• Sonuç bulunamadı

1. Gerçeklik ve İdeoloji

1.4. İfadesel Ortaklıklar

1.4.1. Medyanın, modern zamanlarda demokrasi vaadinin gerçekleşmesi yolunda verilen mücadelenin gitgide dışında yer almasına yol açan siyasi ve ekonomik sorunlara ilişkin ifadelerin oluşturduğu ortaklık:

Modern medyanın gelişiminin kökeninde, enformasyon aktarımı ve konuşma platformu, ortamı ve aracı olarak yüz yüze iletişimden ciddi bir kopuş yatmaktadır.

Bu doğrultuda Graham Murdock’un “Media, Culture and Modern Times: Social Science Investigations” (2002) (Medya, Kültür ve Modern Zamanlar: Sosyal Bilim Soruşturmaları) başlıklı makalesinde medyanın çağdaş toplumsal düzenin inşasında merkezi rol oynadığı belirtilmektedir. Bu makaleye göre medya, a) hem büyük şirketlerin ve hem de devletlerin etkililiklerini arttırmada önemli olanaklar sağlamaktadır, teritoryal ve ekonomik imparatorlukların kumanda, koordinasyon ve kontrol konusunda karşılaştıkları sorunlarla baş edebilmeleri için vazgeçilmezdir b) devletin ve büyük şirketlerin her daim gereksinim duyduğu kamusal desteğin sağlanmasında önemli bir role sahiptir c) insanların dünyayı anlamaları ve yorumlamalarına yarayan dil ve imgelemin kâr amaçlı medya endüstrilerinde çalışan profesyonellerce yaratılmasıyla ilişkili olarak, kamusal kültürün oluşumunda etkilidir d) sunduğu dolayımlanmış kamusal kültürle sıradan insanların inançları ve davranışları üzerinde etkiye sahiptir (Murdock, 2002: 40-41).

Makalede dört madde halinde sıralanan bu meseleler öteden beri farklı düzlemlerde medyayla ilgili olarak yapılan tartışmalarda dile getirilen sorunların başında gelmektedir. Epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarında, her bir grup içindeki meselelere ilişkin değerlendirmelerine rastlamak mümkün olsa da, bu çalışmaların esas olarak ilk grupta yer alan meseleler üzerinde odaklaştıkları söylenebilir. Bu doğrultuda üç K’yi, yani kumanda, koordinasyon ve kontrolü sağlama hedefiyle medyaya yönelik devlet ve/veya piyasa kökenli müdahaleler ve bu müdahaleler sonucunda günümüz medyasının aldığı hal ve karşılaştığı sorunların tartışılması gerektiği, hatta medya çalışmalarında bu meselelerin tartışılmasına öncelik verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Çeşitli biçimlerde tekrarlanan bu vurgu, epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarındaki ideoloji yaklaşımını kristalize eden ifadelerden olup, bu

türden çalışmalar arasında ifadesel düzeyde belli bir ortaklıktan söz etmeyi mümkün kılmaktadır. Bu noktadan hareketle çalışmanın bu bölümünde söz konusu ifadesel ortaklığın, değerlendirilen çalışmaların benimsediği ideoloji kavrayışını belirginleştirme tarzına değinilecektir.

Epistemolojik motifli ideoloji anlayışına sahip medya çalışmalarında sıklıkla rastlanan bir önermeyi şu şekilde formüle etmek mümkündür: “Medyanın yapısı ve performansını anlamak ve açıklamak için, bu yapı ve performansın altında yatan esas gerçeğin, eleştirel bir bakış açısıyla şekillenmiş tarihsel bir analizle ortaya konulması gerekmektedir.” Bu önerme, medya çalışmaları alanında yapılmış bir incelemenin tatminkâr olabilmesi için başlıca üç mesele üzerinde odaklanması gerektiğine işaret etmektedir. İlki incelemenin yüzey ve derinlik ayrımını gözetmesi gerektiğine ilişkindir. İkincisi incelemenin normatif bir temele dayanması gerektiğini ifade ederek, var olan ve var olması gereken arasındaki ayrımın okuyucuya sunulmasında ısrarlıdır. Üçüncüsü de var olan fenomenin zaman ve mekân ürünü olduğuna dikkat çekilmesi gerektiğiyle ilgilidir.

Bu üç unsurdan ilkine göre, medya kurumları ve içeriğinin altında yatan esas gerçeklik alanında artık global hal almış olan ve rekabetin, entegrasyonun, tekelleşmenin ön planda olduğu kapitalist üretim tarzının egemenliği söz konusudur.

