• Sonuç bulunamadı

İçerik Analizi: Dai Mehmed Efendi’nin Kontrollü Duygusal Tarzı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KONTROLLÜ DUYGUSAL TARZ: DAİ MEHMED EFENDİ’NİN NEVHATÜ’L UŞŞÂK MESNEVİSİ

B. İçerik Analizi: Dai Mehmed Efendi’nin Kontrollü Duygusal Tarzı

“Âşıkların feryâdı” anlamına gelen Nevhatü’l-Uşşâk 2473 beyitten oluşan birinci ağızdan bir mesnevidir. Bu hikâye, mesnevi tarzıyla yazılsa da eserde başka nazım şekillerine de rastlanır. Örneğin eserin başında 5 beyitten oluşan giriş mahiyetinde bir “kıt’a” yer almaktadır. Ayrıca Şeyhülislam Yahya Efendi’den ve Şirazi’den alıntılanan gazellere de eserde yer verilir. Şairin sevgilisi ve sevgilisinin kardeşinin ölümleri üzerine yazdığı gazel tarzındaki “mersiye”ler de eserde yer alan farklı nazım şekilleri arasındadır.

Eserin bölümlendirilmesi incelendiğinde, klasik mesnevi kurgusunun özelliklerinin metne yansıtıldığı görülecektir. Besmelenin önemi ile söze başlayan Dai, Allah’ın sıfatlarından sonra Allah’ın övgüsü ile “tevhit” bölümünü tamamlar. Hz.

Peygamber’in övgüsünün yer aldığı “na’t” bölümünü, “çâr-yâr” bölümü takip eder.

Peygamberlerden Hasan, Hüseyin, Hamza ve Abbas’ın ardından şair, devrin padişahı IV. Mehmed’in övgüsüne yer verir. Şair üstadı Zakiri’den bahsettikten sonra 282.

178

beyitten itibaren başından geçen aşk hikâyesini anlatmaya başlar. Eser, “hâtime” ve

“dua” bölümlerinin ardından sona erer.

Eserde şekil özellikleri olarak Dai’nin aruzun çeşitli kalıplarını ve kafiye ile redifi başarılı bir şekilde kullandığı görülmektedir. Bu durum onun şiir gücünün kuvvetinin göstergeleri arasındadır.

Nevhatü’l-Uşşâk birinci ağızdan kaleme alınmış bir aşk mesnevisi olması nedeniyle konunun ağırlık merkezinde hâliyle aşk yer alır. Bu aşkın diğer birinci ağız

mesnevilerinde yer alan aşktan temel farkı ise gizli ve kontrollü yaşanmasına yapılan vurgudur. Ayrıca şairin aşk karşısındaki bu kontrollü tutumu, aşkın er ya da geç açığa çıkma özelliğinden dolayı çelişkiye düşmesine ve eserinde “pişmanlık”

duygusunu öne çıkarmasına neden olacaktır. Bu bölümde şairin “kontrollü duygusal tarzı” ve “pişmanlık” içeren duygu ifadelerine odaklanılacaktır. Ayrıca eserde öne çıkan söz konusu “kontrollü duygusal tarzın” bir duygusal topluluk oluşturup oluşturamayacağı meselesi üzerinde de durulacaktır.

a) Gizli Aşk67

Hikâyede Dai, öğrencisiyle yaşadığı aşkı herkesten gizler ve hiç kimseyle paylaşmak istemez. Buna karşılık Dai’nin yaşadığı aşkı kaleme alması, aşkın

gizlenemeyeceğinin en temel göstergesidir. Bu ilk bakışta çelişkili bir durum gibi görünse de bu hikâye ile şairin asıl amacının benzer bir aşk karşısında söz konusu

