• Sonuç bulunamadı

2. TURİZM KIRSAL MEKÂN İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA KÖYLÜLÜK VE

2.2. Köylülük Tezleri

58 ziyaretçilerin tırmanması ve bu süreci kabilenin geleneklerine aykırı olacak şekilde fotoğraflandırarak peyzajın tüketiminin yeniden üretilmesidir.

59 köylünün konumunu ifade eder. Topluluk, köy yerleşkesi ve geleneksel konformist tutum görünümüdür.

Toplumsal yapı bir kenara bırakılırsa, köylülüğün daha çok ekonomik yeniden üretimle özdeşleşmesi, 20. yüzyıldan itibaren köylü üretim tarzının ticarileşmesiyle açıklanabilir. Zira köylüler varlığını idame ettirmek için üretimlerinin bir kısmını satmak durumundadır. Avrupa'da geleneksel “köylülerin ticarileşmesi konusunda bir tür mutabakat, Frank Ellis’in “köylüler temel olarak yüksek derecede kusurlu bir şekilde faaliyet gösterme eğilimi gösteren pazarlarda kısmi katılımla karakterize edildiğini” belirten sentezinde formüle edilmiştir (Ellis, 1988; 12). Benzer şekilde Türkiye’de köylülerin piyasayla, ticarileşme yönünde değişen ilişkileri tartışılmıştır (Özuğurlu, 2013). Ancak, bu temel ticarileşme derecesi, esas olarak ilgilendiğimiz bir konu değildir. Bunun yerine, kendi kendine yeten hane halkından, uzmanlığı küçük bir pazar fazlasıyla ticarileşmeye dayanan hane halkına dönüşümdür. Bu dönüşüm, hane halkının emek gücü zamanının yeniden tahsis edilmesini ve toprağın örgütlenmesinde-yönetiminde meydana gelen değişiklikleri içermektedir. Bu yüzden araştırmanın bu alt başlığında hem köylülerin toprakla mülkiyet ilişkileri hem de toprakla ilişkilerinin dönüşümünü anlamlandırmak için politik ekonomi ve politik ekoloji yaklaşımları kullanılmıştır.

Köylülüğün ekonominin unsurları olarak tanımlanması “Lenin’in Rusya’da kapitalizmin gelişimi” ve “Kautsky’nin Tarım Sorunu” eserlerinin entelektüel olarak birleştirdiği atmosferde temellenir. İki eserde 1899 yılında yayınlanırken eserlerin ortak noktası köylü sorununu kapitalist toplumda analiz etmektir. Kautsky, Almanya, Fransa, İngiltere ve Birleşik Devletler’deki gözlemlerine dayanarak, köylülüğün tasfiye tezini, tersine çevrilebilen akışlara tabi bir eğilim olarak yeniden gözden geçirmeyi amaçlamıştır.

Lenin’in amacı ise, Narodnick ideolojisinin savunduğunun aksine, Rusya kırında köylülerin kendi içerisinde farklılaşması yönündedir (Araghi, 1995; 340).

Lenin köylülük yapısındaki sınıfsal farklılaşmayla kapitalizmin kendisine yeniden bir kırsal iç pazar üretmesi arasında ilişki kurar (Lenin, 1975; 165). Zira kapitalist gelişme, köylülüğün sınıfsal farklılaşmasında temel rolü oynamıştır. Lenin kapitalist gelişme düzeyiyle ilişkili olarak kırsal burjuva ve kırsal proletarya olmak üzere oluşum ve devamlılık

60 sürecinde birbirine bağımlı iki sınıf belirler. Ancak temelde kır proleterleri sadece mülksüz ücretli emekten oluşmaz ancak aynı zamanda küçük toprak sahibi olup emeğini satmadan hayatını idame etmesi imkânsız olan köylüler, bu grubun bir parçasıdır. Dolayısıyla köylülük yapısında sınıfsal farklılaşmada mülk sahipliğinin yanı sıra ücretli emek, Lenin’in kuramının bir parçasını oluşturmaktadır (Lenin, 1975; 159).

