• Sonuç bulunamadı

III. MURAD Bâkî:

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KAHRAMANLIK:

V. 5- III. MURAD Bâkî:

Bâkî, III.Murad’a sunduğu kasidelerinde en fazla onun kahramanlık yönünü övmüş; fakat övgü kalıplarına yer vermemiştir. Kahramanlıklarıyla ünlü Sam ile Neriman’a teşbih etmiştir. Kılıcını över. Düşman üzerindeki başarısını dile getirmiştir. Güç ve kudrette aslana benzetir. Ayrıca övgüsünü yaparken çeşitli tabiat unsurlarıyla çeşitli benzetmeler yapmıştır.

Zūr-ı dest-i devleti gürz-i girān-ı ŝaţveti

Düşmen üzre ħamle-i Sām u Nerîmān eyledi (7-19/23)

Sillesiyle kendüye geldi şecā ‘at lā-cerem

Düşmen-i dîne hücūm-ı şîr-i ġarrān eyledi (7-20/23)

Devletinin elinin gücü, ezip geçen bir gürzdür ve düşmanın Sam187 ve Neriman’ın188 hamlesi gibi hamle yapmıştır. Din düşmanlarının üstüne bir aslan gibi kükreyerek hücum etmiştir.

Şeb-çerāg-ı žulmet-i žulm eyledi şemşîrüñi

Çarĥ-ı gerdān tîġüñ elmāsın dıraĥşān eyledi (7-28/23)

Allah, onun kılıcını zulüm karanlığını aydınlatan mum yapmıştır. Dönen felek de kılıcının elmasını parlatmıştır.

Memālik žıll-ı rif‘atde ĥalā‘iķ ĥāb-ı rāhatde

Cihān āsûde ‘adlinde zamān emn ü emān üzre (8-12/25) Hirāsān oldı a‘yān-ı Ĥorāsān gözlerin açdı

Düşelden şu‘le-i şemşìri Âźerbāycān üzre (8-13/25) Dilerse aķıdur āb-ı revānı ĥāk-i Tebrìze

Dilerse ĥāk-i Tebrìzi döker āb-ı revān üzre (8-14/25)

187 “Sam, Neriman’ın oğlu olup çok kuvvetli imiş.” İskender PALA, a.g.e., s. 465

188 “Neriman, Rüstem’in dedesi olam Sam’ın babasıdır. İran mitolojisinde adı oğlu Sam’ın yiğitliği ile anılır. Özellikle kasidelerde övülen kişi kahramanlığı bakımından Neriman’a benzetilir.” İskender PALA, a.g.e., s. 427

Kılıcının kıvılcımları Azerbaycan üzerine düştüğünden beri zaman dinsiz düşmanın harmanını ateşe vermiştir. İsterse, Tebriz toprağına akarsu akıtır. Dilerse Tebriz toprağını akarsu üzerine döker.

Cinânî:

Cinânî, III.Murad’a sunduğu kasidelerinde şâh-ı zafer-rehber, dâver-i âli-neseb, fermân-güzâr-ı şerk u garb, husrev-i Dârâ-der, Cem-haşmet, Sencer-alem, şîr-i vegâ, seyf-i hudâ, Dârâ-haşem, husrev-i Dârâ-şevket, Kahramân-zûr, Sikender-der, şîr-i kuhsâr-ı vegâ, Dâver-i Dârâ-şevket, sâhib-i seyf ü kalem, Fâtih-i iklîm u husûn, Pâdişâh-ı Cem-haşmet, Hijebr-i kûh-ı vegâ, Şîr-i pîşe-i heycâ gibi ifadelerle en fazla kahramanlığına övmüştür. Sancak redifli kasidesinde sancak ile ilgili çeşitli imajlar kurarak onun kahramanlığına atıflarda bulunmuştur.

Dāver-i ‘ālî-neseb fermān-güzār-ı şarķ u ġarb

Ĥüsrev-i Dārā-der ü Cem-ħaşmet ü Sencer-‘alem (1-8/9)

Soyu yüce insaflı bir hükümdardır. Doğudan batıya kadar her yere fermanı ulaşır. Dara gibi güçlü, Cem gibi haşmetli, Sencer gibi sancaklıdır.

