• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM : İL İTME

2.4. KARŞILAŞTIRMA VE GENEL DEĞERLENDİRME

Bir imparatorluğun dağılması, daha evvel tek bir siyasî bünyenin egemen olduğu geniş coğrafî alanların siyasî açıdan bölünmesidir. İmparatorluk dağıldığında geriye çok sayıda çıkarları ayrışmış; nüfusu, ekonomik, askerî ve siyasî gücü sınırlı devletçik kalır. Çatışma ve güvenlik sorunları yoğunlaşır. Yeni liderler için bu çatışma havasında fırsatlar ortaya çıkar. Birbirine komşu olan bazı boylar, özellikle aralarında geçmişten gelen birtakım bağlar varsa en güçlü boyun liderliğinde örgütlenerek diğer boylara hâkim olmaya çalışabilirlerdi. Boyunun veya ailesinin geçmişinde başarılan olan kişiler böyle durumlarda öne çıkarak yeni başarılar vaat edebiliyordu.

Moğolların Camuha ve Cengiz etrafında toplanmaları tam olarak böyle olmuştu. Otorite boşluğuna lider arayışının eşlik ettiği durumlar yeni devlet için kurucu gücün kolayca toplanmasını sağlıyordu. Fetih aşamasına çabucak geçebiliyor; belki boylar hiyerarşisi üzerinde baştan uzlaşılmış olduğundan fetih sonrası iç düzen de kolay kurulabiliyordu. Gök Türk Kağanlığı’nın yeniden kurulması özellikle belli Tie-le boylarının direnişi ve Tang’ın engelleme çabaları sebebiyle zor olsa da A-shi-de’lerin A-shi-na’ları sürekli teşvik ederek yeni girişimlerde bulunmaları lider arayışında olmaya işaret etmektedir.

İsyanla kurulan devletlerin arka planını anlamak zordur. Çünkü kaynaklar isyancı boylardan bahsetmeye başladığında boylar aralarında çoktan anlaşmış ve harekete geçmiş olurlar. Boyları anlaşarak isyan edip yeni bir devlet kurmaya yönelten şartlar bu sebeple biraz gizemli kalıyor.

605’te Chu-luo Kağan’a isyan edilmesinin sebebi kağanın bazı Tie-le boylarının önde gelenlerini öldürmesiydi. Oysa aynı boylar 2 yıl önce de isyan etmişlerdi ve neden isyan ettikleri konusunda hiçbir bilgi yoktur. İsyanların yeni bir devlete dönüşmesinde dış etkenin önemli olduğu görülür.

Komşu devletlerden, özellikle Çin’deki bir devletten, onay ve destek alındığında güç toplamak ve yeni egemenlik kurmak daha kolay hâle geliyordu. I. Gök Türk Kağanlığı Rou-ran Kağanlığı’nı devirirken dış destekten yararlanmıştı. Gök Türkleri deviren Uygurlar da dış destek almış, hatta Tang orduları Gök Türk iktidarına ağır bir darbe vurduktan sonra kalanları süpürmek gibi kolay bir iş onlara kalmıştı.

Yeni bir devlet kurmayı amaçlayan hareketliliğe etkili bir şekilde müdahale edebilecek bir dış güç yoksa bozkırın kendi güç dengesi içinde liderin yeteneği ve kurucu boyların kararlılığı belirleyici oluyordu. Güç dengesini kendi lehine değiştirecek bir strateji kurabilen ve başarıyla uygulayabilen lider, fetihlerin yanında gönüllü katılımlarla kısa sürede gücünü katlayabiliyordu.

