• Sonuç bulunamadı

2.4 Reform Dönemi ve Elektrik Piyasası Kanunu

2.4.2 Elektrik Piyasası Durum Değerlendirmesi

2.4.2.5 Kapasite Projeksiyonu ve Arz Güvenliği

44 elektriği DUY‟a satıp TEDAŞ‟tan ucuz elektriği almaktadır. Bu kar mekanizması doğal olarak ikili anlaşmaların gelişmesini engellemektedir. Yani elektriğe zam yapmamanın piyasaya böyle bir olumsuz etkisi olmuştur. Sonuçta rekabete dayalı serbest piyasa modelinin belkemiği olan İkili Anlaşma Modeli önemli oranda zarar görmüştür (Sevaioğlu, 2009).

45 incelendiğinde aralarında çok sıkı bir ilişki olduğu göze çarpmaktadır. 1980‟lerde ortalama 2100 dolar olan kişi başına GSYİH‟ye karşın kişi başına 750 kWh elektrik enerjisi tüketilirken 1990‟larda hem kişi başına düşen GSYİH hem de kişi başına tüketilen elektrik enerjisi iki katına çıkmış ve 2000‟li yıllarda ortalama 6350 dolar olan kişi başına GSYİH‟ye karşın kişi başına 2300 kWh elektrik enerjisi tüketilmiştir. Etkileri giderek azalan global ekonomik krizin ardından ekonomik büyümenin tekrar ivme kazanması ile birlikte artan nüfus ve şehirleşme nedeniyle bu rakamların daha da yükselmesi beklenmektedir (Deloitte, 2010).

TEİAŞ her yıl “Türkiye Elektrik Sistemi Üretim Planlama Çalışması” ile elektrik enerjisi üretim sisteminin gelişim analizini yapmaktadır. Bu kapsamda, TEİAŞ‟ın Ekim 2010‟da hazırlamış olduğu 2010-2019 dönemini kapsayan Üretim Kapasite Projeksiyon çalışmasına göre, toplam talebin, baz senaryoda 2019 yılına kadar % 6,7‟lik yıllık bileşik büyüme oranıyla yaklaşık 367.348 GWh‟e, yüksek senaryoda ise

% 7,5‟lik yıllık bileşik büyüme oranıyla yaklaşık 389.980 GWh‟e ulaşması öngörülmektedir. Raporda 2019 yılında puant talebin yüksek talep senaryosuna göre 60.022 MW‟a ve düşük talep senaryosuna göre ise 56.539 MW‟a ulaşması öngörülmektedir (TEİAŞ, 2010).13

Bu çalışmaya mevcut kapasitenin, özellikle kamu elindeki termik santrallerin yaşlanmalarından kaynaklanan kurulu güç düşüşleri yansıtılmamıştır. Ancak üretim özelleştirmelerinin hız kazandığı son dönemde, kamu santrallerini devralan yatırımcıların gerekli rehabilitasyon çalışmalarını hayata geçirecekleri (özellikle

13 Yüksek talep senaryosu detaylarına Ekte Tablo 8‟den, düşük talep senaryosu detaylarına ise Ekte Tablo 9‟dan ulaşılabilir.

46 verim ve emre amadelik artırıcı çalışmalar), bunun yanı sıra özelleşen santrallere ilave kapasite yatırımlarının yapılabileceği düşünüldüğünde yaş sebebiyle devre dışı kalacak kapasite göz ardı edilebilir. Ayrıca talep tahminleri brüt talep olup iletim ve dağıtım hatlarındaki kayıp kaçaklar ve santrallerin iç ihtiyaçları dahildir.

Senaryo 1‟e göre; 2010-2019 döneminde 3.476 MW‟ı inşa halindeki kamu ve 13.763 MW‟ı inşa halindeki özel sektör santralleri ile toplam 17.239 MW ilave kapasitenin sisteme dahil olması ile kurulu güç 61.700 MW‟a ulaşmaktadır. Senaryo 2‟ye göre ise 2010-2019 döneminde 3.476 MW‟ı inşa halindeki kamu ve 12.125 MW‟ı inşa halindeki özel sektör santralleri ile toplam 15.601 MW ilave kapasitenin sisteme dahil olmasıyla kurulu güç 60.062 MW‟a ulaşmaktadır.