67 Divan şiiri geleneğinde âşığın en bilinen özelliklerinden biri de aşkını gizlemesidir. Söz konusu geleneğe göre âşık olan kişi, aşkını üçüncü kişilere hatta sevgilisine dahi anlatmaz. Öte yandan şair aşkını sözle ifşa etmesede görüntüsüyle -bükülen beli, zayıflayan bedeni, ağlayan gözleri, tuhaf halleri, giyimi- açığa çıkarır. İlgili bölümde ise Dai Efendi’nin “gizli aşk”ı ise ideal âşığın tavrından farklıdır. Zira, Dai aşkını her anlamda (sözsel ve davranışsal) gizli yaşamayı tercih etmiştir. Buna tüm tavırları, davranışları ve görüntüsü dâhildir. Burada bahsi geçen gizli aşkın, kontrol edilmiş bir aşk olması dolayısıyla farklılaştığını belirtmek gerekir.

179

tarafların ilişkilerini nasıl yaşamaları gerektiği konusunda yol göstermek olduğu düşünülmektedir.

Şaire göre aşk gizli yaşanmalıdır. Oysa Tacizade Cafer Çelebi Heves-nâme’sinde mesire alanı gibi kamusal bir alanda kadın sevgilisine olan aşkını etrafında bulunan insanları umursamayarak, korkusuzca yaşar. Yine Cafer Çelebi ayrılık sonrası

yaşadığı aşk acısını herkesin içerisinde çekinmeden yaşamış, değişen tavırlarını diğer insanlardan saklama gereksinimi duymamıştır. Celili de benzer şekilde âşık olduğunu etrafındakilere göstermekten rahatsızlık duymaz. Dai ise bu iki şairden farklı olarak aşkını gizlice yaşamayı tercih eder:

Müzeyyen olsa bir maḥbūb-ı zībā / Geyüp envāʿ elvān ile dībā

Virür her renk aña bir dürlü zīnet / Gelür ʿuşşāḳa dürlü dürlü ḥālet Bu beyti oḳıdurken eyledim āh / Pes oldı sevdügüm āhumdan āgāh Ḫafīce eyledüm ʿarż-ı maḥabbet / Ḳaçınmadı benümle itdi ülfet (NU 169) Didüm bir gün aña maḫfīce ey yār / Cenābuñdan bir iki minnetüm vār (NU 170) Yine bir gün o şūḫ dil-sitāna / Niyāz itdüm nihānī yana yana (NU 221)

Yine tenhā düşürdüm bir gün anı / Didüm bu sözleri aña nihānī (NU 243)

Kendisi gibi sevgilisinden de bu sırrı saklamasını ve kimseye bu aştan

bahsetmemesini ister: “Ḳaçan kim itdüm aña bu niyāzı / Didüm luṭf eyle ammā saḳla rāzı (NU 170); İderdüm her zamañ aña niyāzı / Dir idim sevdigüm pek saḳla razı”

(NU 231).

Dai’nin aşkı hakkında kimse bilgi sahibi değildir. Şair etrafındaki insanlara aşkı hakkında hiçbir şey söylemez:

Nihānī eylemişdüm bu niyāzı / Degüldi kimse vāḳıf işbu rāzı (NU 173)

Duyurmadum bu ḥāli kimseye ben / Ne zaḥmetler çeküpdür cān ile ten (NU 180) Beni gören kişi ʿāḳıl ṣanurdı / Yanumda ṭursa bir dem uṣanurdı (NU 183)

Nihānīce ideydük merḥabāyı / Gözüme sürmek içün ḫāk-i pāyı (NU 223)

180

Sevgilisiyle gizli gizli buluşur: “Cemālüñ nūrını ḫalvetde görsem / Ayaġun tozına yüzümi sürsem; N’ola didi sevindürdi bu cānı / Buluşdum ol perī ile nihānī” (NU 188).

Anlatı boyunca yer yer okura da seslenen Dai, bu aşkın bir sır olduğunu onlara da hatırlatır. Bu tarz bir hatırlatma aslında bir bakıma bir aşkın nasıl yaşanması gerektiğine dair bir öğüt niteliğindedir: “Gel imdi diñle bu sırrı nihānı / Diyem ol ṭūṭī-i şīrīn-beyānı” (NU 235).

