• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL ÇERÇEVE

3.3. Küreselleşmeyi Hazırlayan Küresel Dönüşümler

3.5.2. Sömürgecilik (Koloniyalizm)

3.5.2.3. Hollanda Nasıl Kazandı?

maliyetlerine harcandı. 1640’ta Hollanda’nın bağımsızlığını kazanması sonrasında 1648’de Scheldt Boğazı’nın Hollanda topraklarına katılmasının ve önemli ticari üstünlüklerin Hollanda’ya devredilmesinin meydana getirdiği güç kaybı, takip eden XVIII. yüzyıl boyunca devam edecek olan Portekiz-İspanya çekişmesi İspanya’yı küresel güç olma iddiasından uzaklaştıracaktı.

Son olarak Habsburg hanedanı tarafından yönetilen devletlerin birleşmesinin önüne geçen 1648 Westphalia Barışı Antlaşması’nın düzenlediği yeni Avrupa sistemi, İspanya’nın küresel gücünü sürdürebilmesini kesin bir biçimde engellenmiştir.

1640-1660 yılları arasında devam eden mücadele sonucunda Malaka, Seylan, Güney Hindistan ve Japonya’da deniz ticareti üstünlüğünü Hollanda’ya kaptırmaları takip etti. İki yüzyıl daha devam edecek paylaşım savaşları sonunda Portekiz’den kalan boşluğu Hollanda doldurdu.

Hollanda Birleşik Eyaletleri’nin oluşturdukları ticaret sistemi, daha sonra Sanayi Devrimi ve son küreselleşme sürecinde tekrarlanacak olan Fransa, İngiltere ve ABD örneklerinin temellerini hazırlaması bakımından önem arz etmektedir.

Hollanda’nın küresel bir güç olarak yükselmesi doğrudan onun, İtalyan şehir devletleriyle örtüşen kapitalist yapısından kaynaklanmaktaydı, ancak bir odak olarak belirmesi bununla sınırlı değildi. Her şeyden önce Hollanda ekonomik bir odak olmadan yüzyıl önce, Anvers ile bir çekim alanı oluşturmuştu.60 Bu nedenle küresel bir güç oluşturabilmek için gerekli altyapının çoğu önceden hazırlanmıştı.

Hollanda’nın gücü, XVII. yüzyılın başlarında Avrupa’daki bütün donamaların altı katına ulaşan savaş ve ticaret filosuna dayanıyordu. Bu yapısıyla ticari filo Avrupa üretiminin dörtte üçünü, maden ve dokumalarının da yarısını taşımaktaydı. Donanmanın gücü ticari filoyu destekleyecek büyüklükteydi. Hollanda donanması 1570’de icat edilen; kolaylıkla seri üretimi olan, ucuz, daha az iş gücü ile üretilebilen ve beşte bir oranında daha az

60 1500-1560 yılları arasında Anvers’in ekonomik bir güç merkezi ve cazibe alanı oluşturması; Kent’in, yünlerini dokuduğu koyunların yetiştirildiği zengin bir art alana sahip olmasından, Anvers Borsasının, Avrupa’nın ilk sırada yer alan finans ve sigortacılık merkezi olmasından kaynaklanıyordu. Ancak kendi ordusu bulunmayan Anvers, bu eksikliği nedeniyle odak olamamıştır.

Anvers’in ticari ömrü, gelirlerin büyük bölümünü oluşturan gümüş ticaretinin Amerika’nın gümüş üretimi nedeniyle değer kaybetmesi, Sevilla’da patlak veren bir borsa vurgunu ve Hollanda ile İspanya arasındaki savaşın deniz ulaşımını sekteye uğratması nedeniyle 1560’da son bulur (Attali, 2007: 72).

mürettebat gerektiren “filinta” teknelerine dayanıyordu. Donanma, Baltık Denizi’nden Latin Amerika’ya kadar, deniz hâkimiyetini elinde bulunduruyordu. Amerika’dan gelen madenlerin boşaltıldığı liman Sevilla bile Amsterdam’ın ticari ve askerî kontrolü altındaydı.

