• Sonuç bulunamadı

2. Ekonomik İlişkiler ve İdeoloji

2.4. İfadesel Ortaklık

motifinin daha görünür olduğu medya çalışmalarının söz konusu sorunları ekonomik ve politik temelde tartışırken, araçsalcı motifin daha görünür olduğu metinlerin bu sorunları yönetici seçkinler ve onların çıkarları bağlamında ele almasıdır. Aslında iletişim olanaklarının demokratikleşmesi talebini dile getiren sorunların, medyada kamusal yarar ilkesinden giderek uzaklaşılması bakımından çalışmanın ilk kısmında ele alınan epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarında da ele alındığı ifade edilebilir. Epistemolojik ideoloji motifinin daha belirgin olduğu medya çalışmalarının özellikle 80’li yılların sonlarından itibaren üretilmiş olanları uygulamaya konulan neo-liberal politikaların toplumsal sonuçları karşısında belli bir alternatif sunabilme çabasıyla belirlenim motifli çalışmalarındaki sınıf vurgusunun yurttaşlık vurgusuyla yer değiştirdiği görülmektedir. Böylelikle sadece sınıf değil, cinsiyet, ırk ve etnik köken açısından da çeşitli dezavantajlı grupların kendilerini ifade edebilmelerine olanak sağlayacağı düşünülen dengeli, eşitlikçi ve adil iletişim olanaklarının kurulması hedeflenmektedir.

Her üç kavrayışın temasal çerçevesine ilişkin bu benzerlik ve farklılıklara değindikten sonra aşağıda belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarının ifadesel düzeydeki temel ortaklığı üzerinde durulacaktır.

kamusal düzeyde iletişim ortamının çoğullaşmasına yol açtığı kabulüne yönelik olarak beslenen kaygı belirgin biçimde yer almaktadır. Bu anlamda başlıkta kullanılan “olumlamaya duyulan kaygı” ifadesi doğrudan belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarının aracın (medium) ya da araçların (media) kendilerine ya da kullanımlarına karşı çıkma eğiliminde olduklarını dile getirmemektedir. Belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarının esas olarak dikkati çektikleri nokta, araç sayısının artışının, kullanımlarının yaygınlaşmasının ve yöndeşme eğiliminin ekonomik, politik ve toplumsal anlamda geçmişe kıyasla bütünüyle bir kopuş olarak değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulamaya yöneliktir. Bu durum Graham Murdock’un “Past the Posts:

Rethinking Change, Retrieving Critique” (2004) başlıklı makalesinde yeni olanı aşırı değerli sayma (overvalue the new) ve yeni olanı kucaklama (embrace the new) ifadeleriyle karşılanmıştır. Makalede postmodernlik, ‘dijital devrim’ ve kültürel globalleşme gibi tezlerin yeni olanı aşırı değerli kılarak ve medya merkezciliği yaparak, tarihsel devamlılıkları, yapısal eşitsizlikleri ve ekonomik yeniden yapılanmayı anlamada yetersiz kaldıkları vurgulanmaktadır (Murdock, 2004: 19).

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmaları açısından yukarıda özetlenen “yeni olanın kucaklanması” yönündeki bu eğilime ilişkin kaygıları dile getiren ifadeler, 70’li yıllardan itibaren tarihsel olarak modernizm ve kapitalizm içinde yaşanmakta olan dönüşümleri yadsımaz. Bu dönüşüm endüstriyel kapitalizmin katı iş disiplininden enformasyon üretimini merkeze alan esnek üretime geçiş olarak nitelendirilmektedir. Yine yukarıda aktarılan makaleden örneklendirilecek olursa söz konusu dönüşüm, makinelerin önünde sıraya dizilmiş endüstri işçilerinin yerini call center’larda sıralanan işçilerin alması ifadesiyle aktarılmaktadır (Murdock, 2004: 24). Ancak bu türden bir dönüşüm, kapitalizmin

kârı maksimize etme ve sermaye birikimi türündeki zorunluluklarının çağdaş dünyayı şekillendirmeye devam etmekte olduğu gerçeğini değiştirmemektedir (Murdock, 2004: 24-25). Bu yüzden global karmakarışıklığa gösterilen çelişkili tepkileri kavrayabilmek için düz bir şekilde farklılık kavrayışından (kültürel globalleşme tezinin “melezlik” nosyonunda olduğu gibi) sınıfın dikey yapılarına geçiş yapmak gerekmektedir (Murdock, 2004: 28; Murdock, 2000a).

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarında sınıfın zaman zaman ön plana çıkarılması doğrudan ekonomik ve sınıfsal indirgemecilik olarak adlandırılamaz. Daha önce de vurgulandığı gibi belirlenim motifli ideoloji kavrayışının oldukça belirgin olduğu çalışmalarda bile belirlenim katı bir ekonomik indirgemecilik esasına dayanmaktadır. Bu çalışmada da belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarını ekonomik indirgemecilikle suçlamak yerine bu türdeki çalışmaların sahip olduğu epistemolojik ve yöntemsel eğilimin barındırdığı düşünülen bir soruna dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Bu sorunu biraz daha somutlaştırabilmek için tekrar Murdock’un yukarıda örneklenen makalesine dönülebilir. Makalede medya merkezciliğinden ve yeni olanın kucaklanmasından kaçınmak üzere bir analizin kapitalist zorunlulukların (kâr maksimizasyonu ve sermaye birikimi gibi) globalleşmesinden başlayarak bu sürecin endüstri, kültürel oluşumlar ve gündelik kaynaklar olarak iletişim sistemlerini yeniden yapılandırmasının çeşitli ve çelişkili yollarını açıklanması gerektiği varsayımının benimsendiği vurgulanmaktadır. Bir başka deyişle analizin başlangıç noktasına bir kültürel formun kendisinin değil, onu ortaya çıkaran ekonomik ve politik sistemin yerleştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu türden bir bakış açısı, kültürel formun içeriğini, onun içinde yer aldığı sistemin sembolü olarak değerlendirmektedir.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip çalışmalarda medya ürünlerinin içeriğinin ideoloji olarak adlandırılması, büyük ölçüde iletişimsel formların içeriklerini ekonomik ve politik sistemin sembolleri olarak görmenin bir sonucudur.

