• Sonuç bulunamadı

Hüzünlü Duygusal Tarzın Öne Çıktığı Bir Duygusal Topluluk

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: HÜZÜNLÜ DUYGUSAL TARZ: CELİLİ VE HECR-NÂME MESNEVİSİ

C. Hüzünlü Duygusal Tarzın Öne Çıktığı Bir Duygusal Topluluk

150

aşkın anlatılmasının en temel koşuludur. Keza divan şiirinde herhangi bir aşk hikâyesini kaleme alan bir şair eserinde az ya da çok hüzün ifadelerine yer verir.

Örneğin bir önceki bölümde incelenen Cafer Çelebi’nin Heves-nâme’sinde de hüzün ifadelerine rastlanmışsa da söz konusu duygu Hecr-nâme’de tüm hikâye boyunca baskın bir duygusal tarz olarak öne çıkmaktadır. Cafer Çelebi’nin eserinde ise hüzün duygusu ve ona yönelik ifadeler eserin bütünü içerisinde geriye itilmiştir. Celili’nin mesnevisi ise hüzün duygusu üzerine kurgulanmış bir aşk hikâyesidir. Böylece şair sararan yüzü ve kanlı gözyaşlarıyla ideal âşığın temsilcisi olarak kendisine işaret eder. Şairin kendisini ideal âşık olarak kurgulamasında hiç şüphesiz bu yüzyılda sayıları hızla artmaya başlayan iki kahramanlı aşk mesnevilerinin de etkisi büyüktür.

İdeal âşık tipinin popülerleşmeye başladığı bir çağda, Celili bu nedenle özgün bir eser kurgulamak yerine kendisini klişe bir eser içerisinde klişe bir kahraman olarak kurgulamayı tercih etmiştir. Böylece şair, kuramadığı ilişki ağlarına eseri aracılığıyla ulaşmayı; bir başka deyişle sosyal ilişkilerindeki başarısızlıklarını şiir ile aşmayı denemiştir. Dolayısıyla geleneğin ona sunduğu imkânları Hecr-nâme’de yoğun şekilde kullarak Osmanlı entelektüelleri dünyasına kendisini bir şekilde eklemler.

Hamisiz de olsa, akli açıdan dengesizlikle nitelendirilse de “ideal şiir”in ona sunduğu imkânlar sayesinde kendisini Osmanlı entelektüeller dünyası içerisinde bulur. Hatta tezkirelerde onun akli dengesizliğinin âşıklığının gücü ile ilişkilendirilmesi,

Celili’nin şairlik gücünü bir kat daha pekiştirmişe benzer.

151

Fuzuli’nin mesnevisi hem hüzünlü duygusal tarzın “kadın sevgili”ye yönelmesi ve hem de birinci ağızdan kaleme alınmamış olmaması açısından Celili’nin Hecr-nâme’sinden farklılaşsa da her iki şairin de şiirinde hüzün ifadelerini öne çıkarmaları onları bu tarz etrafında birleştirir. Buna karşın ilgili ortaklıktan şairlerin sosyal ağlarının da aynı olduğu gibi bir anlam çıkarılamaz. Ancak şairler arasında bazı benzerliklerin de yakalanabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin her ne kadar şairlerin kendi isteğiyle mi yoksa himaye sistemi içerisine dâhil edilmedikleri için mi hamisiz kaldıkları bilinmese de son kertede her iki şair de himaye sisteminin dışında kaldığı bilinmektedir. Celili’nin himaye sisteminin içerisinde yer

al(a)maması üzerine yukarıda bir tartışma yürütülmüştü. Fuzuli için de araştırmacılar benzer bir tartışma yürüten araştırmacılar, Fuzuli’nin Enîsü’l-Kalb’de herhangi bir hamiye atıfta bulunmamasını onun bir hami arayışında olmadığının göstergesi olarak okunmuşlardır. Kalpaklı da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Fuzuli üzerine söylemlerine atıfta bulunarak Fuzuli’nin herhangi bir hami arayışında olmadığını makalesinde dile getirir (Kalpaklı “Nazire Geleneği Çerçevesinde…” 231). Öte yandan İnalcık, Şair ve Patron başlıklı çalışmasında bu bakış açısına karşıt bir görüş öne sürerek,

Fuzuli’nin daima bir patron ve hami arayışında olduğu düşüncesindedir (55). Pek çok beyit üzerinden örnekler veren İnalcık’ın iddiasını şu beyitler de destekler

niteliktedir: “Hoşdur ey gün tali'ün kim düşdün ol hak-i dere / Ehl-i devlet damenin dutdun yetersen bir yere; Devletli, sevgilidir. Onun eteğine yapışmak, ona intisab etmek, onu efendi edinmektir. Bir büyük insana intisab edilirse onun sayesinde insan bir baltaya sap olur. Bir mevki elde eder” (Tarlan Fuzûlî Divanı Şerhi… 608).