Medya içeriği, bu çerçeveden ele alındığında, kural tanımayan ya da kendi kurallarını kendisi inşa eden dev medya şirketlerinin bir çıktısıdır. Aslında medya şirketleri tanımlaması da yerinde olmayabilir, çünkü medya kuruluşlarının sahipleri artık farklı sektörlerde faaliyet gösteren bir dizi büyük şirketin kontrolünü de elinde tutmaktadır.

Bu çerçevede değerlendirildiğinde medya içeriğinin de dâhil olduğu tüm kültürel ürünlerin üretim, tüketim ve dağıtımının çok güçlü ve karmaşık bir yapının ürünü

olduğu yapılan medya çalışmalarında belirtilmesi gereken önemli unsurdan birisi olmalıdır.

Epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmaları, altta yatan ve medya kurumlarının, medyaya ilişkin çeşitli düzenlemelerin ve medya içeriğinin derinliğini ifade eden bu gerçeklik alanının, sunulan ürünün içinde var olduğu topluma ve toplumsal ilişkilere dair, farklı anlatım tarzlarında belirli ifade kalıplarını sıklıkla kullandığına değinmektedir. Bunun da ötesinde, entelektüel kullanım da dâhil olmak üzere bu ifade kalıplarının toplumsal kullanımına yaygınlık kazandırıldığı vurgulanmaktadır. Bu nedenle, epistemolojik motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının bakış açısından, yapılan bir medya incelemesinden beklenen, esas gerçekliğin kendisini gizlemesine yardım eden bu ifade kalıplarını eleştirel bir perspektifle sorgulamasıdır. Bu vurgunun epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarınca taşıdığı önem, söz konusu ifade kalıplarının gerçek değil, ideoloji olmalarından kaynaklanmaktadır. Altta yatan gerçeklik alanının yol açtığı eşitsiz güç ilişkilerini gizleyen bu ideolojiler, kendine yönelik sorgulamanın ve direnişin oluşmasına da engel olmaktadır.

Kuralların yıkılmasıyla ifade özgürlüğünün ve kültürel ürünlere ulaşım olanaklarının artması, enformasyon ve haberin global düzeyde serbest dolaşımı ve elitist anlayışın yerine demokratik anlayışın başat düzenleme ilkesi olarak benimsenmesiyle bildirim ve yargı kipinin, etkileşim ve paylaşım kipine dönüşmesi, politik ve kültürel anlamda katılımcı, demokratik ve eşitlikçi bir ifade ve tartışma platformunun yaratılması türündeki ifadeler, örneğin “enformasyon toplumu” gibi bir ifade kalıbı içinde sürekli yinelenerek toplumsal anlamda yaygın bir kullanıma sahip olabilmektedir. Bu doğrultuda Nicholas Garnham’ın “Information Society Theory as Ideology: A Critique” (2001a) (İdeoloji Olarak Enformasyon Toplumu Kuramı: Bir

Eleştiri) başlıklı yazısında, enformasyon toplumu teorisinin, içinde yaşadığımız tarihsel dönemin başat ideolojisi olduğunu belirtilerek, bu teori içinden ortaya atılan argümanların toplumsal iletişim yapısı ve süreçleri ile genel anlamda toplumsal yapı ve süreçler arasında ilişki kurmada yetersiz kaldıkları vurgulanmaktadır. Makaleye göre, enformasyon teorisi olarak ideoloji, devrim olarak nitelenen dönüşümün a) üretim tarzı üzerindeki etkisini b) üretim organizasyonu, emek yapısı ve bilinci ile toplumsal tabakalaşma üzerindeki etkisini c) politika ve kültür alanlarındaki etkisini göstermede yetersiz kalmaktadır (Garnham, 2001a: 163-164).

Medya yapısı ve performansının tarihsel perspektifle ele alınması gerektiğine ilişkin üçüncü unsur, büyük ölçüde incelemenin esas olarak modernizmin gelişimi dikkate alınarak yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu türden tarihsel bakış açısı geliştirildiğinde mevcut olanın, demokrasi vaadinden ve Aydınlanma ilkelerinden uzaklaşmayı ifade etmekte olduğu ve toplumsal eşitsizliklerin giderek derinleşmesi anlamını taşıdığı daha iyi anlaşılacaktır. Tüketim ideolojisiyle medya artık tartışmanın, fikir alışverişinin uzamı olabilme ihtimalinden giderek uzaklaşarak, skandalın, teşhir ve sergileme ile itirafın uzamı haline dönüşmüştür. Bu nedenle medya ürünleri karşısında tüketicilerin elde ettikleri hazlardan, kimliklerden vs.

bahsetmek, epistemolojik motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarının birçoğunda “tekerleğin yeniden keşfedilmesi” (örneğin Ferguson ve Golding, 1997), “ahlaki ahmaklık/kretenizm” (Tester, 1994: 3), “kültürel popülizm”

(Frith ve Savage, 1993; McGuigan, 1992) ya da “yeni revizyonizm” (Curran, 1999) olarak nitelendirilmektedir. Bu nokta bizi çalışmaların sahip olduğu bir diğer ifadesel ortaklığa taşımaktadır.