Pādişāh-ı heft-kişver Ħażret-i Sulţân Murād

Kim bulur nāmıyla anun zînet ü zîver ‘alem (1-9/9)

Sancak, yedi ülkenin padişahı Sultan Murad’ın namıyla süs ve bezek bulmuştur. Saba rüzgarı, onun postacısı olup dünyayı gezer. Sancak da ona köle olmuştur.

O, İslam milletini korumak için gelmiştir. Sancak onun üstüne hüma kuşu gibi kol kanat germiştir. Gökyüzü de tepesinde mavi renkli çadırını kurmuştur. Sarı ışıklarıyla güneş de yüce gölgesinde sancak dikmiştir. Bahar dalı ise ona hizmet etmeye niyet edip şereflendirmek için gül bahçesinde serviden yeşil sancak dikmiştir. Sancak, güneşin ateşi ve ışığından sakınması için başına çadır kurar.

İşigin mevā‘ ķılaldan müntehādur sidreden

Ķubbe-i eflāk ile olmış durur hem-ser ‘alem (1-16/10)

Sancak, onun eşiğini yurt edineli en yüksek makama189 ulaşmıştır. En yüksek makam olan sidretü’l-müntehâ arşın sağ yanında bir ağaçtır ki ötesine hiçbir mahluk geçemez. Feleklerin kubbesiyle arkadaş olmuştur. Sancak onun savaşında ne zaman

189 “Südretü’l-müntehâ, arşın sağ yanında bir ağaçtır ki ötesine hiçbir mahluk geçemez. Sidretü’l-müntehâ’yı, beşerî ilmin son haddi olarak îzâh edenler vardır; ötesi Allah’ın zât âlemidir.” Ferit DEVELLİOĞLU, a.g.e., s. 591.

kırmızı parçasını açsa o anda dünyayı kanla doldurur. Çünkü doğrulukla onun yanında yer edinmiş, onun yolunda eteğini ortaya koymuş hizmet eder. Savaş olsa üstüne titreyerek onu bir ayak üstüne dikilmiş olarak akşama kadar bekler. Dünyanın savaş meydanını baştan başa gezse başını top yapıp meydana koymaktan asla kederlenmez. Boynuna tılsımlar takıldığı için düşmanın keskin kılıcından korkmaz. Öyle bir dilaverdir ki yerinde sabit durup bekler. Bu yüzden başına altın ve gümüşten miğfer takılsa şaşılmaz.

Sancak, onun kulları, gölgesinde dünya ülkesini seyretsin diye İskender’in aynası olmuştur.

Ĥūn-ı düşmen baĥr-ı aĥdar rezm-gāhuñ keştîdür Bād-bān ile aña olmış durur lenger ‘alem (1-35/11)

Düşmanın kanı yeşil deniz, savaş meydanında gemidir. Sancak da ona yelken ile çapa olmuştur. Ayrıca onun üstünlükler kazanmış askerleriyle düşman ordusunun tepesine direk ve minber olmuştur. Bazen ağzını açıp bir anda düşmanı yutar. Savaş zamanı düşmana yedi başlı ejderha görünür.

Dāver-i Cem-‘azāmet Husrev-i Sulţân Murâd

Ķahramān-zūr u Sikender-der ü Cemşîd-mekān (22-27/74) Ululukta, büyüklükte Cem, Dara ve Hüsrev gibidir. Kahramanlıkta ve güçte Kahraman ve İskender gibidir. Cemşid mekanlıdır.

Şîr-i kuhsār-ı vegā Ħażret-i Sulţān Murād

Bendesi şāh-ı ‘Acem dergehinüñ bir ķulı Hān (22-28/75) O, savaş dağının aslanıdır. Acem padişahı, dergahının kölesi, Hân da kuludur.

