• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜREL BELLEK VE TÜRLERİ

3. KAPSAM

3.1. KÜLTÜREL BELLEK VE TÜRLERİ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KÜLTÜREL BELLEK VE YAZI

Halbwachs toplumsal bellek kavramının yanı sıra “toplumsal çerçeve”

kavramından da söz etmektedir. Geçmiş, toplumsal bellekte 'saklanmaz', ancak günümüz temelinde yeniden inşa edilir. Toplumsal çerçeve geçmişin yeniden üretiminde kullanılan araçlardan oluşur ve bu araçlar, yaşanılan dönemin hâkim düşünceleriyle uyumludur. Bireysel düşünce bu toplumsal çerçevenin içine yerleşmektedir241. Halbwachs, tarih ile toplumsal belleği birbirine zıt olarak konumlandırmaktadır. Tarih, kişinin organik bağı olmayan, “ölü” bir geçmişi ifade ederken, toplumsal bellek, kişinin kimliğini biçimlendiren, aktif, yaşayan bir geçmiştir.

Halbwachs'a göre toplumsal belleğin varlığı aynı zamanda süreklilik gösteren bir nesneler dünyasının varlığına bağlıdır. Maddi uzam, süreklilik ve değişmezlik algısı yaratmaktadır. Dolayısıyla Halbwachs için zihinsel ve maddi uzam toplumsal belleği var eden iki temeldir242.

Halbwachs, bireysel belleğin toplumsal bellekten ayrı düşünülemeyeceğini göstermiştir. Ancak Connerton tarafından, toplumsal bellekteki anı ve bilgileri ayakta tutan bir unsur olarak törenleri ihmal ettiği konusunda eleştirilmiştir243.

3.1.2. Henry Bergson’un Bellek Ayrımı

Toplumsal belleğin tanımına giden yolda öncelikle anımsamanın biçimine ilişkin Henry Bergson’un yaptığı bir ayrımdan yararlanmak gerekmektedir.

241 A.g.e., s. 40.

242 Connerton, a.g.e., ss. 60-62.

243 A.g.e., s. 62.

Bergson'a göre, alışkanlıklar üzerine bina edilen otomatik bir anımsama ile, daha karmaşık mekanizmalara tabi anımsama birbirinden ayırt edilmelidir. İlk bellek türü, olayların belleğidir. “Gündelik yaşantımızın tüm olaylarını cereyan ettikleri ölçüde imge-anılar biçiminde kaydeder; hiçbir ayrıntıyı ihmal etmez; her olguyu, her jesti kendi yerine ve tarihine yerleştirir”244 Olaylar, adeta otomatik olarak, kendiliğinden anıları oluşturmaktadır. Bu anılar birer tasarım meydana getirirler. İkinci tür bellek ise, ezber ile ya da ‘öğrenme’ gibi farklı bir zihinsel çabayı, bir “eylemi”

gerektirmektedir. İmgelerin algılanması tekrarlandıkça, biricik olaylar bağlamından koparılarak farklı zihinsel mekanizmalara dâhil olmaktadırlar. Bergson’un ‘eylem’

olarak ifade ettiği, entelektüel bir çabayla, karmaşık bir zihinsel mekanizma yoluyla anımsanır. Bu anımsamada, bütünlüklü bir biçimde var olan imgeler olduğu gibi bir seferde zihne çağırılmaz. Bağlamından kopmuştur, “onu geçmişin içinde sınıflandıran hiçbir izi üzerinde taşımaz”245. “Yani artık bize bizim geçmişimizi sunmaz, onunla oynar; ve bellek adını hala hak ediyor olması, eski imgeleri koruduğu için değil, bunların yararlı etkisini şimdiki ana değin uzattığı içindir”246 Bu, adeta maddeden bağımsız zihinsel gerçekliklermiş gibi görünen imgeler, zihinsel bir eylemin, entelektüel bir çabanın sonucunda ‘anımsanabilirler’ Dolayısıyla bu iki tür anımsama Bergson’a göre birbirinden tamamen farklıdır. Bergson, bu bellekler için ders çalışma örneğini vermektedir. Bir dersin tekrar edilmesinde, her bir tekrar edişin özgün anısı ilk tür belleğe örnek iken, dersin konusunun tekrar edildikçe

