• Sonuç bulunamadı

B. KİŞİ KADROSU

1. Kişilerin Kurgudaki İşlevi ve Simgesel Değeri

1.1. Kadınlar

Tanpınar’ın romanlarında kadın karakterler genelde bir şablon içinde çizilmişlerdir. İnandırıcılık sorunu olan, hayalî, idealleştirilmiş ve basmakalıp özellikler taşıyan kişilerdir. Tanpınar romanlarında kadınlar gelir ve herşeyi değiştirirler. Behçet Bey Cavide’nin gelişini karmaşık hislerle beklerken, onun gelişiyle herşeyi değiştireceğine inanır. (MB:11) Cavide “genç ve güzel”dir ve gelişiyle evin içinde “yepyeni ve sade şiirden bir hava esecekti”r. Ancak Behçet Bey

“genç ve güzel kadın” kelimelerinden bir o kadar korkar.

Kadın tiplerinin bu şekilde kurgulanışında yazarın kadına bakış açısı kuşkusuz belirleyici olmuştur. Kudret Bey’in Cemal’e şunları söylediği şu sözlerde, kadına yaklaşımın tipik bir örneği görülebilir:

En büyük eksiğimiz kadındır, anladın mı azizim, kadın hayat yolunu erkek için aydınlatan meşale, ilahî yardımcımız! Tek yardımcımız, idealin çetin yollarında ellerimizden tutacak, bizi zahmetsizce yolumuzda yürütecek bir mahluk!.. (SD:76)

Kadın tipleri genellikle, güzellik, müzik gibi temalar etrafında kurulmuştur.

Cavide, “şımarık ve alaycı tabiatına, kuru hiddetlerine rağmen bu ihtiyar bekârı avutmasını bilir. Behçet Bey’in hatırı için tanbura başlamış sonra da bırakmamıştı”r.

Behçet Bey onu “güzel ve müstesna” bulur. (MB:11)

Evin hizmetçisi Şerife Hanım Behçet Bey’in hayatını “lokma lokma zaptetmiş, Behçet Bey’e bazı küçük meraklarını tatmin etmekten başka hürriyet bırakmamıştı”r.

(MB:9) Cavide de gelişiyle bu iktidarı onun elinden alacaktır. Asık yüzlü, dedikoducu bir kadın olan Şerife Hanım’dan, rahatının teminatı olduğu için vazgeçemez; o, hayatının biricik zaruretidir.

Kadın karakterlere yönelik idealizasyonu Huzur’daki Nuran örneği üzerinden inceleyelim. Nuran, Mümtaz’ın sevgilisi; birlikte tamamlanmayı umduğu kişidir.

Kendisini, kimliğini onun üzerinden tanımlar. Fiziksel ve kişisel özellikleriyle Mümtaz’ın hayran olacağı bir kişiyken, evlenmiş ve bir çocuğu bulunması bakımından da ilişkideki çatışmayı kurucu rolü üstlenir.

Mümtaz’ın en büyük ilgilerinden olan eski musıkîye düşkündür. Eski musıkînin aile yadigarı olduğunu, baba tarafından Mevlevi, anne tarafından Bektaşi olduklarını söyler. (H:118)

Mümtaz Nuran'ı biraz divan edebiyatındaki ulaşılmaz sevgili gibi görmektedir.

Ona ulaştığında bile ulaştığına inanamaz, bir türlü emin olamaz. Nuran'a başka insanların yanında baktığında bir daha ulaşamayacağı bir şeye baktığını hisseder.

Aşkını bir dine, sevgilisini de bu dinin mabudesine benzetir. (H:166) Bu sevgili bir bakışıyla herşeyi aydınlatmaya ya da karartmaya muktedir, ilahlaştırılmış bir sevgilidir ve aşık bu yüzden her daim korku ve güvensizlik içindedir. Bu bakımdan divan şiirindeki aşk kavramının romanda yeniden üretildiği söylenebilir.

Divan şiirinde âşığın sevgiliye teslimiyeti, sosyal hayatta da olduğu gibi, kul ile padişah arasındaki ilişki ile paralellik gösterir. Sevgili gönül ülkesinin sultanıdır.

Âşık ise onun emrine âmade bir tebaadır. Yani seven, sevilenin kulu kölesidir. Tebaa

padişah için kuldur, ama padişah tanrı değildir, Tanrının yer yüzündeki gölgesidir (Zıllu’llâh fi’l-âlem).

Mümtaz, sevgilisinin her hareketine olağanüstü yüklemeler yapmış, Divan şiirinde olduğu gibi olağanüstü güçlerle donatmış, ilahlaştırmaya kadar vardırmıştır:

Bu küçük çehrenin tanımadığı hiçbir tarafı yoktu. Onun aşka bir çiçek gibi açılışı, o derinden ve biçare bir tebessüm üzerinde kapanışlar, kısık gözlerinin içinde yanan adeta madeni ışık, sonra Boğaz sabahları gibi perde perde değişmesi, Mümtaz için kendi ruhunun manzarası olmuştu. Zaten Nuran söylediklerinden ziyade tebessümü ile, bakışı ile konuşur, dinler, kabul veya reddederdi.

