• Sonuç bulunamadı

3. İsrâiliyâtı herhangi bir değerlendirmeye tâbi tutmadan nakletmesi

MÀ‘ide sûresinin 112. âyetinde geçen﴾ِءאَ א َ ِ ًةَ ِ אَ אَ ْ ََ َلِّ َ ُ ْنَأ َכ َر ُ ِ َ ْ َ ْ َ ﴿ kavl-i şerifni açıklarken hiçbir değerlendirmede bulunmazken gökten inen sofra hakkında ayrıntılı bilgi veren isrâiliyât rivâyetini şöyle nakletmiştir: “Kıssa olarak anlatılıyor ki Hz. ‘ÌsÀ dua ettiğinde iki bulut arasında önüne yuvarlak kırmızı bir sofra indi. Softa bezle örtülü idi. Hz. ‘ÌsÀ onu kaldırdı. Üzerinde kemiksiz pişmiş bir balık vardı. Balığın başı yanında tuz ve sirke vardı. Kuyruğu yanında da beş ekmek bulunuyordu. Ayrıca sofranın üzerinde bir çok bitki, nâr ve hurma vardı. Havârîler “Bu dünya yemeği mi yoksa cennet yemeği midir?” diye sordular. O da şöyle dedi: Bu ne dünya ne de cennet yemeğidir, bu Allah’ın olağanüstü kudretle misâlsız yarattığı bir şeydir. Sofra kırk gün boyunca kuşluk vakti inmeye devam etti. Ondan 1300 fakir, miskîn ve hasta yedi. Hasta olan herkes yiyip iyileşti. Ondan sonra izdiham oldu ta ki sofra kaldılıp oradakiler azap edildi” 221.

IV. KUR’ÂN İLİMLERİ YÖNÜ

harften”dir, kabûlü vâcip, inkârı ise câiz değildir. Üç şarttan biri eksik olursa, o kırâata zâyıf, şâz veya bâtıl denilir” 224.

Yukarıda geçen üç şartı taşıyan sahih kırâatler senetlerinin mütevâtirliği açısından mütevâtir ( א א) ve meşhûr (ر א) olarak ikiye ayrılır225. Sahîh olmayan kırâatler ise üç şarttan herhangi birini taşımayan kırâatlerdir. Eksik şarta göre de âhâd (دא א), şâz ( ّذא א), mevzû‘ (ع א) ve müdrec (جَرْ ُ א) olarak dörde ayrılır. Âhâd:

senedi sahîh olup Osmânî mushafa veya Arap dili gramerine ters düşen; şâz: senedi sahîh olmayan; mevzû‘: aslı olmayan; müdrec: âyetlere tefsîr kabîlinden yapılan ziyadelerden ibâret olan kırâatlerdir226.

el-Mu‘ìnì eserinde kırâat vecihlerine oldukça geniş yer ayırmıştır. Özellikle lügat ve nahiv açısından yorumları üzerinde durmuştur. Dolayısıyla kırâat vecihlerini sâhiplerine ancak nâdiren nisbet etmiştir. Bunu yaparken ya “ن أ ” ibâresi ile bizzat şahsın ismini zikretmiş ya da özellikle yedi mütevâtir kırâatten bahsederken kırâat ilmine âşina kimselere manası malûm olan “ ّ א א ةءא ”, “ة א أ أ ”, “ כ א أ ”, أ

“ א أ ةءא ”, “زא א أ ” gibi tabirler kullanmıştır. Bunun dışındaki kırâatleri أ sâhiplerine nispet etmeden aktarırken “ئ ”, “أَ ْ ُ ”, “...ـ ... أ و” gibi ifâdelere başvurmuş; birçok yerde de kırâatlere doğrudan âyette geçen kelimelerin i‘râblarından bahsederek işâret etmiştir. Müellif mütevâtir yedi kırâati esâs almakla yetinmeyip, birçok yerde şâz kırâatleri da zikretmiştir.

224 İbn el-Cezerì, Muóammed b. Muóammed, en-Neşr fi’l-úirÀ’ati’l-‘aşr, I-II, thk. ‘Alì Muóammed ed-DebbÀ‘, c. I, nşr. DÀru’l-kitÀbi’l-‘arabì, Beyrut, t.y., s. 9.

