• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: İKTİSADİ ZİHNİYET İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE KLASİK DÖNEM

1.3. OSMANLI İKTİSADİ ZİHNİYET İLKELERİ

1.3.1. İaşe (Provizyonizm) İlkesi

İktisadi faaliyete üretici ve tüketici olmak üzere iki açıdan bakmak mümkündür.

Üretici açısından iktisadi faaliyette asıl amaç kâr elde edilmesidir. Buna göre üretici mal ve hizmetleri en düşük maliyetle üretip/satın alıp en yüksek fiyatla satmak için iktisadi faaliyette bulunur. Tüketici açısından iktisadi faaliyetin amacı ise mal ve hizmetlerin ucuza, kaliteli ve bol miktarda elde edilmesidir. Üretici için mal ve hizmetin bolluğu ve kalitesi birinci derecede önemli değildir; önemli olan yüksek fiyata satarak çok kâr elde edilmesidir. Çok kâr elde edilmesi için çok miktarda mal ve hizmet satılması her zaman için geçerli değildir. Şöyle ki mal ve hizmetin bolluğu fiyatı ve dolayısıyla kârı düşürebilir. Tüketici için ise bolluk ve ucuzluk her zaman arzulanan bir durumdur.

İaşe ilkesi iktisadi faaliyete tüketici açısından bakmaktadır. Buna göre iaşe ilkesi

“iktisadi faaliyete tüketici açısından bakılarak insanların ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla üretilen mal ve hizmetlerin mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olması yani piyasada mal ve hizmet arzının mümkün olan en yüksek düzeyde tutulması” şeklinde tanımlanabilir.

Bu ilkenin uzun süre geçerli kalabilmesini sağlayan bazı objektif şartlar bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır:

20 Genç’in araştırmalarına “Sanayi Devrimi karşısında Osmanlı sanayisinin konumunu ve değişmelerini analiz etmek” üzere başladığı ve sonuçta kendi modeline ulaştığı belirtilmektedir (Yılmaz, 2003).

-Ekonomide genel olarak verimlilik düşük düzeydedir ve artırılması son derece zordur.

-Mevcut durumu değiştirmeye yönelik müdahalelerin verimliliği artırıcı olmaktan çok düşürücü etki yapması çok daha kuvvetli bir ihtimaldir.

-Ulaşım çok zor ve pahalıdır.

Bu şartların geçerli olduğu bir çağda toplum hayatı, sosyal düzenin korunması ve devlet faaliyetlerinin aksamadan yürütülebilmesi için iktisadi hayatı düzenlemekte iaşe ilkesine dayanılması zorunlu olmuştur (Genç, 2012a: 47-8). Genç (2012a)’in saydığı bu şartların kapitalizm öncesi toplumlarda ve dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde geçerli olduğu söylenebilir. Buna bağlı olarak iaşe ilkesi Osmanlı iktisadi zihniyetinde en önemli ilke olmuştur.

Yukarıda sayılan iaşe ilkesini zorunlu kılan objektif şartlar dışında siyasi bir şart olarak yiyecek kıtlığının yol açabileceği isyanlar da belirtilmelidir21. Söz konusu isyanlar özellikle İstanbul için büyük önem taşımıştır. Nitekim İstanbul’un iaşesiyle ilgili olarak Faroqhi (2017: 193) şöyle demektedir:

“İstanbul birkaç yüz bin kişilik bir kentti ve Osmanlı padişahları ve vezirleri, bu büyüklükte nüfuslardan endişe duyan erken modern dönemin diğer hükümdarları gibi, başkente erzak tedariki için yalnızca piyasaya bel bağlamazlardı. Unutmamalı ki, iktidar merkezinin bu kadar yakınındaki kıtlıklar –ve bunların neden olabileceği yiyecek isyanları- padişah ve vezirlerin siyasi ve çoğu zaman da fiziki yaşamlarını tehlikeye atıyordu. Bundan dolayı buğday, arpa, kuru üzüm ve diğer gıda ürünleri ile temel ham maddeler kente devlet denetiminde getirtiliyor ve idarenin kontrol ettiği fiyatlarda (narh) satılıyordu…”

21 Tüm kapitalizm öncesi toplumlarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de halkın iaşesinin temini önem arz etmiştir. Genç (2012a)’ten hareketle bu önemin iaşe ilkesi şeklinde Osmanlı iktisadi zihniyetinde karşılık bulduğu belirtilebilir. Genç (2012a)’ten önce de konu birçok yazar tarafından çalışılmıştır. Bunlar arasında Ülgener (2006c) öne çıkmaktadır. Gerçekten de kapitalizm öncesi toplumlarda halkın iaşesinin temininin ne kadar elzem olduğunu Osmanlı topraklarında 1591-1595 döneminde yaşanan, son 600 yılın en uzun süreli kuraklığından sonra 1596'da Anadolu'da yıkıcı Celâli İsyanları’nın patlak vermesinde görmekteyiz. Ayrıntılar için bk. Akdağ (1975), Griswold (2000), White (2013) ve Tabak (2015).

Bu ilkeyi geçerli kılabilmek için Osmanlı yönetimi malların ilk üreticisinden nihai tüketiciye ulaşmasına kadarki tüm aşamalarında sıkı bir müdahaleciliği benimsemiştir.

