• Sonuç bulunamadı

İngiltere’nin Yükselişi (1750-1850)

2. KURAMSAL ÇERÇEVE

3.3. Küreselleşmeyi Hazırlayan Küresel Dönüşümler

3.6.2. Yeni Sömürgecilik/Emperyalizm

3.6.2.1 İngiltere’nin Yükselişi (1750-1850)

İngiltere’nin küreselleştiren bir güç olarak yükselişi, ticaret ve sanayiden önce, ulusal ekonomik çıkarlar için gerekli koşulları hazırlayan askerî zaferleriyle başlamış, ticari cazibe merkezinin Londra’ya kaymasıyla artarak devam etmiştir.

Bu kapsamda ilk adım, Hollanda’nın denizaşırı hâkimiyetine son verilmesiydi. İki devlet arasında yaklaşık yüzyıl süren ticari rekabet, XVII.

yüzyılın ortalarında İngiltere’nin üstünlüğüyle sonuçlandı.63 Bu mücadelede ülkenin coğrafi konumu jeo-stratejik bakımdan büyük üstünlük sağladı. Bir ada devleti olmanın sağladığı tecrit, koruma, açılma vb. yeteneklerden yararlanan İngiltere, gücünü parçalamadan denize doğru yönlendirebildi;

böylece, Hollanda’nın aksine bir kara cephesine insan yığmak zorunda kalmadı.

İngiltere’nin başarısı önceki dönemden farklı devlet yapılanmasından kaynaklanıyordu. Şehir devletleri sistemi ile ulusal devlet anlayışının melez örgütlenmesinden oluşan Hollanda’ya karşı İngiltere, bütünüyle gelişmiş bir ulusal devlet örgütlenmesini temsil ediyordu. Hollanda, sadece kapitalist güç mantığına dayanırken, İngiliz modeli toprağa dayalı (territoryalist) bir güç mantığının kapitalist güç mantığıyla sentezine dayanıyordu. Bu özellik İngiltere’yi dünya ölçekli bir ticaret ve toprak imparatorluğu anlamına gelen uluslar topluluğunu yaratma sürecine taşıyacaktı.

Yeni sistemin sağladığı üstünlüklerden İngiltere ile birlikte, ulusal devlet yapılanmasını diğer devletlerden önce gerçekleştirmiş olan Fransa da yararlandı. İkinci küreselleşme evresini yaratan bu üstünlüklerin tamamı güç

63İki devlet arasındaki çekişme; Hollandalı Doğu Hindler Şirketi ile İngiliz Chartered Şirketinin Akdeniz, Baltık Denizi, Atlantik ve Hint Okyanuslarındaki çıkar çatışmasından kaynaklanıyordu.Bu mücadelede İngiltere ile Hollanda arasında; 1652-1654, 1664-1667, 1678-1680 ve 1780-1784 yılları arasında dört savaş yaşandı. İlk büyük yenilgisini 1667’de Breda Antlaşması ile kabul etmek zorunda kalan Hollanda, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin misilleme sonunda deniz gücünün büyük bir bölümünü kaybetti.1760’ların başlarından itibaren dünya-ekonomisindeki merkezî konumunu yitirmeye başlayan Hollanda, tamamen yok olmadı, o da yerini aldığı Ceneviz gibi finans piyasalarındaki ağırlığını muhafaza ederek Avrupa’nın bundan sonraki şekillenmesine önemli ölçüde etki etti.

asimetrisinden kaynaklanıyordu: Her şeyden önce, Fransa ve İngiltere’nin orduları diğer devletlerinkinden çok daha güçlüydü. İkinci olarak, daha önce sömürgeleştirilmiş olan toprakların ele geçirilmesi için, gücünü çoktan kaybeden İspanya ve Portekiz ile toprağa dayalı kuvvet oluşturma yeteneğinden yoksun olan Hollanda’ya galip gelmek yeterliydi. Çünkü mevcut sömürgelerdeki askerî direnç zaten çok önceden kırılmıştı. Ayrıca, önceden sömürgeleştirilen topraklarda, yeni sömürgeleştirme modeli için yeterli altyapı ve işbirlikçi sınıf kurulmuştu (Tanilli, 2005: 129).

