• Sonuç bulunamadı

X, 113

Sultan Mahmud-ı sânî hazretleri şehzâdeliğinde Sultan Selim Hân-ı sâlis hazretleriyle birlikte kafes-nişin-i musâhabet olduğu zaman andan aldığı dersleri pek a'lî bellemiş ve şahin gibi kafesten çıkup da taht-ı saltanata cülûs ettiği gibi mütegallibe ve hususuyla Yeniçeri eşkıyasının izâlelerini tasmim eylemiş idi. Bin ikiyüz yirmi yedi tarihinde bu sıra Halet Efendi’ye açup andan hâlîsâne hıdmet umardı. Halet Efendi ise taşradaki mütegallibenin te’dibi hakkında fevka’l-âde ifrât ile şiddet göstermekte olduğu hâlde Yeniçeriler terbiyesi emrinde münâfıkâne ve hile-kârâne bir yol tutup her gün bir azar u bahane bularak ve türlü desîseler ile Pâdişâh-ı müşârün-ileyhi aldatup avutarak Yeniçeri bahsini te’hirâta düşürdü. Ve kendi mevk'ini muhafaza içün taşra me’murlarını sevip hâsıl ettiği mebâliğ-i külliyeyi Yeniçeri müteneffizlerine ve sair lazım gelenlere bezl ederdi. İlcâât-ı zamaniyeye nazaren Devlet-i Aliyyece tecdid-i usûl ile işe

59 U yuklam ak

yarayacak bir asker tedârik-i lâzıme-i hâlden bulunmağla Enderûn-ı hümâyun ricalinden Silahdar-ı Şehriyârî Ali Beğ gibi bazıları eski usûl ve âdetleri takbih ile Yeniçeri Ocağının ref' ü ilgası emrinde re’y-i şâhâneye muvafık iseler de Başçukadar Seyyid Ömer Ağa ve Beberbaşı Ali Ağa gibi bazıları dahi Enderûn-ı hümayunca meri’yyü’l- icrâ olan usûl u rüsum-ı kadimenin tağyir ü tebdilini asla tecviz etmediklerine ve sınıf-ı askeride tebdilât-ı icrâ olunduğu takdirde Enderûn-ı hümâyuna dahi sirayet edeceğine (114) mebni tebdil-i usulden ictinâb ve bu cihetle eski ocakların gayretini güderek Halet Efendi tarafını istishâb ederlerdi.

Ale’l-husus Ömer Ağa pek ziyâde kaide-perest olduğu cihetle zât-ı şâhâneyi pek ziyâde sıkardı fakat sâdık ve muhlis bir âdem olmağla taraf-ı hümâyundan pek ziyâde hürmet ve riâyet görür vuku'ül-kalp ve ceriyyü’l-lisân olmağla her dediğini yürütür idi.

Zât-ı şâhâne Bîrûn’da yeniçerilerin sıkısı ve Enderûnda bir takım teşrifât-ı kadime ve usûl ü rüsum-ı âdiye baskısı altında sıkılup kendisini bir ma'nevî kafes içinde görmekle yeniçerileri bitürüp ve o misüllü vâhî kayd60 u bendleri kırupta nefes almak ve tecdîd-i usûl ile devletini dû-çâr olduğu perişanlıktan kurtarmak çaresini aramaktan ve emniyet eylediği zevâtın ağızlarını araştırmaktan eğerçe gerü durmaz idi. Lâkin Halet Efendi her kapıyı sed ü bend ile bu bahiste kimseye meydan vermezdi. Ve perde arkasından oynattığı bâzîçe-i hayalin hakikatini keşf ile taraf-ı hümâyuna arz u ifâde edebilecek zevâtı birer desîse ile ya ahirete veya taşrada bir me’muriyete gönderir ve mühim ü nâzik, makam u me’muriyetlere hep nâ-ehilleri geçirür idi. Ve o makule nâ- ehiller mehâmm-ı umûrun idaresinden âciz olarak daima Halet Efendi’ye müraca'at ederler ve bir ârıza zuhûrunda uhdesinden gelemeyüp Halet Efendi ise i'tâyâ-yı vâfîre