244 Henri Bergson, Madde ve Bellek, Çev. Işık Ergüden, Ankara, Dost Yayınevi, 2007, s. 61.

245 A.g.e., s. 61.

246 A.g.e., s. 62.

öğrenilmesi, ikinci tür belleğe örnektir. Ancak elbette bunun kuramsal bir ayrım olduğu, bu iki tip belleğin saf halde bulunmadığı unutulmamalıdır.

Buradan yola çıkılarak denilebilir ki toplumsal belleğin konusunu oluşturan

‘anı’, her şeyden önce kişinin yaşamış olduğu bir olayın zihninde bıraktığı ve bilince

‘otomatik’ bir biçimde çağırılan izleri değildir. Toplumsal belleğin konusu olan geçmiş, ‘öğrenilmiş’tir. Toplumsal bellekte öğrenilen ‘geçmiş’ ve edinilen ‘anılar’

kişi tarafından, kişisel anılarının bir uzantısıymış ya da kişinin kendisi şahitmiş gibi anlatılsa da aslında asıl anılarından farklı zihinsel mekanizmalarla üretilmiştir. Bu anılara ait imgeler, bağlamı olan olaydan (gerçekleşmiş olup olmaması önemli değildir) kopmuş bir biçimde toplumsal mekanizmalar yoluyla, toplumsal iletişimin sağladığı etki ile edinilmektedir. ‘Geçmiş yeniden inşa edilen bir şeydir’ denildiğinde bu yeniden inşanın toplumsal yönünü bireysel bellek ile buluşturan mekanizma budur ve bu mekanizmanın ürünleri, kişinin kendi yaşantısında an be an yaşanan, doğrudan zihnine etki eden olayların bıraktığı izlerle oluşan anılar ile karıştırılmamalıdır.

3.1.3. Kültürel Bellek-İletişimsel Bellek

Toplumsal bellek belli araçlar üzerinden kendini var etmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, uzak/kökensel geçmişi konu edinen mitlerin toplumsal bellekte var olmasını sağlayan bellek araçları, onları konusunu 'geçmiş'in oluşturduğu birçok anlatıdan ayırır. Toplumsal bellek üzerine çalışan Jan Assmann, kültürel bellek – iletişimsel bellek ayrımı yaparak toplumsal bellekten daha dar bir kavram ortaya koymaktadır. “İletişimsel bellek”, kişinin, yakın geçmişine ilişkin anılarını içeren,

aynı dönemde yaşadığı insanlarla paylaştığı anılardır. Bu kavram, yüz yüze iletişimle yakından ilintilidir. Bu bellek, kişiye özgü deneyimleri, anıları temel almaktadır.

İletişimsel belleğin aktarımı ve taşınması için özel bir usul ya da belirli bir zaman yoktur, bu anlatıları saklayan toplumsal bellek aracı, doğrudan (toplumsal) yüz yüze ya da iletişim aygıtları eliyle gerçekleşen iletişimdir; bu yolla kendiliğinden muhafaza edilmekte ve aktarılmaktadır. 'Döneme tanıklık edenlerin' gündelik iletişim yoluyla aktardıkları geçmiş bilgisidir. Assmann'a göre iletişimsel bellekte tutulabilen geçmiş, yaklaşık seksen yıl veya dört kuşak geriye gidebilmektedir247. Evans-Pritchard ise, araştırma yaptığı Nuerlerde bu “tarihsel zamanın” yaklaşık 50 yıl geriye gittiğini belirtmektedir248. Bu sınır Assmann tarafından “kayan boşluk” olarak adlandırılmıştır. Bu sınır geçilerek daha eski zamanlar sorgulandığında, efsanevi ve mitolojik kökenlerle karşılaşılır. Bu ikisi arasındaki süreklilik ‘soy ağaçları’

tarafından sağlanmaktadır.

