• Sonuç bulunamadı

33 olduğu gözlemlenmiştir. Bu çocuklar henüz bir yaşına bile ulaşmamış olduğu için, araştırmacılar beyin asimetrisi ve duygu arasındaki ilişkinin öğrenilmiş olmaktan çok, doğuştan gelen bir şey olduğunu savunur.” (Burger, 2017, s. 373).

Bu bulguları araştırmacılar olumlu ve olumsuz duygu durumu eşikleriyle açıklar.

Sağ yarıküre etkinliği yüksek olan bireylerin korku ya da üzüntü yaşaması için, çok şiddetli bir olumsuz olay yaşaması gerekmemektedir. Küçük bir düş kırıklığı ya da bir konuşmadaki kaba bir söz bu tarz bireylerin olumsuz duygu durumu eşiğini geçmelerini sağlayabilir. Etkinlik düzeyi aynı olmayan bireylerde olumsuz bir duygu uyandırmak için ise daha ciddi bir olumsuzluk gerekmektedir. Buna mukabil, sol yarıküre etkinliği yüksek bireylerin mutlu olması için sıradan bir olumlu olay yaşaması yeterlidir (Burger, 2017, s. 372).

Kısacası, alanda derinlemesine yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, sağ ve sol ön yarıkürelerimizdeki etkinlik düzeylerimiz gibi fizyolojik farklılıklar, yaşamda karşılaştığımız olaylara vereceğimiz duygusal tepkileri etkileyebilmektedir.

Kişilik kuramlarından olan biyolojik yaklaşımın önemli noktalarından biri, kişilik çalışmaları ve biyoloji arasında bir köprü kurmasıdır. Tarihsel süreç içerisinde kişilik araştırmacıları, insan davranışının biyolojik kökenini pek önemsememiştir. Fakat evrimsel bir tarihin ve bireysel genetik yapımızın bir ürünü olduğu gerçeğini artık kabul etmek gerekir. Ama bu biyolojik etkinin ne kadar olduğu hala üzerinde çalışılan alandır.

34 yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre insanlar sürekli olarak bilinçaltından davranışımızı biçimlendiren cinsel ve saldırgan içgüdülerin etkisi altındadırlar. Alandaki ikinci yaklaşım ise insanı, ileri düzeyde gelişmiş, laboratuvar faresinden farklı görmeyen davranışçı yaklaşımdır (Kurt ve Yıldız,2017, s. 298).

Psikoloji alanında çalışan bir çok araştırmacı, insan doğasını bu şekilde betimleyen bakış açılarının hiçbirini kabul etmemişlerdir. Freud’cu ve davranışçı yaklaşım insanın özgür iradesinden ve onuru gibi insana ait önemli boyutlardan bahsetmiyordu. Bunun yerine davranışın, kişisel seçimler yerine alt benlik, dürtü, öğrenme gibi olgular tarafından biçimlendirildiğini söylüyorlardı. Bu görüşlere tepki olarak insancıl yaklaşım üçüncü bir bakış açısı olarak ortaya çıktı (Ewen, 1998, s. 189).

İnsancıl yaklaşımın temel varsayımı, bireyin eylem ve davranışlarından kendi sorumlu olmasıdır. İnsanlar bazı durum ve olaylara karşı otomatik bir tepki gösterebilir, bilinçaltı dürtüler tarafından güdülenebilir, fakat her an birey kendi eylemlerine karar verme gücüne sahiptir. Herkesin iradesi özgürdür (Thorne, 2003, s. 24).

İnsancıl yaklaşımı savunan psikologlar, davranışlarımızın o an ne yapmak istediğimizi gösteren kişisel tercihlerimizi yansıttığını öne sürerler. İnsanlar ilişkilerini sürdürmeyi tercih eder fakat sürdürmek zorunda değildirler. İnsanlar edilgen olarak hareket etmeyi tercih edebilir ya da daha aktif bir şekilde hareket etmeye de karar verebilirler. İşe gitmeyi, arkadaşları ile görüşmeyi, yılbaşında çevredekilere hediye vermeyi tercih edebilirler. Aslında bunlardan hiçbirini yapmak zorunda değildirler. Bu tercihler için ödenilen bedel bazen ağır olabilir; fakat yine de bu tercihleri yapabilir (Thorne, 2003, s. 27). Freudyen ya da davranışçı bakış açısı, denetleyemediği güçlerin etkisi altında olan insan betimlemesinden farklı olarak, insancıl yaklaşıma sahip olan araştırmacılar insanları kendi yaşamlarını etkin bir şekilde şekillendiren, bazı fiziksel

35 kısıtlamalar dışında her şeyi değiştirme özgürlüğüne sahip varlıklar olarak görmektedirler.

