yöntemi ile gerçekleştirilmesi, leasing sözleşmelerinin, yükümlülükler bilançoda görülecek şekilde ya da görülmeyecek şekilde oluşturulması, menkul kıymet yatırımlarının konsolidasyon gerektirecek ya da gerektirmeyecek büyüklükte yapılması gibi şirketin faaliyet ve işlemlerini nasıl yapılandıracakları konusunda da, karar vermek durumundadırlar ( Healy ve Wahlen, 1999).

Tanımla ilgili değinilmesi gereken ikinci nokta yöneticilerin şirketle ilgili bazı tarafları, şirketin ekonomik performansı hakkında yanıltmak amacıyla hareket etmeleridir. Bu durum eğer yöneticiler ilgili taraflardan bazılarının kar yönetimini bozmayacağına (uygulamayı ortaya çıkarıp, kamuya açıklanmasını sağlamayacaklarına) inandıkları zaman gerçekleşir. Ayrıca bu durum yine yöneticiler, dışarıdakilerin bilmediği bir bilgiye sahipse, dolayısıyla yapılacak kar yönetimi uygulamasından dışarıdakilerin haberdar olması söz konusu değilse mümkün olabilir.

Diğer taraftan, şirket yöneticilerince yapılan tahminler, ilgililerin daha iyi bilgilendirilmesini sağlamaya yönelik de olabilir. Bu tür durumlarda uygulamayı kar yönetimi kapsamında değerlendirmemek gerekir (Healy ve Wahlen, 1999).

Vurgulanması gereken diğer bir nokta ise, finansal raporlamada yöneticilerin sahip oldukları inisiyatif kullanma imkanlarının yararları ve zararlarıdır (fayda ve maliyetleridir). En önemli maliyet ya da zarar, bu inisiyatif kullanmanın kar yönetimi ile sonuçlanması halinde kaynakların yanlış tahsisine neden olmasından kaynaklanan potansiyel maliyettir.

Faydası ise, yöneticinin güvenilir bir haberleşme imkanı yaratarak şirkete ilişkin bazı özel bilgilerin şirket dışındakilere ulaşmasını sağlaması suretiyle, dışarıdakilerin daha sağlıklı karar vermeleri, böylece kaynak dağıtımı kararlarındaki iyileşmedir. Dolayısıyla, standartları belirleyenler açısından kritik nokta, hangi durumda standartın yöneticiye karar verme inisiyatifi tanıması durumunda, muhasebenin bilgi verme fonksiyonundan sağlanacak faydanın dışarıdakiler için artacağı, ne zaman ise azalacağına karar vermektir (Healy ve Wahlen, 1999).

Yöneticiler, analistlerin kar tahminlerini karşılamak, kendilerinin daha önce yaptıkları tahminlere ulaşmak veya bazı kar trendlerini devam ettirmek gibi amaçlarla, daha önce belirlenen kar beklentilerini karşılamak üzere, karı suni olarak manipüle etmektedirler. Muhasebe manipülasyonu (finansal bilgi manipülasyonu), yatırımcıların şirketle ilgili algılarını yönetmek ya da etkilemek üzere gerçekleştirilmektedir (Degeorge, Patel ve Zeckhauser, 1999). Kellog ve Kellog’a (1991) göre ise, yatırımcıların şirketle ilgili algılarını etkilemeyi; yatırımcıları şirketin hisse senetlerini almaya yönlendirmek, teşvik

etmek (encourage) ve şirketin değerini artırmak şeklinde ayrıntılandırmaktadır.

Dye’da (1988), tamamen teorik bir çalışmada tartışmaya değişik bir boyut getirmiştir. Kar yönetimi, şirket yönetiminin yatırımcılarla arasındaki asimetrik bilgi dağılımından bir avantaj sağlaması durumundan kaynaklanmaktadır. Bu kar yönetimi tanımının temel varsayımlarından biridir.

Dye, bu temel kabule iki açıdan değişik boyut getirmektedir. İlk olarak, kar yönetimi uygulamasının şirket yöneticilerinin ücretlerini arttırmayı sağlayabilmesi, esas itibariyle yatırımcılar sayesinde mümkün olabilmektedir.

İkinci olarak, bir şirketin piyasa tarafından beklenen değerinden daha fazla bir değere gelmesinde hisse senedi sahiplerinin de menfaati vardır. Dolayısıyla, kar yönetiminde ekstra bir talep yaratmak suretiyle, yeni ortaklardan eski ortaklara doğru bir servet transferi söz konusu olmaktadır (Schipper, 1989).

Finansal raporlamanın temel amacı, bir işletmenin kar ve karın birleşenleri ile ölçülebilen finansal performansı hakkında bilgi sağlamaktır (FASB 1978, SFAC No:1, paragraf: 43). Finansal tablolar, kullanıcılarının ekonomik kararlarında faydalı olacak şekilde, bir işletmenin finansal durumu, performansı ve finansal durumundaki değişiklikler hakkında bilgi vermek amacıyla hazırlanırlar (Sermaye Piyasası Kurulu, SPK, Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliğ, Seri XI, No:25, m.11) .