1.4.2. İzleyici/alımlama araştırmalarına, ideoloji çözümlemelerine ve kültürel çalışmalara yönelik itirazlarda benimsenen üsluba ilişkin ortaklık:

Epistemolojik motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmaları içinde yer alan pek çok metin kendi perspektifinden belirli bir düşünceyi ortaya koymakla yetinmez. Ortaya atılan düşünce, sıklıkla kendine karşıt olan bir konum belirler, buna işaret eder ve bu karşıt konumu tanımlar ya da adlandırır. Örneğin bir metinde

“kültürel alana dair yapılan bir analizde üretim, dağıtım ve tüketim düzeyleri birbiriyle ilişkilendirilerek ele alınmalıdır” anlamını taşıyan bir önermenin yer aldığını düşünelim. Bu türden bir önermenin hemen ardından “postmodernizmin, postyapısalcılığın, postkolonyalizmin, psikanalizmin etkisindeki ideoloji araştırmalarının/kültürel çalışmaların/izleyici araştırmalarının yaptığı gibi ürün ya da izleyici üzerine odaklanma, araştırmayı tarihdışı, görececi, ampirik, revizyonist ve idealist bir zemine taşımaktadır” anlamını içeren bir diğer önerme yer almaktadır.

Ancak söz konusu önermenin ifade edilişi çoğunlukla polemik tarzında olmaktadır.

Bu çalışmada epistemolojik motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının başta kültürel çalışmalar olmak üzere kendisinden farklı diğer yaklaşımlara yönelik itirazlarında benimsedikleri üslubun ciddi bir sorun olduğu düşünülmektedir. Bu noktayı örneklemek üzere Cultural Studies in Question (Kültürel Çalışmalar Sorgulanıyor) adlı derlemede yer alan makalelerde kültürel çalışmalara ilişkin olarak kullanılan ifadelerden bazılarını göz atılabilir:

“Kültürel çalışmaların, sonsuz plastikliğin pedagojisi yönündeki eğilimi…”, “…[John Fiske için] göstergebilimsel demokrasinin ve izleyici/okuyucu gücünün yandaşı. Önceki konumunu terk etmese de yeni çalışmaları kurucu babanın revizyonizmi türünde fikirler öne sürüyor”, “...sadece metinsellik üzerine çalışan teorik pratisyenlerin görüş kuvveti “dünyayı değiştirmekten sözcüğü değiştirmeye”

[Sivanandan’dan alıntı] düştü” (Ferguson ve Golding, 1997: xii, xviii, xxv);

“genç ve artık o kadar da genç olmayan akademisyenlerin meşgale edindikleri ve kendi reklâmlarını yaptıkları alan...” “Belki de milyonlar aslında anadamar popüler kültürün hegemonik süngerince emilmiş değildir! Belki özgürdürler ya da evlerinde kanepelerinde otursalar bile genelden farklı düşünmektedirler. Eğer ‘devrim’ görünmezlik noktasına ulaşmışsa, güçlüler tarafından empoze edilen hegemonik kültürün zaferi ve hemen hemen karşı konulamayan medya hakkında düşünmek can sıkıcıdır”, “Avrupa’nın Anglosakson bölgesi, Kuzey Amerika ve Avustralya boyunca sınıf eşitsizliği artmış, insafsız bireycilik şiddetlenmiş, yoksulların yaşam koşulları kötüleşmiş, ırkçı gerilimler tırmanmış, sendikalar ve sosyal demokrat partiler zayıflamış ya da içinden çıkılamayan çözümsüz bir noktaya ulaşmış olabilir, ama boş ver.

Popüler kültür çalışmasına katıl, orada azınlıkların bulmayı umdukları ödüle yönelik sahip olunan sempatiyle birlikte artık kimsenin hoş olmayan -eski moda bir kelimeyle- gerçeklerle uğraşmasına gerek yoktur.” (Gitlin, 1997: 25, 30, 34);

“Angela McRobbie ve diğerlerine göre alışveriş kadınlara özerk biçimde kendini ifade edecekleri bir uzam bahşediyor. Ötekiler için romans edebiyatı ve pembe diziler aynı işleve sahip. Eski kötü günlerde biz buna kaçış derdik ve o sofu, püriten sosyalist günlerde bu kötü bir şeydi”

(Garnham, 1997b: 67).