Hun İmparatorluğu, Qin Hanedanı’nın parçalandığı iç savaş sırasında kuruldu. Dong-hulara ve Yue-zhilere art arda vurulan darbelerle bozkırın güç dengesinin kilidi kırıldı ve Hun egemenliği hızla yayıldı. Kaynaklar Hunların başarısını tamamen Mo-du’nun hesabına yazar. Mo-du, babasına karşı kullanacağı askerleri sıkı bir disiplinle yetiştirmiş, darbeden sonra iç düzeni sağlayıncaya kadar dış sorunları küçük kayıplarla ertelemiş ve sonunda tüm sorunları art arda çözerek iyi bir liderlik örneği oluşturmuştur. Cengiz Kağan Mo-du’ya benzer bir lider olarak karşımıza çıkar. Jin Hanedanı’nın müdahil olamadığı bir süreçte bozkırın kuzeydoğusundaki güçler arasındaki çatışmalarda Cengiz rakiplerini elemeyi başardı ve bunun ardından gönüllü katılımlar hızlandı. Daha büyük güce erişen Cengiz sınırlarını gitgide artan bir hızla genişletti.

Xian-bei Chan-yuluğunun kısa ömürlü olması yukarıdaki örneklerden kurucu lider Tan-shi-huai’nin ölümünü takip eden bölünme ve iç savaşla ayrılır. Hayatta olduğu sürece başarılı bir strateji izleyen Tan-shi-huai öldükten sonra verasetin sağlıklı işlememesi boyların Xian-bei Chan-yuluğuna bağlılıklarını yitirmelerine ve kısa sürede dağılmalarına yol açtı.

Otorite boşluğu güçsüz hedeflere saldırarak ganimet toplamaya hevesli güruhları kümeleşmeye cesaretlendirebilir. Ama en doğal şey bu kümelerden yeni bir siyasî düzen arayışı çıkmamasıdır.

Bir lider şahsî yeteneklerini göstererek, istikrarlı zenginleşme vaat ederek yeni bir düzen kurmaya boyları ikna edebilir. Xian-bei Chan-yuluğu bu durum için eşsiz bir örnek teşkil eder. M.S.

100’den itibaren gittikçe serbestleşen ve yayılan Xian-bei boyları zayıflamakta olan Hunlara ve Hanlara saldırarak ganimet toplamalarına rağmen tek yönetim altında birleşme iradesi

göstermediler. Önce Qi-zhi-jian sonra da Tan-shi-huai onları kendi yönetiminde birleştirmeyi denedi. İstediği sonucu alabilen Tan-shi-huai oldu. Kıtanların Liao Hanedanı’nı kurmaları da benzer bir duruma işaret eder. Uygur Kağanlığı’nın dağılması, Tang’ın zayıflamış olması, Kırgızların Ötüken’de tutunamaması neticesinde bir iktidar boşluğu bulan Kıtanlar bozkırın doğusunda bir egemenlik kurmayı başardılar ve Kuzey Çin’e akınlar yapmaya başladılar.

Yağmacılıktan yayılmacılığa dönüşme ise Da-he Uruğu’nu deviren Ye-lü A-bao-ji’nin getirdiği yeni vizyondu. Xian-beilerin aksine Kıtanlar iktidarda tutunmayı başardılar.

Bozkırda belirli bir otorite boşluğu varken boyların bir lidere boyun eğmeye direndikleri, üstelik bölünmüşlüğün devamını sağlamaya çalışan bir dış baskı varken liderin stratejisini doğru belirlemesi, uygulaması ve kurucu boyların kararlılığı olmadan başarıya ulaşılamaz.

