• Sonuç bulunamadı

II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA TÜRK ORDUSUNDAKİ STRATEJİK VE DOKTRİNER DEĞİŞİKLİKLER (1939-1950)

3. İkinci Dünya Savaşı’nın Stratejide ve Doktrinde Getirdiği Yenilikler

I. Dünya Savaşı’nın karakteristik özelliklerinden biri olan hareketsizliği ortadan kaldırmak ve muharebe sahasında makineli tüfekler ve topçu mermilerine karşı koruma sağlayacak, zırhlı, hareketli ve ateş gücü yüksek silâh, yani tanklar gündeme gelmiş ve ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda kullanılan tanklar bu savaştan sonra geliştirilebilmiş ve II. Dünya Savaşı’nda uçaklarla birlikte büyük rol oynamıştır.129 Askeri teknoloji alanındaki gelişmelerle birlikte II. Dünya Savaşı, daha önceden piyadeyi esas alan ve geçerliliğini kaybetmiş savaş planlarına dayalı ordu örgütlenmelerinin ortadan kaldırılmasını gündeme getirmiştir.130

I. Dünya Savaşı ile karşılaştırıldığında II. Dünya Savaşı’nda muharebe sahası, daha çok zırhlı araçlar ve uçakların egemenliğinde gelişme göstermiştir. Böylece muharebe sahasının taktik ve stratejik olarak değişiminde, tank birlikleri ve uçaklardaki teknik ve teknolojik değişikler etkili olmuş, muharebe sahasındaki birlikler tank ve uçaklar ile birlikte büyük bir hareket kabiliyeti kazanmışlardır. I.

Dünya Savaşı’ndaki asıl cepheler hareketsiz bir konumda iken, II. Dünya Savaşı’nda cepheler, hareketli birlikler ile birlikte büyük bir derinlik kazanmıştır.131 I. Dünya Savaşı karada ve denizde yapılan muharebeleri kapsamışken, II. Dünya Savaşı’nda

126 Cumhuriyetin 50 nci Yıldönümünde Türk Silahlı Kuvvetleri, s.110

127 Cumhuriyetin 50 nci Yıldönümünde Türk Silahlı Kuvvetleri, s.110 ve Cumhuriyetin 60 ncı Yıldönümünde Türk Silahlı Kuvvetleri, s.66

128 Düstur, Üçüncü Tertip, C. 30, Devlet Matbaası, Ankara, 1949 s.3-5

129 Nejat Eslen, Tarih Boyu Savaş ve Strateji, Truva Yayınları, Kilim Matbaacılık, İstanbul, 2005, s.93

130 Özdemir, s.83

131 Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, C. VI, 20. Yüzyıl: Yeni Bir Dünyanın Aranışında, Adam Yayınları, İstanbul, 1999, s.253-254

kara ve deniz muharebelerinin yanında asıl güç olarak hava kuvvetleri ön plana çıkmıştır. Hatta denilebilir ki II. Dünya Savaşı’nın temel stratejisi hava üstünlüğüne dayanmıştır. Bu hava üstünlüğü, uçak gemileri ve denizaltıları ile desteklenmiştir Böylece, o zamana kadar dünya yüzeyindeki mücadele artık atmosfere de taşınmıştır.132

II. Dünya Savaşı’nda Alman askeri stratejisi, hava kuvvetleri desteğinde, zırhlı, motorlu ve hava indirmeleriyle baskın ve sürate dayalı “Yıldırım Harbi” konseptine dayandırılmıştır.133 Muharebe alanlarında, zırhlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek topçu ve muharebe uçaklarının iş birliğiyle uygulanan134 bu konseptin gereği olarak, Almanlar, savaşın başında 18 Eylül tarihinde asgari olarak 116 tümen seferber etmişlerdir. Bu tümenlerin 42’si batı cephesinde, 16’sı orta Almanya’da, 58’i ise doğu cephesinde bulunmaktaydı. Almanlar, toplam 108 ile 117 arasında bulunan tümenlerin en iyilerinden oluşan 58 tümenle Polonya’ya taarruz etmişlerdir.135 Öte yandan müttefiklerin cephesinde ise, taarruz edeni, belirli cephelerde tevkif ve ablukaya alarak, harp kaynaklarını hava bombardımanlarıyla tahrip etmek ve onu kayıtsız şartsız teslime zorlama ilkesi benimsenmiştir.136