Bir şirketle ilgili olanlara bilgi vermek üzere düzenlenen finansal tablolar tahakkuk esasına göre hazırlanır. Tahakkuk esasına göre21, bir işletme açısından finansal sonuç doğuran ve o dönemde ya da daha sonra işletme açısından bir nakit hareketi yaratan işlem, olay ve durumlar (transactions, and other events and circumstances), bunlarla ilgili nakit tahsil ya da ödemelerin gerçekleştiği tarihte değil, bu işlem, olay ve durumların gerçekleştiği tarihte kayıtlara geçirilir.

Tahakkuk esasında, işletmenin performansını etkileyen gelir (revenues), harcama (expenses), kazanç (gains) ve zararların (losses) bunlarla ilgili nakit tahsilat ya da ödemelerin yapıldığı dönemle değil, bu gelir–

gider unsurlarının gerçekleştiği dönemle ilişkilendirilmelerini teminen tahakkuk (accruals), erteleme (deferral) ve dağıtma, ayırma (allocation) prosedürleri kullanılır. Dolayısıyla, gelir, harcama, kazanç ya da zararın belirlenmesi (recognition) ve bunlarla ilgili aktif ve pasif kalemlerde meydana gelen artış ya da azalışların kaydedilmesi tahakkuk muhasebesinin esaslarını teşkil etmekte olup, bu şekilde bir işletmenin performansı belirlenmektedir

21 SPK tarafından 15 Kasım 2003 tarihinde yayımlanarak, 01.01.2005 tarihinden itibaren Sermaye Piyasası Kanununa (SPKn) tabi şirket ve kurumlarca uygulanması zorunlu tutulan, Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Seri XI, No: 25 sayılı Tebliğin 15’inci maddesine göre, muhasebenin temel varsayımlarından biri (diğeri işletmenin sürekliliği kavramıdır, md.16) tahakkuk esasıdır. Tahakkuk esası anılan maddede ayrıntılı bir şekilde tanımlanmış olup, benzer bir esası ifade etmektedir.

Dolayısıyla tahakkuk esasının temel amacı, belirli bir dönem için gelirlerin belirlenerek gider ve harcamalarla karşılaştırılması suretiyle yatırımcıların şirketin o dönemdeki ekonomik performansı hakkında bilgi sahibi olabilmesini sağlamaktır. Bilanço açısından değerlendirildiğinde, tahakkuk esası ile bir şirketin hak ve yükümlülüklerinin gerçekleştiği dönemde bilançoya yansıtılması, dolayısıyla şirketin hak ve yükümlülükleri konusunda yatırımcıların doğru bilgilendirilmesi söz konusudur. Tahakkuk esasının bu özelliği, şirketin karının nakit akışından farklı olmasına, açıklanan karın nakit akımlarına göre daha kolay manipüle edilmesine (istikrarlı hale getirilmesine) imkan sağlamakta ve nakit akımına göre yatırımcılara şirketin ekonomik performansı hakkında daha iyi bilgi verilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum bazı önemli sorunları ortaya koymaktadır. Bunlar;

• Yöneticiler şirketin gelecekteki performansı ile ilgili olarak, tahakkuk esası çerçevesinde verdikleri kararlarla yatırımcılara ne ölçüde yardımcı olacaklardır ve verdikleri bu kararlar çerçevesinde yaptıkları işlemler ne zaman kar yönetimi olarak adlandırılacaktır.

• Yukarıdaki ile ilişkili olarak, yöneticilerin tahakkuk esası çerçevesinde yaptıkları tercihler nakit akımı ile karşılaştırıldığında şirketin kamuya açıklanan kar rakamlarını istikrarlı hale getirdiği ölçüde, şirket yönetiminin bu ihtiyari seçimlerinin uygun bir şekilde uygulanması ne zaman kar yönetimine dönüşecektir (Dechow ve Skinner 2000).

Dechow ve Skinner’e (2000) göre, yatırımcıların şirketin ekonomik performansı hakkında bilgi sahibi olabilmeleri ve gelecekteki nakit akımlarının

tahmini açısından daha yararlı olan tahakkuk esası, şirketin cari dönemdeki faaliyetlerinden sağladığı nakit akımlarına göre yatırımcılar açısından daha faydalı olacak şekilde, şirketin temel nakit akımlarındaki dalgalanmayı azaltmaktadır. Dolayısıyla karın istikrarlı hale getirilmesini bir kar yönetimi türü olarak dikkate alacaksak, bu durumda yöneticilerin tahakkuk esası çerçevesinde verdikleri kararların sonuçlarının ne zaman karı istikrarlı hale getirme, dolayısıyla kar yönetimi sonucunu doğurduğunu belirlemek gerekmektedir.