225 es-Suyÿùì, a.g.e., I, 241.

226 es-Suyÿùì, a.g.e., I, 242-243.

1. Mütevâtir yedi kırâati esâs alması

a. Mütevâtir kırâatleri sâhiplerine nisbet ederek aktarması

Misâl 1: İsrÀ sûresinin 38. âyetinde geçen ﴾אً وُ ْכَ َכِّ َر َ ْ ِ ً َ ّ َ َنאَכ َכِ َذ ُכ﴿ kavl-i şerifini yedi kurrâ’dan Nafi‘, İbn Keåìr ve Ebÿ ‘Amr’ın kırâatine göre ele alıp bizzat isimlerini vermeden sadece ‘âmme’nin kırâati olarak, ﴾אً وُ ْכَ َכِّ َر َ ْ ِ ُ ُ ّ َ َنאَכ َכِ َذ ُכ﴿

şeklinde olan ‘Áãim, Óamze, el-KisÀ’ì ve İbn ‘Amr’ın okuyuşunu ise yine bizzat isim vermeden yalnız ehl-i Kûfe’nin kırâati olarak şöyle aktarmıştır227:

َِّر َ ْ ِ ً َ ّ َ َنאَכ َכِ َذ ُכ﴿

﴾אً وُ ْכَ َכ ،ً ّ ً ّ א א ةءא و :

א ُ ُ ْ َ َ َو﴿ א כذ ي ّ א ّ כ :

ذإ ، َ ٌ ّ א א إ ﴾ ْ ُכَدَ ْوَأ ّ כ א)

وأ ، َ ْ א ّ ّ א دאرأو ،ه نود ّ א إ (

אً و כ ) و ّ ّ א ل (

و כ א يأ ،ءא א ّ و ة א כ א أ أ و .

ُ ّ :

َحאَ َ אَ ُ َ ْ ِ ْ אَو﴿ ﴾ُ َ َ ْ ُ ْא אَذ ِتآَو﴿ כ ً אًر أ ّ א ّن ،אً و כ כّ ر כ א د א א ّنأ כ ذ כذ א ّ إو ،כ ذ و ﴾ ِّل א א

نאכ .

Misâl 2: äÀffÀt sûresinin 12. âyetinde geçen ﴾ َ ْ ِ َ ْ َ ﴿ kavl-i şerifini yedi kâri’den çoğunun okuyuşu olan vecih üzerine ele alıp Óamza ve el-KisÀ’ì’nin farklı okuyuşunu isimlerini vererek şöyle aktarmıştır228:

ّ א ﴾ َ ْ ِ َ ْ َ ﴿ .

إ ،ءאّ א ّ ّ א ِכ אو ة أ و َ َ َ א כ و ، א

א و هُرאכ إ : .

b. Mütevâtir kırâatleri isim vermeden “أ ” lafzından türemiş bir ibâre ile zikretmesi

Misâl 1: ŞÿrÀ sûresinin 3. âyetinde geçen ﴾ َכ َر َכَْ ِإ ِ ُ َכِ َ َכ﴿ kavl-i şerifindeki iki mütavatir kırâati isim vermeden sadece “ةءא ” kelimesini kullanarak şöyle vermiştir229:

﴾ َכَْ ِإ ِ ُ َכِ َ َכ﴿

،مّ א אכ :

ِ ُ» « و

َ ُ» « نא ءא .

227 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 204.

228 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 319.

229 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 341.

Misâl 2: Yÿnus sûresinin 30. âyetinde geçen ﴾ ٍ ْ َ ُכ ُ َْ ﴿ kavl-i şerifini tefsîr ederken “ ُ َْ ” kelimesinin iki mütevâtir kırâatini isim vermeden birini baştan esâs alarak diğerini de “ئ ” lafzıyla zikrederek şöyle aktarmıştır230:

﴾ ٍ ْ َ ُכ ُ َْ ﴿ :

כ ،א و ،א ءא ، أ א א כ ﴾ُ ِ אَ א َ ُْ َمْ َ ﴿

כ א . ئ و

» يأ ،ءאّ א « : هא وأ ،א ّ כ أ ّ وأ أ א ّ כ :

.

c. Mütevâtir kırâatlere, sadece kelimenin i‘râb vechini beyan ederek işâret etmesi

Misâl 1: Zuòruf sûresinin 88. âyetinde geçen ﴾ُ َ ِ َو﴿ kavl-i şerifindeki iki kırâate i‘râb vecihlerini zikrederek şöyle işâret etmiştir231:

يأ ﴾ُ َ ِ َو﴿

لא و ّ א ّ إ : هّ و ،ر א ُ .