Şairin aşkını gizleme çabasının altında yoğun bir “korku” duygusu yatmaktadır.

Kimi zaman bu korku oğullarıyla beraber gittiği kır yemeğinde sofraya gelmeyen sevgilinin bu davranışı karşısında, kimi zaman ise sevgilisini hasta yatağında ziyarete gittiğinde Allah’a bu aşkı açığa çıkarmaması ve sabır vermesi için dua ederken ortaya çıkar: “Sebebdür bu begüm ifşā-yı rāza / Ṣaḳın virme vücūdı böyle naza” (NU 212); “Didüm yā Rab müyesser eyle ṣabrı / Bu ʿaşḳ ifşā-yı rāz itmeye cebri” (NU 257).

Şair, anlatısı boyunca aşkının gizli kalması gerektiğini vurgular. Çünkü öğrencisiyle yaşadığı aşkın açığa çıkması durumunda şair itibarının yerle bir olacağı

düşüncesindedir. Öte yandan ideal bir aşk hikâyesinde âşığın toplum tarafından kınanmasının bir önemi yokken, Dai itibarını kaybetme korkusunu hikâye boyunca tekrarlamıştır.

b) Kontrollü Aşk

Osmanlı toplumunda duygular ölçüsüz yaşanmamalıdır. Duyguların aşırı yaşanması Oamnlı toplumu tarafından kabul görmez. Örneğin Tekgül doktora tezinde Ahlak-ı Alai’den alıntılayarak evli erkeklerin, eşlerine duygularını gösterirken aşırılıktan kaçınmaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunulduğunu dile getirir. Bunun

181

yanısıra araştırmacı, evli kadınların da benzer bir biçimde duygusal ifadelerden kaçınmaları gerektiğine dair söylemlere Amasya fetvalarında yer verildiğini ifade eder. Zira bu fetvalarda kadınların hamam, düğün, şenlik ya da dinî sohbetlerde bulunmamaları gerektiği konusunda uyarılara yer verilmiştir. Tekgül’e göre söz konusu uyarıların nedeni, kadınların kamusal alanlarda duygularını özgürce ifade etmelerinden duyulan korkuyla ilişkilidir. Nitekim ilgili dönenim algısına göre kadınların aşk ilişkilerine dair bazı sırları ağızlarından kaçırmaları bir erkeğe kıyasla daha muhtemeldir (A Gate to the Emotional… 257-264).

Andrews da benzer bir biçimde duygunun esiri olmanın Osmanlı toplumunda kabul görmediğini dile getirir. Bunun için Ahmet Paşa’nın hikâyesini örnek gösteren araştırmacı, II. Mehmed devrinde vezirliğe kadar yükselen Ahmet Paşa’nın yaşadığı gönül ilişkisi nedeniyle hayatından olduğunu ifade eder. Ayrıca Osmanlı toplumunda aşka gönül veren kişiler eğer ölçüsüz, aşırı davranışlara girişirlerse akıbetleriyle ilgili değişik, eğlenceli ve ibretlik hikâyeler tezkirelere sıklıkla konu olmaktadır. Tüm bu hikâyelerdeki ortak tema “ölçüsüz duygusallığın” kişinin başına bela açacağının kesin olmasıdır. Osmanlı divan şiiri ise tastamam bu “ölçüsüz duygusallık” üzerine kuruludur. Mecnun’un çöle düşmesi, kamusal alandaki garip hâlleri toplumsal normlarla taban tabana zıt görünmektedir. “Örneğin tasavvufi-dinî yorum örüntüsü duygusal davranış tarzı üzerine, toplumsal yoruma zıt bir bakış perspektif sağlar.”

Şiir tam da bu noktada bir “uylaşım alanı”68 olarak hizmet eder ve hem şairlere hem de onların hedef kitlelerine duygunun kontrol edilemezliğine karşı bir özgürlük alanı yaratır. Söz konusu alanda kişi davranışlarının anlayışla karşılanacağının

68 “Şiir” bu yönüyle William Reddy’nin “duygusal sığınaklar” kavramıyla ilişkilendirilebilir.