ile celb eylediği Yeniçeri rüesâsı ve ustasıyla hal-i müşkil ederek vücud-ı devlete kimyâ ve herkesin derdine devâ olmak ma'nâsını imâ eyler idi. Ve yeniçeri rüesasının müteneffizleri hep anın meclûbu olmağla icabına göre anlara bir takım nümâyişler ettirerek taraf-ı saltanatı tehdid ile Enderûn u Birûn’da merâmını husûle getürdi. Ve ikbâlinin ve belki ömrünün devam u imtidâdını bir türlü desîse dolaplarının dönmesine menût bildiğinden yeniçeri gayretini güder ve daima el altından yeniçeri ocağını muhafaza eder idi. Ve taraf-ı hümâyun dahi bir başka lisan kullanırdı.

Zîrde beyân olunacak vekayi'-i mühimme hep bu esasa müstenid olduğundan vekayi'-i mezkûre mütâla'a olunur iken mukaddemât-ı meşrûhadır hâtır olunmalıdır.

(115) Halet Efendi, Şeyhülislam-ı esbak Şerif Efendi’nin dairesi hademesinden ve kudâttan Kırımî Hüseyin Efendi’nin oğludur. O dairede hem gürûh-ı etbâ' ile beraber

hıdmet ve hem okuyup yazmağa gayret edermiş. Pederi gibi o dahi ol asrın hükmünce ulemâ-yı resmiye etbâ'ına tarik-i ta'ayyüş ittihâz olunan tarik-i kazâya dahil olmuş idi.

Şerif Efendi’nin vefatında bir müddet oğlu Atâullah Efendi’nin yanında kalup ba'dehû ânın yanından ayrılarak rikâb-ı hümâyun re’isi bulunan Mehmed Raşid Efendi’ye mühürdâr yamaklığıyla hıdmet etmiştir.

Bazı esbaba mebni ânın dairesinden dahi ayrılarak Rumeli valisi Ebubekir Sâmî Paşa dairesine intisâb etmek üzere Manastıra gitmiş ise de orada mültefit olmadığından bir müddet Ohrili Ahmed Paşa dairesinde hıdmet ve ba'dehû Yenişehir Fenâri nâ’ibine kethüdâ olarak ol tarafa azîmet vü avdet ile Galata Mevlevi-hânesi Şeyhi şa'ir-i meşhur Galib Dede Efendi’ye kesb-i teredüd ve intisab etmiştir. Aklâma devam etmemiş ve yoluyla ders görmemiş iken gayet zeki ve fatîn olduğundan istihdam ile usûl-i imlâ ve kitâbet tahsil edüp güzelce iş'âr dahi söylerdi. Ve talikü’l-lisân ve azabü’l-beyân ve

