• Sonuç bulunamadı

İmmünostimülan etki

Belgede Mahmoud ABU ASAKER (sayfa 41-48)

dönüştürülmüş hücrelerin metastaz ve invazyondan sorumlu olan metalloprotenaz (MMP)-2-9’un yayılmasını önemli derecede inhibe etmişken, silibin’in 90 µM dozlarda marjinal bir etki gösterdiği tespit edilmiştir. 2,3-Dehidrosilibin 30 µM dozlarda apoptoza ve mitokondriyal membran potansiyelin kaybına neden olduğu ve LD50 değeri silibin’inkinden beş kat daha az olduğu gözlenmiştir (Huber ve ark., 2008).

Başka bir çalışmada insan meme karsinoma hücreleri üzerinde silibin’in etkisi araştırılmıştır. Bilindiği kadarıyla matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9) kanser hücrelerin,n yayılma ve metastaz safhasında çok önemli bir rol oynamaktadır. MCF-7 meme karsinoma hücrelerinde (insan meme adenokarsinoma hücre hattı) MMP-9 gen transkripsiyonun baskılanmasıyla, forbol 12-miristat 13-asetat (PMA) neden olduğu MMP-9 doza bağlı olarak silibin tarafından belirgin ve seçici bir şekilde inhibe edildiği gözlenmiştir. Doza bağlı olarak silibin’in MCF-7 hücrelerinde oluşan MMP-9’un enzimatik aktivitesi ve gen transkripsiyonun inhibe etmesiyle tümörün yayılması ve metastazın durdurulması hususunda güçlü bir aday olduğu gösterilmektedir. Silibin aynı zamanda MCF-7 hücrelerindeki TNF-α’nın (önemli fizyolojik nedenlerden bir tanesi) neden olduğu MMP-9’un sekresyonunu belirgin bir şekilde inhibe ettiği gözlenmiştir. Silibin, Mitojen Aktiflenmiş Potein Kinaz (MAPK) sinyalı yolu ile, aktivatör protein-1 (AP-1) aktivasyonunu bloke ederek MMP-9’un gen transkripsiyonunu inhibe ettiği tespit edilmiştir. Aynı çalışma; PMA’nın neden olduğu MCF-7 hücrelerinin yayılması ve saldırganlığının silibin tarafından azaltıldığını göstermiştir. Elde edilen sonuçlar; MMP-9 geni ile bağlı olan AP-1’in spesifik inhibe etmesiyle, silibin; PMA neden olduğu MCF hücrelerin yayılmasını baskılayan potansiyel bir anti-metastatik ajanı olduğunu göstermişitir (Lee ve ark., 2007).

Başka bir çalışmada sıçanlardan izole edilen immün sistemin hücrelerinden CD4+

splenositler kullanılarak silimarin’in immünomodülatör aktivitesi in vitro olarak araştırılmıştır. Proliferasyon deneyi, 50 µM konsantrasyonlardaki silimarin’in CD4+

hücrelerinin proliferasyonunu önemli derecede inhibe ettiğini göstermiştir. Yapılan ELISA analizleri, silimarin’in IL-2 ve IFN-γ’nın üretimini önemli derecede inhibe ettiğini göstermiştir. Silimarin’in T hücrelerinin aktivasyonu ile proliferasyonunu inhibe edebilmesi, özellikle NF-κB aktivasyonu/translokasyonu yolağı üzerinde rol oynadığı düşünülmektedir. Silimarin in vitro olarak düşük sitotoksisite ve doğrudan T hücrelerinin aktivasyonu ve çoğalmasını baskılayarak, olası immünosüpresif etkiyi oluşturmaktadır. Silimarin nükleer translokasyonu ve NF-κB aktivasyonundan önceki yolak aktivasyonunda ilişkili aşamaların biri ya da çoğunda büyük olasılıkla rol oynamaktadır. İmmünomodülatör ilaçların geliştirilmesi kapsamında silimarin etkili bir aday olarak yeni çalışmalarda yerini almayı başarmıştır. (Gharagozloo ve ark., 2010).

1.2.2.1.2. In vivo Çalışmalar

1-Hepatoprotektif ve sindirim sistemi üzerinde etkiler

Shaker ve arkadaşları, Silybum marianum ekstresinin karaciğer hasarı üzerindeki koruyucu etkisini sıçanlarda araştırmışlardır. Bu çalışmada 6’şar sıçan içeren 5 gruba ayrılarak 30 adet erkek sıçan kullanılmıştır. 1. Grup (normal kontrol grup); sıçanlar temel diyet ile beslenerek 3. günde yalnızca taşıyıcı ile enjeksiyon yapılmıştır. 2.