Kautsky, tarımsal dönüşümü anlamlı bir düzlemde incelemek için, tarımı diğer toplumsal üretim mekanizmalarından ayırır. Zira yeni tarım ve sanayi uzlaşmaz iki unsurdan ziyade tarihte de olduğu gibi birbirini tamamlayan bir süreç olarak değerlendirilmelidir.

Kautsky’nin değerlendirmesinde aksi gerçekleşmediği sürece, tarımın yapısı küçük köylü işletmelerinin varlığına olanak sağladığı için küçük köylü işletmeleri vardır. Sermayenin aksine, tarımsal üretimin ana faktörü toprak yeniden üretilemez. Dolayısıyla kapitalizm ancak mevcut köylü yapısı içerisinde üretim ilişkilerini korursa tarıma nüfuz edebilir. Bu yüzden Kautsky küçük işletmelerin daha verimli olmasından dolayı hayatta kalmalarından ziyade, bu işletmelerin hayatta kalmasını büyük kapitalist çiftliklerle rekabeti bırakmasında bulur (Ulukan, 2013; 60). Farklılaşma tezinin bu ikinci varyantı, köylülerin, hızlı bir şekilde ortadan kalkmadıklarını, ancak sermaye birikimi için köylü ekonomisinin varlığının gerekliliğine atıfta bulunarak gösterir. Yani eğer geleneksel sektör hayatta kalırsa, bu modernin gereksinimlerine hizmet etmesinden kaynaklanır. Modem sektöre, ucuz işgücü sağlamak için varlığını sürdürür. Kautsky'nin çalışması, bu yolla tasfiye tezini nitelendirmek için erken bir girişimi temsil etmektedir (Araghi, 1995; 341).

Tasfiye tezinin aksine, özellikle Chayanov’un öncülüğünde, köylüleri ekonomik yapının belirgin unsurları olarak gören kır ekonomisi ekolü var kalma tartışmanın temellerini oluşturur. Chayanov’a göre, aile birimlerinden oluşan ve ücret kategorisi olmayan ekonomiler tümüyle başka bir ekonomik yapıya aittir. Farklılaşmanın gerçekleştiği yer ise genelde demografik faktörlerin sonucudur. Ailenin nüfusu arttıkça toprak miktarı da artmaktadır ve bu durumda ailenin refahı yükselmektedir. Köylü aile ekonomisinde birey sayısı arttıkça tarımsal mülk bölünmekte bu yüzden tarımsal gelirin yükselip düşmesi demografik genişlemelere bağlı olmaktadır. Aynı zamanda ailenin sahip olduğu mülk de bu demografik değişim sürecinin bir parçası olarak değişip dönüşmektedir. İlave olarak Chayanov perspektifinde, emek ve emeğin yeniden üretimine katkı sağlayan araçlar (makine,

61 hayvan gücü) toprakla bütün olarak değerlendirilir. Dolayısıyla toprak köylülük yapısının yeniden üretiminin temel unsurudur (Chayanov, 1966; 57).

Bernstein ise, Chayanov’un popülistliğe dayanan orta sınıfını, Lenin’in proterleşmekte olan yoksul ve kapitalistleşmekte olan zengin köylü sınıflarını sermayeyle etkileşim düzeyleri bağlamında bir analiz kategorisi haline dönüştürmektedir (Bernstein, 2014; 132). Orta köylüler, özellikle belirli bir alanda göreceli istikrarlı küçük meta üreticileri olanlar olarak kabul edilmektedir. Zengin ve yoksul köylü kutuplaşması orta sınıftan talihsiz bir sapma ve köylü toplumların dışından gelen, iyi durumun bir tür şanssız bir şekilde kaybedilmesi olarak görülmektedir. Oysa Bernstein’e göre, orta çiftçiler de metalaşma dolayısıyla sınıfsal farklılaşmanın sonucu ortaya çıkmıştır (Bernstein, 2014; 133). Orta ölçekli çiftlik sahipleri tipik olarak faaliyetlerini “çiftçilik dışı” işlerle birleştirir. Özellikle yeniden üretim maliyetleri artarken, tarımsal yeniden üretim maliyetlerini destekleyecek geliri kazanmak için göçmenlik ederler. Topraksız veya marjinal çiftçilerden ücretli işçi tutarlar. Ücretli işçi aile tarım dışı faaliyetlerle uğraştığı zaman kullanılır (Bernstein, 2014;