Di Cosmo’nun önceden özetlenmiş olan üç aşamalı kriz teorisi gereğinden fazla geçerli bir teoridir. Hatırlanırsa teoriye göre sert geçen kıştan, aşırı otlatmadan, salgın hastalıktan veya kuraklıktan kaynaklanan bir ekonomik kriz, vassal-süzeren ilişkisinde oluşan bir kriz, etnik gruplar arasında patlak veren bir kriz Di Cosmo’nun tabiriyle sosyal çözülmeyle birleştiğinde yağmacı grupların yerini mevcut otoriteye meydan okuyan yeni bir karizmatik liderler etrafında toplanan orduların çarpıştığı askerîleşme başlar. Bir lider bütün diğer rakiplerini ortadan kaldırıp gücü tekeline aldığında ise merkezîleşme gerçekleşir. Çin’deki herhangi bir hanedanın kuruluşunu da aynı teoriyle açıklamak mümkündür. Qin Hanedanı’nın aşırı baskıcı merkezîleştirme politikası Shi Huang-di’nin ölmesiyle vassal-süzeren ilişkisini krize sokmuş, sosyal çözülmeyi takip eden iç savaşı kazanarak rakiplerini eleyen Liu Bang, Han Hanedanı’nı kurmuştur. Hatta çok uzun bir sürece yayılmış olmak kaydıyla Qin Hanedanı’nın kuruluşu bile aynı şekilde izah edilmeye uygundur. Bunlarla yetinmeyip Roma’nın, Emevî veya Abbasî halifeliklerinin, Selçuklu veya Osmanlı imparatorluklarının, Büyük Britanya’nın kuruluşunu da aynı teoriyle izah etmede güçlük çekilmez. Çünkü bu teori fazlasıyla evrenseldir. Di Cosmo bu teoriyi yalnız Hun İmparatorluğu’nun kuruluş sürecini inceleyerek somutlaştırmaya çalışmıştır ki çalışmasının konusu Hun İmparatorluğu olduğu için böyle yapması doğal olmakla birlikte, eğer bozkır devletlerinin kuruluşları hakkında genel bir kanı bildirecekse diğer bozkır devletlerinin kuruluş süreçlerini de aynı teori açısından test etmesi gerekirdi. Ayrıca bozkır tarihinde görülebilecek krizleri, farklı krizlerin askerîleşmeye dönüşmedeki farklılıklarını, merkezîleşme sürecinde görülen varyasyonları ortaya koyması beklenirdi. Fırsat-güç-liderlik esası üzerine kurulan teorinin de aynı şekilde evrensel olduğunu öne sürmek mümkündür ki Di Cosmo’nun kriz- askerîleşme- merkezîleşme ile belirli bir paralellik de arz etmektedir. Ancak iki teori arasında çok önemli bir fark vardır. Fırsat-güç-liderlik teorisi bu üç unsurun farklı hallerini somut verilerle ortaya koyduktan sonra birbirleriyle etkileşimlerini de tartışmaya açmak suretiyle

somutlaşmış ve bozkır tarihinden oluşturulan geniş örnek kümesi sayesinde bozkır tarihine özgü bir teori halini almıştır.

Barfield, konargöçer toplumların imparatorluklarının kuruluşlarını bozkır içi faktörlerle açıklamaya gayret etmenin yanlış olduğunu savunmuştu. Hun-Han, Gök Türk (Uygur)-Sui (Tang) eşleştirmelerini yapmıştı. Bu eşleştirmeler karşılıklı bağımlılık teorisini beslemeye müsait görünse de Barfield tam tersine tek taraflı bir bağımlılık ilişkisinde ısrarcıdır. Ona göre konargöçer boylar geçimlerini sağlamak için Kuzey Çin’i daima yağmalıyorlardı. Çin’de merkezî bir imparatorluk kurulup Çin’in bütün kaynakları tek merkezden yönetilmeye başlayınca boyların yağma yapması güçleşiyordu. Barfield, merkezî Çin hükümetinin iki kaynak üzerindeki tasarruflarını ön planda tutar. Biri askerî kaynaklardır, diğeriyse tarım ürünleridir. Çin’de iktidar merkezîleştiğinde ülkenin dört tarafından toplanan askerlerle kuzey sınırı güçlendirildiğinden boyların yağmaları engellenir. Bu da boyları tıpkı Çin’de olduğu gibi iktidarı merkezîleştirmeye, böylece bozkırın her yanından toplanan askerlerle güçlü Çin savunmasını aşmaya iter. Kuzey Çin’de savunma başarısızlığa uğramaya başladıkça hükümet bozkırlılarla pazarlık etmeye zorlanır. Sınır ihlallerinin durması karşılığında, Çin’in dört bir yanından toplanan tarım ürünlerini bozkırlılara haraç olarak verir ve barışı satın alır. Çalışmanın bu bölümünde yapılan incelemeler ve karşılaştırmalar Barfield’in tam bir yanlışlık durumunda olduğunu göstermektedir.