İkinci adım, Fransa’nın sömürge yarışının dışına itilmesiydi. İki devlet arasındaki ticari rekabet, Hollanda ile olan mücadeleyle karşılaştırıldığında Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) gibi görece kısa sürede ancak nihai bir zaferle sonuçlandı.64

Bu süreçte aynı zamanda emperyalist bir ulusal ekonominin temelleri atılmıştı. Kesintisiz sermaye birikimine dayanan bu sistem ulusal ekonominin kurulmasını öngörüyordu. Kesintisiz sermaye birikimi, sömürge ve devletlerarası ticaretten elde ediliyordu. Sanayi Devrimi öncesinde (1750), millî gelirinin dörtte üçünü oluşturan; sömürge ülkelerden ve diğer devletlerden elde edilen gelirler süreç içerisinde kısmen azalsa da İngiliz

64 İki devlet arasındaki çekişmenin temelinde; Bakan Philibert Orry’nin kontrolündeki Fransız Hindler Şirketi ile Sir Robert Walpole’e bağlı Chartered Şirketi arasındaki çıkar çatışması yatıyordu. Yaklaşık yüz yıl süren İngiliz-Fransız çekişmesini sonuçlandıran Yedi Yıl Savaşları’nın sonucunda Kanada ile birlikte deniz hâkimiyet mücadelesini kaybeden XV. Louis Fransa’nın denizaşırı faaliyetlerine son vermek zorunda kaldı. İngiltere’nin başarısı savaş öncesinde açık denizlerin kontrolünü ele geçirmiş olmasından kaynaklanıyordu. Bu süreçte Fransa 300 gemisini ve 6.000 denizcisini kaybetmişti. Savaş başladığında ise,İngiliz donanması Fransa ile karşılaştırıldığında 60’a karşı 158 gemi ile belirgin bir üstünlüğe sahipti (Ferro, 2002: 119).

ekonomisindeki ağırlıklı yerini daima muhafaza etti ( Hobsbawm, 2005: 27).

Sömürgelerden yağmalananlar ulusal ekonominin ihtiyaçlarına yatırılıyordu.65

İngiliz emperyalizminin belirleyici temel özelliği, ekonomik ve askerî güç unsurlarının birbirlerini destekleyecek stratejilerle kullanılmasıydı. Ulusal ekonominin birinci temel ihtiyacı güvenliğinin sağlanmasıydı. Bu silahlı kuvvetlerin öncelikli göreviydi. Kraliyet donanmasının (Tablo-3) ticaretin emniyetine tahsis ettiği özel savaş gemilerine ilave olarak, İngiliz hükûmeti, korsanlarla anlaşmak suretiyle ulusal ekonominin itici gücü olan İngiliz tüccarların deniz ulaştırmasını güvence

altına almıştı (Dehio, 1962: 54-56). Bu kapsamda diğer bir önemli atılım, sömürgeler üzerindeki denetimi artıran ve sömürge ticareti tekelinin İngiliz filosuna verilmesini sağlayan 1651 tarihli Denizcilik Yasasıydı (Arrighi, 2000: 307).

İngiliz ulusal ekonomisine emperyalist boyut kazandıran diğer özellik, onun dünya ekonomisini başarıyla işlemesini mümkün kılan yönlendirici bir ekonomi olarak tasarlanmış olmasıydı (Elliot, 1955: 43).

65 Örneğin Kraliçe Elizabeth döneminde, Golden Hind’de (Altın Hint) Drake’nin yağmadan elde ettiği 600.000 sterlin ile İngiltere’nin tüm dış borçları kapatılmış, ayrıca Levant Şirketi’ne 42.000 sterlin yatırım yapılmıştı. Daha sonra, kurulacak olan Doğu Hindistan Şirketi’nin başlangıç sermayesinin büyük çoğunluğu Levant Şirketi’nin kârlarından elde edilmişti (Keynes 1930: II, 156’dan aktaran, Arrighi, 2000: 281).