Nāvek-i ķahrı ile ķavm-i ‘adū mūte‘sil

Tîġ-i ser-tîzi ile ĥaŝm-ı ‘adū müstehlek (23-25/78)

O, kahrının oku ile düşman kavmini kökünden koparıp atar. Keskin kılıcı ile düşmanını tüketip bitirir. Öyle ki düşmanı güneş olsa, onun yanında bir zerre kadardır. Diğer memleketlerin padişahları onun kulu kölesidir. Her biri binlerce hediyeler gönderir.

Kabża-i ķudretine ķavs-i ķuzaĥ şekl-i kemān Destine nîze-i Mirrîh felek de nāvek (23-29/79)

Gök kuşağı kudretinin kabzasına yay, Mirrih eline mızrak gökyüzü de oktur. Mayası bozuk, soysuz düşman savaşına başlasa, her köşeden kulağına en nusrete lek

ayeti erişir. Nereye gitse fetih ve zafer onun kılavuzdur. Nereye gitmeyi arzu ederse doğruluk yolu ona yol olur.

Görinen her gice encümle sipihri ŝanmañ

Çekmege çarĥ aña ihzâr ider altunlu bîlek (23-33/79)

Her gece yıldızla görünen gökyüzü değildir. Felek, ona altınlı bilek çekmek için hazırlanmaktadır.

Nesr-i ţā‘ir ŝaķınup lerze ider tîrinden

Ĥaŝm içün alsa ele ‘arŝa-i rezm içre kemān (25-33/87)

Savaş meydanında düşmanı için eline yay alsa, Batı yönünde görülen yıldız onun okunun korkusundan sakınıp tir tir titrer.

Hijebr-i kūh-ı veġā şîr-i pîşe-i heycā

Cenāb-ı Ħażret-i Sulţān Murād-ı ‘Osmānî (26-23/89)

Osmanlı Devleti’nin padişahı Sultan Murad Hazretleri, savaş dağının ve ormanının aslanıdır. Doğunun ve batının bekçisidir. Tebriz vilayetini ve Kaşan şehrini alarak kızılbaşın gözünden kanlı yaşlar akmıştır. Onun bir kölesi serdar olup doğu memleketinin padişahının sülalesini ayağına kadar getirmiştir. En hakir kuluna kır al deyip emretse zafer kılıcıyla kralı kırıp alır.

Atını ne tarafa sürse binlerce şahı mat eder. At sürme nazı ona verilmiştir. Devletin atı, Arap atının arkadaşıdır. Horasan atı ona denk olamaz. Padişahlık kösü, savaş turasıyla çalınsa Avrupalıların ve Rusların gönlüne titreme düşer. Savaş meydanında dolaşsa kimse onun üzengisine yapışamaz.

Derzizade Ulvî Çelebi:

Derzizade Ulvî Çelebi onun kahramanlık yönünü överken dâver-i Efrîdûn-fer ifadesini kullanarak güç ve kudrette Feridun’a benzetir. Padişahın kılıcına ile kemerine dikkat çeker, övgüler yağdırır. Onun kemeri üstünlük, kılıcı da zaferdir. Kemerindeki kılıcının şemsesine bakıldığında görülür ki kemeri bir gök kuşağı, kılıcı da parlak bir yaldızdır. Göğüs, onun kemeri ve kılıcıyla na’l-i eliftir. Ciğer, kılıcı ve kemeriyle yaralarla lale bahçesine dönmüştür.

Ĥân-ı Murâd’ı kemer-i tìġ ile gördükde didüm Biri nuŝret kemeridür birisi tìġ-ı žafer (16-20/92)

Kemeri ķavs-i ķuzaħ tìġ-i kemeri itdi kemend Kemerüñde idegör şemse-i tìġına nažar (16-22/92) Sìne bir na‘l-i elifdür kemer ü tìġüñ ile

Lâle-zâr oldı ciger dâġ ile çün tìġ u kemer (16-23/92) Tîġ-i Dahhâk ile bakmaz kemer-i Cemşid’e

Kemer u tîġ ile ol dâver-i Efrîdûn-fer (16-24/92)

Feridun gibi güçlü hükümdar, kılıç ve kemerle Cemşid’in kemerine Dahhak’ın kılıcıyla bakmaz.