135). Üretken varlıkları biriktirebilen ve büyük ölçekte kendilerini sermaye olarak yeniden üretebilen, genişlemiş yeniden üretime girebilenler zengin köylü (kapitalist çiftçi) kategorisini oluşturmaktadır (Bernstein, 2014; 132). Zengin köylüler genellikle ürünün ticareti ve işlenmesi gibi, tarımsal üretime dışsal faaliyetlere yönelmektedir (Bernstein, 2014;

135). Yoksul köylü kategorisi ise, kendisini sermaye olarak yeniden üretmeye çalışırken, çiftçilikleriyle işgücü olarak yeniden üretenler ve basit yeniden üretim sıkışması içinde kalan köylülerden oluşmaktadır. Yoksul köylüler, kendilerini hem işgücü, hem de sermaye olarak üretmeye çalışırken çok derin bir çelişkiyi yaşarlar. Sadece küçük toprak parçalarını muhafaza etmek veya yeniden üretim maliyetlerini karşılamak için tüketim düzeylerini aşırı derecede düşürmektedirler (Bernstein, 2014; 132-133).

Politik ekonomiden farklı olarak, politik ekoloji çalışmaları genel anlamda, doğa-köylü ilişkilerinde değişen dinamikler (Blaikie ve Brookfield, 1987; 17; Hakansson, 2008;

433), ekonomik ve politik süreçlerin doğal varlıkların sömürülmesinde nasıl etkili olduğu (Schmink ve Wood, 1987; 39), kaynakların dağıtılması, erişim, doğanın doğası (yapay veya doğal yaşam alanı) gibi felsefik meseleler ve toplum-doğa ilişkilerini tekrar gözden geçirmek açısından alternatifler üzerinde yoğunlaşmaktadır (Hecht ve Cockburn, 1992; 375). Politik

62 ekoloji bağlamında, doğa-köylü ilişkileri uzamında bulunan, yerele ait kültürel kategoriler ve çevresel özellikler aynı potada erimekte ve şekillenmektedir (Carney ve Watts, 1990; 224-225). Bu sayede kaynaklara erişim, kontrol ve kaynaklardan dışlanmanın tarihsel kalıpları, toplumsal yapı hakkında kültürel anlam ve mülkiyet ilişkileri bağlamında içerikler sunabilmektedir (Agrawal, 1992; 127).

Politik ekoloji yaklaşımından önce köylü yapısına odaklanan, moral ekonomi görüşünün tonları, özellikle sömürgecilik, kapitalizm ve geçim kaynaklarına devlet müdahalelerine karşı mücadele veren köylü hareketlerinin kültürel dinamiklerini, toplumsal üretim ve yeniden üretim ilişkileriyle sentezlemektedir (Thompson, 1993; Scott, 1985).

Moral ekonomi yaklaşımına benzer bir şekilde Blaikie (1985, 107) taban-tavan yaklaşımıyla aslında toplumun, doğayı hangi dinamikler çerçevesinde kullandığına odaklanılması gerektiğinden bahsetmektedir. Blaikie ve Brookfield (1987; 17, 239), köylüler ve toprak arasında sürekli dönüşen diyalektik ilişkiyi tanımlamaktadır. Toprak bozulmalarını özünde doğal varsayılan koşullarından ve toplumsal karakteristiğinden uzaklaştırmakta bunun yerine köylülerin, fiziksel çevreyle ilişkisini tarihsel, politik ve ekonomik bağlamı kapsayan bir açıklama zincirinin inşa edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Politik ekolojinin bir başka odak noktası kapitalizm, köylülük ve emek süreçleridir.