İster kendi rızalarıyla isterse himaye edilmemiş olsunlar son tahlilde her iki şairin de patronaj sisteminin dışında kaldığı bilinmektedir. Bu durum ilk bakışta şu soruları akla getirir: Acaba himaye sistemi dışında kalan şairler eserlerinde hüzün ifadelerini

152

diğer şairlere göre daha mı fazla öne çıkarıyorlardı veya himaye sisteminden ya da saraydan uzaklaşan şairler rasyonaliteden de aynı ölçüde uzaklaşıyorlar mıydı? Bu soruların yanıtlanması her ne kadar bu tezin kapsamını aşıyorsa da Fuzuli üzerine İnalcık’ın şu sözleri dikkat çekici niteliktedir:

Fuzûlî, padişahların lûtf ve sohbetine erişmiş musâhib şâirlerin güzel bahçelerde geçen mutlu hayatını renkli çizgilerle andıktan sonra teselli olarak der ki: “ey dertli şâir, sultanların sohbetinde olman başkalarının kıskançlığından başka yarar getirmez;

şarabın neşesi ise, öbür dünyada ebedi azab getirir; daima nedimlerle beraber

musâhebette olman ise, kendi hayal dünyanda olmana engel olur. (Şair ve Patron 32) Fuzuli saraydan uzak olmasını, hayal dünyasının ona sunduğu imajlarla şiiri için bir tür avantaja çevirmiş olsa da söz konusu durum yalnızlığına ve çektiği acılara derman değildir:

Burası bir bahçedir ki salınan servileri, sam rüzgârının gird-bâdları; açılmamış goncaları, mazlûm şehit mezarlarının kubbeleridir. Burası bir zevk meclisidir ki şarabı parçalanmış ciğerlerin kanı, musikisi âvare gariplerin iniltileridir. Ne mihnet artıran sahrasında bir rahat rüzgârı esmiş; ne de belâlarla dolu çölünde tozları ‘gamları’ yatıştıracak bir şefkat bulutu ümidi belirmiştir. Böyle bir çile bahçelerinde gönül goncası nasıl açılır ve dil bülbülü ne terennüm eder. (Tarlan Fuzûlî Divanı Şerhi… 8-9)

Örneğin şairin yalnızlığı ve acısını en iyi gösteren eserlerden biri olan Leyla ve Mecnun mesnevisindeki hüzün ifadelerine odaklanıldığında, Fuzuli’de hüznün aynı Celili’de olduğu gibi en çok “gözyaşları” ile karşılık bulduğu görülecektir. Fuzuli, divan şiirinde gözyaşlarının sel gibi aktığı Leyla ve Mecnun mesnevisinin daha başında hikâyenin çok hüzünlü olacağı konusunda okurlarını uyarır. Bu hüznün temel kaynağı ise Nizami’nin Leyla ve Mecnun hikâyesidir:

Bir bezm-i musībet ü belādur / Kim evveli gam sonı fenādur Ne bādesine neşātdan reng / Ne nagmesine ferahdan āheng İdrāke verür hayāli āzār / Efkārı eder melāli efgār

Olsaydı teveccühi münāsib / Tevcīhine çoh olurdı rāgıb

153

Olsaydı tasarrufında rāhat / Çoh kāmil ana kılurdı rağbet Bi’llāh ki ne hoş demiş Nizāmī / Bu bābda hatm edüp kelāmı

Esbāb-ı sühan neşāt u nāzest / Z’in her dü sühan behāne-sāzest (LM 100)

Şair Allah karşısında, kul olarak aciz kaldığında sıklıkla ağlama ifadelerinden yararlanır. Fuzuli’nin Allah’a yalvardığı şu dizeler şairin hüznü nasıl dile getirdiğini göstermesi dikkat çekicidir: “Yā rab mededī ki derd-mendem / Aşüfte vü zār ü müst-mendem (LM 29); Yā rab kerem et ki hār ü zārem / Dergāha besī ümīd-vārem (LM 36).

Kimi zaman da yazdığı eserin hak ettiği değeri bulamadığından dolayı dertli olan Fuzuli, gözünden taze inci gibi yaşlar dökmekte ve felekle konuşarak onun ne kadar cefakâr olduğuna dem vurmaktadır: “Dün dīde-i ter kılup güher-bār / Gerdūna dedüm ki ey cefā-kār” (LM 540).

Fuzuli, Leyla ve Mecnun hikâyesini tamamladıktan sonra mutluluğunu anlatırken de bedeni gözyaşları ile gümüş işlemelere dönüşmüştür: “Eşk ile derūnı sīm-endūd / Āh ile bīrūnı anber-ālūd” (LM 546).

Fuzuli’nin hikâyesinde gönül bu keder neticesinde gamlı suyla dolar. Ancak gönle dolan bu gamlı su kanlıdır. Gönül diye bahsedilen yer ise kimi zaman yürek kimi zaman ise ciğerdir. Ciğerde ya da yürekte oluşan bu yaralar kanlı gözyaşı suyuna dönüşür ve vücut içerisinde dolaşarak gözlerden akar: “Hūn-āb-ı gam ile doldı gönlüm / Gonca sıfatı dutuldı gönlüm (LM 492); Hūn-ı ciger āb-ı cūy-bārı / Nevk-i müje ebr-i nevbahārı” (LM 546).