Donanmanın desteğinde faaliyet gösteren, ticaret alanlarında egemenlik haklarına ve denizaşırı ticaret kapasitesine sahip güçlü anonim şirketlerin kurulması Hollanda’nın gücüne bir kuvvet çarpanı olarak katkı sağlıyordu.

Böylelikle, Hollanda bir devlet olarak idame ettiremeyeceği gücün fazlasını söz konusu şirketlerin çevre ekonomilerin çıkarlarıyla örtüşen ekonomik avantajlarıyla sağlamayı başarabiliyordu.61 Sadece kâr elde etmenin ötesinde Hollanda hükûmeti adına savaş yapma ve devlet kurma yetkilerini haiz olan bu girişimler daha sonradan “merkantilizm” olarak bilinecek olan sistemin çeşitli biçimleriydiler (Arrigi, 2000: 213). Böylece Hollanda’nın ticari üstünlüğü, kapitalist sistemin bir dünya ekonomisi hâline gelmesini olanaklı kılmıştı.

Doğu Hintler Kumpanyası, borsa62 ve Amsterdam Bankası, bu deniz gücünün mali, ticari ve sınaî bir hâkimiyete dönüşmesini olanaklı kılmıştı.

Borsanın kurulması ve bankacılık kurumlarının oluşturulmasıyla Amsterdam, dünya ekonomisinin merkezi para ve sermaye piyasası hâline gelmişti.

611600’de Hollanda ticaret ordusunu oluşturan 132 şirketin yalnızca 17’si Hollandalıydı, diğerleri İngiliz, Fransız, İskoç; Valon ve Alman’dı (Gush 1975: 106). Bu yetenek, Hollanda’nın Otuz Yıl Savaşları boyunca İspanyol ordusunun gücünü karada etkisiz bırakmak üzere, İsveçli, Fransız ve Alman müttefiklerine dayanmasına olanak sağladı.

62 XVII. yüzyılın başında kurulan Amsterdam borsası, ilk menkul değerler piyasası değildi. 1318 tarihli Verona statüleri, vadeli piyasayı (mercato a termine) resmen onaylamışlardı. Devlet borçlarına ilişkin belgeler, Venedik’te ve Floransa’da 1328’den önce ticarete konu olmuş, Alman madenlerinin hisse senetleri XV. yüzyıldan itibaren Leipzig fuarında kote edilmiş, 1522’de Fransa’da ve 1600’lerden itibaren Avrupa’nın diğer ticaret (hansa) kentlerinde rant piyasaları kurulmuştu. Fakat Amsterdam’da yeni olan şey, muamelelerin hacmi, akışkanlığı, reklamının yapılması ve spekülasyon serbestliğiydi (Braudel, 2006: 82).

Avrupa’nın her yanından sağlanan para akımı ile iç piyasanın efektif talebi karşılanabiliyordu (Arrigi, 2000: 212).

Hollanda’nın mükemmel kanal sistemi maliyeti düşürüyor ve dağınık şehirleri arasında ulaşım hızını artırıyordu (De Vries1978). Orta Avrupa ve diğer dış pazarlara ulaşma imkânları ile ülkedeki yığınaklanma kapasitesi, Amsterdam’ı Avrupa ve dünya ticaretinin en merkezî antreposu hâline gelmişti. Böylelikle üreticiden düşük fiyatla doğrudan alınan mallar, depolanıyor, piyasada talebin artması ile birlikte yüksek kârlarla satılabiliyordu (Braudel, 1982: 419’dan aktaran, Arrigi, 2000: 211).

Sermayenin birikim ve yoğunlaşmasının neden olduğu şehirleşme, bu nüfus yoğunluğunu destekleyebilecek yeterlilikteki artalanda; tarım, hayvancılık ve başta iplik üretimi ve boya sanayi olmak üzere endüstri bölgelerinin gelişmesini sağlamıştı. Avrupa’da dokunan yün kumaşlar Hollanda’da boyanmaktaydı.