Araştırmacılar genel olarak kapitalizme atıf yapsa da özel olarak köylülerin, toprak kullanım tarzı bağlamında emek süreçlerindeki farklılaşmayı tartışmaktadır (Blaikie, 1985;

Hakansson, 2008; Isaacman, 1993; Mandala; 1990; Mulafu, 2011; Pred, 1990). Kırsal topluma dışsal olan yapıların toprağın bozulmasıyla ilişkisi nedir? Ve devlet ve kapitalizm bu süreçte nasıl bir rol oynamaktadır (Blakie, 1988; 141). Kapitalizm, köylüler, doğa ve yeniden üretim araçları arasında nasıl bir ilişki vardır? Toprak kullanım tarzı, üretim ilişkileri, doğa-toplum etkileşimleri yerel ölçekten küresel ölçeğe iktidar ilişkilerini nasıl tanımlamakta ve açıklamaktadır (Hakansson, 2008; 457). Örneğin Blaikie (1985, 29, 124) köylülerin yok oluşlarını ertelemek amacıyla kendi doğalarını yok ettiğinden bahsetmektedir.

Köylü üzerindeki artı baskısı, doğadan zoraki koşullarla elde edilen artıya dönüşmekte ve çevresel bozulmalara yol açmaktadır. Örneğin Moseley (2005) yoksul köylülerin benzer çevrelerde zengin çiftçilerden daha az sürdürülebilir toprak yönetimi uyguladığı yönündeki hipotezi incelemektedir. Yazar sürdürülebilir toprak kalitesinin yoksul veya zengin köylüler

63 arasında önemli bir farklılaşma göstermediğini vurgulamaktadır. Pamuk üretimi bir takım gruplar (yerel hükümet, pamuk şirketleri ve çiftçiler) için zenginlik üretirken, tarımsal sistemde bir takım değişiklikler, toprağın uzun süreli verimliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Siwaa ve Djitoumou'daki zengin çiftçiler açık bir şekilde yoksul köylülere göre pamuk tarımıyla daha alakalıdır. Örneğin Siwaa'da zengin çiftçiler, yoksul köylülerden üç kat daha fazla pamuk tarımına yönelmiştir.

Berry (1993) toplumsal kurumların, emek gücüne ve kaynaklara erişimin köylülerin, toprağı kullanım tarzını etkilediğini vurgulamaktadır. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan yeni toplumsal ve ekonomik ilişkilerin köy içi aile ve akrabalık ilişkilerinin altını oyduğu, bu yüzden köylülerin istikrarlı bir emek gücüne erişiminin kısıtlandığını belirtmektedir.

Dolayısıyla emek gücü alımında parasal kaynakların eksikliği ile birlikte gerçekleşen toplumsal-ekonomik dönüşüm, yoğun tarımsal üretime uzun vadeli yatırımlarında altını oymaktadır. Toplumlarda mülkiyet bağları sadece yerel ve bölgesel ekolojik süreçlerin sonucu değildir. Ancak topluluğun, ekonomik, toplumsal ve politik ilişkilerini sürdürmek ya da yeniden yapılandırmak için hukuki kalıplardan yararlanan çekişen güçlerin mücadele alanının ürettiği sonuçlardan bir tanesidir. Bu yüzden kapitalizm köylüyü üretimin anlamından soyutlayarak ve kendi iş gücünü yeniden üretmesine mani olarak hukuksal mülkiyet kurallarının uygulanmasıyla birlikte ilerlemektedir (Wolf, 1972; 201, 202).

Örneğin Mandala (1990, 11) kapitalist emek süreçlerinin karakteristik olarak ekosistemi de içeren köylü ile doğa etkileşimi sorununa stratejik bir çözümleme alanı sunduğundan bahsetmektedir. Isaacman (1993, 207) emek süreçlerinin, kırsalda iktidar ilişkilerinin nasıl uygulandığı ve köylülerin iktidar ilişkileriyle uzlaşmazlığının ne olduğunu açıklaması bağlamında önemli olduğunu belirtmektedir. Pred (1990, 12) ölçek ve odak ne olursa olsun, emek bağlamında sınıf mücadelesinin, zaman ve mekânın anlamı ve kullanımı üzerinden gerçekleştiğini savunmaktadır. Dolayısıyla uzlaşmazlığın çıkış noktasını sadece toplumsal üretim araçlarına bağlamamakta ayrıca zaman-mekân odağında gerçekleşen erişim ve kültürel kalıpları da uzlaşmazlık alanına dâhil etmektedir. Benzer bir şekilde Bell ve Roberts (1991) Zimbabwe'de geleneksel ve kültürel olarak danbo ağacı kullanım kalıplarının yirminci yüzyıl piyasa ekonomisi ve devlet müdahalelerinden gelen bir dizi dış baskı altında nasıl dönüştüğünü göstermiştir. Sömürgecilik bir taraftan danbo ağaçlarını metalaştırmaya

