• Sonuç bulunamadı

1. ÖZNE YERİNE DASEİN

2.2. HEİDEGGERCİ HAKİKAT KURAMI (WAHRHEİT)

2.2.2. Heidegger’in Mutabakat Olarak Hakikate İlişkin Yorumu ve Eleştirileri

ancak ve sadece, hakikatin aletheia anlamında açımlanmışlığı üzerinden mümkün olduğunu söylerken, sözü edilen ve mutabakat ilişkisini önceleyen açımlanmışlığın/ifşa olmuşluğun da insanın ontolojik yapısında temellendiğini söyleyerek, hakikat kuramını

“özne”nin belirleyici olduğu bir zemine oturtur.

2.2.2. Heidegger’in Mutabakat Olarak Hakikate İlişkin Yorumu ve

Heidegger, geleneksel hakikat kavramının temel olarak üç tez ile karakterize edildiğinden bahisle, bunları şöyle sıralar: 1. Hakikatin yeri yargıdır, 2. Hakikatin özü yargı ile nesnenin “mutabakatı”ındadır; 3. Aristoteles hem hakikate asli yeri olarak yargıyı tayin etmiş hem de hakikati “mutabakat” olarak tanımlamıştır.324 Buna göre

“bir ifade, kastettiği ve söylediği şeyin, hakkında açıklamada bulunduğu şeyle mutabık olması halinde doğrudur.”325

Heidegger tekabüliyet anlamında hakikat kuramının, ister nesnenin ya da önermenin hakilati olsun, nihayetinde, bir “mutabakat” ilişkisi olduğundan bahisle, bunun iki boyutuna işaret eder. Buna göre hakikat iki açıdan tekabül etmek (Stimmen) anlamına gelir: Birincisi bir şeyin önceden o şeyden kastolunana tekabül etmesi (Einstimmigkeit); diğeri ise bir ifadede kastolunanın “şey” ile mutabakatı (Übereinstimmung). Heidegger, hakikatin geleneksel anlamının bu iki boyutu vurguladığını belirtir.326 Bu durumda bir önermenin hakikat dışılığı (yanlışlık) ifadenin şey ile tekabül etmiyor oluşu iken; şeyin hakikat dışılığı (sahtelik), varolanın kendi özü ile uyuşmazlığı olarak anlaşılır.327

Yukarıdaki tanımlamlarda mutabakat kavramı, sonuç itibariyle, bir şeyi başka bir şeyle ilişkilendiren bir ilişki olarak anlaşılır.328 Böylece mutabakatın söz konusu olduğu önermede, önermenin bildirdiği yargı ile hakkında yargıda bulunan nesne arasındaki bir ilişkiden söz edilmektedir.329Heidegger burada kilit soruyu sorar:

intellectus ile res nasıl tekabül eder?330“Peki ‘tasarıma/temsile’ dayalı bir önerme ile

‘tasarlanan/temsil edilen’ şey arasındaki mutabakatın içsel imkânı nedir?” Masanın üzerinde duran iki adet beş liranın, dış görünüşlerinin aynılığı sayesinde birbirlerine

324 Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 325, p. 215.

325Martin Heidegger, On The Essence of Truth, çev. John Sallis, Pathmarks, Cambridge University Press, 1998, ss. 136-154; Hakikatin Özü Üzerine, çev. Nejat Aday, Tezkire Dergisi, 2004, s. 128.

326 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 128.

327 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 130.

328 Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 326, p. 216.

329 Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 327, p. 217.

330 Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 326, p. 216.

takabül ettiklerini söyleriz. Fakat mesela “masanın üzerindeki beş lira dönüyor”

dediğimizde burada mutabakat artık iki şey arasında olmayıp, mahiyetleri itibariyle farklı olan ifade ve uzamsal bir şey arasındadır.”331

Heidegger Varlık ve Zaman’da “Duvardaki resim eğri duruyor.” yargısında bulunan bir kişi örneği üzerinden yargı ile gerçeklik arasındaki söz konusu ilişkiyi tartışır. Öncelikle yargının doğruluğunun resmin kendisiyle uyumlu olup olmadığına bağlı olduğunu, yoksa resmin herhangi bir zihinsel temsiline bağlı olmadığını vurguladıktan sonra, yargının doğruluğunu onaylayan şeyin, resmin gerçekten de yargının iddia ettiği gibi olduğu yönündeki algımız olduğunu öne sürer. “Doğrulama şu demektir: varolanın kendini kendiliği içinde göstermesi.”332

Burada şey ile ifade arasındaki ilişki meselesine tekrar dönmeliyiz. Buna göre tekabüliyetin özü şey ile ifade arasındaki ilişki tarafından belirlenir. Bundan dolayı madeni para ile yargının mutabakatından söz ettiğimizde aslında onlar arasındaki bir ilişkiye atıfta bulunuyoruz. Yargı madeni parayı temsil etmektedir: “Sunumlayıcı ifade, açıklamada bulunduğu şeyden, o şey sunumlayıcı ifadede nasıl sunulmuşsa öyle söz eder.”333Yargı bir şeyi, ancak o şey, en azından bir biçimde yargıdaki gibi mevcut ise temsil edebilir: Temsil edici yargı, şeyi, olduğu haliyle temsil etme karakterine sahiptir.

