• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.4. Kaza İdaresi ve Kırşehir Kazaları

Kaza, ticari ve kültürel üstünlüğü ile çevrenin merkezi olmuş bir Kasaba veya

şehir ile böyle bir topluluk merkezi çevrelemiş köylerin teşkil ettiği idari bir birimdir.

Bundan dolayı kazaların doğuşu, iktisadi, ictimâi, coğrafi ve kültürel şartların

belirlediği tarihi bir seyir içerisinde vuku bulmuş demektir. Bununla beraber az da

olsa, bilhassa Türkmen aşiret hayatının zaruri kıldığı bazı hallerde hiçbir kasaba veya

şehir olmaksızın, sadece belli bir köyler grubu halinde teşkil olmuş kazalara da

rastlanmaktadır. Kaza merkezi olan şehirlerin büyük çoğunluğu, Osmanlı Devleti

öncesi devirlerde de bulundukları bölgenin siyasi, iktisadi ve kültürel yönden

merkezî durumda olan yerlerdir (Ünal, 1989: 51).

Kazalarda yönetici olarak birtakım adli görevleri de bulunan kadılar bulunurdu.

Kaza idaresinin başı olan Kadı, yüksek bir medreseyi iyi bir derecede bitirmiş,

Edirne, Konya, Sivas, Bağdat gibi büyük şehirlerde “danişment” olarak hizmet etmiş

kişiler arasından tayin olunurdu. Kadılar görevlerinde 2 yıl müddetle kalabilirlerdi

(Uzunçarşılı, 1984: 94). Kadıların tayin işleri Kazasker’e aitti. Görev ve yetkileri

oldukça genişti. Hukuki açıdan şer’i mahkemenin reisi sayılıyordu. Her türlü

anlaşmazlıklar ve ceza gerektiren suçlar, kazada kadının başkanlık ettiği mahkemede

çözüme kavuşturulurdu. Alacak, borç, miras, arazi davaları kadı tarafından çözüme

kavuşturulurdu. Müderris, muallim, imam, hatip ve diğer vakıf görevlilerinin ataması

ve görevlerinden azli kadı’nın arzı ile mümkün olabilirdi (Ünal, 1989: 52).

Bütün bu görevlerinin yanında bulunduğu kazanın belediye hizmetlerini de

kadı görüyordu. Devrinin deyimiyle “Ehl-i Şer” denilen kadı ve mahkeme

görevlilerinin yerleştikleri, görev yaptıkları, mahkemenin kurulduğu yer “Kaza” diye

adlandırılmaktadır. İdari bir birim olmaktan çok, yargı merkezi olan şehirlerin

bütünü eyalet merkezi, sancak merkezi olmalarının yanı sıra “Kaza” diye

adlandırılmalarının nedeni budur. Tanzimat sonrası “Kaza” sancaktan sonra gelen

idari birim adı olmuş, günümüze kadar bu niteliğini korumuştur (Çadırcı, 1997: 79).

Kırşehir de 1554 yılına kadar Rum Eyaleti sancaklarından Bozok’a bağlı bir

kaza statüsündeydi. Bu tarihte sancak statüsünü kazanarak Karaman eyaletine

bağlanmış ve bu durumunu da uzun bir süre devam ettirmişti. Sancağın 1584 yılında

merkez kazasıyla birlikte Hacıbektaş, Süleymanlı, Konur, Günyüzü, Dinek, Keskin,

Çiçekdağı, adıyla bilinen 8 nahiyesi mevcuttu. 1647 yılına gelindiğinde ise

merkezden başka Dinekkeskin, Süleymanlı, Yüzdeciyan, Hacıbektaş ve Konur olmak

üzere 5 kazası bulunuyordu. 1584’ten farklı olmak üzere Günyüzü ve Çiçekdağı

kazalarının olmadığını ve Dinek ile Keskin’in de birleştiğini görüyoruz. 1834 yılına

gelindiğinde ise Kırşehir’in Keskin, Konur, Hacıbektaş ve Mucur olmak üzere 4 tane

kazası mevcuttur (Bkz. 795 nolu temettuat defteri). Bu kazalardan Hacıbektaş ve

Mucur 2 mahalle 2 köyden, Keskin 50 köyden, Konur da 5 köyden meydana

geliyordu (795/1-260). Tanzimat’la birlikte 1840 yılında Konya eyaletine bağlı

sancak statüsünü devam ettiren Kırşehir, 1845-46 yıllarında ise Niğde livasına bağlı

bir kaza durumunda gözükmektedir (Bayraktar, 2005: 83).

1867 vilayet nizamnâmesine göre Konya vilayetinin Niğde sancağına bağlı

kaza idi. Daha sonra Kırşehir tekrar sancak oldu. Konya’dan Ankara’ya bağlandı.

1877 yılında sancağın Avanos, Keskin, Mecidiye (Çiçekdağı) adlı merkezle beraber

4 kazası bulunmaktaydı. 1892 yılında ise bu kazalara Hacıbektaş ve Mucur

nahiyeleri de eklendi. Mucur, Keskin, Mecidiye ve Avanos’la birlikte 1919’da

Ankara’ya bağlı olan Kırşehir, Cumhuriyet döneminde vilayet merkezi oldu.

Akçakent, Akpınar, Boztepe, Çiçekdağı, Kaman ve Mucur olmak üzere 6 tane kazası

bulunmaktadır (Şahin, 2002: 484).

