• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN KAPSAMI VE YÖNTEMİ

3.4. MİTOLOJİ VE TANRIÇALAR

3.5.2. Hıristiyanlık ve Kadın

meydana getiren Ģeylerden biridir. Bu hizmet anlayıĢı, maddi ve manevi hizmetleri kapsayan örneklerle karĢımıza çıkabilmektedir.

Kadının ibadet biçiminden, cinsel eylemine, evliliğinden, boĢanmasına her eylemi bir hizmet olarak erkeğe sunulan dini buyruklarla normalleĢtirebilmiĢtir. Bu normalleĢtirme biçimi, gücünü hiyerarĢik toplumsal düzenin devamlılığını sağlayan eril güçten alabilmektedir. “Baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesini merkeze alan Hıristiyanlık, eril Tanrıdan aldığı gücü yine eril Mesih aracılığıyla toplumun tüm erkeklerine veriyordu” (Caner, 2017: 80).Genelde toplumun erkeklerine verilen bu “Tanrısal güç” toplumsal sistemleri Ģekillendirmede de büyük rol oynamıĢtır. Bu Ģekilcilik kendi kuralları çerçevesinde “tek tipçi” bir nizamın oluĢturulması açısından önem arz ediyordu. Kadınları “her türlü arzunun esiri” olarak örneklendirebilenĠncil2.

Timeteos, 3. Bölüm), kendi ahlak kurallarını “edep” adı altında cinsel eylemin evlilik dıĢında yasaklanmasına ve bu ahlak kurallarıyla “arzunun esiri” olmaktan çıkarmayı amaçladığını iddia eder. Bu da kadından yeni esaret biçimleriyle yeni bir esir yaratma pratiğiyle mümkün kılınabilmektedir.

Kadının pek çok eyleminin eril tahakkümce, denetlenmesi bu esaretin temel Ģekillendirme biçimleri olarak ele alınabilir. Genellikle günah algısıyla hareket eden bu Ģekillendirme biçimi, cinsel arzunun bastırılmasını vazederken, cinsel eylemliliği sadece bir görev olarak “evlilik kutsal çatısı” altında hoĢ görülebilmektedir. Bu hoĢgörü kadının erkeğe tabi olmasını buyurmayı ihmal etmezken, “koruyuculuk” sıfatıyla erkeği hükümdar kadını köle olarak var etmeye devam edebilmektedir (Koloseliler, 3. Bölüm, 1.Korintliler, 7. Bölüm). Bu evlilik kutsal çatısı, çocukların, kölelerin ve karının erkeğe tabi kılındığı bir ataerkil aile biçimi olarak karĢımıza çıkabilmektedir.

Bedenler, fikirler, inançlar bir itaat göstergesi olarak erkeğe sunulabiliyorken, insanlar da erkeğin mülkiyeti görevi gören birer varlığa dönüĢebilmektedir. Ġtaat beklentisinin “kutsallığı”

erkeği “her Ģeyin efendisi” olarak görebilirken, kadınlar toplumsal haklarından mahrum kalabilmektedir. Bu haklardan yoksunluk, ataerkil evlilik kodlarıyla oluĢturulan aile biçiminin bozulmaması adına toplumsal durumları erkeğin lehine çevirmeye devam eden tanrısal buyruklar üretmeye devam eder.“Karısını boĢayan adam, ona boĢanma belgesi versin diye emredilmiĢtir. Fakat ben size Ģunu diyorum, fuhuĢ dıĢında bir sebeple karısını boĢayan, onu zinaya itmiĢ olur. BoĢanmıĢ bir kadınla evlenen de zina etmiĢ sayılır” (Matta 19: 9, Markos 10:

11-12, Luka 16: 18). Burada bir erkeğin kararının sonucundan etkilenen ve her “günahkâr”

eylemin sonucuyla sınanan kadın örneği karĢımıza çıkabilmektedir.