64 yönelik ekonomik baskı kurarken, bir taraftan da köylülerin verimli alanlara ekim yapması yasalarla kısıtlamıştır.

Stonich (1995) köylülerin, Güney Honduras'taki ekonomik yoksullaşmaya verdikleri yanıtların geçim ekolojisinin ve ekonomisinin meta içi alanda çeşitlendirilmesi, köylülerin kayıt dışı ekonomiye katılımının artması ve tarımsal sistemin dönüştürülmesi veya tarımsal üretimin yoğunlaştırılması şeklinde geliştiğini vurgulamaktadır. Sunseri (2007) kapitalizmin devlet destekli doğa koruma müdahalelerini, köylülerin emek gücü ve geçim kaynaklarının ekolojisini dönüştürmesi bağlamında inceler. Bu araştırmaya göre, 1830 ve 1880 yılları arasında tropik reçine fildişinden sonra en değerli emtiadır. Fildişinin aksine, tropik reçine sınırlı bir çevrenin ürünüdür. Doğu Afrika kıyı hinterlantında bulunan ova ormanları, tropik reçinenin dolayısıyla köylülerin geçimini sürdürmesinin kaynağıdır. Köylüler tropik reçineyi Batılı tüccarların pamuklu tekstil ürünleriyle takasta kullanmaktadır. 1880 yılından sonra kısmen Alman sömürgeciliğiyle başlayan, yabani kauçuk için yükselen küresel talep, tropik reçine geçim ekonomisine büyük bir tehdit oluşturmuştur. Yeni sömürge sisteminin, vergi, emek gücü ve doğa koruma politikaları, kıyı ormanlarına erişimi, dolayısıyla tropik reçine ekonomisi ve toplumun geçim kaynağına erişimi kısıtlamıştır.

2.2.1. Köylülüğün Varlığını Sürdürme Tezi

Araştırmanın bu alt başlığında köylülük tezleri, tasfiye tezi ve varlığını sürdürme tezi çerçevesinde incelenmektedir. Tasfiye tezini, feodalizmden kapitalizme geçiş, endüstrileşme ve kentleşme süreçleri, modernleşme paradigması ve tarımın piyasalaşma süreci gibi, kapitalizmin döngüsündeki dönemsel değişimlerin, köylülük yapısı özelinde açıklama girişimleri olarak nitelendirmek mümkündür. Varlığını sürdürme tezini ise, köylülük yapısının, kapitalist dünya sisteminden bağımsızlığı ve modernleşme paradigmasının başarısızlığı şeklinde soyutlamanın mümkün olduğu söylenebilir.

Varlığını sürdürme tezlerinde, Chayanov (1991; 40) köylülerin, ekonomik yapının çetin baskılarına aç kalmayı bildiklerinden dolayı kolayca uyum sağlayarak var olmaya devam edeceklerini belirtmektedir. Berger (2016; 238) köylülerin hayatının ister feodal toplumda ister kapitalist toplumda ya da başka bir toplumsal formasyonda var kalmaya adandığını belirtmektedir. Chatterjee (1993; 164) köylü bilincinin burjuva sınıfından bağımsız kendine özgü bir paradigmatik yapısı olmasının yanı sıra, bu bilincin, burjuva

65 bilincinin tam karşıtı olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla köylüler, burjuva sınıfından bağımsız bilinçleri olması sayesinde varlığını sürdürmektedir. Özuğurlu (2013; 64) köylülerin geniş anlamda toplumla ilişkisi kendi aleyhine asimetrik bir eğilim göstermesine rağmen, köylülerin kendi toprağının ve emeğinin sahibi olduğu sürece varlık göstereceğini belirtmektedir. Bryceson'un (2000) köylülüğün modernizasyon ve kentleşme sürecine bağlı olarak yok olması tezine karşın, Johnson (2004; 55, 56) kırsal nüfusun düşüşünün, köylülüğün yok olmasına bağlanmasını dar bir bakış açısı olarak nitelendirmektedir. Johnson (2004) köylülüğün varlığını sürdürdüğünün kanıtı olarak, kalkınma ütopyasının başarısızlığını göstermektedir.

