• Sonuç bulunamadı

Güvenlik Kavramının Değişimi, Yeni Risk ve Tehditler

2. GÜVENLİK KAVRAMI VE TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE DEĞİŞİMİ

2.2. Güvenlik Kavramının Değişimi, Yeni Risk ve Tehditler

Soğuk Savaş öncesi ulusal sınırların korunmasına yönelik askeri ve güç odaklı realist güvenlik yaklaşımı, Soğuk Savaş sonrası siyasi, sosyal, ekonomik ve çevresel konuları da içine alan bir kapsamda genişlemiştir.

İnsanlığın varoluşundan bu yana ilerleyen teknolojik gelişme ve diğer yaşamsal alanlardaki oluşan ihtiyaçlarla doğru orantılı insanın insana ve insanın doğaya tahakkümü, sömürgeleştirme politikaları, sanayi devrimi ile ekonomik faaliyetlerin hız kazanması ve sürekli savaş ve çatışma ortamı son yıllarda ise dünyayı; çözülmesi zor, sosyo-ekonomik, çevresel ve siyasal küresel boyutlarda sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunsalda güvenlik politikaları da bu çerçevede değişmiş olup, söz konusu boyutlar kapsamında küresel çapta görülen çevresel felaketler, göç, gıda güvenliği ve kıtlık, kaynak çatışması, mülteci, salgın hastalık, terör, organize suçlar gibi birisi diğerinin nedeni ve sonucu olarak değerlendirebileceğimiz güvenlik risk ve tehditler olarak kendini göstermiştir.

Ulusların tek başına baş etmesi zor olan bu tehdit ve risklerin önlenmesi veya çözümünde uluslararası arenada BM, NATO’nun yanı sıra 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ASEAN (Güney Asya Uluslar Birliği), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası teşkilatlar etkin birer rol

19 üstlenmeye başlamışlardır (Özcan, 2013). Ayrıca söz konusu bu güvenlik konuları küresel örgütlerin politikalarına da yansımıştır. Uluslararası platformda birçok kuruluş ve örgütler tarafından düzenlenen birçok konferans ve çok taraflı sözleşme yer almaktadır. Örneğin, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de yaklaşık iki yıl süren 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi’

nin, 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından devlet ve hükümet başkanları düzeyinde imzalanması ile sonuçlanan bir konferanstır. Helsinki Nihaî Senedinin kabulü sonrası, AGİK’e taraf devletler tarafından, bu yeniden yapılanma süreci döneminde Paris’te “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı” imzalanmıştır. Paris Şartı’nda, güvenlikle ilgili birçok konuda taraf devletlere yönelik tehdit unsurlarına yer verilmiş olup çevresel tehditler de eklenmiştir (Uğurlu, 2009: 79). AGİK’e katılan üyeler tarafından, güvenlik başlığı altında terörizme ve uyuşturucu kaçakçılığına vurgu yapılmış, özellikle devletlerin kuvvet kullanmaktan ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktan sakınmalarını, uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesini ve her ikisinin de uluslararası barış ve güvenliği devam ettirilmesi ve sağlamlaştırılması için önemli temel unsurlar olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Paris Şartını imzalayan taraflarca, çevre sorunlarının ivedilikle çözümü için birlikte hareket etmeleri hususunda birleşmişlerdir (Paris Şartı, www.tbmm.gov.tr).

24 Ağustos-11 Eylül 1987 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Silahsızlanma ve Kalkınma Konferansında ulusal güvenlik boyutunun kapsamı genişletilerek askeri boyutuna ek olarak ekonomik, siyasal, sosyal ve ekolojik boyutları da eklenerek “toplumun huzurunu kaçıran her türlü kavram” benimsenen güvenlik tehditleri olarak benimsenmiştir ( Küçükşahin, 2006: 10).

AB, AGİT ve NATO gibi kuruluşlar devletlerin tek başına tehdit ve güç kullanma duyarlılıklarını azaltmasında, çok uluslu anlaşmalar ile tehdit unsurunun şeffaflık ve denetim sistemi mekanizmasının oluşturulmasında birlikte politika uygulamada önemli rol (Demir, 2009: 15) üstlenseler de, son yıllardaki Ortadoğu’da yaşanan çatışmalarda ortaya çıkan toplu ölümler, göç, açlık, terör, katliamlar, mülteci sorunlarında bu kuruluşların çok etkin olmadıkları görülmektedir.