ِ ُ و א ّ א ُ ه : .

Misâl 2: MÀ’ide sûresinin 119. âyetinde geçen ﴾ ُ َ ْ َ ُم ْ َ אَ َ ﴿ kavl-i şerifindeki

“م ” kelimesinin iki mütevâtir kırâatini sadece i‘râb vecihlerini açıklayarak şöyle aktarmıştır232: .ف א ُ و ،م א إ ةرא א ُ ر :﴾ ُ َ ْ َ ُم ْ َ אَ َ ﴿

d. Mütevâtir kırâatlere, kelimelerin i‘râblarını “ز ” lafzıyla zikrederek işâret etmesi

Misâl 1: Baúara sûresinin 219. âyetinde geçen ﴾ َ ْ َ ْ א ُ َن ُ ِ ُْ אَذאَ ﴿ kavl-i şerifindeki “ א” kelimesinin iki mütevâtir kırâatine “ رو א ز و” cümlesiyle işâret etmiştir233.

230 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 149.

231 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 346.

232 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 98.

233 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 46.

Misâl 2: MÀ’ide sûresinin 95. âyetinde geçen ﴾ ِ َ א َ ِ َ َ َ אَ ِ ْ ِ ُءאَ َ َ ﴿ kavl-i şerifindeki “ ءא ” ibâresinin iki mütevâtir kırâate göre hem “ ِ ْ ِ ُءאَ َ َ ” hem de “ ٌءאَ َ َ ُ ْ ِ ” olarak okunduğuna “ و ( )א ر ز و” cümlesiyle işâret etmiştir234.

2. Mütevâtir kırâatlerin nahiv tahlîllerini yapması

Misâl 1: Hÿd sûresinin 81. âyetinde geçen ﴾ َכُ َأَ ْ א ِإ ْ ُכْ ِ ٌ َ َأ ْ ِ َ ْ َ َ َو﴿ kavl-i şerifindeki “ةأ א” kelimesinin iki mütevâtir kırâatini nahiv yönünden şöyle açıklamıştır235:

﴾ َכُ َأَ ْ א ِإ﴿

يأ ،تא א ًءא א ّ א ئ : يأ ﴾ َכِ ْ َ ِ ِ ْ َأ﴿ ًءא א ّ א ئ و ، א ّ إ :

:

بא א א ّ א ّ و ،א ِ ُ .

Misâl 2: Neml sûresinin 51. âyetinde geçen ﴾ ْ ُ אَ ْ َد א ِإ ْ ِ ِ ْכَ ُ َ ِ א َ َنאَכ َ َْכ ْ ُ ْאَ ﴿ kavl-i şerifindeki “א ِإ”nın iki mütevâtir kırâatini nahiv yönünden şöyle izah etmiştir236:

﴾ ْ ُ אَ ْ َد א ِإ﴿

: يأ ، א א نא هא وأ ؛فא א :

ه ّ ؟ כ א نאכ ء ّيَأ َْ َد א ِإ :

ْ ُ א أَ ْ ُ و .

ْ ُ אَ ْ َد א َأ» «

ل א َ َْכ)

.(

3. Mütevâtir kırâatler arasında tercîhte bulunması

Bir kısım ulemâ mütevâtir kırâatler arasında tercîhi caiz görmemişlerdir. Sa‘leb (291/904)’ten şöyle nakledilmiştir: “Kur’ân’da (kırâat yüzünden) iki farklı i‘râb söz konusu olursa birini diğerine tercîh etmem. Ancak insanların sözlerine geçtiğimde daha kuvvetlisini tercîh ederim”237. Ebÿ Ca‘fer en-NaóóÀs (338/950) da şöyle demiştir: “İki kırâat sahîh olduğunda, dindâr insanlar için en selâmet yol, birinin diğerinden daha iyi olduğunu söylememektedir. Zira her ikisi de Peygamber (a.s)’dan rivâyet edilmiştir, dolayısıyla böyle bir şey söyleyen kişi günahkâr olur. Sahâbenin ileri gelenleri de buna benzer şeylere karşı çıkarlardı”238.