Böyle şâh-âne kemer böyle güzel tìġ olmaz

Gerçi tìġ ü kemere mâlik olupdur niçeler (16-28/92)

Bir çok padişah kılıç ve kemere sahip olmuştur; ama onunki gibi güzel bir kılıç ve kemere sahip olamamışlardır.

Gelibolulu Mustafa Âli:

Gelibolulu Mustafa Âli İskender-i sânî, ser-efrâz-ı Gazanfer-fer, şeh-i Efrasiyâb-efser, şeh-i sikender-der, cihân-dâr-ı muzaffer, hüsrev-i sâhib-kıran, husrev-i Feridûn-fer, Sikender, hüsrev-i cihândâr, şehriyâr-ı cihândâr gibi ifadeler kullanarak onu kahramanlıklarıyla ünlü şahsiyetlere teşbih eder.

Şair, onu, güç ve kudrette Hazret-i Ali’ye ve İskender’e benzetir. Ser-efrâz-ı Gazanfer-fer şeh-i Efrasiyâb-efser

Şehenşâh-ı Sikender-der Güzîn-i Âl-i Ośmânî (17-20/58)

Hazret-i Ali gibi kuvvetli ve üstün bir padişah, Afrasiyab taçlı, İskender gibi güçlü padişahlar padişahı, Osmanlı Devleti’nin seçkinidir. Kaza gibi kuvvetli, feza gibi geniş, kader gibi kudretli padişahtır. Dünyanın genç sultanı, sultanların sultanıdır.

Şair, kılıç üzerine tasvirler yaparak onun kahramanlığını över. Žannum budur ki böyle şehenşâha irmedi

Gerçi yanaşdı çoķ şeh-i kişver-sitâna tîġ (24-21/78)

Kılıç, ülkeler zapteden bir çok padişaha yanaşmıştır; ama onun gibi padişahlar padişahına ulaşamamıştır.

Kimdür ol pâdişâhdur ki gülistân-ı ‘adlinüñ Her berk-i sûsenî görinür düşmâna tîġ (24-22/78)

Virse nesîme ĥırmen-i iĥsânı giyâh

Reşk elleriyle çaķ çekilür Kehkeşâna tîġ (24-23/78)

Onun adalet gülbahçesindeki her bir susamın yaprağı, düşmana kılıç gibi görünür. Hançerinin sesi ayyuka ermiş, öfkesinin seli yer ve zamana kılıç çekmiştir. Devletin büyüklüğü, padişaha yakışır bir kılıç olmuştur.

Ey şâh-ı ser-firâz ele alma kemânuñı

Câyiz ki ĥavf idüp düşe vehm ü gümâna tîġ (24-27/78)

Başını yukarıda tutan o padişah eline yay aldığında kılıç bile korkudan vehim ve şüpheye düşer. Onun savaş meydanlarındaki hücumundan zamanın saf çekenleri ölür. Fil gibi yürekli her kişi onun sert ve haşin atından kaçar.

Cihânuñ erd-i şîri Ħażret-i Sulţân Murâd ol kim Şerâr-ı tîġi hâlâ âteş-endâz oldı Şirvâna (38-14/108)

Sultan Murad hazretleri dünyanın öfkeli aslanıdır. Onun kılıcının kıvılcımları Şirvan’a ateş saçar.

Kemânı baş eger yanındaki şemşîr-i ser-tîze

Hadengi cân atup canlar virürdi bulsa ķurbâna (38-16/109) Yayı, yanındaki keskin kılıca baş eğer. Oku, can atıp bulsa kurbana canlar verir. Haşimî:

Haşimî, III.Murad’ın kahramanlığını överken Erdişîr-i şîr-sıfat, Keykubad Sâmi, pençe-i bâzû-yı kuvveti ifadelerini kullanmıştır. Güç ve kudrette aslana benzetmiştir. Savaş aletleriyle ilgili teşbihler yapmıştır.