Tahakkuk esası, nakit akımına göre muhasebeleştirmeden farklılık arzetmektedir. Esas itibariyle şirketin bütün ömrünü dikkate aldığımızda bu iki metot arasında herhangi bir fark yoktur. Dolayısıyla uzun dönemli bir perspektifte, bir şirketin gelirleri, karı ile çok doğru bir şekilde açıklanabilir (Degeorge, Patel ve Zeckhauser, 1999). Kısa dönemde ise, şirketin gelirleri ile giderlerini karşılaştırmak farklılıklar yaratabilir. Sahte belgeler düzenlemek suretiyle yapılanlar hariç olmak üzere kar yönetimi, bu farklılıkları başka bir şekilde işleme tabi tutmaktır, gelirleri ya da karları gerekli olduğu döneme getirmekte, giderleri ise ertelemektir. Kar yönetimi esas itibariyle, gelecekte karların ertelenen giderleri ya da zararları karşılayacak kadar iyi olacağı umuduyla oynanan bir kumardır. Bir şirketin faaliyet gösterdiği bütün süre içinde nakit akımlarının toplamı şirketin gelirlerinin toplamına eşit olmak durumunda olduğu için, yöneticiler geçmişte yapılan kazancı artırıcı veya azaltıcı nitelikteki abartılı tahakkukları kapatmak zorundadırlar ifadesinden de

anlaşılacağı üzere, bu zamanlama farklılıkları, Jones (1991) tarafından da kar yönetiminin temeli olarak kabul edilmektedir.

Ayres’in (1994) belirttiği gibi, kar yönetiminin üç metodu, yöntemi bulunmaktadır. Bunlar; tahakkukların yönetimi, zorunlu muhasebe politikalarına ilişkin uyarlamaların zamanlaması ve muhasebe politikalarının ihtiyarı olarak değiştirilmesidir. Bundan önce gerçekleştirilen kar yönetimi ile ilgili araştırmaların çoğunluğu, tahakkuklar yoluyla finansal bilgi manipülasyonunun nasıl gerçekleştirildiği üzerinde yoğunlaşmıştır (Stolowy ve Breton, 2000). Burada tahakkuk yönetimi ile kastedilen, kullanılabilir ömüre, alacakların tahsil edilebilirlik olasılıklarına ve diğer yılsonu tahakkuk işlemlerine ilişkin tahminlerin değiştirilmesi suretiyle, istenen amaca ulaşmak üzere açıklanan kar rakamının farklılaştırılmasıdır. İkinci durum, zorunlu muhasebe standartlarının adaptasyonunun erken uygulanma olasılığı ile ilgilidir. Diğer yöntemde ise, bir muhasebe yönteminden diğerine geçmek suretiyle karın yönetilmesi söz konusudur.

Kar yönetiminin ayrıca sinyal verme etkisi vardır (Schipper 1989).

Yöneticiler, şirketin gelecek yıllardaki karına ilişkin içerden bilgi sahibi olmalarının sağladığı avantajla, gelecek yıllardaki kar düzeyleri ile ilgili güvenlerini (confidence) kamuya iletme, sinyal verme imkanlarını kullanmaktadırlar. Bununla birlikte, gelecekteki kar düzeylerine ilişkin şüpheleri olduğunda, durumun iyi gittiği yönünde açıklama yapmayı yeğleyeceklerdir. Sonuç olarak kar yönetimi, bu konuda yeterli ipucu olsun ya

da olmasın geleceğin daha iyi olacağı umuduyla, gemiyi batırmadan su yüzeyinde tutma çabasıdır. Eğer yöneticilerin geleceğin bugünden iyi olacağı yönünde bir algılamaları varsa, bunu kamuya açıklamak, dolayısıyla gelecekle ilgili sinyal vermek için her zaman yeterince erkendir (Stolowy ve Breton, 2000:5).

Yukarıdaki açıklama ve değerlendirmeler çerçevesinde kar yönetimi;

bir şirketin ekonomik performansı hakkında finansal bilgi kullanıcılarının yanıltılması ya da kamuya açıklanan kar rakamına bağlı sözleşmesel sonuçların etkilenmesi amacıyla, yöneticilerin finansal raporlama sürecinde (muhasebe standartları çerçevesinde ya da bunların dışında) aldıkları kararlarla veya gerçekleştirdikleri işlemlerle finansal sonuçları değiştirmeleri, diğer bir ifadeyle, yatırımcıların ya da ilgililerin karar ve düşüncelerini etkileyecek ya da değiştirecek nitelikte, muhasebe verilerinin ya da önemli durumların kasıtlı ve bilinçli olarak yanlış ya da eksik açıklanması ya da hiç açıklanmaması olarak tanımlanabilir.