Buna göre “yargı, madeni parayı konuşan özneden ayrı ya da özne ile karşıtlık içinde bir şey olarak temsil eder. Madeni para ancak insan ilişkileri bağlamında anlaşılabilir, çünkü Heidegger’e göre Dasein şeylere açık bir biçimde ve şeylerle bir ilişkiye yönelmişlik içinde durur.”334

Brock burada Heidegger’in kullandığı iki kavrama dikkat çeker: Bunlardan ilki Vorstellen-temsil: bir şeyi birinin önünde durmaya bırakma, bir şeyi sunmak, temsil

331 Heidegger, On the Essence of Truth, ss. 140-141.

332 Heidegger, Varlık ve Zaman, ss. 328-329, p. 217-218.

333 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 135.

334 Werner Brock, Hakikatin Özü Üzerine, çev. Ahmet Aydoğan, Heidegger kitabı içinde, Say Yayınları, İstanbul,2008, ss. 213-214.

etmek335 ve Gegenstand/nesne, sözcük anlamına uygun olarak birinin karşısında duran bir şey. Buradan anlaşıldığı üzere Brock’un ifadesiyle, “tasarım/temsil (Vorstellen) bir şeyi bir nesne olarak birinin önünde durmaya bırakmak anlamına gelir.”336

Heidegger’e göre temsilde bir şeyin nesne olarak birinin karşısında durması durumunda, karşıda duranın yani nesnenin açık bir karşıtlık alanı olarak baştanbaşa bir yol katetmesi ancak yine de duruşunu koruması ve kendisini karşı koyan bir şey/bir nesne olarak göstermesi gerekir:

(… ) şeyin bir karşıda duranı katetmesi halindeki bu görünümü açık (Offene) olan bir şey dâhilinde vukubulur; bu şeyin açıklığı ilk kez sunum/temsil (Vorstellen) tarafından yaratılmamıştır, tersine sunum bir ilişkilenme alanı olarak hep bu açıklığa yerleşmiş ve onu benimsemiştir.337

Buna göre bir şeyin açık bir karşıtlık alanında katettiği yol içerisinde tezahür eden, bir açık alan içinde gerçekleşir. Bu açıklık öncelikli olarak insan tasarımı/tasavvuru tarafından yaratılmaz, aksine sadece bir ilişkisellik alanı olarak dikkate alınabilir. Bütün bunların anlamı şudur; “eğer bir şeyi varolduğu haliyle zihnimde tasarlarsam, o şey, bu şey ister bir bozuk para, ister bir yıldız veya uzak tarihten bir olay olsun, bana doğru “gelmeli” bir yol katetmelidir.”338 Heidegger bunu

“o şey her ne kadar yerinde ve ne ise o olarak kalıyorsa da, kişiye doğru bir açıklık kateder”339 ifadesiyle anlatır. Bütün insani etkinlikler böyle bir açıklık içinde cereyan eder. İnsanın diğer şeylerle ve kendi hemcinsleriyle ilişkisi ancak bu “açıklık” sayesinde mümkündür.340 Heidegger bunu şöyle ifade eder:

335 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 132 dipnot.

336 Brock, Hakikatin Özü Üzerine, ss. 213-214.

337 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 132.

338 Brock, Hakikatin Özü Üzerine, ss. 213-214.

339 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 132.

340 Brock, Hakikatin Özü Üzerine, ss. 213-214.

(…) Her çalışma ve elde etme, tüm hareket ve hesaplama bir alanın açıklığında (Lichtung) tutunur ve konumlanır; varolan kendisini bu açıklıkta kendisi olarak, her ne ise öyle ortaya koyabilmekte ve dile gelme yeteneğini orada kazanmaktadır.

Ancak bunun böyle olması için, varolanın sunumlayıcı ifadede kendisini sunması ve böylece ifadenin ‘varolandan nasılsa öyle söz etmesi’ yolundaki talimata uyması şarttır. İfade böylesi bir talimata uymakla, kendisini varolana uygun duruma getirir.

Bu biçimde (talimata) uygun olan söyleyiş doğrudur (hakiki). Böyle söylenmiş olan doğru (hakiki) olandır.” 341

Heidegger tekabüliyet kuramına yönelik birçok itirazda bulunur. Öncelikle,ona göre, tekabüliyet ilişkisi yeterince açıklayıcı değildir. İkinci olarak iddianın ifade ettiği (ya da etmediği) gerçeklik, parçalanarak dünyasal bağlamından koparılmaktadır.342 Varlıklarla bu minvaldeki bir ilişki, kullandığımız, bir biçimde ilişkili olduğumuz tüm varlıkların ve dahası Dasein’ın kendisinin mevcut bir şey, bir nesne (Vorhanden) olarak tasarlanmasına yol açmaktadır.343 Hâlbuki Heidegger varolanların nesne(l)leştirildiği bu düzlemin, ancak, öncesinde onların açığa çıkmışlıklarında, onların birbirini imleyen bir bütün/bağlam içinde anlaşılmaları ile olanaklı olduğunu söyler.