Şaire göre o kahrının ateşiyle düşmanları yakıp kül eden bir Keykubad’dır. Bir Keykūbāddur ki yaķup nār-ı ķahr ile

Düşmenleri kül eyledi dāġ-ı siyāseti (6-6/52) Bir Erdişîr-i şîr-sıfatdur ki dā‘imā

Ġālib cihāna pençe-i bāzū-yı ķuvveti (6-7/52) Bir Sām’dur ki sām-süvārı zebūn ider

Bir mārdurki māhì-i deryā-yı ĥūn olur

Heycā deminde nāvek-i ejder mehābeti (6-9/52) Bir kūy-i zerle beñzerdi ķuyruķlı yılduza

Ferķ-ı felekde perçem-i tuġıyla rāyet (6-10/53)

Aslan gibi Erdişîrdir. Daima kuvvetinin pazısının pençesi dünyaya galip gelmiştir. O öyle bir Samidir ki onun mutluluk atı, güneş gibi meydana çıksa Sam gibi at binicisini bile aciz bırakır. Bir yılandır ki savaş meydanında ejdere benzeyen oku, korkunçluğu ile kan denizinin balığı olur. Tuğunun ve sancağının perçemi, feleğin başında bir altın topla kuyruklu yıldıza benzer.

Nev’î:

Nev’î Dârâ-yı dâd-ger, haşmet-i İskender, heybet-i Zâl, dilîr-i ‘arsa-i devlet ifadelerini kullanarak III. Murad’ı tarihte kahramanlıklarıyla ünlü şahsiyetlere benzetmiştir. Bazen de onlardan daha üstün olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca padişahın öfkesini kullanırken çeşitli benzetmeler kurmuş, mübalağalı bir şekilde övmüştür.

Şaire göre III.Murad daima zaferler kazanmış bir önder; insaflı, kahraman bir Dârâ; İskender gibi haşmetli, Zal gibi heybetlidir.

Nedür bu ţal‘at-i ĥurşîd ü fıţnat-ı Cemşîd

Nedür bu ħaşmet-i İskenderî vü heybet-i Zâl (XXIX-9/91) Bâġ-ı luţfuñdan sekiz cennet şemîm-i kemterîn

Nâr-ı kaħruñdan yidi duzâĥ şerâr-ı muĥtaŝar (XII-4/33) Bir elinde ĥâtem-i devlet bir elde tîġ-i žafer

Muŝaĥĥar oldı saña milket-i yemîn ü şimâl (XXIX-18/92)

Nev’î, III.Murad’ın öfkesini bir ateşe benzetir ve onun yanında cehennemin bir kıvılcım olduğunu belirtir. Yiğitlik, onun huyundan bir parçadır. Bir elinde devletin mührü, bir elinde zafer kılıcı ile memleketin kuzeyini ve güneyini ele geçirmiştir.

Senüñ yed-i žaferüñ muşt-ile ider ĥâmun

Taħammül eyleyimez bildi zûr-ı bâzuña

Çekildi çarĥ-ı berîne kemân-ı Rüstem-i Zâl (XXIX-20/92)

Düşmanın başında dağ gibi miğfer olsa, onun zafer eli bir yumrukla onu dümdüz bir ovaya çevirir. Öyle ki Zal oğlu Rüstem’in yayı, onun pazısının gücüne dayanamayacağını anlayınca feleğin en katına çıkmıştır.

Vücûd-ı ĥaŝmuñı ‘âlemde mün‘adim ķılduñ

Miśâl-i mûy-ı miyân u dehân-i mehrûyân (XXXVIII-27/118) Düşmanın vücudunu, ay yüzlülerin ağızları ve ince belleri gibi bu dünyada yok etmiştir. Savaş meydanında düşmana karşı durup kılıcın dili küllü men ‘aleyhâ fân ayetini okur.

Eger işâret-i ķahr ide çîn-i ebrûsı

Ne rây-ı Hind ü ne fagfûr ķala ne ĥâkân (XXXVIII-11/117) O, kaşının kıvrımıyla bir öfke işareti yapsa ne Hind’in ve Çin’in ne de Hakan bayrağı kalır. III. MURAD