Grup (pozitif kontrol grup); bu grupta hayvanlar aynı diyet ile beslenmiş olup, 3.

günde intraperitonal yolu ile karbon tetraklorür enjekte edilerek toksisite oluşturulmuştur, 3. Grupta; pozitif kontrol grubundaki sıçanlara oral yol ile günde 100 mg ticari standardize edilmiş silimarin/kg dozda uygulanmıştır, 4. Grupta;

pozitif kontrol grubundaki sıçanlara oral yoluyla günde 100 mg Silybum marianum meyve etil asetatlı ekstresi/kg uygulanmıştır, 5. Grupta ise pozitif kontrol grubundaki sıçanlara oral yolla günde 100 mg Silybum marianum meyve etanollü ekstresi/kg uygulanmıştır. Bu ekstrelerin aktiviteleri ile ticari standardize silimarin aktivitesi

arasında karşılaştırma yapabilmek için bu uygulama 10 gün boyunca devam etmiştir.

Bu çalışmanın sonucunda; etanollü ekstre karaciğer enzimlerinde önemli derecede azalmaya neden olurken, etil asetatlı ekstrenin glutatyon seviyesi ve HDL/LDL risk faktörünü önemli derecede artırdığı gözlenmiştir. Ticari standardize silimarin ile muamele edilen grup ise oksidatif etkeni olan MDA ve fukosidaz aktivitelerinin azalmasında en etkili grup olduğu gözlenmiştir (Shaker ve ark., 2010).

In vivo olarak çeşitli kemirgen hayvanları türlerinin (rodent modeli) üzerinde yapılan bir çalışmada asetaminofen, Amanita phalloides toksinleri (falloidin ve α-amanitin), etanol, galaktozamin, halotan, polisiklik aromatik hidrokarbonlar, bazı metaller (seriyum, praseodymium ve lantanum) ve talyum’un neden oldukları karaciğer hasarının intraperitonal olarak uygulanan silimarin veya silibin tarafından belirgin bir şekilde önlendiği kanıtlanmıştır. 85 mg/kg subletal dozda Amanita phalloides verilen köpeklere 50 mg/kg silibin hemisuksinat sodyum tuzu damar içi olarak uygulandığında, kandaki karaciğer enzimlerinin yükselmesini ve pıhtılaşma faktörlerinin azalmasını engellemiştir (WHO Monographs, 2002).

İntraperitonal veya intragastrik olarak 15-800 mg/kg silimarin verildiğinde köpek, sıçan ve farelerdeki karbon tetraklorür’ün neden olduğu karaciğer hasarının önlendiği gözlenmiştir. Silimarin; karbon tetraklorür’ün metabolik aktivasyonunu azaltır ve hepatositlerin membranları stabilizasyonunu sağlar. Bu etki antioksidan etkisi ile benzerlik göstermektedir (WHO Monographs, 2002).

Tek doz silimarin sıçan ve farelerde, mikrosistin-LR (mavi-yeşil alg olan Microcystis aeruginosa tarafında sentezlenen siklik heptapeptit yapısında güçlü bir hepatotoksin) zehirlenmesi ile indüklenen letal etkileri ve patolojik değişiklikleri tamamen ortadan kaldırmaktadır (Demirezer ve ark., 2007).

Schümann ve arkadaşları fareler üzerinde yaptıkları bir çalışmada, T hücrelerine bağlı olan karaciğer hasarı üzerinde silibin’in etkisini araştırmışlardır. Farelerdeki konkanavalin A (ConA) neden olduğu T hücrelerine bağlı hepatit üzerinde silibin etkisi araştırılmıştır. 25 mg/kg dozda silibin verildiğinde ConA ile muamele edilen

farelerin plazmasındaki AST ve ALT’in salgılanması belirgin şekilde azalmıştır.

Daha yüksek dozlarda silibin uygulandığında (100 mg/kg’dan fazla) ConA’nın neden olduğu transminaz’ın salgılanmasını inhibe etmemiştir. ConA enjeksiyonundan 30 veya 60 dakika öncesinde silibin 25 mg/kg tek doz halinde intraperitonal olarak uygulandığında bir koruma sağlanmıştır. Diğer yandan ConA enjeksiyonundan 15 dakika sonra silibin uygulaması fareleri ConA nedenli hepatitten korumamıştır.