Kültürel formlarla bu formların içinde üretildiği sistem arasında temsili bir ilişki söz konusudur ancak bu temsili ilişkinin, sembolik temsil biçiminde kavranması oldukça sorunludur. Çalışmanın ilk kısmında da değinildiği gibi Marx’ın meta analizinde temsili ilişkiyi billurlaştırdığı düşünülen bir formdan (para) söz edilir ancak Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da daha önceden de alıntılandığı gibi paranın sembol (simge) olmadığını açıkça belirtir. Marx’ın eserlerinde hem ekonomik hem de politik anlamda tartıştığı temsili ilişkinin, çalışmanın ilk kısmının ilk bölümünde de belirtilmeye çalışıldığı gibi, sembolik temsilden çok yoğunlaşma ve yer değiştirmeye dayalı bir temsil tarzı olduğu ifade edilebilir. Bu doğrultuda Marx’ın sembolik temsil anlayışından uzak durma çabasının bir sonucu olarak Kapital’in ilk cildi “Meta ve Para” başlığını taşımaktadır. Para biçimi doğrudan kapitalist üretimin sembolü olarak kavranmış olsaydı, Marx’ın kapitalist üretimle ilgili incelemesinin başlangıç noktasında çelişkisiz bir bütün olarak kapitalist sistemin kendisinin yer alması, bu sistemin detaylı bir tasvirinin yer alması gerekirdi. Oysa gerçekleşen, analizin başlangıcına para biçimi başlığı ile formu yerleştirmek, bu başlangıç noktasından hareketle bu formun niye ortaya çıktığını ve neden özellikle o formu aldığını analiz etmektir. Kuşkusuz bu durum, Marx’ın hiçbir şekilde sembolik temsilden yararlanmadığı anlamına gelmez. Burada sadece Marx’ın kapitalist üretim incelemesinde basitçe para biçimini kapitalist sistemin sembolü olarak değerlendirmediği vurgulanmak istenmiştir. Eğer para biçimi kapitalist sistemin basitçe sembolü olarak değerlendirilseydi zaten meta analizi başlamadan bitmiş olurdu. Çünkü eşleşmeye dayalı sembolik temsil, temsili ilişkinin işleyiş tarzını ve

bağıntılarını analiz etmeye fırsat tanımaktan çok, incelemeyi, neyin neyle eşleştiğinin ya da neyin sembolünün ne olduğunun belirtilmesiyle sınırlandırmaktadır. Kısaca sembolizmi, teoriye “ilk bakışta zihne girme ve kolayca zihinde tutulma” imkânı veren bir model biçiminde (Wittgenstein’dan aktaran Mitchell, 2005: 202) düşünmek mümkündür ve bu haliyle de bir göstergenin, bir diğeri içerisinde hapsedilmesini ve sabitlenmesini talep eden niteliği öne çıkmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında belirlenim motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarındaki öne çıkan yöntemsel soruna geri dönülecek olursa, burada -epistemolojik motifli ideoloji kavrayışına sahip medya çalışmalarıyla benzer bir şekilde- ideoloji olarak tanımlanan medya ürünlerinin içerikleri içinde yer aldıkları sistemin bir tür sembolü olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu durum aslında bu küme içinde konumlanan çalışmalar içerisinde yer etmiş ideoloji kavrayışının dayandığı felsefi ve teorik gelenekle arasındaki bağın oldukça zayıf olduğunu göstermektedir. Yukarıda da değinilmeye çalışıldığı gibi, belirlenim motifli ideoloji kavrayışının izini süren medya çalışmalarında Marx’ın metinlerinde bulunamayacak kadar katı bir sembolik temsil anlayışının yer etmişliği söz konusudur. Bu durum da sonuçta kavrayış içinden yapılan incelemelerin, hem medya içeriklerinin sembolik olarak ideoloji kavramına indirgenmesine ve ideoloji göstergesinin içine hapsedilmesine neden olmakta hem de daha genel bir ifadeyle medya içeriklerini, içinde üretildiği ekonomik, politik ve kültürel sistemin doğrudan ne olduğunu ve neyi ifade ettiğini karşılayan bir simge biçiminde değerlendirilmesine yol açmaktadır.

Belirlenim motifli ideoloji kavrayışını benimsemiş medya çalışmalarının Marx’ın metodolojisinde olmadığı kadar katı bir sembolik temsil anlayışını benimsemeleri, kesinlikle böylesi bir niyetle hareket etmemelerine rağmen bu

çalışmaların zaman zaman medya çalışmaları alanında araçsalcı olarak nitelendirilmesi sonucunu da doğurmuştur. Her iki yaklaşım arasındaki kesintileri ve süreklilikleri görünür kılabilmek için, çalışmanın bir sonraki kısmında ideolojiyi tamamıyla işlevselci ve araçsalcı bakış açısıyla tartışan medya çalışmaları değerlendirilecektir.