234 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 95.

235 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 159.

236 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 280.

237 es-Suyÿùì, a.g.e., I, 256.

238 es-Suyÿùì, a.g.e., I, 256.

Mütevâtir kırâatler Kur’âniyyet bakımından eşit olup, bu itibarla onların arasında bir tercîh caiz değildir239. Ancak bazı müfessirlerin, kendi nahiv görüşleri ve dil zevkleri açısından kırâatler arasında tercîhte bulundukları da görülmektedir. el-Mu‘ìnì de zaman zaman bu tür tercîhlerde bulunmaktadır.

a. Nahiv kurallarına dayanarak mütevâtir kırâatler arasında tercîhte bulunması Misâl 1: Baúara sûresinin 245. âyetinde geçen אً َ َ א ً ْ َ َ א ُضِ ْ ُ يِ א אَذ ْ َ ﴿

﴾ُ ُ ِ א َ ُ َ kavl-i şerifindeki “ ِ א َ ُ ” kelimesinin merfû okunuşunun mensûb olandan daha kuvvetli olduğuna bir nahiv kuralını gerekçe göstererek şöyle işâret etmiştir240:

﴾ُ ُ ِ א َ ُ َ ﴿ :

يأ ،ءא א ّنأ ّ إ ؛ءא א مא א بא ّ אو ،﴾َ א ُضِ ْ ُ ﴿ ُ ر :

ِض ِ ْ ُ َ א

א ع ءא א ءא א بא و ، ُ א .

Misâl 2: En‘Àm sûresinin 99. âyetinde geçen אً ِכאَ َ ُ א َ ُ ْ ِ ُجِ ْ ُ אً ِ َ ُ ْ ِ אَ ْ َ ْ َ َ ﴿

﴾ ٍبאَ ْ َأ ْ ِ ٍتא َ َو ٌ َ ِאَد ٌنאَ ْ ِ אَ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ א َ ِ َو kavl-i şerifindeki “تא َ ” kelimesinin ref’ ile değil nasb ile okunmasını tercîh etmiştir241:

אً ّ א א ﴾ ٍبאَ ْ َأ ْ ِ ٍتא َ َو﴿

אً ِ َ ) ( ه א َ ر َ ر َ و ، بא أ ٌتאّ و :

،א א أ ب א ل ى ى

: כأ א

يأ ،ه أو :

أ ه أو כ .

b. Nahiv kuralları dışında bir sebepten dolayı mütevâtir kırâatler arasında tercîhte bulunması

Misâl 1: FÀtióa sûresinin ﴾ ِ ِّ א ِم ْ َ ِכِ َ ﴿ âyetinde geçen “כِ َ ” kelimesinin mütevâtir birer kırâatle hem “ ِכِ َ ” hem de “ ِאَ ِ ِכ ” okunduğu hâlde kelimelerin lügat manalarını öne sürerek birini diğerine şöyle tercîh etmiştir242:

ن א א ّ כو ،ه و א ّن ؛ א م כ א و .

و כِ َ) ( ح أ

) כ א ِّ ّ א ةر א أ ن כ نأ و אو ، א א א א (

تא ّن ، ّ אو א

ف أ

239 Bu konuda bkz. Çetin, Abdurrahman, Kur’ân’ın İndirildiği Yedi Harf ve Kırâatleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 337, 344.

240 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 50.

241 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 106.

242 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s.8.

א א . و א ّ إ و כ ُ א و ، ً ذإو אًزא إو א ً و אً ر ّن ؛ א م إ כ ُ א א إ :

כِ َ א) .(

Misâl 2: İsrÀ sûresinin 102. âyetinde geçen ﴾ َ ْ ِ َ ْ َ َ ﴿ kavl-i şerifindeki “ت”nın iki mütevâtir kırâat olarak hem üstün hem de ötre ile okunduğu hâlde “üstün”lü okunuşun özellikle mana itibâriyle daha doğru olduğunu şöyle açıklamıştır243:

﴾ َ ْ ِ َ ْ َ َ ﴿ כ ذ ىو و ،ءאّ א ّ ّ א כ א أ و ،ن אًא ءאّ א ّ א א ةءא :

لא و ، :

ي ّ א ّ כ و ، َ ِ َ و ، ّ א ّنأ א سאّ א لא و .