Devletleşme sürecinin ilk aşamasında Kuzey Çin’i yağmalayan iki örnek görüyoruz. Biri Xian-beiler, diğeriyse Kıtanlardır. Xian-beiler Kuzey Hunlarının bozkırın doğusunda egemenliği yitirmesinden doğan boşluktan yararlanarak yayıldılar. Ardından çöküş sürecine girmiş olan Han Hanedanı’nın zaafından faydalanarak Kuzey Çin’e saldırılar yaptılar ve nihayet Tan-shi-huai liderliğinde boylarüstü bir devlet teşkil ettiler. Kıtanlar ise Uygurların devrilmesinden sonra oluşan boşluktan istifadeyle yayıldılar ve çöküş sürecindeki Tang Hanedanı’nın zaafından yararlanarak Kuzey Çin’i yağmaladılar. Yağmalar bir müddet sonra işgale dönüştü ve Liao Hanedanı kuruldu. İki örnek de Barfield’i yanlışlar niteliktedir. Çünkü ikisinde de Çin’i yağmalayan güçler Çin savunmasının güçlü olmasına tepki olarak değil, tam tersine Çin’in güçsüzlüğünden yararlanarak birleşmişlerdir. Barfield’in teorisinin merkezine koyduğu Hun, Gök Türk ve Uygur devletlerinin kuruluş süreçleri de ironik bir şekilde Barfield’in teorisinin tersidir.

Hun İmparatorluğu Çin’de güçlü bir merkezî iktidarın bulunduğu bir tarihte değil, tam aksine Qin Hanedanı’nın iktidarı kaybettiği, iç savaşın başladığı ve Kuzey Çin’deki savunmanın ziyadesiyle gevşediği şartlarda kuruldu. Gök Türk Kağanlığı birbirine düşman iki hanedanın, Kuzey Zhou ve Kuzey Qi hanedanlarının çatıştığı bir dönemde, bu çatışmadan beslenerek güçlendi. Uygur Kağanlığı ise Tang Hanedanı’nın en zayıf olduğu bir tarihte kuruldu. Üstelik bu örneklerin hiçbirinde kuruluş süreci Çin’in etkisinde şekillenmedi. Bozkır içindeki siyasî odakların aralarındaki düşmanlıklardan ve rekabetten neşet etti. Karlukların, Türgişlerin, Sha-tuoların,

Oğuzların kurdukları görece küçük devletler de hesaba katıldığında Barfield’in teorisi iyice anlamsızlaşıyor. Çünkü bu devletlerin dış politikalarının karakteri hiçbir zaman Çin’i baskı altına almak olmadı. Barfield, bozkır devletlerinin tarım ürünleri ihtiyacı konusunda da yanılıyor.

Çin’den alınan haraç ve bu haraç içindeki tarım ürünü miktarı bozkır nüfusunu besleyecek kadar yüksek bir miktar değildir. Hu-han-ye’ye bağlı Hunlar, Bi’ye bağlı Güney Hunları, Qi-min’e bağlı Gök Türkler gibi görece küçük nüfuslu gruplar bir süre için iaşelerini Çin desteğiyle sağlamış gibi görünüyorlar. Ancak onlar dahi geçici krizlerini atlattıktan sonra bozkıra dönüp olağan ekonomik faaliyetleriyle geçinmeye devam ettiler. Barfield, konargöçer ekonominin üretkenliğini ziyadesiyle hafife almıştır. Aynı eleştiriyi hiçbir eksik olmaksızın Kradin’e de yöneltmek mümkündür.

3. BÖLÜM