Silibin’in daha önce verilmesi ile ConA enjeksiyonundan 8 saat sonra ConA nedenli karaciğer hastalıklarının gelişmiş safhası olan intrahepatik DNA parçalanması belirgin şekilde azalmıştır (Schümann ve ark., 2003).

Silibin’in bir immün yanıt değiştirici ajan olduğu in vivo olarak tespit edilmiştir ve bu da TNF’nin intrahepatik oluşumunu, interferon-γ, interlökin (IL)-4, IL-2 ve iNOS’i inhibe ederken IL-10’un sentezini arttırmaktadır. Buna ilaveten silibin NF-κB’nin intrahepatik aktivasyonunu inhibe etmiştir. Sonuç olarak silibin bir immün yanıt değiştirici ajan olarak T hücresine bağlı olan karaciğer hasarını baskılamaktadır. Silibin’in tüm etkileri konsantrasyonlarına bağlıdır. Silibin’in TFN, IFN-γ ve IL-2 üretimini inhibe etme konsantrasyonlarına göre IL-4’in inhibe edilmesi ve IL-10 üretiminin artması için daha yüksek konsantrasyonlar gerekmektedir (Schümann ve ark., 2003).

Başka bir çalışmada, silimarin’in sıçanlar üzerinde kan ve karaciğerlerinde antioksidan durumu ve lipoprotein metabolizması araştırılmıştır. Bu çalışmada Wistar sıçanlarından türemiş kalıtsal olarak hipertrigliseridemik erkek yetişkin sıçanlar kullanılmıştır. Sıçanların bir grubu standart normal besinle, diğer grubu ise yüksek sakkarozlu besin ile iki hafta boyunca beslenmiştir. Standart besinle beslenmiş grup ile mukayese edildiğinde yüksek sakarozlu besinle beslenen grubun plazma ve karaciğer trigliserolü (TAG) ikiye katladığı, plazma VLDL-TAG ve VLDL-kolesterol değerlerini de arttırdığı gözlenmiştir.Yüksek sakarozlu gruba oral olarak %1 (a/a) konsantrasyonda silimarin uygulandığında plazma ve karaciğer lipit değerleri üzerinde bir etki oluşmamakla birlikte plazma VLDL kolesterolün seviyesinde azalma gözlenmiştir. Yüksek sakarozlu besinin neden olduğu oksidatif stresin; tiyobarbitürik asit reaktif maddelerin (TBARS) artması ve konjuge olan

dienlerin (CD) içeriklerinde belirginleşmekle birlikte kan ve karaciğerde GSH seviyesi ve glutatyon peroksidaz aktivitesi düşmüştür. Yine bu tarz besin verildiğinde karaciğerde CAT’ın aktivitesi artmışken, kanda SOD’ın aktivitesi azalmıştır.

Silimarin ekstresi ile beslenme sonucunda TBARS ve CD içeriği azalmışken, kan glutatyon peroksidaz aktivitesi ve karaciğer GSH içeriği artmıştır. Diğer yandan silimarin kanda SOD aktivitesi ve GSH seviyesini arttırmıştır. Bitkinin ekstresi kan veya karaciğerde ise CAT’in aktivitesi üzerinde bir etki göstermemiştir (Škottová ve ark., 2004).

La Grange ve arkadaşları; silimarin-phytosome® (PHYTO) adlı (1:2, silimarin:fosfatidilkolin karışımı) ürünün, sıçanlar kullanılarak annenin etanol kullanmasıyla doğabilecek fetüs üzerindeki zararlarından koruyucu özelliklerini araştırmışlardır. Çalışmada 120 günlük, 255±26 g ağırlığında Harlan-Sprague-Dawley modeli 76 dişi sıçan kullanılarak 7 farklı gruba ayrılmıştır; tüm sıçanlar 21 gün boyunca yeterli şekilde %6,7 EtOH veya izokalorik karbonhidrat, dekstrin maltoz ihtiva eden sıvı besinlerle beslenmiştir. Pair fed (standardize besinle beslenen) grubu, chow fed (kalorisi ayarlanmamış besinle beslenen) grubu, EtOH grubu ve geri kalan 4 grup ise farklı dozlarda etanol ve PHYTO uygulanarak farklı gruplara ayrılmıştır. Deneme, gebeliğin 1. gününden itibaren başlatılmıştır. Gebeliğin 21. gününde sıçanların fetüsleri alınmıştır. Hem anne hem de fetüsün karaciğer ve beyin dokusunda gamma glutamil transpeptidaz (GGTP) aktivitesi ölçülmüştür.