I. Dünya Savaşı’nda denenen radyo haberleşmesinde II. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede büyük gelişmeler yaşanmış ve II. Dünya Savaşı’nda kullanılan tank ve uçakların hızıyla birlikte, saldırı sürati iletişim hızına bağlı olarak artmıştır.137

Düşmanın, harp gücünü seferber etmesine vakit bırakmadan, ona karşı üstün harp kuvvetleriyle taarruz ederek kesin sonucu süratle elde etmek maksadıyla yapılan harp şekline “Yıldırım Harbi” denmektedir.138 Almanların uygulamış olduğu “Yıldırım Harbi Doktrini”nin ana dayanağını hareket kabiliyeti yüksek zırhlı birlikler ile hava gücü oluşturmaktadır. Bu doktrin, I. Dünya Savaşı’ndaki mevzi harbinin üstünlüğünü

132 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), C.I, Baskı 7, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1991, s.421 ve Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları, Önsöz Basım-Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.139

“İlk kez 1899’da Hollanda’da denize indirilen denizaltılar, 1914’te askeri amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır.”

133 Muzaffer Erendil, Tarihte Strateji, Genelkurmay Askeri Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1998, s.141-145

134 Erendil, “Hatıralar”, Türk Subaylarının İkinci Dünya Savaşı Hatıraları, s. 55

135 Churchill, s.129

136 Erendil, Tarihte Strateji, s.141-145

137 John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, Çev. Füsun Doruker, Sabah Kitapları, İstanbul, 1995, s.282

138 Muhittin Kurtuluş, Milli Savunma Ekonomisi Ders Notları, Harp Okulu Basımevi, Ankara, 1967, s.223

ortadan kaldırmıştır. Aynı zamanda, bu savaşla birlikte elektronik anlamda istihbarat önem kazanmaya başlamıştır. Böylece, savaş sonrası, tank, top, roket sistemleri geliştirilmiş, telsiz ve radarlar yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle hava kuvvetlerinin savaştaki stratejik rolü anlaşılmış, uçak gemileri inşa edilmiş, atom bombası ile birlikte nükleer harp kavramı doktrine girmiştir.

I. Dünya Savaşı’na göre, deniz savaşlarında da büyük değişimler yaşamıştır.

Deniz savaşlarında, uçak gemileri ile denizaltılar büyük rol oynamış, harekât hem nicelik hem de çap olarak artmıştır.139 Dünya ölçüsünde yaygınlık gösteren muharebeler ile birlikte, denizlere hâkimiyet ve deniz stratejisi önemini korumuştur.

Uzak bölgelere deniz yoluyla yapılan cephe ikmalleri, denizde güçlü olan devletlerin denizden uyguladıkları ablukalar, denizaşırı harekât alanlarına uçak gemileri ile götürülen uçaklar, denizaltı harekâtı deniz kuvvetlerinin büyük bir stratejik öneminin olduğunu göstermiştir.140

Tüm kaynakların savaşa yönlendirilmesine yol açan ilk kitlesel savaş özelliğini taşıyan I. Dünya Savaşı, tüm dünyaya yayılmış ve bu savaşla birlikte halkların bütünü hedef alınır olmuştur.141 Özellikle durağan cephelerin oluşması sonrasında, iç cepheyi çökertmek amacı güdülerek, ruhsal ve manevi kuvvetler hedef alınarak, düşman faaliyetleri bu cephelerin derinliklerine halk kitlelerinin üzerine yönelmiştir.

