• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. İstismar Sürecinde Anne Olmak

İstismarın gerçekleştiği andan itibaren sonraki tüm süreçlerde anne olmakla ilgili, bazen annelerin katıldığı bazen de katılmadığı birçok araştırma yapılmıştır. 1950’li yıllardan itibaren babasının cinsel istismarına maruz bırakılmış çocukların anneleriyle ilgili yapılan araştırmalarda, derlemelerde annelere ilişkin pek çok bilgi aktarılmıştır. Bu bilgilerin içinde daha çok annelerin davranışlarının nasıl istismara yol açabildiği, annelerin kadınlık ve annelik rollerini aksatarak baba kız cinsel istismarında kilit rol oynayabildiği, annelerin yakın çevreleri tarafından olabildiği gibi uzmanlar tarafından da suçlanabildiği yer almaktadır (Machotka ve ark., 1967; Wattenberg, 1985). Baba kız cinsel istismarı araştırmalarında annelerin kilit rol oynadığı sıkça öne sürülse de annelerle doğrudan yapılan araştırmaların çok kısıtlı olduğu görülmektedir. Johnson (1992) doktora çalışması kapsamında baba tarafından cinsel istismara maruz bırakılan çocukların anneleri ile doğrudan çalışarak onların ne yaşadığını anlamaya çalışmıştır. Türkiye’de ise geçmiş yıllara göre istismarla ilgili farkındalık ve çalışmalar artmış olsa da, aile içi cinsel istismar sürecinde anneleri anlamaya yönelik çalışmaların oldukça nadir olduğu görülmektedir.

Babası tarafından cinsel istismara maruz bırakılan kız çocukları anneleri açısından bu olayın çok yıkıcı olduğu düşünülmektedir, çünkü çocuklarıyla, kendileriyle ve fail olan eşleriyle ilgili duyguları çok karışık olabilmektedir. Anneler kendileriyle ilgili üzüntü, çaresizlik, öfke, suçlama, şok duygularını yaşarken; kızlarıyla ilgili üzüntü, öfke, gelecekte ne olacak kaygısı; fail olan babaya karşı ise öfke, üzüntü gibi duygular yaşayabilmektedir (Gavey ve ark., 1990; Mayekiso ve Mbokazi, 2007). Bazı araştırmalarda ise annelerin her ne kadar istismarı gerçekleştiren babaya son derece öfkeli olsalar da bazı annelerin eşlerinin hasta olduğunu ve onlara yardım etme sorumluluğunu hissettiklerini saptamışlardır (Fong ve Walsh-Bowers, 1998; Orr, 1995). Araştırmaya katılan anneler istismar sahnesini doğrudan gördüklerinde ya da çocuğu tarafından bunu duyduklarında da şoka girdikleri, donuklaştıkları ve hissizleştiklerinden söz etmişlerdir.

Birçok araştırmada annelerin yaşadığı şok duygusu saptanmıştır (Fong ve Walsh-Bowers, 1998; Gavey ve ark.,1990; Green, 1996). Burada şokun nasıl yorumlandığının önemli olduğu düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar annenin duruma inanmamasını, cinsel istismara onay verdiğinin ya da iş birliği yaptığının bir göstergesi olarak yorumlarken (Brant ve Tisza, 1977; Ehrmin, 1996; Machotka ve ark., 1967; Taşğın ve Sarı, 2014); bazı araştırmalar ise bunun aslında doğal bir yas sürecinin ilk aşaması olan şok ve inkârın göstergesi olarak yorumlamaktadır (Fong ve Walsh-Bowers, 1998; Grosz, Kempe ve Kelly, 2000; Johnson, 1992; Myer, 1985). Anneler evliliklerine, ilişkilerine, eşlerine belki de çocuklarına ve kendilerine ilişkin kayıpla karşı karşıya kalmaktadır. İnkârın olası açıklamalarından birinin de annenin çocukluk döneminde kendisinin cinsel istismara maruz bırakılmış ve bunun sağlıklı bir şekilde çözülemediği için kızının yaşadığını görememesi olduğuna değinilmiştir (Kim ve ark., 2007; Lev-Wiesel, 2006). Hem tez kapsamında hem de alanyazında birçok araştırmada annelerin çoğunun (Myers, 1985) şok duygularına rağmen sağlıklı bir başa çıkma olsun ya da olmasın kısa sürede harekete geçtikleri saptanmıştır. Anneler duygusal olarak inkâr süreçleri tamamlanmasa bile, davranışsal olarak harekete geçmiş, yardım aramışlardır. Ancak Rahime de olabildiği gibi anne harekete geçse bile çocuk babasının tehditlerinden dolayı ifade vermek istememiş ve yıllarca susmuştur. Aynı evin içinde yaşamaya devam etseler dahi anne çocuklarını korumak için her ikisiyle aynı odada yatmaya başlamış, evde oldukları süre içerisinde göz kontrolüne almış, kendisi evde olmadığı zaman ise baba ve çocukların evde kalmalarına engel olmuş, babaannede zaman geçirmelerini sağlamıştır.