Sistem güvenilirliği açısından enerji yedeği oranları oldukça önemlidir. Beklenen talep artışının gerçekleşmesi durumunda mevcut, inşaatı devam eden ve lisans alıp çalışma dönemi içinde işletmeye girmesi beklenen kapasite dikkate alındığında:

 Senaryo 1 sonuçlarında proje üretim kapasitesine ve yüksek talep serisine göre 2018 yılında ve düşük talep serisine göre ise 2019 yılında,

 Senaryo 1 sonuçlarında güvenilir üretim kapasitesine ve yüksek talep serisine göre 2016 yılında ve düşük talep serisine göre ise 2017 yılında,

 Senaryo 2 sonuçlarında proje üretim kapasitesine ve hem yüksek hem de düşük talep serilerine göre 2018 yılında,

 Senaryo 2 sonuçlarında güvenilir üretim kapasitesine ve hem yüksek hem de düşük talep serilerine göre 2016 yılında enerji açığı beklenmektedir.

47 TEİAŞ‟ın çalışmasında, sisteme bağlı mevcut ve inşası devam eden kamu ve özel sektör üretim tesislerinin proje (normal şartlarda) ve güvenilir (herhangi bir terslik olması durumunda, örneğin hidrolik santraller için kuraklık) üretim kapasiteleri kadar üretim yapacakları, yakıt temininde bir sıkıntı olmayacağı, hidrolojik koşullara bağlı olarak hidrolik santrallerin üretimlerinin tahmin edildiği gibi gerçekleşeceği, lisans almış ve inşası devam eden üretim tesislerinin öngörülen tarihlerde işletmeye girecekleri dikkate alınarak denge hesapları yapılmış ve yukarıda açıklanan talebin karşılanamayabileceği yıllar hesaplanmıştır. Bu nedenle kapasite projeksiyon çalışmasında belirtilen kabullerden herhangi birinin farklı gerçekleşmesi çalışmada hesaplanan sonuçları etkileyecek ve bu durumda talebin karşılanamayacağı yılların değişeceği vurgulanmıştır.

Yukarıda bahsi geçen TEİAŞ‟ın projeksiyon çalışmasının genel bir değerlendirmesini yapmakta fayda vardır. Türkiye‟nin resmi enerji talep projeksiyonlarında sıklıkla MAED modelinin (Model for Analysis of Energy Demand) kullanıldığı görülmektedir. Bu model Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı14 tarafından geliştirilerek ülkelerin kullanımına sunulmuş olup Türkiye‟de de 1984 yılından beri kullanılmaktadır. Model; ülkenin sosyal, ekonomik ve teknolojik sistemini detaylı olarak inceleyip bunların orta ve uzun dönemli enerji talebi üzerindeki etkilerini analiz etmektedir (Selçuk, 2010: 99).

Ancak MAED modeline getirilen çeşitli eleştiriler de vardır. En temel problem, MAED‟in öngördüğü değerler ile gerçekleşen değerler arasındaki farklılıklardır.

Buna göre; yapılan projeksiyon çalışmalarının tamamında, gerçekleşen değerler

14 International Atomic Energy Agency (IAEA)

48 öngörülen değerlerden düşük çıkmıştır. Özellikle uzun dönemli projeksiyonların sonuçları kısa dönemli tahminlere nispeten daha da sapmalıdır. Bu noktadaki esas sorun, özellikle DPT‟den alınan geleceğe yönelik bazı değerlerin (özellikle de GSYİH artış değerlerinin) “tahmin”den ziyade “hedef ” olmasından ve bu hedeflerin çoğu zaman tutturulamamasından kaynaklanmaktadır (Selçuk, 2010: 99). Bu çerçevede, daha gerçekçi tahminler elde etmek için hem DPT‟nin gerçekçi ekonomik büyüme tahmin serilerini sağlamasında hem de alternatif senaryo çalışmaları için uluslararası finans ve ekonomi kuruluşlarının (IMF15, Dünya Bankası, OECD16 vb.) Türkiye‟ye ilişkin tahminlerinin dikkate alınmasında fayda vardır (Keleş, 2005).

