• Sonuç bulunamadı

temelli bir nazara dayandırmak Allah’ın takdirine yönelik samimi bir duruş sergilemektir ve hasbi bir dua yerine geçebilir:

Geçürdi Yûsuf-ı Ken’ân’ı hüsn-i ta’bîri

Serîr-i Mısr’a alâ rağm-ı hasîdân-ı gayûr (K.22/32)

10.1 İLM-İ RUKY U EFSÛN

10.1.1 Nev’î’ye Göre İlm-i Ruky u Efsûn’un Tarifi ve Mahiyeti

Bu ilim, bünyesinde sırlar barındıran ve hazineler saklı olan bir ilimdir. Her devirde ve bütün toplumlarda rağbet bulmuş ve ittifakla kabul görmüştür. Zahitler, âbidler ve hukema katında muteberdir. “Tıbb-ı rûhânî” adıyla şöhret bulmuştur. (51b) Osmanlı şairleri de “şifa ayeti” tabiriyle zaman zaman ruky u efsûn uygulamasına atıfta bulunurlar ve ayetleri hastanın üzerine okuyup üfleme inanışına örnek oluşturabilecek beyitlerle öne çıkarlar.278 Çoğu zaman da şiirlerindeki tesir gücünü vurgulamak üzere, kendi sözlerinin

‘ruky u efsûn’ değeri taşıdığından dem vururlar:

Efsûn-ı şi’r-i Nev’î’yi vird-i zebân idin

Dirsen ola zuhûrı kerâmât-ı hüsnünün (271/6)

İlm-i azâim (afetlere ve hastalıklara iyi gelmesi için okunan dualar, tılsımlar279) adı verilen ilim kategorisi de ‘ilm-i ruky u efsûn’un kapsamındadır. Bunlarla ilgili uygulama, tesirli olduğuna inanılan bazı sözlerin veya kelimelerin okunup, onlardan hâsıl olan zevkle dolan nefesin hasta üzerine üfürülmesi şeklindedir. Yahut bu tılsımlı olduğuna inanılan dua kelimelerinin bir kâğıda yazılıp hastaya kendi üzerinde taşıtma yoluyla da şifa umulduğu görülür. (51b)

Ruky u efsûn ilminin Hindistan’da yaşayan bir taife olan “Ashâb-ı Vehm” yoluyla yayıldığına dair rivayet vardır. Bazılarına göre onlar bu ilmi cinlerden öğrenmiş, bazılarına göre ise rüyada ahzetmişlerdir. Bütün bunlar, ‘imkân’ dairesinde değerlendirilmesi uygun olan işlerdendir. (52a)

10.1.2 Nev’î’nin Şiirinde İlm-i Ruky u Efsûn İle İlgili Unsurlar

Efsûn, okunan kelimelerde Allah’ın isimlerinden bulunup bulunmamasına bağlı olarak iki çeşittir. Eğer bulunuyorsa, iyi bir niyetle birlikte o efsûn tesirli olur. Ama yok ise, çok daha kuvvetli bir inanç ve halis bir niyet gerektirir. (52a) Bu da en gerçekçi hâliyle, kendini aynı bütünün parçaları olarak gören unsurlar açısından geçerlilik taşır:

278 Ömer Özkan, Divan Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, Kitabevi Yay., İstanbul, 2007, s.

437.

279 Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, s. 57.

Ol iki hasta çeşmüne def’-i gezend içün

Efsûn okur müjen, hat u hâlün kitâb açar (114/2)

Diğer taraftan efsûnun tesirli olmasını, okunan harflerdeki ve kelimelerdeki sırra hasreden görüşler de mevcuttur (52b). Fakat nihai noktada mesele sadece birtakım sözleri telaffuz etmekten ibaret olamaz:

Okuyup ürdüm eser itmedi efsûn-ı suhan

Bana göz kuyruğı idüp gönlümüzi yazmaz o şâh (427/3)

Eğer bir efsûnda küfür ve fuhşiyat türü kelimeler bulunursa o tam anlamıyla câzûlık (cadılık) olur. Bu tür bir efsûnun habis kimselerden başkası üzerinde tesiri olmaz. Zira bu yolda yardım için başvurdukları kaynak, şeytanlardır. Böylesi bir meşgale insanı küfre sevk edebilir. (52b) Osmanlı şiirinin mazmunlar çerçevesi içinde kâfirlik ithamıyla her zaman yüz yüze kalabilen maşuk, bunun gerekçelerinden birini oluşturacak biçimde cadılıkla ilişkili gösterilmiştir:

Ol perînün âteş-i rûyındaki mûdur aceb

Sebze kânûn içre bitmek fi’l-i câdûdur ancak (21/1)

Ruky, efsûn, sihir gibi uğraşılar, kendi kendine yürütülecek uygulamalar değildir;

belli bir hocanın talimine bağlı olarak sürdürülebilir:

Kadünle zülfüne reftâr ile sihr öğreden hâce

Bana harf itmemiş ta’lîm elifden lâmdan gayrı (515/3)

Ruky u efsûn, her ne kadar ayet ve hadislerden iktibas edilen dualarla da yapılabilirse de, bir bütün olarak değeri ve tesiri ‘mutlak’ kabul edilemez. Sonuçta o da bir vasıtadır, tutamaktır. Aslolan rahmet ve lütuf rüzgârının esmeyi murad etmesidir:

Çün kılmaya eser nefes-i lutf u rahmetün

Halkun mücerrebâtı hep efsâne vü füsûn (MU.74/2)

10.2 İLM-İ TIBB

10.2.1 Nev’î’ye Göre İlm-i Tıbb’ın Tarifi ve Mahiyeti

Nev’î Efendi, tıpla ilgili yerleşik tarifi zikrederek280, tıp ilminin, insan bedeninin sağlığının korunmasından ve hastalıklarının giderilmesinden bahseden bir ilim olduğunu beyan eder. Yine Nev’î’nin naklettiğine göre, ilimleri temelde ikiye ayıran bir anlayış, bunlardan birini dinî ilimler (İlm-i Edyân), diğerini de bedenî ilimler (İlm-i Ebdân) olmak üzere tasnif etmiştir281. (53b)

Bir rivayette, Sahâbe-i Kirâm Hz. Peygamber’e sorar: İnsanın ilaç kullanması kadere müdahale olur mu (onu engeller mi)? Hz. Peygamber ise, devanın da Allah’ın tayin ettiği kaderin bir tecellisi olarak, yani onun da kaderden sayılması zaruretine işaret eder.

Aslında Sahâbîlerin bu sorusu, Hz. Peygamber’in bir ihtarı üzerine varid olmuştur. O (salât ve selâm onun üzerine olsun), mutlaka tedavi olunması gerektiğini, çünkü hastalığı verenin aynı zamanda devayı da verdiğini hatırlatmıştır. (53b) Buna rağmen eğer şair devasız bir hastalıktan söz ediyorsa, bu pek bedenle ilgili bir durum değildir:

Güftâr-ı ratb u yâbisi harc itme ey tabîb

Ölmekden özge derd-i gam-ı ışka yok devâ (2/2) Marîz-i illet-i ışkuz ilâcumuz yokdur

İlâc ü şerbet ile imtizâcumuz yokdur (142/1)

Osmanlı şiirinde tıp ilmi üzerinde önemle ve ısrarla durulur. Yeri geldiğinde sağlığın korunması için birçok yol ve yöntemden bahsedilir282. Her şeyden önce, bedenin korunması dinî bakımdan da hayati bir gerekliliktir. Zira rûhu ve canı muhafaza etmek, önce beden burcunu sağlam tutmakla mümkün olabilir:

Revân’ı cân gibi hıfz itmeğe bürc-i beden yapdun İmâret eyleyüp Şirvân’ı vîrân itdün Îrân’ı (K.48/16)

Bedenin mahvını temenni makamında sarf edilen sözler ise, onun rûha mesken olma hasletini hiç israf etmemeye ve böylece rûhun şühuduna perde olacak bir kesîfliğe bürünmemesine yönelik olduğu için ortada bir çelişki de bulunmaz:

280 Mesela İbn Haldun tıp ilminden bahseden bölüme hemen hemen aynı ifadelerle giriş yapar. Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, s. 891.

281 Bu anlayışın bir mevzu hadîse veya İmam-ı Şafii’ye ait bir söze dayandığı ileri sürülmüştür. Bkz. Hüseyin Güftâ, a.g.e., s. 348.