Güvenlik tehditlerinin küresel bir hal alması her ne kadar devletlerin uluslararası ilişkilerde işbirliğini gerektirse de devletler ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmektedirler. Doğal kaynaklara uzaklık, bu kaynaklara ulaşma ve kontrol altında tutma

20 çabası yeni küresel sorunları beraberinde getirmektedir. Ancak, bu durumda devletlerin işbirliği çerçevesinde politikalar izlemeleri gerekliliğinden ziyade daha çok silahlanma ve savunma araçlarını üretmelerine neden olmaktadır. Diğer taraftan enerji kaynak arayışları ve izlenen bu hakimiyet politikaları bu kaynaklar üzerindeki çatışmalara neden olurken yeni güvenlik kapsamı içerisinde tehdit algılamalarının çeşitliliğini de artırmaktadır.

Özellikle ilerleyen teknoloji, hızla artan dünya nüfusu, kentleşme ve ekonomik faaliyetlerin artması, bunların temel girdisi olan enerji kaynakları üzerinde hakimiyet mücadelesi, etkin olmayan kaynak yönetimi kaynakların tükenme olasılığını gündeme getirmiştir.

Çevresel varlıkların tükenebilir olduğu üzerine literatürde birçok çalışma yapılmış olup, bu çalışmalardan en önemlileri; 1968 yılında Roma Kulübü tarafından hazırlatılan

“Büyümenin Sınırları” adlı rapor, Richard Falk’un, 1971 tarihli çevresel bozulmaların ve güvenlik arasındaki ilişki arasındaki öneme dikkat çeken ‘Tehlike Altındaki Gezegen’

(This Endangered Planet) kitabı, L. R. Brown’nun Redefining National Security adlı eserlerdir (Algan, 2005: 2). Değişen tehdit algılamalarına yer veren ve etkin olmayan kaynak yönetimi ve tükenme olasığılı üzerinde öne çıkan çalışmalardan bir diğeri de, 1983 ‘te Richard H. Ullman’ın “Redefining Security’dir. Bu çalışmada Ullman, ulusal güvenlik için askeri tehdit unsurlarının dar kapsamda olduğunu ve güvenlik tehditlerinin küresel boyutta çevresel felaketler, salgın hastalıklar, göç, aşırı nüfus artışı ve çevresel varlıkların tükenmesi ile göç, kıtlık, nüfus arışı, güvensiz gıda güvenliği gibi tehditlerin de içine alarak genişletilmesi gerekliliğini savunmuştur. Amerikan bir yazar olan Ullman, bu tehditleri ABD için bir tehdit görerek, özellikle doğal kaynaklardan zengin Üçüncü Dünya Ülkelerinin bu kaynakları yönetmelerinde kapasitelerinin yetersiz olduğunu ve bu kaynaklara ihtiyacı olan başta ABD olmak üzere güçlü dünya devletlerinin, kendi güvenliğini sağlaması ve toplumsal refahı için bu ülkelerdeki kaynakların yönetiminde etkin olması gerekliliği üzerinde durmuştur (Ullman, 1983:

133-140, 141). ABD’nin bu minvalde hareket etmesi dünya güçleri arasında kaynak çatışmasının artmasında etkili olabilmektedir.

Kaynakların kıt olması ve bu kaynakların tükeneceği gerçeği kaynak çatışmasını artırmakla birlikte, iklim değişikliği, toprak ve su kirlenmesi, salgın hastalık, gıda güvenliği, göç, mülteci sorunu, organize suçlar vs. gibi çevresel güvenlik tehditlerini de

21 beraberinde getirmektedir (Renner, 2006: 11). Jack Goldstone bu kapsamda güvenliğin basit askeri, ekonomik veya çevresel bir durum olmadığını tüm bu konular çerçevesinde birbirini etkileyen unsurlar olduğunu ifade etmektedir (akt. Shaw, 1996: 39, 40). Son yıllarda soyo-ekonomik ve çevresel sorunların küresel ve karmaşık bir hal alması uluslararası güvenlik yaklaşımları çerçevesinde de Soğuk Savaş öncesi ve Soğuk Savaş döneminde özellikle sınırların korunmasına yönelik güç odaklı realist güvenlik yaklaşımının yetersiz kaldığını göstermiştir. Bu nedenle söz konusu bu gelişmeler ile niteliği ve niceliği değişerek artan güvenlik risk ve tehditler doğrultusunda uluslararası teoriyesler, okul ve ekoller tararfından tekrar değerlendirilmiştir. 1970’li yıllardan itibaren yaşanan çevresel felaketlerin sınırları aşması, petrol şokları, küresel ısınma, iklim değişikliği sorunları gibi küresel kapsamda tehditlerin ortaya çıkması ile güvenlik kavramının kapsamı uluslararası platformda tartışılmaya başlanmıştır.