Abraham Maslow (1908-1970) Güdülenme ve Gereksinimler Hiyerarşisi

Maslow’ın gereksinimler hiyerarşine girmeden önce konuyu daha iyi anlayabilmemiz için Burger bir karşılaştırma sunuyor;

“Bir anlığına, günümüz orta sınıf Amerikalısıyla, 1930’ların Büyük Bunalım zamanında çalışan bir işçinin kaygılarını karşılaştırın. Günümüzde maddi açıdan kendini güvenceye almış meslek sahibi insanlar, kişisel ilişkileri ya da toplumdaki konumları için kaygılanırlar. Çoğu, yaşamlarının ne yöne gittiğini düşünür, bir kısmı ise toplumsal hizmet projelerinde ya da yardım kuruluşlarında çalışarak doyum arar. Kitap okur, toplumsal sorunlar üzerine düşünür, sanat ya da edebiyat üzerine dersler alarak kendilerini geliştirirler.

Ancak 1930’larda çalışan iş gücünün üçte biri işini kaybettiği zaman, her şey çok daha farklıydı. Herhangi bir işe sahip olmak, en öncelikli gereksinimdi.

Yaşamın gidişatı üzerine düşünmek ve kendini geliştirmek için değişik şeyler denemek, günlük yaşam mücadelesiyle uğraşmak zorunda kalmayan, sınırlı bir zengin kesime ait bir lükstü sadece” (Burger, 2017, s. 429).

Amerika’daki büyük buhran dönemi işçileriyle, günümüz orta sınıf çalışanlarının birbirine zıt güdüleri, Maslow’un kişilik kuramıyla çok iyi örtüşmektedir (Burger, 2017, s. 429). Maslow iki tür güdü saplamıştır. Biri, ihtiyaç duyulan bir nesnenin eksikliğinden duyulan yetersizlik güdüsüdür. Aç kalma ve susuzluk gibi temel gereksinimler bu türe girer. Gereksinim duyulan nesne edinildiğinde, yetersizlik güdüleri doyuma ulaşır. Bu güdüler genellikle, diğer kişilik yaklaşımlarında ele alınan

36 gereksinimler olarak karşımıza çıkar. Örnek vermek gerekilirse Freud, insanların güdülenmesini gerginlik azaltma olarak tanımlamaktadır. Ona göre güdülenme sisteminin ana hedefi, gerginliğin olmadığı bir konuma dönmektir (Funk, 1982, s. 18).

Maslow, mukabele ummadan sevmek ve bireyin kendini gerçekleştirmesi gibi ihtiyaçlarını da büyüme ihtiyaçları olarak tanımlamaktadır. Yetersizlik ihtiyaçlarından yani açlık, barınma vb. farklı olarak büyüme ihtiyaçları, ihtiyaç duyulan şey edinildiğinde doyum sağlanmaz. Doyum duygusu, güdüyü dışa vurmakla yaşanmaktadır. Büyüme gereksinimini tatmin etmek oldukça eğlenceli bir davranıştır, hatta gereksinimin doyurulması o gereksinimin artmasına neden olabilir (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Maslow, yetersizlik ve büyüme gereksinimlerini beş ana sınıfa olarak ayırarak yaygın olarak bilinen gereksinimler hiyerarşisini ortaya koymuştur. Maslow’un ortaya koymuş olduğu gereksinimler hiyerarşisine göre bazı gereksinimlerin diğerlerinden daha önce giderilmesi gerekmektedir. İstisnai durumlar olsa da yüksek düzeydeki gereksinimler ile ilgilenmeden önce, düşük düzeydeki gereksinimlerimizi tatmin etmek gerekmektedir. Örneğin bir insan aç ise, öncelikli davranışı yemek bulmaya yönelik olacaktır. Bu gereksinim doyurulana kadar, yeni arkadaşlıklar ya da romantik bir ilişki kurmak o insanın ilgisi dışında olacaktır. Tabi ki bu gereksinim karşılandıktan sonra, bu tekrar ortaya çıkıp dikkatimizi dağıtabilir. Fakat hayat boyunca çoğu insan, kendini gerçekleştirme gereksinimi baskın hale gelene dek, bu hiyerarşide ilerlemektedir.

Maslow’a göre, insanların çok küçük bir kısmı kendini gerçekleştirme noktasına ulaşabilmektedir (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240). Şimdi Maslow’un gereksinimler hiyerarşisini ele alacak olursak;