Tablo-3: Donanmaların Büyüklüğü (1779-1815)

1779 1790 1815

İngiltere 90 195 214

Fransa 63 81 80

Rusya 40 67 40

İspanya 48 72 25

Hollanda 20 44 -

Kaynak: Cowie, 1963: 141’den aktaran, Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşleri, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 2001, s. 649.

(Sadeleştirilmiştir.)

Bu yönlendirici özellik; korumacı-serbestçi politikaların ve sanayici-tüccar ilişkilerinin doğru şekilde kurgulanmasına ve uluslararası ticaret ile uyumlu koşulların hazırlanmasına dayanıyordu.

İngiliz sanayisi, başkalarının pazarlarına serbestçe giriş hakkını, yani

“Serbest Ticaret”i talep edebilecek güce ulaşana kadar, genel olarak korunmuş bir iç pazarda gelişebilirdi.66 Bu nedenle başlangıç aşamasında, İngiliz ekonomisinin yönlendirici niteliği iç pazarın korunması, dışa yönelik olarak da serbest ticaretin olabildiğince desteklenmesi esasına dayanıyordu.

Sanayici-tüccar ilişkisine gelince, 1760’ta İngiltere’deki en zengin sınıf tüccarlarken egemen sınıf imalatçılardı. Tüccarların en yoksul kesiminin, imalat ustalarının en zengin kesimi kadar para kazandığı tahmin ediliyordu.

Ancak tüccarlar ile sanayicilerin çıkarları arasında bir tercih yapılması gerektiğinde, ülkenin büyük kesiminin ve devletin siyasal desteğini harekete geçirebilen sanayiciler, daha çok Londra’da ve birkaç liman kentinde etkili olabilen tüccarlara üstün geliyordu (Hobsbawm, 2005: 29).

İngiliz ulusal ekonomisinin diğer bir özelliği de kamu kesiminin, yalnızca istihdam açısından bile çok büyük bir sektör oluşturmasıydı. Ülkede “laissez-faire”nin zirvede olduğu 1860’larda bile kamu harcamaları ulusal gelirin önemli bir oranına ulaşmış bulunuyordu (Hobsbawm, 2005: 208). Bu durum devletin ekonomiye yön verme imkânlarını artırıyordu.

66 Örneğin, XVII. yüzyılın sonunda, tekstil üreticileri, yünlü kumaşın İngiliz Maliyesi için taşıdığı önemden yararlanarak patiska kumaşın ithalini yasaklatmayı başarmışlardı (Hobsbawm, 2005: 30).

Yine bu kapsamda, İngilizlerin Güney ve Güneydoğu Asya’da ele geçirdikleri topraklarda yaygın şekilde uyguladıkları, dokuma tezgâhlarında çalışan halkın kollarını bileklerinden kesme uygulaması, cezalandırmadan çok, sözü edilen bu “yönlendirici” ve “serbestçi/liberal” ekonomi anlayışının yerleştirilmesinin gereğiydi.

İngiltere’nin bu ilerlemesinin ardında, savaşlar boyunca uyguladığı savaş ekonomisini, savaş sonrasında başarıyla barış ekonomisine dönüştürebilmesi yatmaktaydı. 1840’ların başlarında diğer pek çok devletten önce, emperyalist ulusal ekonominin kurulması ve İngiliz ticaretine getirilen korumacı serbestleşme, ucuz ve kaliteli mal üretimini arttırırken İngiliz mamul mallarına olan talebi kamçılıyordu. Bu talebin karşılanması için ihtiyaç duyulan finansman, Londra Borsasından, iş gücü ve hammadde sömürge ülkelerden sağlandı. Üretim ve ulaştırma imkânlarının artırılmasında ise demir-çelik endüstrisi belirleyici oldu. Savaş boyunca kamu harcamalarının tamamına yakınının aktığı bu sektör, savaş sonrasında demiryolları, yeni kara ve deniz araçlarının üretimi ve başta dokumacılık olmak üzere, üretim sektörünün makineleşme ihtiyacını karşılamaya yönlendirilmişti.

