• Sonuç bulunamadı

4. BELEDİYELERE TAŞINMAZ DEVRİNİ ÖNGÖREN ÖZEL KANUN VE

4.2. Gecekondu Kanunu Göre Belediyelere Devir

4.2.1. Gecekondu sorunu

Belediye veya il özel idarelerinin arazi ve arsa düzenlemesi yaptıkları bir alanda sonradan bir imar değişikliği yaparak Hazine taşınmazlarını İmar Kanunu’nun 11 nci maddesinde sayılan meydan, yol, park gibi sosyal ve teknik altyapı alanlarına çevirerek İmar Kanunu’nun 11. maddesine göre terk talebinde bulunmaları halinde belediyelerin bu talepleri Maliye Bakanlığınca kabul edilmeyecektir. Çünkü düzenleme sahasındaki bu bahsedilen alanların İmar Kanunu’nda ve Yönetmelikte belirtildiği üzere düzenleme ortaklık payı ile karşılanması gerekmektedir.

Özetle, Hazine’ye ait gayrimenkullerin belediyelere terk edilebilmesi için genel hizmetlere ayrılan miktarın düzenleme ortaklık paylarının toplamından fazla olması ve imar uygulama alanında belediyeye ait taşınmazın bulunmaması gerekir. İmar uygulama alanında belediyeye ait taşınmazların olduğunun tespit edilmesi halinde belediyenin devir talebinin reddedilmesi gerekir (Çelik, 2006).

Ülkemizde ilk olarak II. Dünya Savaşı esnasında başlayan ve günümüze kadar sürekli devam eden bir gecekondu yapılaşması bulunmaktadır. Türkiye bütününde kent nüfusunun % 35’i gecekondularda yaşarken bu oran Ankara’da bir zamanlar % 62,5 kadar yükselmektedir (Keleş, 1998).

Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “özellikle yeni ve yerleşilmemiş bir arazi üzerine izinsiz ve tapusuz yerleşmeler” olarak tanımlanan gecekondu, Kent bilim terimleri sözlüğünde, “bayındırlık ve yapı kurallarına aykırı olarak, gerçek ya da tüzel, kamusal ve özel kişilerin toprakları üzerine, toprak malikinin bilgisi dışında rızasını almaksızın yapılan, barınma gereksinmeleri devletçe ve kent yönetimlerince karşılanmayan yoksul ya da dar gelirli ailelerin yaşadığı barınak türü” şeklinde ifade edilmektedir. Farklı bir tanıma göre de gecekondu “imar yasalarına aykırı olarak, çoğu zaman ilkel, denetimsiz ve sağlıksız olarak, acele yapılmış konutlara verilen isimdir.”

775 sayılı Gecekondu Kanunu ise gecekonduyu “imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi ve arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapılan izinsiz yapılar” olarak ifade etmiştir.

Gelişmekte olan ülkelerde teknolojik, toplumsal, ekonomik ve siyasal gerekçelerle köyden kente nüfus hareketi “gecekondu” probleminin başlangıcı oldu. Bu gelişmekte olan ülkelerde konut arz ve talebi arasındaki oluşan farklılıklar kentlere göçmüş insanları gecekondu yapmaya mecbur bırakmıştır. Ayrıca, bu ülkelerde düşük gelirli gurupların toplumsal konut yapmasına yetecek kadar uygun maliyetli ve bol arsanın pazara sunulmaması, kamu kuruluşlarının ve yerel yönetim birimlerinin tasarrufunda büyük konut projeleri yapmaya yetecek kadar arsanın olmayışı da gecekondu üretiminin hızlanmasına sebep olmuştur.

4.2.1.2 Türkiye’de gecekondu sorunu ve politikası

İkinci Dünya Savaşı sırasında bina yapımındaki azalma, savaş sonrasında artan kentleşme, Türkiye’yi savaş sonrasında önemli bir konut bunalımı ile karşı karşıya bırakmıştı. Bu dönemde konut sorununa çözüm, yöneticilerin bilinçli politik kararları ile değil, toplumun yasal sınırlamaları aşarak yaptığı gecekondulardan geçiyordu (Tekeli - Ortaylı 1978) 1948 yılında, büyük kentlerde 25–30 bin gecekondu bulunuyordu. 1953 yılında gecekonduları ilgilendiren 6188 sayılı Kanun çıktığında, bu sayı 80 bini bulmuştu. Gecekondu sayısı 1976 yılında 240 bine, 1983 yılında 1.5 milyona ulaşmıştır (Keleş, 1998).