37 Fizyolojik Gereksinimler: Açlık, susuzluk, nefes almak ve uyumak gibi hayatta kalmamamızı sağlayan fizyolojik gereksinimlerdir. Daha yüksek gereksinimlere doğru ilerlemek için öncelikle bu gereksinimlerimizi tatmin etmemiz gerekir. Tarihsel süreç içerisinde ve ne yazık ki günümüzde hala dünyanın pek çok yerinde, insanların birçoğunun yaşamı, bu temel gereksinimleri karşılamaya çalışmakla geçmektedir (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Güven Gereksinimi: Fizyolojik gereksinimler doyurulduğunda, güven gereksinimimiz ortaya çıkarak baskın hale gelir. Bu gereksinimler emniyet, istikrar, korunma, yapı ve düzen, korku ve karmaşadan kurtulmadır. Özellikle geleceği ön göremediğimizde ya da politik ve toplumsal istikrar tehdit altında olduğu zamanlarda, bu gereksinim daha belirgin hale gelmektedir. Güvenliğinin tehdit altında olduğunu düşünen insanlar, para biriktirerek birikim yapar, daha çok kazançlı ama riskli bir işler yerine, güvencesi yüksek daha az karlı işler tercih edilir. Bazı durumlarda örgütlü bir dinin ya da askeriyenin ön görülebilir düzenliliğini ararlar. Çok önemli bir nokta, kişisel gelişimleri güven gereksinimi düzeyinde takılıp kalmış, bu gereksinimlerini giderememiş insanlar, eğer düzen ve güven duygusu sağlıyorsa, mutsuz bir evliliğe ya da askeri bir diktatörlüğe bile katlanabilirler (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Ait Olma ve Sevgi Gereksinimleri: Orta sınıf insanların çoğunun yiyecek ve içecek gereksinimi ile güven gereksinimi, büyük oranda karşılanmıştır. Çoğunun işi, evi ve yemeği vardır. Bu düşük düzeyli gereksinimlerin karşılanması, mutluluk getirmez.

Zamanla arkadaşlık ve sevgi gereksinimi ortaya çıkar. Bu aşamada insan yoğun bir şekilde arkadaş, bir partner, hatta çocukların eksikliğini hisseder. Birey İnsanlarla ilişki kurmak, bir grupta ya da bir ailede ait olmak isteyecektir. Kimi yetişkinler, güven gereksinimlerinin etkisinde takılı kalıp enerjilerinin çoğunu çalışmaya ayırsa da bazı

38 bireyler arkadaşlarıyla ve sevdikleriyle geçirecekleri zamandan fedakârlık yapmalarına neden olacak bir iş hayatını tercih etmezler (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Saygı Gereksinimi: Ait olma ve sevgi gereksinimleri giderildiğinde,

dikkatimizin saygı gereksinimine yönelmesine neden olacaktır. Maslow saygı gereksinimi de ikiye ayırmıştır; Kendini yeterli görme ve başarılı olarak algılama gereksinimi ve beğenilme ve saygı duyulma gereksinimi. Maslow saygı duyulmanın, hak edilmiş bir saygı olması gerektiğinin özellikle altını çizer. Saygıdeğer ve yetkili kişi konumuna ulaşmaya çalışırken, yalan söyleyip insanları kandırmaya çalışılmamalıdır.

Düşük düzeydeki gereksinimler olan; para, eş ve arkadaşlara sahip bir insan, öz saygı ve beğenilme gereksinimini karşılayamaz ise aşağılık duygusuna kapılır ve cesareti kırılabilir (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Kendini Gerçekleştirme Gereksinimi: Maslow’a göre yukarda bahsedilen bütün bu gereksinimler karşılandığında yeni bir hoşnutsuzluk ve rahatsızlık başlar. İnsanlar günümüzde, mutluluğun ve memnuniyetin gözle görünür bütün kaynaklarını elde ederek, kendilerini geliştirme çabasına girer (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Bütün düşük düzeyli gereksinimlerimiz giderildiğinde, insan kendine hayattan ne istediğini, hayatın nereye doğru gittiğini ve neyi başarmak istediğini sorar. Bu soruların yanıtları kişiden kişiye değişir. Maslow çok az sayıda insanın, potansiyellerini tam olarak görüp, geliştirebildikleri bir konum olan, kendini gerçekleştirme noktasına ulaştığını söylemektedir. Tek yapması gereken, bu gizil güce doğru ilerlemektir (Wahba ve Bridwell, 1976, s. 212-240).

Diğer kişilik kuramları gibi insancıl yaklaşım da eleştiriler aldı. Bu yaklaşımda karşı çıkılan ilk nokta, insancıl psikolojinin insan davranışını açıklamak için özgür irade kavramım kullanmış olmasıdır. Bazı araştırmacılar bu kavrama bu derece bağımlı olduğu için, insancıl yaklaşımın bilimsel araştırmaya uygun olmadığını iddia

39 etmişlerdir. Psikolojideki pozitivist bilim anlayışı, olayların diğer olaylar tarafından belirlendiği temeline dayanmaktadır. Bundan dolayı, davranış biliminin de davranışı belirlenebilir, dolayısıyla da kestirilebilir olduğu varsayımını kabul etmektedir. Bu sebeple özgür iradenin ölçülebilirliği problem olmuştur (Burger, 2017, s. 456).

İnsancıl yaklaşıma yöneltilen bir diğer eleştiri ise kurama ait temel kavramlarının çok iyi tanımlanamamış olmasıdır. ‘Kendini gerçekleştirme’,

‘potansiyelini tam kullanan’ gibi kavramların kişiye göre değiştiği, bir ölçütün olmadığını söylenmiştir (Burger, 2017, s. 456).