Hollanda’nın odak olma özelliğini kaybetmesiyle İngiltere’ye göç eden bankerler, sömürgelerden elde edilen gelir ve Avrupa’da yatırım fazlası sermayenin Londra Borsasına kayması, İngiltere’ye büyük finans olanakları sağlıyordu.67 Diğer taraftan ekonomik cazibe merkezi konumunu muhafaza eden Hollanda sermayesinin İngiliz hisselerine büyük yatırımlar yapması İngiltere’nin savaşlarını olduğu kadar barış ekonomisini de destekliyordu.

İngiliz servetinin altında, Kraliyet Borsası kadar bu borsayı kuran ve yaşatan;

“güvenilir para geleneği” olarak anılan, uzun dönemli para istikrarı yatıyordu.

67 Hollandalıların kitlesel olarak İngiliz tahvili almalarının başlıca sebepleri; faiz hadlerinin İngiltere’de çoğu zaman daha yüksek olması, İngiliz fonlarının Amsterdam fonlarının tersine, vergiden muaf olmaları, Hollandalı tüccarların İngiltere’de faaliyet göstermeleri ve Londra’ya yerleşmiş olan Hollanda firmaları için, İngiliz fonlarının kolay ve rahatlıkla karlı bir şekilde harekete geçirilebilen bir plasman meydana getirmesiydi (Braudel, 2006: 472).

İkinci küreselleşme evresinin başlangıcından itibaren etkin şekilde uygulanan sömürgecilik politikası 1931’e kadar sterlinin değerinin muhafaza edilmesinin başlıca sebebiydi (Braudel, 1984: 356).

Hammadde ve iş gücü ihtiyacının karşılanmasında köleciliğin kapitalist bir anlayışla yeniden şekillendirilmesi İngiliz tarzı emperyalizmin eseriydi.

Sömürgelerin sayısının ve verimliliğinin artması göçmenler tarafından kapatılamayan ölçüde iş gücü açığı yaratıyordu. Bu kronik açığın kapatılması, Afrika’dan köle iş gücünün elde edilmesi ve Amerika’da verimli bir şekilde kullanılmasıyla sağlandı. XVI. yüzyılda bir milyon, XVII. yüzyılda üç milyonu aşkın zenci Afrika’dan Amerika kıtasına götürüldü. XVIII. yüzyılda bu sayı yaklaşık yedi milyonu buldu (Hobsbawm, 2005: 48-49).

İngiliz ulusal ekonomisinin belirleyici özelliği, onun iç ticaret, dış ticaret ve devlet olmak üzere üç sacayağının üzerine inşa edilmiş olmasıydı. Bu unsurlar aynı zamanda Sanayi Devrimi’nin de dayanaklarını oluşturmuştu. Bu yapı; 1890’larda, Boston’un ekonomik bir cazibe merkezi olarak yükselmesiyle birlikte küresel odağın ABD’ye kaymasına karşın, İngiltere’nin, küresel başat güçler arasındaki konumunu sürdürmesini olanaklı kıldı.

Böylece İngiltere’nin 1800’lerde 1,5 milyon mil2 yüzölçümüne ve 20 milyon nüfusa, 1900’larda ise 11 milyon mil2 yüzölçümüne ve 390 milyon nüfusa hükmetmeyi başardı (Huntington, 2006: 55). Bu oluşum, ulusal güç unsurların tamamının yarattığı güç farklılaşması olmaksızın sadece ekonomik çekim alanı oluşturmanın küreselleştirme için yeterli olmadığını kanıtlaması bakımından önem arz etmektedir.