XVII. yüzyıl Hollanda kapitalist oligarşisi birçok açıdan Venedikli kapitalist oligarşinin bir kopyasıydı (Braudel, 1976: 64-5). Örneğin hükümdarlık aristokrasisi, Venedik’te olduğu gibi, iş adamlarının, tüccarların ve tefecilerin yararına, hatta onların emirleri doğrultusunda yönetiliyordu.

Yine, Hollandalı kapitalist oligarşi de kapitalist güç mantığının taşıyıcısıydı ve böylece güçler dengesinin yönetiminde ve diplomatik girişim ile diplomatik yeniliklerde önder durumdaydı.

Bu benzerliklere karşın, Hollanda’yı Venedik’ten ayıran bazı özellikler onun yeni konumunu belirliyordu. Birincisi, Venedik’in serveti ve gücü, Venedik’in kontrolü dışında kalan daha büyük bir ticaret dairesi ile ilişki hâlinde değildi. Oysa Hollanda’nın servet ve gücü, Hollandalı kapitalist oligarşinin, Cenevizli kapitalist oligarşi ile ittifak hâlindeki Portekiz ve İspanyol sömürge imparatorluklarının ticari ve mali ilişkileri ağı üzerine kurulmuştu.

İkincisi, Venedik’in serveti ve gücü, Orta Çağ yönetim sisteminin çözülmesinden doğan Güney ve Kuzey-batı Avrupa’nın hanedan devletlerinin artan gücünün tehdidi altındaydı. Oysa Hollanda kapitalist oligarşisinin, ortaya çıkmakta olan devletler ile güçlü ortak çıkarları bulunmaktaydı.

Üçüncü olarak, Hollandalı kapitalist oligarşinin savaşma yeteneği Venedik oligarşisinin savaş yeteneğinden kat kat fazlaydı. Dördüncü olarak, Hollandalı kapitalist oligarşinin devlet kurma yetenekleri Venedik oligarşisininkinden çok üstündü. Beşinci olarak Hollanda ile odak artık bir şehir devleti değil bir bölgeydi. Küresel ekonomik güç askerî güçle örtüşüyordu (Arrighi, 2000: 70-79).

Hollanda’nın iki yüz yıl süren gönençli küresel hâkimiyeti, onu bu konuma taşıyan özellikleri yitirmesiyle son buldu. 1775’e doğru Hollanda’nın savaş gemileri artık en güçlü tekneler değildi; denizler onlar için eski güvenilirliğini yitirmişti. Bu dönemde artık, ticaret yollarının savunulması giderek daha pahalıya mal olmaktadır. Ormanlardan sağlanan ve gemi inşası için kullanılan ağaç giderek tükenmektedir. Boya üretimi ve deniz filosunun silahlandırılmasında yararlandığı teknolojiler gelişme göstermemektedir.

Toplumsal çatışmalar büyürken ücretler yükselmekte, Amsterdam yünleri daha pahalıya mal olmaktadır. 1776’da Amerika’daki İngiliz kolonileri bağımsızlıklarını ilan ederler; 1781’de, Amerikalı ayaklanmacıların Yorktown muhaberesini kazanmasını sağlayan Fransız donanması ilk kez bu ölçüde küresel bir güç konumuna yükselir. Her zaman olduğu gibi, bir “odağın”

düşüşünü bir mali kriz onar. 1788’de Hollanda bankaları iflas eder; Fransız devrimi arifesinde, kapitalizmin “odağı” Londra’ya yerleşir (Harita-1) (Attali, 2007: 83).

SÖMÜRGELER (1700)

Harita-1 Kaynak: Shepherd, William R. Historical Atlas, 1923.

3.6. İkinci Küreselleşme (1750-1914) 3.6.1. Genel

İkinci küreselleşme evresi 1750’de İngiltere’nin liderliğinde başladı, 1850’den sonra Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin küresel hâkimiyet yarışına katılmasıyla devam etti ve I. Dünya Savaşı ile son buldu. Bu evrede küreselleşme ulusal devletlerin oluşturduğu hegemonya ekseninde gerçekleşmiştir.

İkinci küreselleşme evresinde ekonomik çekim alanları sırasıyla; Londra (1788-1890), Boston (1890-1929) arasında el değiştirerek Amerika kıtasına kaydı.