Yukarıda örneklenen tek kitap bile, polemiğin yerleşik bir anlatım tarzı haline gelmeye başladığını göstermektedir. Aslında dikkati çekilmek istenen nokta, kültürel çalışmalara yönelik hiçbir eleştirinin, sorgulamanın, karşı çıkışın yapılmaması gerektiği değil, söz konusu eleştirideki (belki sataşmadaki) hâkim anlatım tarzının polemik niteliği taşımasıyla ilgilidir. Bu arada bahsi geçen kitabın ikinci kısmının, Garnham’ın yukarıda alıntılanan ifadesinde ismi geçen Angela McRobbie’nin de aralarında bulunduğu, kültürel çalışmalar içerisinde faaliyet gösteren çeşitli akademisyenlerin alana yönelik eleştirel değerlendirmelerinin yer aldığını makalelerinden oluştuğunu da eklemek gerekiyor.

Bu çalışmada ayrıca polemiğin tamamıyla akademik üretimin dışında bırakılması gerektiği de savunulmamaktadır. Bir metnin tamamı ya da bir bölümü dikkati çekilmek istenen problem üzerindeki vurguyu arttırmak üzere ya da başka bir nedenle polemiği bir anlatım tarzı olarak benimseyebilir ancak sorun belli yazarların

aynı konu üzerinde devamlı olarak polemiğe başvurarak, metin içinde kendine saldıracak bir düşman yaratarak ilerlemeyi tercih etmeleridir. Polemikçiye özgü genel nitelikleri Michel Foucault şu şekilde ifade etmektedir:

Polemikçi baştan sahip olduğu ve sorgulamaya asla yanaşmayacağı birtakım ayrıcalıklarla donatılmış biçimde polemiğe girişir. İlke olarak, kendisine bir savaş yürütme yetkisi tanıyan ve bu mücadeleyi haklı bir çabaya dönüştüren haklara sahiptir; karşısındaki kişi hakikati arayan bir ortak konumunda değil; bir hasım, yanılmakta olan, zarar vermekte olan ve varlığıyla tehdit oluşturan bir düşman konumundadır. Polemikçinin gözünde, oyunun sırrı, karşısındaki kişinin konuşma hakkına sahip bir özne olarak kabul edilmesinde değil; muhatap olarak, her türlü diyalogdan dışlanmasında yatar. Polemikçinin nihai amacı, elde edilmesi güç bir hakikate mümkün olduğu kadar yaklaşmak değil, kendisinin en başından beri açıkça savunmakta olduğu haklı davayı zafere ulaştırmak olacaktır. Polemikçi, tanımı gereği düşmanına tanınmayan bir meşruiyetle hareket eder (Foucault, 2000c: 279).

Polemikle ilgili olarak son bir noktaya daha değinmek gerekiyor. Epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip metinler içinde polemiğe, kültürel çalışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulunurken bu denli sıklıkla başvurulması, bu çalışmaların konsensüsü hedefleyen eleştirel, müzakereci, rasyonalist, argüman üretiminin kamusal alan için taşıdığı önemden bahsetmelerinin hemen ardından gerçekleşmektedir. Aslında beklenen, kültürel çalışmalar üzerine yapılan tartışma ve sorgulamanın çalışmaların benimsediği kamusallık anlayışıyla uyum içerisinde olmasıdır, ancak gerçekleşen, kültürel çalışmalarla tartışmaya girişmeye çabası değildir. Benimsenen polemik, kültürel çalışmaların sadece tartışma konusu/nesnesi halinde, medya çalışmaları alanına verdiği zararla, sahip olduğu yanılgıyla ve akademik gelişime tehdit oluşturmasıyla tartışmaya dâhil olmasına olanak tanımaktadır.

Epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmaları için kültürel çalışmalar, izleyici araştırmaları ve/veya ideoloji çözümlemeleri, sahip olunan epistemolojik mantığa uygun olarak, “benim değil, ötekinin sözü” biçimdeki ideoloji

formülüyle değerlendirilmektedir. Bu kapsamda, özgürleşmeyi yanlış yerde arayan, sınıf mücadelesini yeterince önemsememesinden ötürü var olan ve giderek derinleşen eşitsizliği ortaya koyamayan, Aydınlanma ve demokrasi idealinden uzaklaşan, kapitalist sistemi eleştirel bir perspektifle sorgulayamadığı için onun etkisi altında kalan; kısaca gerçek değil ideolojik olan kültürel çalışmalardır.

“Gerçeklik ve İdeoloji” kümesi altında değerlendirilen metinlerin tartışılmasının ardından, çalışmanın bir sonraki kısmında, bu kümeyi kesen ilk ideoloji ekseni itibarıyla “Gerçeklik ve İdeoloji” kümesi ile kesişmekte olan

“Ekonomik İlişkiler ve İdeoloji” kümesine ilişkin değerlendirmelerde bulunulacaktır.