2010-2019 kapasite projeksiyonu çalışması özelinde ve şimdiye kadar yapılan kapasite projeksiyonları genelinde, talep tahmin çalışmalarının fazlasıyla iyimser sonuçlar üretmesi neticesinde, elektrik üretimi alanında ciddi miktarda atıl kapasite oluşmuştur. Özellikle, iyimser talep senaryoları esas alınarak hayata geçirilen alım garantili Yİ, YİD ve İHD sözleşmeleri nedeniyle piyasada en büyük üretim kapasitesine sahip kamuya ait santrallerin üretimlerinin düşürülmesi zorunlu hale gelmiştir. Yİ ve YİD santralleri herhangi bir talep esnekliği bulunmaksızın tam kapasiteyle çalışırken düşük maliyetli kamu santrallerinin kapasite kullanım oranlarının giderek düşmesi, toptan ve perakende elektrik fiyatlarının yükselmesine neden olmakta ve yerli sanayinin uluslararası alandaki rekabet gücünü sekteye uğratmaktadır. Sonuç olarak, yüksek miktarda arz kapasitesi fazlası bulunmasına rağmen, elektrik fiyatlarının pahalılığı ve elektrik arz hizmetlerinin düşük kalitede olması kaçınılmaz olmuştur. Öte yandan, yüksek tahmin edilen talebi kısa sürede

15 International Monetary Fund.

16 Organisation for Economic Co-operation and Development.

49 karşılayabilmek için planlanan tesislerin önemli bir kısmının ithal kaynaklara (özellikle doğal gaz) dayalı üretim yapması öngörülmüştür. Bu bağlamda, geçmişte talebin yüksek öngörülmüş olması ve önemli kararların buna dayandırılmış olması;

atıl kapasite sorunu yaşanması ve koşullu yükümlülükler nedeniyle Hazine üzerindeki risklerin artmasının yanı sıra birincil kaynaklar açısından dışa bağımlılığın artmasına ve Türkiye‟nin dış ekonomik şoklara daha açık bir hale gelmesine neden olmaktadır. Ayrıca yüksek tahmin edilen talebin karşılanabilmesi amacıyla gerek kamu gerekse özel sektör tarafından üretim yatırımlarına ağırlık verilmiş sektörün iletim ve dağıtım kısımlarında gereken yatırımlar gerçekleştirilememiştir. İletim ve dağıtım tesislerinde sıkça yaşanan arızalar elektriğin kaliteli bir biçimde sunulamamasının ve yüksek enerji kayıp oranlarının temel sebebi olmuştur.

Neticede, benzer hataların gelecekte tekrarlanmaması için; rekabetçi piyasa yapısına uygun ve küresel gelişmelere uyum sağlamaya elverişli çağdaş tahmin yöntemlerinin kullanılmasının teşvik edilmesi, ulusal tahminlerin üretiminde ve bunlara dayalı stratejilerin belirlenmesinde ise şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması gerektiği düşünülmektedir.

Kapasite projeksiyonundan sonra arz güvenliği konusuna da değinmekte fayda görülmektedir. Türkiye elektrik sektörünün temel sorunu, birincil yakıtlarda yüksek oranda dışa bağımlılık ve bu bağımlılığın sonucunda üstlenilmek zorunda kalınan ağır dış ödeme yükümlülüğüdür (Sevaioğlu, 2009). Özellikle doğal gazda dışa bağımlılığın görece yüksekliğine rağmen tedarik imkanları, düşük kuruluş maliyeti

50 ve bilhassa yenilenebilir enerji kaynaklarına göre yüksek kapasite faktörü gibi sebeplerle, doğal gaz yakıtlı santrallerin hala tercih edildiği görülmektedir.

Türkiye‟nin elektrik enerjisi perspektifini olumsuz yönde etkileyen en önemli faktör,

% 8‟ler düzeyindeki başka hiçbir Avrupa ülkesinde görülmeyecek kadar yüksek olan yıllık elektrik talep artışıdır. Bu talep artışı, henüz kalkınmasını tamamlayamamış Türkiye için son derece ciddi bir yatırım yükü getirmektedir. Krizin etkisiyle talepte yaşanan daralma, yaşanması muhtemel arz güvenliği sorununu ötelemekle birlikte, kısa, orta ve uzun vadede yatırım ortamının iyileştirilmesi ve elektrik enerjisi sektöründe rekabeti sağlayan iyi düzenlenmiş ve etkin işleyen bir elektrik piyasası oluşturulmasına yönelik çalışma ve uygulamaların hızlandırılması için önemli bir fırsat doğurmuştur. 2009‟un son aylarında ve 2010‟un ilk çeyreğinde kriz etkilerinin azalmasıyla birlikte talebin yeniden artış trendine geçmiş olması, arz güvenliği konusunun orta vadede yeniden gündeme gelmesine sebep olmuştur.