Evlilik sisteminin devamlılığını amaçlayan bu “günah” sistemi her iki taraf için aynı koĢulları içinde barındırmayabilmektedir. Çünkü erkeği kadının efendisi kabul edebilen algı, erkek bedenini bazı koĢullar haricinde “Ģehvetin” yani “lanetin, günahın” temsili olarak görmezler.

Erkek bedeninin ya da arzusunun “günah” olarak kabul edilmesi ise yine ataerkil evlilik sistemini bozan bir yapı olarak kabul edildiği eĢcinsel iliĢki biçiminin varlığında karĢımıza çıkabilmektedir. Ġncil, aynı Tevrat gibi, eĢcinselliği bir “sapıklık” olarak değerlendiren örnekleri barındırabilmektedir: “Kadınlar tabii olanı bırakıp hemcinsleriyle iliĢki kurmaya baĢladılar. Aynı Ģekilde erkekler de kadınla tabii iliĢkiyi bırakıp hemcinsleri için Ģehvetle yanıp tutuĢtular. Erkekler birbirleriyle rezil münasebetlere girdiler, sapıklıkları yüzünden hak ettikleri cezaya çarptırıldılar” (Romalılar, 1. Bölüm). Heteronormatif algı biçimiyle yaratılan bu “tabii olmayan” iliĢki biçimi, toplumsal normların oluĢturduğu “normallik”in ötesine gidememektedir.

Cinsel yönelimlerin “sapıklık” olarak adlandırılması ve cezalandırılması gereken bir durum olarak sunulması toplumsal cinsiyet kodlarıyla var olan dini pratiklerin bir diğer ataerkil yanını ortaya çıkarabilmektedir. Erkeğin efendiliğinin ve kadının köleliğinin öngörüldüğü evlilik sistemin “aksaklığına” yol açtığı düĢünülebilen “farklı” iliĢki biçimleri,“ceza” yoluyla bastırılabilmektedir. Bu kurallı dini pratikler bütünü, tek tipçi özneler yaratabilirken, kurgulanmıĢ bu öznelerin “dıĢında kalan biçimsel hatalar” hoĢ görülmemektedir. HiyerarĢik bir tabakalaĢmanın alt ürünü olan özneler, eril Tanrı, eril Tanrı‟nın erkek soyunun temsilcisi Mesih, toplumsal efendi olarak Mesih‟in altındaki erkek ve en alt basamaktaki kadın olarak sıralanabilir.

Allah‟tan “Baba” olarak bahseden dini anlatı, erkeği toplumsal tabakanın en üstünde kabul ederken, Allah‟ın erkek soyunun temsili “oğul” yani Mesih ile temsil edilir. Kadın bu anlatının içinde “çocuğu doğuran bir araç” olma görevini “en temiz” haliyle üstlenebilmektedir. Kadının bedeninin iĢlevselliğinin vurgulandığı bu hikâye “Bakire Meryem” sembolüyle “el değmemiĢ”

kadın imajını güçlendirebilmektedir (Luka 2: 1-7, Luka 3: 23-28). Bekâret sisteminin kontrolü erkeklerin tekelinde bu anlatılarla Ģekillenmeye devam edebilmektedir. Kadının cinsel yaĢamına müdahalenin yanı sıra, görünüĢüne ve davranıĢlarına müdahale dini kurallarla normalleĢtirilebilmektedir. Her zaman “rasyonel” olarak tasvir edilen erkek birey, davranıĢlarının kontrolünü gerçekleĢtirebilen bir özne olarak anlatılırken; kadın birey “kendi kararlarını alamayan” kiĢi olarak tasvir edilebilmektedir. Tek tipçi algıyla kadının “derli toplu, uzun saçlı” olması, ibadet ederken saçlarını toplaması veya örtmesi, cemaat toplantılarında

yüksek sesle konuĢmaması ve “rasyonelliğin temsilcisi” olan kocasına danıĢması gibi pratikler dini müdahalelerin bir kısmı olarak kabul edilebilir.