182

güvencesine sahiptir. Bu nedenle kendisini kısıtlamak zorunda hissetmez (Şiirin Sesi Toplumun… 146-150).

Şiir ortamının şairlere, duygusal dünyalarını yansıtmaları yönünde sağladığı geniş imkânlara rağmen, Dai’nin öz-anlatısında kendisini duygularını kontrol eden bir kişi olarak tasarlaması üzerine düşünmek gerekir. Şair aşk karşısındaki duygularını geri plana iterken şiirindeki duygusal tonu sevgilisinin ölüm sahneleriyle yakalamak ister.

Kendi duygusunu sözel olarak şiirinde açığa vurmadığı gibi hikâye içerisinde de davranışlarını rahatlıkla kontrol eder ve okurlarını / dinleyenlerini sık sık duygularını kontrol etmeleri gerektiği konusunda uyarır. Dai bu tavrı ile ideal âşık tipi olan Mecnun’dan farklılaşır. Çizdiği bu portresiyle Mecnun’dan çok Leyla’yı

andırmaktadır. Zira Leyla, aşk duygusu karşısında Mecnun’un zıddı bir biçimde duygularını kontrol etmekte, hatta saklamaktadır. Hikâyede aşkını gizli bir biçimde yaşayan Leyla’ya göre âşık olan kişi de duygularını herkesin içerisinde

göstermemelidir. Esas meziyet, âşık olunduğu hâlde aşkın gizlenmesidir. Bu bakımdan Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun mesnevisinde Leyla’nın mumla konuşma sahnesi oldukça etkileyicidir. Leyla, mum yanarken, mumun gövdesinde biriken mum damlalarını kendi gözyaşlarına benzetir. Mumun bu damlaları gözyaşları gibi bedenine dökmesi bir bakıma mumun gözyaşlarını herkese göstermesi olarak algılanacağından, Leyla mumu kınar ve kendisini bu anlamda yani üzüntüsünü dışa vurmadığından dolayı takdir eder: “Hûdur sana sırrunı töküp yaş / Meclisler içinde eylemek fâş69” (LM 240).

69 Leyla’nın söz konusu tavrı, modern toplumlarda kadınların duygularını daha kolay gösterdiklerine yönelik algıdan farklılaşması; duygusal ifade biçimlerinin cinsiyet üzerindeki değişimini göstermesi açısından da ilginç bir örnektir.

183

Dai’nin Leyla’nın tavrını andıran bu tutumu, âşık tipinde ve duygusunda bir değişiklik olduğunun göstergesidir. Tüm aşkını içinde saklayan ve çevresine belli etmemek için her yolu deneyen Dai, bu davranışıyla ne Celili’ye ne de Tacizade Cafer Çelebi’ye benzemektedir. Dai duygularını kontrol edebildiği gibi mantığını da hiçbir zaman devre dışı bırakmaz. Aklı çoğu zaman duygularına göre daha ağır basmaktadır. Sevgilisinin çok hasta olduğunu babasından öğrendiği gün, çok üzgün olan Dai, durumunu şu şekilde ifade eder: “Hemān bī-ḫod olup āvāre düşdüm / Yitürdüm ʿaḳlumı ṭaġlara düştüm” (NU 255). Bu sözleri duyduğu an kendinden geçerek avare olan Dai, aklımı yitirip dağlara düştüğünü dile getirir. Ancak çok kısa bir zaman sonra hemen aklını başına toplayarak sevgilisinin evinde onu ziyarete gider: “Varup yārüñ eşiğine yüz urdum / Derince ʿaḳlumı bir yerde ṭurdum” (NU 256). Diğer bir deyişle Dai, sevgilisinin hasta olduğunu öğrendikten çok kısa bir süre sonra toparlanarak sevgilisini evinde ziyaret edebilecek kadar duygularını kontrol edebilen bir kişidir. Bu ve buna benzer nedenlerle şairin hikâye boyunca duygularını kontrol ettiği görülmektedir: “Ne çāre ʿaḳlumı başuma dirdüm / Hemān dergāh-ı Mevlāya yüz urdum” (NU 283); “Ne çāre ʿaḳlumı başuma getürdüm / Varup s̱evbini üstinden götürdüm” (NU 291); “Dirüben başuma ʿaḳlum hemān dem / Ki bu

mers̱iyeye bedʾitdüm ān-dem” (NU 304).