1980 ve 1990’lı yıllardan itibaren küreselleşme ile birlikte ekonomik, teknolojik her alandaki değişimler uluslararası siyasal değişimleri de beraberinde getirmiştir. Yeni güvenlik tehditlerinin ortaya çıkması ile güvenlik yaklaşımları da neorealisler, marksistler, inşacılar, İngiliz Okulu ve Kopenahag okulu gibi teorisyenler ve araştırma kuruluşları tarafından tekrar değerlendirmiş olup, özellike güvenlik kavramını risk ve tehditler kapsamında birçok boyutta ele alınması ve sistematize edilmesinde Kopenahag okulunun çok büyük rolü olmuştur.

Kopenhag Okulunun önde gelen araştırmacıları Mathews, Buzan Waever, Wilde ve Myers tarafından sınırları koruyan güç ve askeri odaklı güvenlik anlayışının yanı sıra bireylerin, toplumun güvenliğinin de yer aldığı güvenlik kapsamı çevresel, toplumsal, ekonomik siyasal boyutlarını içine alan boyutlarda genişlemiştir (Brauch, 2008: 6-8).

Tüm bu gelişmelerle birlikte küreselleşme, teknolojik araçların gelişmesi yeni güvenlik algısını değiştirdiği devletlerin refahlarında ve gelişmelerinde önemli rol oynamıştır. Kuşkusuz ekonomik faaliyetlerin ve yaşamın her alanında enerjiye olan ihtiyaç da paralel olarak artmaktadır. Özellikle hızla gelişen teknoloji ile birlikte enerjiye olan ihtiyaç giderek artmakta olup özellikle güçlü devletlerin enerji kaynaklarına sahip olmaları ve enerjiye giden yolların kontrolünü elde tutmaları uluslararası rekabette bir güç göstergesidir. Son yıllardaki küresel güvenlik risk ve tehditlerin ortaya çıkmasında kaynak çatışması gelmektedir. Kaynak çatışmasının ana kaynağı olarak kaynakların tükenebileceği gerçeği göz önünde bulundurulursa

22 tükenmesi muhtemel (fosil) enerji kaynaklar her devlet için önem arz etmektedir.

Ayrıca artık hem evlerde hem de ticari iş yerlerinde hayatın her alanında kullanılan enerjinin arz güvenliği devletlerin en önde gelen güvenlik politikalarında yer almaktadır.

Enerji güvenliğinin ortak bir tanımı yoktur, ancak elektrik, gaz, fuel oil gibi ürünler hem ülkelerin ekonomik refahı, hem siyasi politikalarla hem de bireysel refah ile yakından ilişkilidir. Bu yüzden, ekonomik, politik, coğrafi ve çevresel olmak üzere enerji güvenliği birçok boyutta değerlendirilebilir (Baumann, 2008: 4, 5). Bu boyutlar göz önünde bulundurulduğunda enerjiye olan talebin artmasıyla, enerji kaynaklarının yoğun olduğu bölgelerde güçlü devletlerin denetimini sürdürmek istemesinden kaynaklı son yıllarda özellikle Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’da meydana gelen siyasal istikrarsızlık güvenlik tehdit algılamalarında geçmişe nazaran büyük ölçüde değişime neden olmuştur. Bölgesel ve etnik çatışmalar, kaynakların adaletsiz dağılımı neticesinde ülkeler ve bölgeler arasındaki ekonomik ve refah seviyesindeki dengesizliklere paralel organize suçlar, uyuşturucu ve her türlü silah kaçakçılığı, uluslararası terörizm, göç, mülteci sorunu gibi bu güvenlik tehditlerin niteliği ve niceliği artarak şekillenmektedir.

23