I. Dünya Savaşı’ndan alınan bu derslere II. Dünya savaşı’na ışık tutmuş, savaş hazırlıkları bu bilgi ve tecrübeler kapsamında yapılmıştır. Bu bilgi ve tecrübeler sonucunda “Topyekun Harp” kavramı ortaya çıkmıştır.142

Savaşın başında, İngiltere ile Almanya arasında var olan sivil hedefleri bombalamama konusundaki anlaşmanın Hitler tarafından feshedilmesi üzerine, İngiltere 1940 yılında Alman kentlerini bombalamaya başlamış ve böylece savaş farklı bir boyuta taşınmıştır.143 Savaşın sonunda ise ilk defa ortaya çıkan “Nükleer Harp” kavramı, sivil hedeflere doğru kayan muharebe alanları inanılmaz boyutlara taşımıştır. Böylece, büyük şehirler, limanlar, ulaştırma merkezleri, sanayi merkezleri

139 Tanilli, s.256-257

140 Erendil, Tarihte Strateji, s.141-145

141 Dedeoğlu, s.138

142 Muzaffer Erendil, İkinci Dünya Harbi’nden Sonra Oluşan Silâh Sistemlerinin Taktik ve Stratejiye Etkileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994, s.42,43

143 Keegan, s.286

gibi önemli coğrafyalar bu silahların tehdidine maruz kalmaya başlamıştır. Nükleer silahların varlığı, klasik anlamdaki muharebelerinin önem ve gerekliliğinin tartışılmasını başlatmış, bütün bir ülkenin imha edilebilirliğini gerçeğe çevirmiştir. II.

Dünya Savaşı’nda muharebe bölgelerinde kullanılan bu yeni sistem ve silâhlar, Topyekün Harp anlayışını daha da geliştirerek bir doktrin haline gelmesini sağlamıştır.144

“Konvensiyonel Harp” terimi de daha çok II. Dünya savaşı sonrasında kullanılmaya başlanmıştır. Konvensiyonel harp, nükleer silahların kullanılmadığı, muharebelerin geleneksel ve bilinen silahlarla sürdürüldüğü bir harp şeklini belirler.

Nükleer silahlara göre daha dar bir alanda etkilerini gösteren konvensiyonel silahların niteliklerinde II. Dünya Savaşı sonrasında büyük gelişmeler kaydedilmiş, böylelikle kuvvetlerin yapısı da değişmiştir.145

Görüldüğü üzere, II. Dünya Savaşı ile birlikte yeni silâh sistemleri, hem hedefte sağladığı etki, hem de atış menzilleriyle savaş alanının boyutunu tamamen değiştirmiştir. Bunun karşılığında savunma stratejileri; nükleer silâh bulundurma, havada üstün bir güce, etkili bir radar sistemine, sivil savunma için sığınaklara sahip olmayı gerektirmiştir. Normal olarak tüm bunlar, büyük bütçeleri gerektiriyordu.

Çoğu ülke için bu ihtiyaçlar ise karşılanamayacak kadar kendi imkân ve kabiliyetlerinden uzaktı.146 Bunun sonucu olarak savunma harcamalarının yükselmesi, ordu ile birlikte sermaye çevreleri arasındaki ilişkileri artırmış, topyekûn savaş doktrini ile birlikte harbin yönetim anlayışı değişerek harp karargâhların içinde siviller de bulunmaya başlamış ve silahlı kuvvetler siyasi platformda daha belirgin bir hale gelmiştir.147 İnsan yoğunluğundan makine yoğunluklu bir yapıya dönüşen kuvvetlerle, tüm düşman kuvvetlerine ve düşman cephesinin gerisine taarruz ve nüfuz ederek, hızla düşmanı savaş dışı bırakma metotlarını muharebe sahasında uygulama imkânı veren II. Dünya Savaşı, beraberinde getirdiği yeni stratejileri

144 Erendil, Tarihte Strateji, s.141-145

145 Erendil, İkinci Dünya Harbi’nden Sonra Oluşan Silâh Sistemlerinin Taktik ve Stratejiye Etkileri, s.75-77

146 Tanilli, s.296-297

147 O. Metin Öztürk, Ordu ve Politika, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1993, s. 14

böylece ekonomi, politika ve diplomasi sahasına da sokmuştur. Artık savaş sadece ekseri strateji ile değil, yüksek strateji ve uluslar arası ilişkiler ile sonuç bulacaktır.148

Ülkenin askeri, siyasi, ekonomik ve buna benzer her türlü gücünün, insan gücü ile birleştirilerek harbe katılmak olarak tanımlanabilen “Topyekun Harp” ilk olarak I.