muhâverât ve muhâzarâtta faikü’l-akrân idi. Bu cihetle kendisini Galib Dede’ye sevdirmişdi. Ve bu münasebetle Rasih Mustafa Efendi, Zahire Nazırı iken ânın ve ba'dehû Kasapbaşı Hacı Mehmed Ağa’nın hıdmet kitaplarında bulunduktan sonra derya tercümanı Kalimakioğlu’nun hıdmet-i kitâbetini ihtiyâr ederek Fenerlü takımıyla zevk ü şevke dalmış idi. Ve bu vesile ile rikâb-ı hümâyun kethüdası Mustafa Reşid Efendi’ye çatup Beğlik-kesedârı ma'iyetinde istihdam olunmak üzere def'aten uhdesine hocalık rütbesi tevcih ve çok geçmeyüp Başmuhasebe pâyesiyle Paris elçisi nasb u ta'yin buyrulmuş idi. Paris’den avdetinde Beğlikci ve iki ay geçmez Safî Efendi yerine rikâb-ı hümâyun re’isi olmuş ise de Fransız eçisinin şikâyetiyle ve Faik Efendi’nin rivayetine göre Tayyar Paşa’nın si'âyetleriyle yirmi iki şevvalinde azl ve Kütahya’ya nefi ile yerine Canib Efendi nasb edildi. Ba'dehû Halet Efendi afv u ıtlak ile Dersaadet’e avdetinden üç ay mürur etmeksizin Bağdad’a gönderildi. Ol emir de ifâ-yı me’muriyete muvaffak olamayup eli boş avdet etmiş iken Musula geldikte Abdülcelil-zâde ile Baban sancağı mutasarrıfı Abdurrahman Paşa’yı ittifak ettirerek ânların iânesiyle Bağdad valisi Süleyman Paşa’yı idam ve yerine kethüdâsı Abdullah Ağa’yı nasb ile Bağdad’dan küllî akça tahsiline muvaffak ve meşkürü’l-mesai olarak yirmi beş senesi evâhirinde Dersaadet’e geldi. Ve çok geçmeyüp rikâb-ı hümâyun kethüdâlığıyla mesrûr ve muhabere-yi me’mur oldu.

(116) El-hâsıl Halet Efendi’nin evâ’il-i hâlinde tâli' yâver olmadığı cihetle daire be-daire dolaşup bir yerde pertev olamadığı hâlde Fenerlüler ile ihtilâtı şem'-i ikbâl

şu'le-dâr olmasına sebeb olmağla bi’t-tabi' anlara ma’il idi. Ve iş'âl ettiği desîse-i fenârînin cüzi’ bir sebeble sönebileceğini bildiği cihetle buluttan nem kapar ve her esen rûzgârdan sakınur. Hele yeniçerilerin terbiyesi bahsinde başkasının mahrem-i esrâr-ı

şehriyârî olması akl u şu'ûruna dokunur idi. Ve beka-yı ikbâli içün her fenâlığı yapardı ve kimesneye acımayup bu uğurda evlâdı olsa fedâ ederdi. Ve yeniçerilerin terbiyesi emrini te’hir içün vakit kazanmak üzere te’dib-i mütegallibe ta'biriyle daima taşralarda bir vâkı'a ihdâs ile Padişahı işgal ederdi. Vâkıâ taşralarda terbiyeye müstahak çok kimseler var idi lâkin te’dib-i mütegallibe ta'biri bir çok suistimalâta vesile olarak ashâb-ı agrâz birbirini kırmağa yol bulur ve eşrâf ve vücûh-i memleketten nice bî-günah âdemler beyhûde telef olur idi. Fi’l-vâki' mütegallibeyi şeri' ve kanun dairesinde terbiye etmek lazımdır lâkin memleketten bütün vücûh u eşrâfını birer bahane ile kırmak, bağçenin çiçeklerini yolupta çırçıplak bırakmak gibidir.

Halet Efendi buralara atf-ı nazar etmeyüp ve adl ü hakkaniyet yolunu gözetmeyüp hemen zebûn-küşlük vâdisinde her kime gücü yeter ise anın işini bitirir ve dişlice olanlar bir müddet dayanup durur idi. Ve devlet o kadar cüzi’yyât-ı umûr ile meşgul olurdu ki küllîyâtı umûra bakmaya vakit bulamazdı.

Taşralardaki mütegallibe gürûhu dahi cân u mallarını muhafaza içün esbâb-ı müdafa'ası ikmâl ile meşgul olarak andan başka bir şey düşünmeğe vakitleri müsa'id olamazdı.

Ol vakit vükelâ içinde değerli zâtlar az kalup anlar dahi Halet Efendi’nin şerrinden havf u ihtirâz ile müdâhineye mebur idiler.

Benzer Belgeler