Dai’nin duygu kontrolündeki becerisi sevgilisiyle el ele yüz yüze otururlarken eşi tarafından yakalandığında da gözlenir. Eşinin aniden içeri girmesiyle Dai ve

öğrencisi birbirinden ilk anda uzaklaşırlar. Karısı ağlayarak ve kızgınlıkla bu durum karşısında eşine neden öğrencisiyle gizlice buluştuklarını sorar. Ne konuştuklarını öğrenmek ister. Gördükleri karşısında emin olamaz. Sofu bir insanın nasıl olup da bu şekilde âşık olabileceğini öğrenmek ister. Bu sorular karşısında Dai, oldukça

soğukkanlı ve mantıklı bir tepki verir. O eşine herhangi bir açıklama yapmak ya da

184

yaptıklarından utanmak yerine, eşini bu aşkın nedeni olarak gösterir ve onu suçlar.

Dai’ye göre eşini suçlama gerekçesi zamanında öğrencinin güzelliğinden bahsetmiş olmasıdır. Zira aksi söz konusu olsaydı Dai, öğrencisine âşık olmayacaktır. Karısı ise eşine bu aşktan vazgeçmesi için yalvarmaya başlar. Bunun karşısında Dai, bu aşkı bırakmasının mümkün olmadığını, bu aşkın onun için Allah’ın bir lütfu olduğunu dile getirir. Bu sözleri duyan eşi eğer sevgilisini bırakmazsa bu aşkı herkese ifşa edeceğini söyleyerek Dai’yi tehdit eder. Dai ise eğer böyle bir şey yaparsa karısından hiç düşünmeden ayrılacağını dile getirir. Karısını sakinleştirmeyi başaran Dai, bu söz karşısında nasıl sabredeceğini bilemeyen karısına bu kez öğütler vermeye başlar.

Ona her gördüğü şeyi söylememesi gerektiğini, bu nedenle çok zarar görebileceğini, düşünmeden söylenen sözlerin kişileri canından bile edebileceğini söyler. Dilini tutması ve dedikodu yapmaması ve insanların ayıplarını dile getirmemesi konusunda karısını uyarır. Allah’ın insanların bunca kusurunu görmesine rağmen bunu

kullarının yüzüne vurmadığını, gerçek dostluğun ancak bu şekilde olabileceğini ifade eder (NU 188-195).

Dai’nin bir âşık olarak aşkının ortaya çıkmasından bu kadar korkmasının nedeni toplumun vereceği tepkidir. İdeal aşk hikâyelerinde aşk yaşayan kişinin toplumun kınamasından korkusu yoktur. Zira Celili divane bir biçimde insanlar içerisinde dolaşarak, Cafer Çelebi ise diğer insanların vereceği tepkiye aldırış etmeden kendisini mağaraya hapsedilmiş biçimde kurgular. Bu iki şair, oluşturdukları portrelerle ideal âşık Mecnun’un temsil ettiği âşık tipine uygun davranışlar

sergilemişlerdir. Aşkın bu şekilde yaşanması hem tasavvuf dünyasında hem de şiir evreninde hoş karşılanan hatta takdir gören davranışlar arasındadır. Dai’nin bu kadar korkması ve diğer âşık tiplerinden farklı davranması bir şeylerin değişmeye

başladığının göstergesidir. Bu durum, özellikle mesnevilere eklenen gündelik hayata