: ْ כ و ،ن َ ِ َ »

لא ، א

﴾ ْ ُ ُ ُ َْأ אَ َ ْ َ َْ ْ אَو אَ ِ אوُ َ َ َو﴿ א א

« ّن ؛ّ أ ّ א א א ّ א و א ةءא א . 

ّ و ، ّ ءא א ر 

.

4. Âyetleri tefsîr ederken tek bir kırâatı esâs almaması

Müellifin, âyetleri tefsîr ederken esâs aldığı kırâat mütevâtir olmakla birlikte her zaman aynı kâri’nin kırâatı değildir. Bazı yerlerde özellikle Ebÿ ‘Amr b. el-‘AlÀ (ö.

154/771)’nın kırâatini esâs almıştır. Ebÿ ‘Amr belli âyetleri diğer altı kâri’den farklı okumuştur. Müellifin, âyetleri tefsîr ederken Ebÿ ‘Amr’ın veya başkaların kırâatlerini esâs alması bir nevi tercîh sayılmaktadır. Dikkat çekicidir ki Ebÿ ‘Amr’den esâs olarak aldığı “يأّ א يِدאَ ”244, “ ْ ِ ِ אَ ِّرُذ ْ ُ َ ْ َ َْأَو”245, “ ِ َن ُ ُ َ َ ”246 gibi kırâatlarin hepsi Osmânî mushafa uygundur. Ancak Ebÿ ‘Amr’ın Osmânî mushafa muhâlif olarak okuduğu نإ﴿247

﴾ِنאَ ِ א َ َ ِ َ َ , ﴾َن ُכَأَو َق ََ ﴿248gibi kırâatları da olmuştur. Müellif Ebÿ ‘Amr’ın bu tür kırâatlarını esâs almamış, ﴾ ِنאَ ِ א َ َ ِنאَ َ نإ﴿ kavlini ele alırken “ ّنإ” okuyan Ebÿ

‘Amr’ın “Ben, Kur’ân en fasîh lügat olduğu hâlde ﴾ ِنאَ َ نإ﴿ okumaktan utanıyorum”

dediğini nakletmiş ve ardından Hz. Osmân’ın Kur’ân’da lahin olduğu ancak Araplar’ın bunu dilleriyle düzelteceklerini söylediğine dâir rivâyeti kesin bir dille şöyle tenkit

243 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 210.

244 Hÿd sûresi, 11/27.

245 Ùÿr sûresi, 52/21.

246 Mu’minÿn sûresi, 23/87-89.

247 TÀhÀ sûresi, 20/63.

248 MunÀfiúÿn sûresi, 63/10.

etmiştir: “Buna benzer bir şeyin Hz. Osmân hakkında rivâyet edilmesi câiz değildir.

Zira Allah’ın kitâbı zâyi olmamıştır ki Araplar dilleriyle onu düzeltsinler. Kur’ân’ı toplayanların Arapların fasih konuşanları, sahâbenin ve kârilerin zekileri oldukları hâlde böyle bir şey nasıl olur ve mushaflardaki hataları nasıl bilmemiş olurlar?! Bu, neyi rivâyet ettiğini bilmeyen câhilin sözüdür ve bu rivâyete aslâ itibar edilmez” 249.

Böylece el-Mu‘ìnì Hz. Osmân’a nisbet edilen sözü eleştirmek suretiyle dolaylı olarak Ebÿ ‘Amr’ın ﴾ِنאَ َ نإ﴿ kırâatiyle ilgili söylediği sözü de tenkit etmiştir.

5. Sahîh bir kırâatı nahiv yönünden eleştirmesi

İster mütevâtir ister şâz olsun müellif kırâatleri ele alırken özellikle nahiv ve lügat manaları üzerinde durmuştur. Dolayısıyla sıhhat derecelerine bakmaksızın bazı kırâatleri tenkit etmesi veya bazılarını diğerlerinden daha doğru sayması kanaatimizce tamamen dilci bakışından kaynaklanan bir durumdur.