Şoktan sonra annelerin hissettiği ortak duygu öfke olmuştur. Anneler istismarı gerçekleştiren babalara öfke hissettiklerini belirtmişlerdir. Sinem ve Zahide babalardan ayrı olarak kızlarına karşı da öfke hissetiklerini belirtmişlerdir. Annelerin kızlarına karşı hissettikleri öfkenin sebebi neden istismar gerçekleşir gerçekleşmez kendilerine söylemedikleri ile ilgilidir. Alanyazındaki bilgiler ışığında annelerin süreçte fail olan eşlerine karşı da kızlarına karşı da öfkenin olabildiği görülmüştür (Fong ve Walsh-Bowers, 1998; Gavey ve ark.,1990; Green, 1996; Johnson, 1992; Mayekiso ve Mbokazi, 2007; Orr, 1995). Johnson’un (1992) aile içinde cinsel istismara maruz bırakılan kız çocukları anneleriyle yaptıkları çalışmada annelerin babalara duydukları öfke kadar, hak ettikleri cezayı almadıklarını düşündüklerini ve bu nedenle adalet sistemine de öfkeli oldukları saptanmıştır. Bazı araştırmalarda ise kız çocuklarının da kendilerini koruyamadıkları için annelerine öfkeli olduğu bulunmuştur (Jacobs, 1990; Sen ve Daniluk, 1995), ancak araştırmaya katılım sağlayan annelerdem elde edilen verilerde bu bilgiye rastlanmamıştır.

Araştırmaya katılım sağlayan annelerin bir diğer duygusu da suçluluktur. Alanyazın incelendiğinde aile içi cinsel istismar sürecinde annelerle yapılan araştırmalarda annelerin çocuklarını istismar yaşantısından koruyamadıkları için suçluluk hissettiği görülmektedir (Bell, 2003; Gqgabi ve Smit, 2019; Mayekiso ve Mbokazi, 2007). Kızlarına karşı hissettikleri öfkenin kendilerine dönmesi sonucunda suçluluk hissettikleri düşünülmektedir. Çünkü kızlarına karşı öfkenin sebebi olan “Niye bana söylemedi”

düşüncesi, “O söylemeden ben niye anlamadım” sorusuna dönüşmüştür. Annelerin suçluluk duygusunu ortaya çıkaran temel düşüncenin kadınlık ve annelik rollerine ilişkin görevlerini eksik yapmış olabilecekleri için istismarın ortaya çıkacağı olduğu görülmüştür. Yani annelerin zihinlerinde de belirlenen, bunun toplum tarafından biçimlendirildiği düşünülen, “ideal” bir kadın ve annelik bulunmaktadır (Gürcü, 2019).

İdeal kadın kocasının tüm ihtiyaçlarını karşılamalı, çalışsa dahi evi içi sorumluluklarını aksatmamalı, eşinin ailesiyle iyi geçinmeli ve orada da iş yapmalı, çocukları sevmeli ve çocuk istemeli, çocuklarının her ihtiyacını, sorunlarını söylemeden anlamalı ve çözüm bulmalıdır. Ancak çocuğun bakımından sorumlu en temelde iki kişi olması gerekirken, nasıl oldu da sorumluluğun sadece anneye verildiği günümüzde hala tartışma konusudur (Badinter, 2011; Gürcü, 2019). Suçluluk duygusuna sadece annelerin zihnindeki ideal rollerin neden olduğu düşünülmemektedir. Annelerin çocukları, yakın çevreleri ve uzmanlar tarafından da suçlanabildikleri bilinmektedir (Bell, 2003; Ehrmin, 1996; Ford,

Schindler ve Medway, 2001; Paslı, 2019; Toews, Cummings ve Williamson, 2018).

Reidy ve Hochstadt (1993) tarafından baba kız cinsel istismarıyla çalışan ruh sağlığı uzmanlarıyla yürüttükleri çalışmada, uzmanların yaklaşık %80’inin annelerin de istismarda sorumluluğu olduğunu düşündüklerini bulunmuştur. Annelerin hissettikleri bu duygunun olası bir nedeninin de çevrelerinden yansıtılan bu suçluluğu içselleştirmeleri olduğu düşünülmektedir.

Araştırmaya katılan annelerin süreç boyunca hissettikleri bir diğer duygu da üzüntüdür.

Üzüntünün kaynağı değişse de uzun yıllar boyunca hissedildiği belirtilmiştir. Gavey ve arkdaşları (1990) tarafından yapılan araştırmada annelerin hem kendi kayıplarıyla ilgili üzüntü yaşadıkları hem de kızlarıyla ilgili üzüntü yaşadıkları saptanmıştır. Mayekiso ve Mbokazi (2007) tarafından yapılan bir araştırmada ise annelerin istismar sonrasında üzüntü ve depresyon hissettikleri, araştırmaya katılan bazı annelerde intihar düşünceleri olduğu, öz bakımlarının düştüğü belirtilmiştir. Annelerin hissettiği bir diğer duygu da hem kendi geleceklerine hem de çocuklarının geleceklerine ilişkin duydukları kaygıdır.