Tanzimat’tan sonra adli, mali ve idari alanda yapılan reformlar kazaların idari

statüsünde de önemli değişimlere neden olmuştur. Kırşehir ve bağlı kazaları da bu

değişimden nasibini almıştır. Çeşitli etkenler nedeniyle tabi kazalarda ve Kırşehir’in

idari statüsünde sürekli değişiklikler görülmüştür. İncelememize esas olan 1834

tarihinde Kırşehir’e bağlı olan Keskin, Konur, Hıcabektaş ve Mucur kazalarından

sadece Mucur’un devamlılığı görülmüştür. Kırşehir’in köylerinden olan Kaman ve

Akpınar da zamanla gelişerek kaza statüsü almışlardır. 1834 tarihindeki duruma göre

4 kazadan en büyüğü 774 hanesiyle Keskin kazasıdır. Keskin’den sonra 323 haneyle

Mucur, Mucur’dan sonra 201 haneyle Konur, Konur’dan sonra da 127 haneyle

Hacıbektaş kazaları gelmektedir. Kazaların geliri de hane sayısıyla paralellik

göstermektedir.

Tablo 3: Kırşehir Sancağı Bağlı Kaza ve İlçelerinin Tarihi Değişimi*

1584

1647

1834

1877

2010

Çiçekdağı

Dinekkeskin

Hacıbektaş

Avanos

Akçakent

Dinek

Hacıbektaş

Keskin

Keskin

Akpınar

Günyüzü

Konur

Konur

Mecidiye

Boztepe

Hacıbektaş

Süleymanlı

Mucur

-

Çiçekdağı

Keskin

Yüzdeciyan

-

-

Kaman

Konur

-

-

-

Mucur

Süleymanlı

-

-

-

-

II. BÖLÜM

795 NUMARALI TEMETTUAT DEFTERİ DOĞRULTUSUNDA

KIRŞEHİR’İN SOSYAL YAPISI

2.1. Nüfus ve Osmanlı Devleti’nde Nüfus Sayımları

Bir bölgenin sosyal yapısının araştırılabilmesi için o bölgede yaşayan toplumun

özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bir bölgenin sosyal yapısının gerçek

görünümünü anlayabilmek için o bölge toplumunu oluşturan nüfusun sayısını ve

özelliklerini bilmek gerekmektedir.

Sınırları belirlenmiş bir sahada, belirli bir tarihte yaşayan insan sayısına

“nüfus” denilmektedir. Batı dünyasında Yeniçağ’la birlikte toplum bilimciler

nüfusun niteliği üzerinde araştırma ve incelemelerde bulunmuşlar ve her ülkede

nüfus sayımları yaptırmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu da devletin kuruluşundan

hemen sonra “Memleket Tahriri” adı altında öncelikle düşmandan alınan topraklar

üzerindeki halkın gelirlerini ve ellerinde bulundurdukları araziyi saptamak için sayım

ve yazım yapıldığını biliyoruz. Tahrirler sonucunda tutulan defterler, asker almada,

vergilendirme ve diğer kamu hizmetlerinin gördürülmesinde başvurulun ana kaynak

olduğundan büyük bir titizlikle saklanmıştır. Kuruluştan bir süre sonra bu alanda

görülen olumlu gelişmeler sürdürülememiştir (Çadırcı, 1997: 44).

19. yüzyılın başlarında, İmparatorluğu dağılma ve çökmekten kurtarma

çabalarıyla birlikte nüfus, arazi ve mal-mülk sayımı yeniden önem kazanmaya

başlamıştır. İmparatorluğu düştüğü bu kötü durumdan kurtarmak, asker sayısını ve

vergi yükümlülüklerini belirlemek için nüfusun bilinmesi gerekiyordu.

Bir bölgenin, iktisadi durumu ve kalkınma hızı üzerinde nüfusun çok büyük

bir etkisi vardı. Özellikle teknolojik gelişmenin bugünkü kadar hızlı olmadığı

Osmanlı Devleti’nde, birçok ekonomik güç insan gücüne dayandığı için, nüfus

daha da büyük önem arzetmekteydi. Çünkü ne kadar çok nüfus varsa, o kadar

üretim demekti (Bayraktar, 2005: 85). Bu doğrultuda harekete geçen Osmanlı

Devleti, 1830’da oluşturulan özel bir mecliste, bütün ülkede genel bir sayım

yapılması kararlaştırıldı. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1830 baharında Rumeli

ve Anadolu taraflarında bulunan bütün eyalet, sancak ve kasaba ile köylerde

sayıma başlandı. Sayım sonuçlarının değerlendirilmesi için “Ceride Nezareti”

adıyla yeni bir bakanlık kuruldu. Eyalet ve sancaklarda ise “Defter Nazırlığı”

oluşturuldu. Bunların görevi dışardan gelenleri, göç edenleri, doğanları ve ölenleri

kaydetmekti (Çadırcı, 1997: 45).

1830 genel sayımına göre 4 milyon kadar erkek nüfusu görülüyordu. 2.5

milyonu yaklaşık Anadolu’da yaşıyordu. 1830 yılında kadınlar falan da hesaba

katılırsa Anadolu’da 6 a milyon dolayında insan yaşadığı tahmin edilebilmektedir

(Çadırcı, 1997: 49).

Benzer Belgeler