Bu anlamda yedi mütevâtir kırâatten biri olan Óamze’nin kırâatini nahiv ölçülerine tâbi tutarak şöyle tenkid etmiştir250:

“« ِمא ر א» kelimesinin kesreli (esreli) oluşu -öyle okunmuş olsa da- zayıftır. Zira

zaafından dolayı mecrûr zamire başka bir şey atfedilmez. Bunun yerine

﴾ َضْرَ א ِهِرאَ ِ َو ِ ِ אَ ْ َ َ َ ﴿ kavl-i şerifinde olduğu gibi harf-i cerrin tekrar edilmesi gerekir.

Cer edilen zamir muttasıl olduğundan « ٍ زو تر » cümlesi makbûl görülmemiştir;

çünkü harf-i cer, isimdeki tenvine benzer. Tek başında bulunabilen ismin ise tek başında bulunamayan isme atf edilmesi makbûl değildir. Bundan dolayı mecrûr zamir munfasıl olamaz”.

249 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 234.

250 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 75.

6. Şâz kırâatlere yer vermesi

Müellif birçok yerde mütevâtir kırâatlerle birlikte manasını açıklamak üzere şâz kırâatleri de zikretmiştir. Sadece Yÿsuf sûresinin 31. âyetinde geçen ﴾ً כ ُ ُ َ ْتَ َ ْ אَو﴿

kavl-i şerifindeki “ ًכ ُ ” kelimesinin şâz olarak “אًכْ ُ ” okunduğunu açıkça belirtmiştir251. Bunun dışında hiçbir kırâatin şâz oluşuna işâret etmeksizin şâz kırâatleri nâdir de olsa ya sâhiplerine açıkça nisbet ederek ya da isim zikretmeden “ئ ”, “ ُأَ ْ ُ ” gibi ifâdelerle veya i‘râb vecihlerinden bahsederek aktarmıştır.

a. Şâz kırâatleri sahâbîlere nisbet ederek nakletmesi

Misâl 1: Nÿr sûresinin 15. aytinde geçen ﴾ ْ ُכ َِ ِ ْ َ ِ ُ َ َ َ ﴿ kavl-i şerifindeki “ َن ْ َ َ ” kelimesini Hz. Ayşe’nin “ َن ُ ِ َ ” olarak okuduğunu şöyle aktarmıştır252:

א ةءא و :

َُ ُ ِ َ»

« ب כ א رא א و ، .

Misâl 2: Tìn sûresinin 5. âyetinde geçen ﴾ َ ِ ِ אَ َ َ ْ َأ﴿ kavl-i şerifini açıklarken İbn Mes‘ÿd’un şâz kırâatını şöyle aktarmıştır253: . َ ِ ِ א א َ َ ْ أ : א ةءא و

b. Şâz kırâatleri tâbi‘lere nisbet ederek nakletmesi

Misâl 1: NisÀ sûresinin 3. âyetinde geçen ﴾א ُ ُ َ َأ َ ْدَأ َכِ َذ﴿ kavl-i şerifini tefsîr ederken tâbi‘ kâri’lerden Ùalóa b. Muãarrif (ö. 112/730)’in şâz kırâatını, ismini zikrederek şöyle nakletmiştir254: «.א ُ ِ َ َ ْنَأ» :فّ أ و

Misâl 2: İbrÀhìm sûresinin 34. âyetinde geçen ﴾ُه ُ ُ ْ ْ َ אَ ِّ ُכ ْ ِ ْ ُכאَ آَو﴿ kavl-i şerifini tefsîr ederken el-Óasan el-Baãrì (ö. 110/728)’nin şâz kırâatını, ismini zikrederek şöyle aktarmıştır255:

251 Bkz. el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 170.

252 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 259.

253 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 435.

254 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 76.

255 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 184.