Farklı gruplara hem oral hem de deri altı olarak PHYTO’nun 400, 600, 800 mg/kg farklı dozlarıuygulanmıştır. EtOH/silimarin ile muamele edilen gruptaki GGTP aktivitesi pair fed ile muamele edilen grup ile arasında belirgin bir fark tespit edilmemiştir. Sadece EtOH ile muamele edilen grubun GGTP aktivitesi pair fed ile muamele edilen grubunkinden daha yüksek olduğu gözlenmiştir. GGTP aktivitesi PHYTO miktarına göre belirgin bir şekilde değişmezken söz konusu ürünün dozu arttırıldığında GGTP aktivitesi azalmıştır (Grange ve ark., 1999).

Poli-doymamış yağ asitleri açısından zengin kuş üzümü yağı (Ribes nigrum) veya doymuş/mono-doymamış yağ asitleri açısından zengin domuz yağını içeren (%10) yüksek yağlı gıdalar ve (%1) yüksek kolesterollü gıdalarla beslenmiş sıçanlarda lipit

ve oksidasiyon üzerinde silimarin’in polimerleşmiş polifenolik fraksiyonunun aktivitesi in vivo olarak araştırılmıştır. Silimarin ve polifenolik fraksiyonu karaciğerin kolesterol içeriğini belirgin bir şekilde doza paralel olarak azaltmıştır. %1 konsantrasyonda polifenolik fraksiyonu VLDL kolesterolü azaltmıştır (domuz yağıyla beslenmiş grubun (LFD); 0,72 ±0,08 mmol1-1 değerinden 0,35 ±0,07 mmol1

-1 değerine kadar indirmiştir, (P<0,01). Kuş üzümü yağıyla beslenmiş grubun (COD);

0,33±0,05 mmol1-1 değerinden 0,09±0,02 mmol1-1 değerine kadar indirmiştir, P <

0,001) ve HDL-C/VLDL-C oranını yükseltmiştir, ancak toplam plazma C ve LDL-C değerlerin üzerinde hiçbir etki göstermemiştir. %1 Konsantrasyonda polifenolik fraksiyonu karaciğer kolesterolün içeriğini azaltmıştır (domuz yağıyla beslenmiş grubun; 19,32 ±1,50 µmol g-1 değerinden 12,24 ±0,76 µmol g-1 değerine kadar indirmiştir; (P < 0,01) ve COD ile beslenmiş grubun; 18,64 ±2,13 µmol g-1 değerinden 8,78 ±0,95 µmol g-1 değerine kadar indirmiştir, (P < 0,001). Plazma ve VLDL ölçümlerde TAG değerlerinde polifenolik fraksiyonu uygulandıktan sonra sadece LFD ile beslenmiş sıçanlarda azalma saptanmıştır. Domuz yağlı gıdaların karaciğer TAG’in içeriğini kuş üzümü yağlı gıdalara göre daha fazla yükseltmesine neden olmuştur (31,16 ± 3,00 µmolg-1’e karşı 17,31 ± 1,48 µmolg-1, P < 0,01) ve bu durumda %1 konsantrasyonda polifenolik fraksiyonu sadece LFD ile beslenmiş grubun karaciğer TAG’in değerini 19,55 ± 2,43 µmolg-1, P < 0,02 civarında düşürmüştür. %1 Konsantrasyonda polifenolik fraksiyonu LFD grubunda uygulandığında kan GSH 0,97 ±0,11 mmol1-1 değerinden 1,54 ±0,19 mmol1-1 değerine kadar yükselirken (P < 0,05) COD grubunda 0,58 ±0,15 mmol1-1 değerinden 1,23 ±0,10 mmol1-1 değerine artmıştır (P < 0,01). Esas itibariyle polifenolik fraksiyonun aktivitesi doza ve silimarin’e paralel bir şekildedir. Elde edilen sonuçlar; silimarin’in polifenolik fraksiyonunun lipoprotein profilini olumlu olarak etkilediği, karaciğer yağlanmasını önlediği ve oluşan herhangi bir oksidasyon durumunu iyileştirdiğini göstermiştir (Škottová ve ark., 2004).