“Kültürel bellek”, çok daha uzak bir geçmişi konu almaktadır ve kökenle ilişkilidir. Kuşaktan kuşağa aktarılabilecek nitelikte olmayan, topluluğun çok uzak geçmişinin bilgisidir. Bu bilgi uzmanlaşmış kesimler, örgütler eliyle ve ritüeller gibi araçlarla aktarılır. Kültürel bellek, kendiliğinden bir bellek değildir, kurumsallaşmış bir bellek tekniğine ihtiyaç duymaktadır. İletişimsel belleğin tersine, kültürel bellekte aktarımın yeri ve zamanı belirlenmiştir ve aktarım sıkı kurallara tabidir. Bu kısıtlanma tören olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna bağlı olarak özel, uzmanlaşmış

247 Jan Assmann, Kültürel Bellek, Çev. Ayşe Tekin, İstanbul Ayrıntı Yayınları, 2001, s. 55.

248 Edward Evans-Pritchard, The Nuer, New York, Oxford University Press, 1969, s. 105.

bellek taşıyıcıları (kültürel bellek uzmanları) kültürel belleğin korunmasında görev almaktadırlar. Yazılı olsun ya da olmasın, tüm toplumlarda kültürel belleğin korunmasında simgelere başvurulmaktadır. Assmann, bu simgelere örnek olarak

“törenler, danslar, anlatılar, desenler, giysi, takı, dövmeler, yollar, resimler, mekanlar vb.” unsurları saymaktadır249. Tanık olunmamış, kültürel hafızada taşınan bir geçmişin kurgusal niteliği, beslendiği kaynakların sahihliğinin önüne geçmiş olmaktadır. Jann Assmann’ın tanımladığı haliyle kültürel bellek, uzak geçmişe ve kökene ilişkin anlatıların toplumda hatırlanmasını sağlayan kurumsallaşmış uygulamalara işaret ettiğinden, toplumsal bellek kavramına oranla kapsamı daha dar, tezde vurgulanmak istenen yapısal süreçleri açıklamada daha kullanışlı bir kavramdır. Buna bağlı olarak kavram, iletişimsel belleğin hakim olduğu 'halk' ile kültürel belleği muhafaza ve aktarımının gerçekleştiği 'elit kesim' (bu devlet/yönetenler ile ilişkilidir) arasında var olan bir farklılaşma veya zıtlaşmayı açıklamada da daha kullanışlıdır. Bu nedenle tezin sonraki kısımlarında toplumsal belleğin özel bir türü olarak kültürel bellek kavramı kullanılacaktır.

3.1.4. Postmemory

İletişimsel bellek, kişinin toplumu oluşturanların kişisel anılarından beslenmektedir. Ancak bu anılar iletişimsel belleğin tek konusu değildir. Kişinin kendi geçmişi ile toplumsal geçmiş arasında bir uçurum ya da kopukluktan söz edilemez. İşte B. Sarlo'nun Marianne Hirsch'ten ödünç alarak kullandığı

‘postmemory’ kavramı, kişinin kendisinin deneyimlemediği, bir üst kuşak tarafından

249 J. Assmann, a.g.e., s. 55.

aktarılan, ancak kendi geçmişine dair hafızasının bir parçası olarak kabul ettiği anılardan oluşmaktadır. Kişinin anılarının birçoğu, kendi deneyimlediklerinden çok, etrafının anılarının kendisine aktarılmasından oluşmaktadır. Bu bağlamda örneğin bir önceki kuşağın yaşadığı trajediler kişinin anılarına eklemlenir ve kendi deneyimleriyle birlikte, aynı bütünlük içinde kişinin öz geçmişi olarak inşa edilir250. Bir kişinin kendi geçmişi ile içinde yaşadığı toplumun iletişimsel belleğinin konusu olan geçmiş arasındaki kopukluğu kişinin etrafından edindiği ama özgeçmişi üretmede kullandığı bu tür anılar gidermektedir.