א أ و :

ٍّ ُכ ْ ِ» « א ) : א يأ ، ّ א ( :

כא ، א إ אو و א א ، ٍّ כ

. c. Şâz kırâatleri isim vermeden “ َئِ ُ ” veya “أَ ْ ُ ” ibâresi ile zikretmesi

Misâl 1: Tevbe sûresinin 128. âyetinde geçen ﴾ ْ ُכ ِ ُ َْأ ْ ِ ٌل ُ َر ْ ُכَءאَ ْ َ َ ﴿ kavl-i şerifindeki “ ْ ُכ ِ ُ َْأ” kelimesinin şâz olarak “ ْ ُכ ِ َ َْأ” okunduğunu isim vermeden “ئِ ُ ” lafzı ile şöyle aktarmıştır256: .אً و ،אً כو ،אً ُכ ِ َ ْأ :يأ ،ءא א « ْ ُכ ِ َ َْأ » ئ و

Misâl 2: FÀùir sûresin 5. âyetinde geçen ﴾ُروُ َ ْא ِ א ِ ْ ُכ ُ َ َ َو﴿ kavl-i şerifindeki

“ ُروُ َ א” kelimesinin şâz olarak “روُ ُ ْא” okunduğunu isim vermeden “ ُאَ ْ ُ ” lafzı ile şöyle aktarmıştır257: .د ُ ُ و ٍ א כ ( ٍّرא ) ، א א :يأ ،« ُروُ ُ א» :أَ ْ ُ و

d. Şâz Kırâatlere sadece kelimenin i‘râb vechini beyân ederek işâret etmesi

Misâl 1: Baúara sûresinin 58. âyetinde geçen ﴾ ْ ُכَ ْ ِ ْ َ ٌ ِ א ُ ُ َو﴿ kavl-i şerifindeki “ ٌ ِ ” kelimesinin mansûb hâlinin anlamından bahsederek şâz olarak “ ً ِ ” okunduğuna şöyle işâret etmiştir258:

כ כ ،ً ّ ِ א ُ و يأ ، א و אً :

אً أ : .

Misâl 2: Baúara sûresinin 185. âyetinde geçen ﴾ُنآْ ُ ْא ِ ِ َلِ ُْأ يِ א َنא َ َ َر ُ ْ َ ﴿ kavl-i şerkavl-ifkavl-indekkavl-i “ ” kelimesinin mansûb hâlinin manasından bahsederek şâz olarak “ َ ْ َ ” okunduğuna şöyle işâret etmiştir259: .(אً אّ أ) ل א وأ ،ه :يأ ، א ُ و

e. Şâz Kırâatlere, kelimelerin i‘râblarını “ز ” lafzıyla zikrederek işâret etmesi Misâl 1: En‘Àm sûresinin 154. âyetinde geçen يِ א َ َ אً אَ َ َبאَ ِכْא َ ُ אَ َْ آ ُ ﴿

﴾ َ َ ْ َأ kavl-i şerifindeki “ َ َ ْ َأ” kelimesinin şâz olarak “ ُ َ ْ َأ” okunduğuna “ ز و ُ أ»

« رא

ُ أ ي ّ א : ” cümlesiyle işâret etmiştir260.

256 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 148.

257 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 312.

258 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 23.

259 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 41.

Misâl 2: Áli ‘İmrÀn sûresinin 13. âyetinde geçen ُ ِ אَ ُ ٌ َ ِ אَ َ َ ْ א ِ َْ َ ِ ِ ٌ َ آ ْ ُכَ َنאَכ ْ َ ﴿ ِ ِ َ ِ

﴾ٌةَ ِ אَכ ىَ ْ ُأَو ِ א kavl-i şerifindeki “ ٌَ ِ ” kelimesinin mütevâtir kırâate göre ref‘ ile okunduğu gibi şâz olarak cer ile “ ٍ ِ ” şeklinde okunduğuna “ ّ אو ّ א ( )א ز و” cümlesiyle işâret etmiştir261.

7. Şâz kırâatlerin nahvî tahlîllerini yapması

Misâl 1: NisÀ sûresinin 148. âyetinde geçen ْ َ ِإ ِلْ َ ْ א َ ِ ِء אِ َ ْ َ ْא ُ א ِ ُ َ ﴿

﴾ َ ِ ُ kavl-i şerifindeki “ ” kelimesine, şaz olarak “ َ َ َ ” okunduğunda nahiv açısından istisnâ-i munkati‘ olması hasebiyle, şöyle mana vermiştir262:

אً כ אّ א ّ כ و ﴾ َ َ َ ّ إ﴿ א ن כ نأ و ،ٌ آ و و .