Bu dönemde görev almış politikacılar, gecekondu olgusu karşısında özendirici, koruyucu bir tutum içine girmişlerdir. Bu tutum, politikacıların, Hazine’ye, belediyelere ve öteki kamu kuruluşlarına ait arsalar üzerinde yapılmış bulunan gecekonduları birer oldubitti sayarak onlara tapu dağıtmalarında kendini göstermiştir.

Tapu dağıtma törenlerinin gecekondu bölgelerindeki kamuoyunu etkileyecek şekilde düzenlenmesinde politikacılar önemli rol oynamışlardır. Bu törenler olmasaydı, gecekondu sorununun bugünkü boyutlarına ulaşmayacağını varsaymak doğru değildir. Ama söz konusu törenlerin, köylerden kentlere olan akımları ve gecekondu yapımcılarını cesaretlendirdiği de açıktır (Keleş, 1998).

Türkiye’deki gecekondunun geçmişini üç bölüme ayırabiliriz.

Birincisi 1960’lı yıllara gelince ye kadar ki zamanı kapsar. Burada, gecekondu yoksul ailelerin “masum” barınma gereksinmelerini kendi güç ve olanaklarıyla, ufak tefek yardımlarla karşılamaya çaba gösterdikleri dönemdir. Bu dönemde, gecekonduların kiralandığına ender rastlanır. Aileler, yapmayı başarabildikleri gecekondularda kendileri otururlar.

İkinci dönem, 1960–1970 arasıdır. Bu dönemde gecekondu genellikle, sahibinin emeğinden yararlanılarak yapılmakta, ancak kiraya verilme oranı yükselmektedir. Bir başka deyişle, gecekonducu birçok gecekondu yaparak, kendi gereksinmesinden arta kalanını kiraya vermektedir.

1970 ve 1980’lerden sonraki üçüncü dönemde ise, gecekondu yapım süreci tümüyle ticarileşmiş, yoksul kitle için arsa sağlayıp yapı gereçlerini bulan ve gecekondu yapısını yaparak bunları satışa çıkaran “gecekondu firmaları” türemiştir.

İlk başlarda yerleşmek amacıyla bir zorunluluk olarak yapılan gecekondu daha sonraki yıllarda “gecekondu ticareti” amacıyla yapılmaya başlanmıştır. Gecekondu ticareti, bir kimsenin kendisinin ve ailesinin barınma gereksinmesini sağlamak için değil, fakat satmak ya da kiralamak için gecekondu yaptırıp konut pazarına sunmasıdır. Ülkemizdeki bu sorunu çözmek için günümüze kadar çeşitli politikalar belirlendiği görülür. Bunlardan birincisi, imar aflarıdır. Daha önceki tarihlerde yapılmış bulunan gecekonduların birer “oldu-bitti” yapılarak yasalaştırılmıştır.

Ancak imar aflarının, sorunu çözememiş olduğu hatta gecekondu yapımını özendiren bir uygulama olduğu görülmektedir (Çelik, 2006).

Uygulaması görülen bir diğer yol yasallaştırılmış gecekondu bölgelerinde geniş kapsamlı kamulaştırılmalara gitmektir. Ancak bu yol büyük kamu harcamalarına neden olduğu için mücadelede etkin olamamaktadır. Son olarak uygulanan politika ise devlet arazisine yapılan gecekonduların yıkımıdır. Fakat devletin tutumunun bu konuda tutarlı olmaması ve yapılan gecekonduların anında tespitinin mümkün olmaması mücadeleyi başarısız kılmakta ve gecekondu yapanlar ile devlet görevlilerinin karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır (Çelik, 2006).

Öte yandan, gecekondu sorununu, hukuk devleti ilkesi ile kanunlar önünde eşitlik ilkeleri açısından değerlendirdiğimizde bu sorunun hukuk sistemimize de zararlı etkileri olduğunu görmekteyiz. Şöyle ki, devletin mallarının korunması için konulmuş olan hukuk kurallarının tam olarak işlerliğe sokulamaması, özel kişilerin de mülkiyetlerinde bulunmayan araziler üzerinde hukuk kurallarını çiğneyerek tasarrufta bulunmaları nedeniyle hukuk devleti ilkesi zedelenmektedir (Çelik, 2006).

Devletin zaman zaman arazilerini koruyarak üzerindeki kaçak yapıları yıktığını, bazen de bu yapılara tapu dağıttığını, haksız tasarrufta bulunan kişilerin bir kısmının cezalandırıldığını, bir kısmının ise ödüllendirildiğini görmekteyiz. Bu durumda da kanunlar önünde eşitlik ilkesi zedelenmiş olmaktadır (Çelik, 1992).

4.2.2 Gecekondu kanunu’nun 3. maddesine göre hazine taşınmazlarının