Anneler yalnızca istismara maruz bırakılan çocuklar için değil, kardeşleri için de kaygılandıklarını belirtmişlerdir. Massat ve Lundy (1998) annelerin ilişkisel ve ekonomik kayıplarla karşı karşıya kalabileceğini saptamışlardır. İlişkisel kayıpların içinde annenin yalnız kalma, çocuklarını kaybetme, çevresi tarafından dışlanma, sevdiği ve güvendiği birini kaybetme gibi örnekler yer alırken, ekonomik kayıplarda özellikle evin gelirini sağlayan sadece baba ise geçimini sağlayamama, evden ayrılma gibi örnekler yer almaktadır (Mayekiso ve Mbokazi, 2007). Annelerin bir diğer kaygısının da çocuğun etiketlenip etiketlenmeyeceği ve bu durumun hayatının başka alanlarda karşısına çıkmasıdır. Etiketlenme kaygısının temelinde namus kavramının olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de bekâret hala önemli bir konu olarak görülmekte, cinsel şiddete maruz bırakılan kız çocukları ve kadınlar suçlanabilmektedir (Hamzaoğlu, 2019).

Paslı’nın (2019) çalışmasında istismar açığa çıktıktan sonra bunu duyan ve çevreye yayan, alay eden bireylerin de varlığından söz edilmektedir.

Araştırmaya katılan anneler bu duyguların yanı sıra güvensizlik duygularından da söz etmişlerdir. Güvendikleri bir insandan çocuklarına karşı böyle bir davranışın gerçekleştiğini öğrenen özellikle erkek bireylere karşı güvensiz hissettiklerini belirtmişlerdir. Dışarısının tehlikeli, ancak ev içinin güvenli olduğu algısıyla büyütülen çocukların, ev içinde güvendikleri babaları tarafından böyle bir yaşantıya maruz

bırakılmaları sadece çocuğun dünyanın güvenli bir yer algısını bozmamakta, aynı zamanda annenin de algısını bozmaktadır.

Her şeye rağmen istismar yaşantısı ortaya çıktığı, daha uzun sürmediği için annelerin deneyimlediği bir diğer duygu da rahatlama hissidir. Bu rahatlama hissi failin evden uzaklaşmasını, şiddet ortamının son bulmasını, ya diğer çocuklarım da istismara uğrasaydı düşüncesini içermektedir. Paslı’nın (2019) çalışmasında fail evden uzaklaştıktan sonra anne ve çocuklar arasındaki ilişkinin düzeldiği, annelerin iş yaşamına katılarak kendilerini güçlü hissettiklerine değinilmiştir. Otorite figürü olan ve şiddeti gerçekleştiren babanın evden uzaklaşmasıyla anneler hem hayatta kalmak için hem de çocuklarına bakabilmek için sorumluluk almışlardır.

Cinsel istismar süreci çocuklar üzerinde olduğu kadar, anneler üzerinde de yıkıcı etkilere sahip olabilmektedir. Her ne kadar alanyazının bir bölümünde anneler baba kız cinsel istismarının suçlusu olarak görülse de, birçok araştırmada annenin baba kız istismarında ikinci mağdur olduğu belirtilmektedir (Gavey ve ark.,1990; Herman, 1981; Massat ve Lundy, 1998). Cinsel istismar sonrasında annelerin fiziksel ve psikolojik sağlıkları bozulabilmektedir. Araştırmaya katılım sağlayan anneler de hem fiziksel hem de psikolojik sağlıklarının durumdan etkilendiklerini belirtmişlerdir. Alanyazına bakıldığında cinsel istismar sonrası annelerde depresyon, kaygı, uyku problemleri, TSSB, tükenmişlik, baş ağrıları gibi sorunlar görülebilmektedir (Elliott ve Carnes, 2001;

Mayekiso ve Mbokazi, 2007; Paslı, 2019). Cinsel istismar açığa çıkmadan önce de annelerin hayatında sosyal izolasyon, şiddet, travmatik yaşam deneyimleri gibi pek çok değişken olduğundan söz edilmiştir. Annelerin sağlığını doğrudan cinsel istismar yaşantısı etkiledi denilmese dahi, önemli bir risk etmeni olduğu düşünülmektedir.

Araştırmaya katılan annelerin duyguları ne olursa olsun harekete geçtikleri görülmüştür.

Alanyazında annelerin istismar sonrası eylemlerine bakıldığında bazı annelerin görmezden geldiği, harekete geçmediği ve çocuklarını korumadığı bilgisi yer alırken (Paslı, 2019); bazı araştırmalarda ise annelerin duygusal olarak inansın ya da inanmasın çocuklarını korumak yönünde harekete geçtikleri bilgisi yer almaktadır (Fong ve Walsh-Bowers, 1998; Johnson, 1992). Bizim çalışmamız bu ikinci bulguyu tam olarak desteklemiştir.