Dünya Savaşı’nda görülmüş olmakla birlikte, II. Dünya Savaşı, gelecekteki savaşların da topyekun harpten başka türlü olmayacağını açık bir şekilde göstermiştir.149

Bu savaş, cephelerinin geniş ve çok olması, kullanılan yeni silah, malzeme ve teçhizatların çeşitli oluşu nedenleriyle strateji ve taktik savaş doktrinleri üzerinde geniş tartışmalara yol açan tesirler yapmıştır.150 Savaş doktrinleri üzerinde, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki belli başlı tartışma konuları şunlar olmuştur:

- Büyük bir harp yalnız stratejik hava bombardımanıyla kazanılabilir mi?

- Yeni silâhlar (Atom ve Hidrojen bombaları, füzeler, şimik silahlar) strateji ve taktik üzerinde ne gibi tesirler yapacaktır?

- Bir deniz kuvvetinin terkibi ne olmalıdır? Deniz üstü ve denizaltı gemilerinin, uçak gemilerinin rolleri ne olacaktır?

- Zırhlı birlikler, yeni savunma silâhları karşısında önemlerini ne derece kaybetmişlerdir? 151

Dünyayı etkileyen bu savaş karşısında, 1,5 milyona yakın insanını silah altında tutan Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı yıllarını geçirmiştir. Savaş yıllarının sıkıntıları ve tecrübeleri sonucu, Silâhlı Kuvvetler ile milli kaynakların geliştirilmesinin ve güçlendirilmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmıştır.

Savaş sırasında, Türk Ordusu, beliren tehditlere karşı, oluşturduğu askeri stratejide, kuvvet çoğunluğunu Trakya’da yığınaklandırmıştır. Askeri birliklerin

148 Muzaffer Özsoy, “Dünü ve Bugünüyle Türk Savunma Stratejisi”, Türkiye’nin Savunması, Dış Politika Enstitüsü, Tisa Matbaacılık, Ankara, 1987, s.62

149 Kurtuluş, s.225

150 Seyfi Kurtbek, “Harp Doktrinler”, Ordu Dergisi, S. 155, Askeri Basımevi, İstanbul, 1950, s.1-2

151 Aynı yer

konuş durumu incelendiğinde, Türk Ordusunun Trakya ve Ege bölgesinde stratejik taarruz, Doğu’da ise stratejik savunma manevraları uygulayacağı anlaşılmaktadır.152 Dünya tarihinin şimdiye kadar kaydetmiş olduğu en büyük mücadele olan II.

Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan neticelerinden önemli olan bir nokta da, uluslar arası politikada “alan genişlemesi”dir. 1945 yılına dek uluslar arası ilişkilerin yoğunlaştığı bölge Avrupa idi. Avrupa devletlerinin ürettiği politika dünya için geçerli idi. Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında, Afrika’da ortaya çıkan bağımsız devletlerin sayısındaki artış, uzak doğuda Çin ve Hindistan gibi büyük nüfuslu ülkeler dünya politika alanının genişlemesine sebep olmuştur.153

Savaş sonrasında, ABD ve SSCB’nin liderliğinde oluşan iki kutuplu ideolojik yapılanma zemini, kendi ideolojilerini diğer unsurlara yayma çabaları sonucu uluslar arası ilişkilere “ideoloji” ve “doktrin” unsuru girmiş ve uluslar arası sistem kendi içinde daha çatışmacı bir ilişkiler ağı ortaya çıkarmıştır.154