אّ א ّ כ :

ل א ء א אو א .

Misâl 2: En‘Àm sûresinin 98. âyetinde geçen ﴾ٌعَد ْ َ ْ ُ َو َ َ ْ ُ َ ﴿ kavl-i şerifindeki

﴾ٌعِد ْ َ ْ ُ َو ِ َ ْ ُ َ ﴿ şâz kırâatinin tevcîhini şöyle yapmıştır263:

כ א و :

عِد و ّ ِ כ .

8. Şâz kırâati nahiv veya lügat yönündeneleştirmesi

Misâl 1: Baúara sûresinin 83. âyetinde geçen ﴾אً ْ ُ ِسא ِ א ُ ُ َو﴿ kavl-i şerifindeki

“אً ْ ُ ” kelimesinin şaz olarak “ َ ْ ُ ” okunmasını nahiv yönden kesin bir dille şöyle eleştirmiştir264:

ةءא َ و و

» ّإ ْ ُ و َ ْ أ ّن «

א )ِ

( وأ ، مّ אو א)

( لא ، א א وأ ،

א א

﴾ َ ْ ُ ْ א א ِ ْ ُ َ ْ َ َ َ َ ِ א نِإ﴿ : .

260 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 110.

261 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 60.

262 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 87.

263 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 106.

264 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 29.

Misâl 2: MÀ’ide sûresinin 69. âyetinde ﴾َنو ِ א אو אوُدאَ َ ِ אَو א ُ َ آ َ ِ א نِإ﴿ kavl-i şerifindeki “ َنوُ ِ א א” kelimesinin “ن א ّ א” olarak şâz okunuşunu, lügat manası açısından İbn ‘AbbÀs’ın sözüyle şöyle tenkit etmiştir265:

א أ ُةءא سאّ َ א و ن א ّ אو»

« א כ ، لא و

: بא ّ א א ن א ّ א א ّ إ»

«.

9. Şâz kırâatin manasını lügat yönünden mütevâtir olan kırâatin manasına tercîh etmesi

Baúara sûresinin 88. âyetinde geçen ﴾ ٌ ْ ُ אَ ُ ُ ُ א ُ אَ َو﴿ kavl-i şerifindeki “ ٌ ْ ُ ” kelimesini mütevâtir kırâata göre tefsîr ettikten sonra şâz olan “ ٌ ُ ُ ” kırâatinin, lügat manası itibariyle daha doğru olduğunu şöyle açıklamıştır266:

﴾ ٌ ْ ُ ﴿ :

َ ْ أ ) ف ّن כ ي ّ א ( .

ئ و ٌ ُ ُ » « مّ א ّ ) ّ أ א و ،ف ُ ْ َ (

ّ أ م هدא א نאכ כأ نאכ א ّ כ א ّن ؛ل א א ، ت א وأ א ّ إ ُ

ّ א א تא א אو دو א َ ْ َ ْ ُ א ل ّ כ و ،م א א ّ إ ل א ذإ ، وأو .

Yukarıda geçtiği üzere birçok müfessir, mütevâtir kırâatler arasında bile tercîhte bulunması sakıncalı sayarken ister dil ister hangi açıdan olursa olsun şâz bir kırâatin mütevâtirden daha doğru sayılması müfessirlerce kabul edilebilir bir davranış değildir.

Nitekim İbn Cerìr eù-Ùaberì bu âyetin tefsîrini yaparken her iki kırâatı ve selef imamlarının âyetle ilgili görüşlerini beyan ettikten sonra şöyle demiştir: “﴾ ٌ ْ ُ אَ ُ ُ ُ ﴿ kavl-i şerifinde ancak “ ٌ ْ ُ ” kelimesinin sâkin lâm ile okunduğu ve kalplerin örtülmüş olduğu anlamına gelen kırâat câizdir. Zira müfessirler ve kâri’ler bu kırâatın doğru,

“ ٌ ُ ُ ” olarak lâm harfini ötreli okuyanların kırâatinin ise şâz olduğu konusunda ittifâk etmişlerdir”267.

265 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 94.

266 el-Mu‘ìnì, a.g.e., s. 29-30.

267 eù-Ùaberì, CÀmi‘u’l-beyÀn ‘an, I, 408.

Benzer Belgeler