Ġbadet sırasında erkeklerin birbirine kızmadan ve çekiĢmeden pak eller yükselterek dua etmesini isterim. Kadınlar da öyle dua etmeli. Bunu yaparken ölçülü olmalı, mütevazı ve edebe uygun giyinsinler; örgülü saçlar, altın, inci süslemeli ya da pahalı kıyafetlerle dikkat çekmesinler. Bunun yerine, kendilerini hayırlı amellerle süslesinler;

zira Allah yolunda yaĢadıklarını söyleyen kadınlara yaraĢan budur. Kadınlar vaazları sükûnet içinde, tam bir uysallıkla dinlemelidir. Kadınların vazedip kocalarına tahakküm etmesine izin vermiyorum (1. Timeteos, 2. Bölüm).

Erkeklere tahakküm etmenin kesinlikle yasaklandığı bu vaazlar görüldüğü üzere kadınlar için geçerliliğini korumamaktadır. Kadınları toplumsal cinsiyet rollerine göre “ölçülü” olmaya davet eden bu dini sistem, normalleĢtirilen bir toplumsal ahlaka dönüĢtürülmüĢtür. Kadını eylemleriyle bir bedene indirgeyebilen ve bu eylemlilikleri kısıtlayan dini yasalar erkek hükümdarlığının devamlılığını sağlayabilmektedir. EĢitlikten bahsetmenin bu örnekler doğrultusunda mümkün olmadığı bu tektanrılı dinler, ataerkilliğin pratiklerinin yansıması olarak değerlendirilebilir.

Erkek tanrılar hükümdarlığı, kadın anlatılarına, tanrıça kültüne, kadın pratiklerine ve “kendisi gibi olmayan” toplumsal pratiklere ket vurabilmektedir. Ortaçağ‟da toplumsal “değerler” adıyla yapılan zulümler, tehdit unsuru olarak görülen herkesi yok eden örnekleri içerebilmektedir.

Özellikle bir otorite olarak davranan Kilise, mahkemeleri düzenleyen, kadınları “cadıcılık”la suçlayan, cinsel zevkin ve Kilise ahlakına karĢı gelen her türlü “dünyevi zevkin” günah olduğunu açıklayan bir kurum olarak karĢımıza çıkabilmektedir. Bu kurum, kendini kanıtlama ve propoganda yapma amaçlı kullandığı “cadı avını” toplumsal ve ekonomik temellere dayandırıyordu (Berktay, 2015: 218 - 231; Caner, 2017: 90 - 91).

Ortaçağ Feodalizmi, bu dini kurumun üst sınıfları ve tüccarları “dünyevi zevk”ten mahrum kalan diğer insanlardan ayrı tutması süreci olarak ele alınabilir. Dini inançlar, Kilise desteğiyle değiĢen siyasi durumlar, yoksul halkın yargılanması ve kural bozan tüccarlar ve derebeyleri yerine “cadı” ilan edilen kadınların yargılanması sürecin adalet anlayıĢına dair çıkarımlar sağlamamıza yardımcı olabilir. Büyücülük, cadıcılık propogandasıyla Kilise gücüne güç katabilmekteydi. Bu genellikle erkek egemen gücün ve sınıflı toplumun “Hıristiyanlık” adı altındaki temsili olarak karĢımıza çıkan örnekleri yaratabiliyordu. “Bekaret kemeri” ve “ilk gece

hakkı” uygulamaları da bu temsiliyetin erkeklere verilmesiydi (Caner, 2017: 94 - 96).

Ortaçağ‟ın en yaygın uygulamaları olan bu durumlar, feodal ahlak yasalarının önce derebeylerinin daha sonra da toplumsal tabakanın en alt basmağında yer alan kadının üzerinde hakkı olduğunu iddia eden tüm erkeklerin elinde Ģekillenmeye devam edebilmekteydi ve din adıyla meĢrulaĢtırılabilmekteydi