Fuzuli’nin mesnevisinde de gözyaşları aynı Celili’de olduğu gibi “kan” ve “inci”yle karşılık bulur. Kanlı gözyaşları, rengi dolayısıyla gülsuyuna, akik taşına, lale

rengine, şaraba, kırmızı renge benzetilir. Yine gözyaşları, likit olmasından dolayı su

154

ile ilişkilendirilir: su, çiğ taneleri, yağmur, çeşme, zemzem suyu, nem, ter, sel, deniz, damla, ırmak, bulut gibi… Irmak ve sel ile kurulan bağlantıda gözyaşlarının

sürekliliği ve şiddeti; yağmur ile ise şekli vurgulanmak istenir.

Tüm bu örneklerden hareketle Fuzuli ve Celili arasında gözyaşı metaforlarının kullanımı açısından belirgin bir fark olmadığı görülmüştür. İlginç olan nokta ise Ortaçağ’da devamlı ağlayan erkek profilinin karşısında, modern toplumun inşa ettiği erkeklik algısının birbirinden tümüyle farklı olmasıdır. Bu durum yani duyguların ifade biçimlerinin farklılaşması, bu ifadelerin inşa edildiğinin önemli göstergeleri arasındadır. Ağlama davranışı en yoğun ve sürekli olarak Mecnun’da görülür.

Beyitlerden de anlaşılacağı üzere Leyla ve Mecnun mesnevilerinde ağlama davranışının belirli ritüelleri vardır. Toplum içerisinde nasıl ağlandığı, ağlama davranışı arasında toplumsal cinsiyetler arasında fark olup olmadığı gibi konular ilgili toplum hakkında ipuçları barındırır. Bu anlamda ağlama tarihi; kahkaha tarihi, öfke ve korku tarihi kadar önem arz eder. Kısacası Fuzuli’de öne çıkan bu hüzün ifadeleri Celili’nin eserinde de benzer ve baskın bir şekilde yer almaktadır. Diğer bir deyişle, bu iki şairin bahsi geçen eserlerinde öne çıkardıkları hüzünlü duygusal tarzları onları bu tarz etrafında şekillenen bir duygusal topluluğun üyeleri hâline getirmiştir.

Bu bölümde Hecr-nâme ve bu anlatının kahramanı olarak Celili, ilk bakışta klasik bir aşk hikâyesinin klişe bir kahramanı olarak okunabilirse de bakış açısı, şairin kendi hikâyesini anlatırken niçin “klişe bir metin” ve “klişe bir kahraman” seçtiği sorusuna yöneltilirse, şaire ve şiirine daha farklı bir perspektifle yaklaşılabildiği görülecektir.62 Nitekim Celili’nin Hecr-nâme mesnevisi ile tezkirelerde şair üzerine yapılan

62 Bu konu üzerine bkz. Aslı Çiftçi. “Bir Araştırma Alanı Olarak Duyguların Tarihi Klişelere Yeni Kapılar Aralamak: “Herc-nâme” Örneği”. Varlık Dergisi. Ağustos 2021. 76-80.

155

değerlendirmeler eş zamanlı olarak okunduğunda şairin iletişim ağlarının hayli zayıf olduğu görülmüştür. Bu saptamada şairin erken yaşta yaşadığı baba kaybı kadar patronların himâyesinden uzak kalmasının da payı olduğu düşünülmektedir. Ayrıca şairin sosyal ağlarındaki bu zayıflık, eserde yer alan hüzünlü duygusal tarzın oluşmasının da etken faktörüdür. Zira Celili’nin yaşadığı çağda sayıları artmaya başlayan mistik aşk hikâyelerinde hüzünlü duygusal ifadeler hayli popüler kullanımlardır. Böylece şair, devrin popüler ölçütlerini şiirine yansıtarak oluşturamadığı ilişki ağlarına şiiri vasıtasıyla ulaşmayı hedeflemiştir. Bir başka deyişle, oluşturulamayan sosyal ağlar, şairin duygusal tarzının da belirleyicisi konumundadır. Ayrıca şairin “ben” kurgusunda vurguladığı “dervişlik, âşıklık ve şairlik” nitelikleri onun şiirinin gücünü bir kat daha artırmıştır. Celili’de öne çıkan bu hüzünlü duygusal tarzın bir benzeri ise kendisinden sonra Leyla ve Mecnun

mesnevisini kaleme alan Fuzuli’de de görülmüştür. Bu tez çalışmasında, Celili ve Fuzuli, hüznü öne çıkaran ifade tarzları ile aynı duygusal topluluğun üyeleri olarak değerlendirilmiştir.

156

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KONTROLLÜ DUYGUSAL TARZ: DAİ