282 Hüseyin Güftâ, a.g.e., s. 348.

Gel berü tîğ-ı kahr ile çâk ideyin beden seni Çünkü şühûd nûrına hâ’il olur hicâbsın (364/3)

10.2.2 Nev’î’nin Şiirinde İlm-i Tıbb İle İlgili Unsurlar

Sağlık yapısı bakımından insan bedeni üç hâl üzere olur: sağlıklı, hasta ve ne sağlıklı ne hasta. Bu sonuncusuna, insanın yaşlılık dönemi ve hastalığın henüz geçtiği zamanlardaki durumu örnek verilebilir. (54a) Kişi böyle bir durumda kararını kaybetmiş ve ne yapacağını bilmez bir vaziyettedir:

Ne fikr ü hûşı var ayık ne aklı yok metsem

Ne sıhhat üzre yürür sağ u ne yatur bîmâr (135/3)

Hastalıkların kaynağı üzerinde dururken, bedenin bir ülkeye benzediği unutulmamalıdır. Bir memleketin bayındır kalması için gerekli olan unsurlar, vücudun çeşitli uzuvlarının işlev ve yapısıyla benzer niteliklere sahiptir. (54b) Zira beden

‘mürekkeb’ bir varlıktır. Hayatiyetini ve sıhhatini koruması aynı anda birçok unsurun mevcud olmasına ve birçok şartın yerine gelmesine bağlıdır. Bu anlamda ülke teşbihinde görülen duruma benzeyen alâkalar başka türlü de kurulabilir. Mesela Nev’î şiirlerinde bedeni bazen bir şehre bazen de bir mecmuaya benzetmiştir:

Tağılup tefrika-i hasret ile şehr-i vücûd Ten-i bîmâr cüdâ bu dil-i efgâr cüdâ (8/2) Nev’iyâ mihr ü vefâ şîrâzesin çâk itmeyem Tağılup mecmû’a-i cismüm eğer evrâk ola (9/5)

Eğer bir ülkenin rûhu hükmünde olan ahlâk ve nizamı bozulursa, onun maddi unsurlarının hiçbirinde sıhhat mekân tutmaz. Tıpkı bedeni ayakta tutanın rûh, can olduğu gibi:

Sen cân-idün bu âleme âlem sana beden

Tende ne denlü fer ola bîmâr olunca cân (K.37/16)

Hastalar için en önemli konulardan biri de su ile aralarındaki ilişkidir. Suyun mutlaka içilmemesi gibi bir uygulamaya bağlı kalmak doğru değildir. Nev’î bu bilgiyi, Hz.

Ayşe ile ilgili bir rivayete dayanarak nakleder. (55a) Diğer yandan bazı mısralarında da yer

verdiği su içme meselesi, daha farklı bir vurguyla karşımıza çıkar. Nev’î ilgili beyitlerde suyun bahusus vefat demine yaklaşan hastalar için esirgenmeyeceğini ifade eder:

Ey tabîb-i dil ü cân ko lebün öpsün Nev’î

Men’ iderler mi sudan hîç ölecek bîmârı (535/5)

Bütün bunların yanı sıra, Osmanlı şiirinde yaygınlıkla görüldüğü üzere, bir hastalık olarak, hem de onulmaz bir derd olarak en çok sözü edilen konu, maraz-ı aşktır. Nev’î Dîvânı’nda da bunun çok sayıda örneği görülmektedir. Nümune sadedinde zikretmek gerekirse:

İstedüm şerbet-i la’lün didi Nev’î’ye o yâr

Nâfi’ olmaz maraz-ı ışka müdâvâ-yı hakîm (310/5)

Son olarak, Nev’î’nin sıhhatin değeri üzerine kaleme aldığı gazelini yâd etmek bahse münasip düşecektir:

Bir dahı müyesser ola mı sohbet-i sıhhat Ne mertebedür biline mi kıymet-i sıhhat Bir dahı aceb sûret-i ahbâba bakam mı Gözüme gelüp neş’e-i keyfiyet-i sıhhat Za’f-ı teb ile bir kıla döndi ten-i bîmâr Bir pâre meğer tâb vire kuvvet-i sıhhat Gam çekme nasîb olmaz ise sohbet-i ihvân Tek hân-ı safâda yiyelüm ni’met-i sıhhat Yârân-ı safâ sizlere sıhhat dil-i Nev’î

Oldı katı müştâk-ı dem-i hâlet-i sıhhat (31)

Benzer Belgeler