Yadav ve arkadaşları; Rattus norvegicus türü sıçanlarda CCl4’ün neden olduğu hepatoksisiteye karşı standardize edilmiş Phyllanthus amarus ekstresi ile silimarin arasındaki sinerjik etkiyi araştırmışlardır. Sıçanlarda sekiz farklı grup oluşturulmuştur. Grup A, kontrol grubu olarak belirlenmiştir. B gruptaki sıçanlara,

intraperitonal olarak %50 sıvı parafin içinde hazırlanan CCl4 çözeltisinden 2 ml/kg dozda verilmesiyle toksin kontrol grubu oluşturulmuştur. İntraperitonal olarak 2 ml/kg CCl4 verilmesinden 4. günde C-H gruplarda 6 gün boyunca oral olarak 100 mg/kg silimarin, 100 mg/kg Phyllanthus amarus sulu ekstresi, 100 mg/kg Phyllanthus amarus etanollü ekstresi, 50 mg/kg silimarin + 50 mg/kg Phyllanthus amarus sulu ekstresi, 50 mg/kg silimarin + 50 mg/kg Phyllanthus amarus etanollü ekstresi ve 5 ml/kg piyasadaki ürün verilmiştir. CCl4’ün etkisiyle serum enzimleri olan SGOT, SGPT, ALKP ve SBLN belirgin bir şekilde yükselmiştir. Tedavi gören tüm grupların SGOT değerleri belirgin bir şekilde düşmüştür. Bu kapsamda en büyük azalma silimarin + Phyllanthus amarus etanollü ekstresi ile tedavi gören grupta gerçekleşmiştir. SGPT ve ALKP değerlei ise tüm gruplarda azalmışken silimarin + Phyllanthus amarus etanollü ekstresi ile birlikte kullanıldıktan takiben piyasadaki ürünün verilmesiyle ciddi bir şekilde azalma gerçekleşmiştir. Serum bilirubin değerleri; Phyllanthus amarus etanollü ekstresi kullanan grubun dışında tüm gruplarda azalmıştır, silimarin + Phyllanthus amarus etanollü ekstresi ve silimarin + Phyllanthus amarus sulu ekstresi kullanan gruplardaki bu değerler neredeyse normal seviyelerine gelmiştir. Toplam protein ve TAG silimarin + Phyllanthus amarus etanollü ekstresi, silimarin + Phyllanthus amarus sulu ekstresi ve piyasadaki ürünü kullanan gruplarda belirgin bir şekilde azalmıştır (Yadav ve ark., 2008).

Di Sario ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, sıçanlarda safra kanalı bağlama tekniği ve dimetilnitrozamin (DNT) kullanarak oluşturdukları hepatik fibrozis üzerinde silibin-fosfatidilkolin-E vitamin karışımının (SPV) hepatoprotektif ve antifibrotik etkilerini araştırmışlardır. Bu çalışmada, 81 denek farklı gruplara ayırılmıştır; grup(1); DMN ile 20 sıçan muamele edilmiş, grup (2); 20 sıçan DMN+SPV karşımı ile muamele edilmiş, grup (3); 7 sıçana safra kanalı bağlama BDL yapılmış, grup (4); 7 sıçana BDL+SPV ile muamele edilmiş, grup (5); 10 sıçana intraperitonal olarak 0,2 ml/gün serum uygulanmış, grup (6); 7 sıçanla Sham-grubu oluşturulmuş, grup (7) ise; 10 sıçana sadece SPV ile muamele edilmiştir. SPV karışımı; silibin 250 ve E vitamini 75 mg/kg dozu gastrik sondayla verilmiştir.

DMN’in neden olduğu vücut ve karaciğer ağırlıklarındaki kayıp; SPV karışımı ile önlenmişken karaciğer hasarının derecesi azalmıştır. Bu etki ise, tedavinin 1. ve 5.

haftalardan sonraki hepatik stellat hücrelerin üremesinin azalması ile ilişkilidir. SPV karışımı, hepatik stellat hücrelerinin aktivitesi ve kollajen’in depolanmasını azalttığı gözlenmiştir. DMN uygulanmasının sonucunda artan mRNA α1(I)prokollajen, TGFβ1 ve metalloproteinaz 1 ve metalloproteinaz 2’nin doku inhibitörünün, karışımın ugulanmasından sonra belirgin bir şekilde azaldığı gözlenmiştir. Safra kanalını bağlanan modeldeki karışımın ugulanması ile birlikte, hepatik stellat hücrelerinin üremesi ve aktivasyonu, mRNA α1(I) prokollajen oluşumu ve kollajenin depolanmasının azalttığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, yeni olan SPV karışımının, kronik karaciğer rahatsızlıklarında dikkate değer bir ürün olduğu düşünülmektedir (Sario ve ark., 2005).

Belgede Mahmoud ABU ASAKER (sayfa 41-48)

Benzer Belgeler