2.2.2. Köylülüğün Tasfiyesi Tezi

Marx (2010; 249) modernist ilerlemeci tarih anlayışı içerinde devrimci üretim tarzı olarak kapitalizmin, köylülüğü feodalizm ve feodalizm öncesi toplumsal yapının siperi olmasından dolayı eninde sonunda tasfiye edeceğini belirtmektedir. Lefebvre (2015a; 205-210) feodalizm ve kapitalizm ile birlikte köy toplumunun sınıf yapısının yataylıktan çıkarak piramit biçimini almasıyla köylülüğün tasfiye sürecine girdiğini belirtmektedir. Hobsbawm (1995; 289), köylülük yapısının 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren endüstriyel modernleşmeye bağlı olarak, tarihsel süreçte geçmişte kalmış bir olgu olduğunu, hatta köylülüğün 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren öldüğünü belirtmektedir. Bryceson (2000;

175), tarımda ve köylülükte gerçekleşen erozyonu, modernizasyon ve endüstrileşme süreçlerine bağlamakta, kentleşme ve göç olgularının ise köylülüğün yok olma sürecinde yadsınamaz bir şekilde etkisi olduğundan bahsetmektedir.

Lefevbre (2016; 29) nüfusun kasabalarda ve irili ufaklı şehirlerde yoğunlaşması, mülkiyetin ve sömürünün yoğunlaşması, ulaşım ve ticari mübadelelerin yoğunlaşması gibi kapitalizmin yeniden üretim ilişkilerindeki tarihsel koşulların, köylü hayatını oluşturan zanaatkârlıkta ve küçük yerel ticaretteki kayıplara yol açarak kırsalın hem nüfusunu yitirmesine hem köylüsüz kalmasına neden olduğunu belirtmektedir. Şenyapılı (1978; 32) köylülerin kente göçtükten sonra tarım dışı sektörde ücretli emek olarak çalışmasını köylülüğün yok olmasıyla ilişkilendirmektedir. Araghi (2009; 126, 127) neoliberal küreselleşmeyle birlikte köylülüğün neoliberal politikalar öncesi göreli tasfiyesinin,

66 neoliberal politikalarla birlikte artan çitleme hareketi ve piyasaya bağımlı süreçlerin köylülüğün mutlak tasfiyesine yersiz yurtsuzlaşmasına neden olduğundan bahsetmektedir.

Boratav (2004; 108) ekonomik yapıda, tarımdaki küçük çiftçi ve büyük sanayi firmaları arasında bir fark kalmaması sonucu köylülüğün ayrı ve özel bir çözümleme biçimleri gerektiren bir alan olmaktan çıkığından bahsetmektedir. Başkaya (2016; 72) kalkınmacı paradigmanın, köylülüğü kaçınılmaz bir şekilde tasfiye ettiğini vurgulamaktadır.

Özbudun (2006; 24) köylülüğün tasfiye sürecini yoksulluk ve ekonomik konjonktür ile ilişkilendirmektedir. Leavy ve Hossain'e (2014; 10, 11) göre, köylülük makro ekonomik değişimlere bağlı olarak var oluşunu sürdürememektedir. Hilmi'ye (2013, 32) göre, neoliberal dönemle birlikte köylüler, ekonomik yapı içerisinde işlevsiz unsurlar olarak tanımlanmaktadır. Çünkü, köylülerin kontrol ettiği arazi kaynakları, sermaye tarafından ekonomik olarak daha verimli bir şekilde işletilebilmektedir. Bu ticari dönüşüm sürecinde köylülüğün tasfiyesi kaçınılmazdır.