Osmanlı Devleti’nde iaşe ilkesi çerçevesinde tarımsal üretimdeki müdahalecilik mümkün olan en yüksek düzeyde üretimin gerçekleştirileceği düşüncesine dayalı olarak küçük ölçekli aile işletmesi merkezli olmuştur. Toprağın verimine göre 60 ila 150 dönüm arasında bir arazi tahsis edilen bu işletmelerin yaygın biçimde korunması başlıca hedeftir. Bunların parçalanarak küçülmesini veya yeni arazi ilavesi ile büyük çiftliklere dönüşmesini önlemek üzere Osmanlı yönetimi tarım yapılan topraklarda özel mülkiyet hakkını kabul etmemiştir22. “Miri” adı verilen bu mülkiyet rejiminde toprak, çiftçilere babadan oğula geçecek şekilde kiralanmış sayılmıştır; alımı ve satımı sıkı bir şekilde kontrol altında tutulduğu gibi belirli şartlar haricinde vakfedilmesine ve bağışlanmasına da izin verilmemiştir. Çiftçilerin tarımsal üretimi düşürmeye sebep olacak şekilde toprağı işlemeden boş bırakmalarına veya toprağı terk edip başka yere göç etmelerine izin verilmemiştir. Bu düzenlemelerin en sıkı ve yüksek düzeyde gerçekleşeceği düşüncesiyle başlıca tüketim bölgesi olarak “kaza”

kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde kaza, idari ve demografik açıdan merkezinde üç bin ila yirmi bin arasında bir nüfusa sahip kent ile bunun çevresindeki köylerden oluşan 40-60 km. çapında bir alanı kapsayan büyüklükte olmuştur. Tarımsal üretim yönünden öncelikle kazanın ihtiyaçlarının giderilmesi zorunlu tutulmuş, bundan sonra ihtiyaç fazlasının kaza dışına gönderilmesine izin verilmiştir.

Tarımsal ürünler ile ham maddeleri kaza merkezinde satın almak, işlemek ve tüketiciye satmak ise lonca tekeline bırakılmıştır. Osmanlı yönetimi bunu yaparken üretim ile tüketim arasındaki dengeyi korumak üzere her mal ve hizmet için ayrı ayrı loncalar halinde örgütlediği zanaatkârları –tarımsal üretimde çiftçi işletmelerinde olduğu gibi- belli ortalama büyüklükleri aşmayacak kapasitedeki işyerlerine veya

22 Bu çalışmanın sınırlılığı içinde Osmanlı Devleti’nde toprak mülkiyeti rejimi ayrıntılı olarak açıklanmamıştır.

Konuyla ilgili olarak bk. Barkan (1975), Genç (1975), Esmer (1976), Barkan (1980), Cin (1985), Berktay (1989), Özyüksel (1997), Sönmez (1998), Kılıçbay (2010), İnalcık (2013) ve Akdağ (2014).

dükkânlara sahip ustalardan oluşan, eşitlikçi bir topluluk halinde faaliyet göstermelerini sağlayacak şekilde bir düzenlemeye tabi tutmuştur. Kazanın ihtiyacı karşılandıktan sonra kalanı ordu ve sarayın ihtiyaçlarını gidermek üzere tahsis edilmiştir. Nihai olarak kalan kısmın ise belirli iç gümrüklerin ödenmesi şartıyla tüccarlar tarafından ülkedeki ihtiyacı olan kentlere sevk edilmesine izin verilmiştir.

Yurtiçi ihtiyacın tümü karşılandıktan sonra kalan ihraç edilebilmiştir (Genç, 2012a:

48-9).

Buradan iaşe ilkesinin uygulamaya geçirilmesiyle kaza düzeyinde hem tarımsal üretim-tüketim hem de tarım dışı üretim-tüketim dengesinin sağlanmasının amaçlandığı ortaya çıkmaktadır.

Diğer taraftan iaşe ilkesi çerçevesinde; üretim faaliyetlerinin asli amacının ihracat olmayıp yurtiçi ihtiyaçların karşılanması olduğu anlaşılmaktadır. İhracat, yurtiçi ihtiyaçlar karşılandıktan sonra kalan malların satılması anlamına gelmiştir. İhraç edilen malların bu nitelikte olması yönünde merkezi yönetim tarafından sıkı kontroller uygulanmıştır: Hangi maldan ne miktarda ihracat yapılabileceğinin her seferinde özel bir izinle belirlenmesi, ihracata yüksek gümrükler uygulanması gibi. Buna karşılık ithalat için herhangi bir sınırlama getirilmeyerek serbest bırakılmıştır çünkü ithalat, yurtiçinde ihtiyaç duyulup da ya hiç üretilmeyen ya da yeterli miktarda üretilmeyen malların tedariki anlamında arzu edilen bir faaliyet olarak görülmüştür. Bu çerçevede dış ticarette ihracat zorlaştırılmış ve kısıtlanmış, ithalat ise kolaylaştırılıp teşvik edilmiştir. Dolayısıyla dış ticarette himayecilik söz konusu olmamıştır. Dış ticarette yabancılara tanınan kapitülasyonları da, himayeci olmayan dış ticaret zihniyeti içinde düşünmek uygun olacaktır (Genç, 2012a: 49-50).