Söz konusu ön-önermesel açımlanmışlık sayesinde önerme hakkında konuştuğu konuya karşılık gelmektedir: “Burada odada bir ışık yanıyor” önermesinde öncesel olarak odanın, ışığın, yanmanın ne anlama geldiğini biliyor olmam gerekir ki önermenin doğrulanması yahut yanlışlanması olanaklı olsun. “(…) Her şey temelsiz ve resmi bir biçimde tartışıldığı için tekabüliyet olarak hakikat kavramı ile anlaşılabilir hiçbir şey elde edemeyiz. Kendini “apaçıklık” olarak sunan şey tamamen belirisizdir.”344

Heidegger’in tekabüliyet ilişkisine ilişkin üçüncü itirazı, bir yargıda, yargıya konu olan şeylere/nesnelere değil, bizatihi yargının/iddianın kendisinden ziyade, dile

341 Heidegger, Hakikatin Özü Üzerine, s. 133.

342Martin Heidegger, The Essence of Truth, çev. Ted Sadler, Continuum, Newyork, 2002, s. 2-4.

343Michael Inwood, Truth and Untruth in Plato and Heidegger; Heidegger and Plato içinde, Editorler:

Catalian Partenie, Tom Rockmore, Northwestern University Press, USA, 2005, s. 77.

344 Heidegger, The Essence of Truth, ss. 2-3.

getirilmekte olan kelimelere ve düşüncelere odaklanıyor oluşumuzadır. Bu sebeple tekabüliyetin iki tarafından biri (yani iddianın nesnesi) göz ardı edilir.345

Heidegger’in tekabüliyet kuramına ilişkin son itirazı bir önermenin, aslında, bizimle tekabül ettiği gerçeklik ararsında bir tür ekran görevi gördüğü ve bu haliyle bizi realiteden uzaklaştırdığı şeklindedir. Buna göre tekabüliyetin sahih bir ilişki olması için, yargı ve mutabık olduğu şey/nesne birbirinden bağımsız olmalı yani biz farklı olan iki varlığın tekabüliyetinden söz ediyor olmalıyız. Bu haliyle yargı bizimle tekabül ettiği realite arasında bir ekrana dönüşür. Bir yargı için bu kaçınılmaz olarak böyledir, çünkü anlamlı olabilmek için, anlamını öncelikle erişime sahip olduğumuz şeylerden ve şeylere erişimimize aracılık eden fikirlerden türetmek zorundadır. Bu sebeple Heidegger, tekabüliyetçi kuramın bizi realiteden uzaklaştırdığını söyler: “Beyanda bulunan kişi, resmi algılamadan yalnızca temsil ederek yargıda bulunursa kendini ne ile ilişkilendirecektir, yalnızca temsillerle mi?”346 Heidegger iddiaların ve inançların bu şekilde işlemediğini savunur. Theaetetus hakkında bir iddia, Teheaetetus’un mesela oturuyor oluşuna kilitlenir. Buna göre bir iddia ne hakkında olduğundan ve hakkında konuştuğu şeyden bağımsız, kendi içinde kapalı bir varolan değildir.347

Sonuç olarak Heidegger, hakikatin bir iddianın “doğruluğu”

(Richtigkeit/correctness) olduğunu ya da iddianın şeylerle uyuşumunu (Übereinstimmung/agreement) veya tekabüliyeti (correspondence) olduğunu söyleyen doktrini tersine çevirir.348Buna göre hakikat öcelikle doğruluk ya da tekabüliyet değildir, doğruluk ya da tekabüliyet olarak hakikat için, öncesel olarak ifşa olma (Erschlossenheit), gizlilikten sıyrılma/gizlenmemişlik (Unverborgenheit) olarak varsaymak gerekir. Varlıklar hakkında doğru ya da yanlış bir iddiada bulunabilmenin önkoşulu, onların bizim için bir biçimde açığa çıkmış olmasıdır. Theaetetus benim için

345 Inwood, Truth and untruth in Plato and Heidegger, s. 77.

346 Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 328, p. 217.

347 Inwood, Truth and untruth in Plato and Heidegger, ss. 77-78.

348Heidegger, The Essence of Truth, s. 2.

bir şekilde erişilebilir değilse, Theaetetus'un oturduğunu veya uçtuğunu söyleyemem.

Dolayısıyla, iddiaların hakikati (veya sahteliği) gizlenmemişlik olarak hakikati zımnen varsaymaktadır.349