Tanpınar sevgilinin bakışlarını anlatarak devam eder ve bu noktada divan şiirindeki sevgili tasavvuru kendini iyiden iyiye hatırlatır:

Ve Nuran'ın en parlak mücevherlerden, en keskin kılıç parıltılarına kadar değişen bakışları vardı. Mümtaz, bu değişik silahların karşısında bazen kendisini ölümden öteye geçen bir aciz içinde bulurdu. Fakat Nuran'ın gözleri bazen de ona dünyanın en zengin taçlarını giydirir, feleğin hiç kimseye basmasını nasip etmediği ikbal keçelerini ayaklarının altına döşerdi. Bir bakışla Mümtaz'ı giydirir soyar, bazen Allah'ından başka hiç kimsesi olmayan bir fakir ve garip kişi, bazen kaderin efendisi yapardı. (H:164-165)

Sevgiliyi ilahlaştırma, ona tapınma söz konusudur: “Ona göre Nuran, hayatın öz kaynağı, bütün gerçeklerin annesiydi. (...) Nuran'ın aşkı Mümtaz için bir nevi dindi. Mümtaz, bu dinin tek abidi, mabedin en mukaddes yerini bekliyen ve ocağı daima uyanık tutan başrahibi, büyük mabudenin sırrın yerini bulması için insanlar içinden seçtiği fani idi. Bu biraz da doğruydu. Güneş her gün onlar için yeni baştan doğuyordu. Bütün mazi üst üste zamanlarını onlar için tekrarlıyordu.(H:163)

Nuran’ın Mümtaz’ın gözünden tasviri, onun nasıl ulaşılmaz, aşkından emin olunamaz ve her an başka bir aşığı seçebilecek bir sevgili tipi olduğunu doğrulanarak devam eder:

Bazı sabahlar Nuran'ın Kanlıca'daki akrabasının yalısında birleşirlerdi. Genç kadını rıhtımda, beyaz mayosu içinde ve etrafındakiler yüzünden kendisine sadece dost olarak görmek, ayrı lezzet ve azapların başlangıcı olurdu. Bu anlarda yanına pek yaklaşamasa, Nuran arada sırada mahremiyetlerini ona hatırlatmasa, genç adamın muhayyilesinde artık bir daha erişemiyeceği bir ülke, yarın kimi seçeceği bilinmeyen haşin ve sırrına erilmez mabude bütün imkanların, ölümün ve doğumun sırrı karnında mahpus varlık, mevsimlerin munis esirler, köle hayvanlar gibi adımları peşinden

sürüklendiği her şeyin sahibesi olurdu. (H:166)

Sevgisinden emin olunamayan, aşığın kendini sevdirmesinin kabil olmadığı, bu yüzden sürekli kaybetme korkusu içinde olduğu sevgili tipidir.

Tanpınar’ın diğer merkez kadın karakterleri de idealize kişilerdir. Sahnenin Dışındakiler’deki Sabiha, köklü bir aileden gelen, yaşının üzerinde bir olgunluğa sahip, kimselere benzemek istemeyen, kendi olma arzusuyla çırpınan bir kadındır.

Romanın sonunda tiyatroda sahneye çıkan ilk Türk kadını olduğunu öğreniriz.

Sabiha romandaki pek çok erkek kahramanın aşık ya da hayran olduğu kimse olma özelliğini de taşır. Cemal, İhsan, Kudret, Muhlis, Hasan Beyler ve Nasır Paşa, eğlenmek üzere gittikleri bir barda, Sabiha’nın kocası Muhtar’ı bir Rus kadınıyla birlikte görünce bu duruma çok sıkılırlar. Cemal gecenin ona haram olduğunu söyler.

Hepsinin yüzü değişmiştir. Muhlis Bey, bu durum üzerine Yahya Kemal’in meşhur mısra’ını yüksek sesle okur:

Mehlika Sultan’a âşık yedi genç! (SD:240)

Kadınlar, hastalıkları iyileştiren, eksiklikleri gideren kişilerdir. En azından erkek kahramanın beklentisi budur. Huzur’da ilk sahnede hastabakıcı arama var, bu genel ve simgesel olarak Mümtaz’ın da hayat felsefesi gibidir.

İhsan’ın karısı Macide, Mümtaz’ın şefkate en ihtiyacı olan dönemde hayatına girmiş, ona anne şefkatini vermiş kişidir. Mümtaz ağabeyisinin karısını ilk görüşte beğenmiştir, Macide “etrafındaki herşeye kendi içindeki saadet duygusunu geçiren insanlardandı”r. “Güzel, iyi ahlaklı, sakin tabiatlı”dır. “Onun gelişiyle evin hayatı derhal değişmiş”tir; “İhsan'ın uzun sükutları yumuşadı; büyük yengenin mazi hasreti kesilmiştir.” Mümtaz, ancak Macide’nin gelişinden sonradır ki, “kendisini misafir gibi gördüğü ev”i birdenbire kendi evi gibi hissetmiştir. (H:38)

Kadınlar hayatın merkezidir; varlıkları herşeyi değiştirir, herşeye büyülü bir hava verir:

Etrafında bir hayat vardı ve o, bu hayatın bir parçasıydı.

Bu hayatın ortasında Macide adlı acayip bir mahluk vardı. Herşeyi, herkesi peşinden sürükleyen, bir büyü gibi değiştiren küçük bir kadın... Tatil günlerinde bu küçük kadın Mümtaz'ı mektepten alıyor, saatlerce aç karnına onunla mağaza önlerinde durarak, gelen geçene bakarak Beyoğlu'nda geziyorlar, öteberi alıyorlar, sonra iki mektep kaçağı gibi geç kalmış olmaktan korka korka eve dönüyorlardı.

Mektebe gideceği saatte Macide yine yanıbaşındaydı. Çantasını o hazırlıyor, giyinişini o idare ediyordu. Bu bir anne değildi, bir kardeş de değildi, belki koruyucu

bir melekti. Varlığı herşeyi değiştiren, eşyayı insana dost eden, günün saatlerine tatlı bir hava geçiren sırlı bir mahluk. (H:39)

Görüldüğü gibi Tanpınar romanlarında kadınlar tipik ve idealizedir. En genel tanımıyla, “hasta” olan erkek kahramanların karşısında “hastabakıcı” ya da “deva”

rolündedirler.