Tablo 2-4: Bazı Ülkelerin 2005-2008 Dönemi Talep Değişim Oranları (%)

Ülke DeğiĢim (%) Ülke DeğiĢim (%)

AVUSTRALYA 1,10 MEKSİKA 4,11

BELÇİKA 0,87 HOLLANDA 1,34

KANADA 0,61 NORVEÇ 0,60

FRANSA 0,86 POLONYA 3,40

ALMANYA 0,32 İSPANYA 3,06

YUNANİSTAN 3,39 İNGİLTERE -0,44

İTALYA 0,99 ABD 0,81

JAPONYA -0,63 TÜRKĠYE 7,55

KORE 4,66 OECD 1,05

İSVİÇRE 0,81 DÜNYA 3,72

Kaynak: IEA Statistics, Electricity Information 2010

51 Tablo 2-4‟ten görüleceği gibi, 2005-2008 döneminde Türkiye‟nin ortalama yıllık elektrik talep değişimi % 7,55 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönemde OECD ortalaması % 1,05 iken dünya ortalaması ise % 3,72 olarak gerçekleşmiştir.

Yukarıda da değinildiği gibi önemli oranda artması beklenen elektrik enerjisi talebinin karşılanması için hangi tür enerji kaynaklarının kullanılacağı önemli bir sorudur. Uzun dönemde talebin karşılanmasında yerli enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle ithal enerji kaynaklarının yerli kaynaklarla birlikte dengeli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Arz güvenliği açısından ithal kaynakların çeşitliliği, aynı kaynak için ülke çeşitliliği ve ithal edilen enerji kaynağı miktarının kontrol edilebilir seviyelerde tutulması son derece önemlidir. Özellikle yatırım kararlarının özel sektör tarafından verildiği bir piyasa yapısında ülke elektrik talebinin güvenilir bir yedekle karşılanması için gerekli üretimin birincil kaynak dağılım politikaları açısından uygunluğunun takip edilmesi arz güvenliği açısından son derece önemlidir. Ayrıca lisans almak için başvuruda bulunan üretim tesislerinin inşaat süreleri de dikkate alınarak taahhüt ettikleri tarihte gerçekleşmelerini sağlamak için gerekli önlemlerin alınması yine arz güvenliği açısından önem arz etmektedir.

Arz güvenliği konusunda değinilmesi gereken bir diğer nokta ise nükleer enerjidir.

Petrol fiyatlarının oldukça değişken olması ve önümüzdeki dönemde de artmasının beklenmesi; rüzgar, güneş, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının da ülkeler için gereği çok açık olsa da bunların temel çözümden ziyade artan talebi karşılamaya yönelik marjinal çözümler olması ve üretimlerinin de doğa koşullarına bağlı olması, ülkeler açısından nükleer enerjiyi ön plana çıkarmıştır. Bu bağlamda arz güvenliği açısından Türkiye‟nin de nükleer santral yapma kararı alması önemli

52 bir adım olarak değerlendirilebilir. Ancak nükleer enerji santrallerinin sadece elektrik enerjisi üretimi seçeneği kapsamına sığdırılması ve enerji arz güvenliğinin teminatı gibi sunulması yönündeki değerlendirmeler, ihtiyatla yaklaşılması gereken yorumlardır. Yakıt çeşitliliği açısından çok önemli bir alternatif olsa da, sonuç itibarıyla süreklilik içinde yakıt ithalatına dayalı bir projenin, arz güvenliği ile doğrudan ilişkilendirilmesinin doğru bir yaklaşım olmadığı değerlendirilmektedir.

Bunun yerine, ülkemizin hala nükleer teknolojiye sahip ülkeler kategorisine girememiş olmasından hareketle, en az nükleer enerji santrali kurulması kadar önemli olarak bir nükleer enerji programına odaklanılmasının daha sağlıklı ve daha verimli olacağı düşünülmektedir (TÜSİAD, 2008: 112).