• Sonuç bulunamadı

Göstergebilimin Tanımı ve Tarihçesi

Göstergebilimin birçok tanımı bulunmaktadır. Prof. Dr. Berke Vardar “Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü” kitabında gösterge ve göstergebilimi şöyle açıklamıştır:

“Genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, varlık ya da olgu; özel olarak dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim. Göstergebilim toplum içinde ele alınan gösterge gösterge dizgelerini inceleyen dal. Anlamlamayı ele alan dal” (Vardar, 2002: 106).

Türk Dil Kurumu‟nun tanımına göre göstergebilim; “iletişim amacıyla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapısını, işleyişini inceleyen bilim, im bilimi, semiyoloji, semiyotik” olarak tanımlanmaktadır (http://www.tdk.gov.tr, 13.02.2018).

Göstergebilim, Eski Yunancadaki semeion sözcüğüne dayanır ve bu sözcük gösterge, işaret anlamına gelir. Bu sözcük Eski Yunancada daha çok tıp dilinde kullanılmıştır. Asklepion hastanesini kuran Hippokrates (İ.Ö. 460-370) gibi hekimler için, semeion hastalığın belirtisiydi. Günümüzde de ülkemizde ki tıp fakültelerinde semiyoloji adlı, hastalık belirtilerini deşifre etmeyi öğreten ders anlatılmaktadır. (Deely, 1990: 113-114). Göstergeler öğretisi Stoacılarla birlikte mantık ve dil alanındaki tartışmalarda ortaya çıkmıştır (İÖ 3. Yüzyıl). Stoacılar gösteren (semion) ile gösterilen (semainomenon) arasındaki zıtlıklardan bahsetmektedirler. Yunanlı hekim Galenos hastalıkların araştırılması anlamında semeiotike terimini kullanmıştır.

Bu ilk örneklerden sonra batı dünyasında göstergeler öğretisinin yerleşmeye başladığı görülmektedir. Skolastik felsefeciler döneminde Ortaçağ‟da anlamlama biçimleriyle (modi significandi) ilgili çok fazla kitap kaleme alınmış, hatta dönemin dilbilgicileri “modus”çular olarak adlandırılmaktadır. Modusçular, dünyayı yansıtmada dilin ayna görevi gördüğüne inanıp, içerik (anlam) ile biçim arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmışlardır. 17. Ve 18. yüzyıllarda Locke, Leibniz, Diderot, Condillac, Lambert gibi felsefeciler genel bir dil ve anlam kuramı tasarlama ile göstergelerle ve anlam taşıyan biçimlerle ilgilendiler (Rıfat, 2009: 27). İngiliz filozof Locke (1632-1704), Essay Conceming Humane Understanding (İnsanın Anlama Yetisi Hakkında Bir Deneme) çalışmasında gösterge çözümlemeyi semeiotike olarak tanımlamaktadır (Özcan, 2007: 40). Göstergebilime adını veren ilk kişi İngiliz filozof John Locke göstergeler öğretisi (doctrine of signs) olarak nitelediği semiyotiğin bilimin 3 temel branşından biri olması gerektiğini öne sürmektedir. Göstergeler öğretisinin amacı zihnin şeylerini anlamak ya da bilgilerini başkalarına anlatmak için kullanılan göstergelerin niteliğini incelemektir (Deely, 1990: 113-114).

Fransız matematikçi Jean Henri Lambert, J. Locketan sonraki temsilcidir. Lambert, iki ciltten oluşan Neues Organon (Yeni Organon) adlı yapıtında bir bölümü nesnelerin ve düşüncelerin gösterilmesiyle ilgili öğretiye (semiotic) ayırmaktadır. Bu bölümde doğal dillere ilişkin bildirişim dizgeleri üzerinde durur ama koreografi, müzik, amblem gibi dildışı göstergelerle de ilgilenmekten geri kalmaz (Rıfat, 2013: 115).

Amerikalı filozof Charles Sanders Pierce (1839-1914), semeiotic, aynı dönemle yaşayan İsviçreli dilbilimci Ferdinande de Saussure (1857-1913) ise semeologie terimini tercih etmiştir. Peirce ve Saussure‟ den sonra bu yeni bilimin nasıl adlandırılacağı tartışma konusu olmuştur. Uluslararası Göstergebilim Araştırma Topluluğu (IASS – International Association of Semiotic Studies), 1969‟da semiotics teriminde karar kılmıştır ve daha sonra uluslararası araştırmalarda genel olarak bu karara uyulmuştur. Türkiye‟de de 1960‟lar da imbilim, belirtibilim gibi terimler kullanılmış, daha sonrasın da göstergebilim terimi kabul görmüştür (Özcan, 2007: 40).

Greimas‟a göre, göstergebilim dilsel ve dildışı göstergelerin anlam üretme süreçlerini, bu süreçte gelişen eklenmeleri ve göstergelerin kazandıkları değerleri de incelemektedir (Günay ve Sönmez, 2012: 108).

Çağdaş göstergebilimin kurucuları arasında sayılan ve en popüler olarak bilinen Avrupalı öncüsü Ferdinand de Saussure (1857-1913), göstergebilimin toplumsal işlevini ele alırken, aynı dönemde birbirinden habersiz çalışmalarını Amerika kıtasında sürdüren Charles Sanders Peirce (1839-1914) ise göstergebilimin mantıksal işlevini öne sürmüştür. Avrupa Okulu‟nun kurucusu Saussure, Amerikan Okulu‟nun kurucusu Peirce‟dir. Avrupa Okulu‟nun temel çıkış noktası yapısalcı dilbilimken, Amerikan Okulu‟nun mantıktır. Günümüzde göstergebilim hem toplumla hem de mantıkla yakın ilişki içerisindedir (Parsa ve Olgundeniz 2014: 91).

Peirce‟e göre göstergebilimin başka bir adı da mantıktır. Peirce‟e göre gösterge herhangi bir şeyin yerini tutan herhangi bir şeydir ve gösterge herhangi bir kimseye seslenmektedir. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, kişi zihninde kendisiyle eşdeğerde ya da gelişkin bir gösterge yaratmaktadır. Peirce bu yaratılan göstergeye birinci göstergenin yorumlayanı adını vermiştir. Öte yandan nesne, göstergenin yerini tuttuğu şeydir. Nesnesinin yerini belli bir alana dayanarak tutan gösterge, gösterge alanıdır. Bunlara karşın Saussure‟ün öngördüğü göstergebilim toplumsal niteliklidir. Onun göstergebilim tanımı: Göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyecek bir bilimdir şeklindedir (Barthes, 1979: 11).

A.B.D‟nde Peirce‟ten, Avrupa‟da ve Rusya‟da Saussure‟den hemen sonra göstergebilim, dilbilim, anlatı çözümlemesi, yazınsal eleştiri vb. alanlarda hızlı ilerlemeler görülmektedir. 1930‟lu yıllarda göstergebilimi mantıktan esinlenerek geliştirmeye çalışanlar arasında A.B.D.‟li Charles William Morris‟in özel bir yeri vardır. Göstergeler Kuramının Temelleri (1938) ve Göstergeler, Dil ve Davranış (1946) adlı çalışmalarında bütün göstergelerin genel kuramını oluşturmaya çalışmaktadır.

Morris, Peirce‟ün görüşlerini geliştirirken, Rusya‟da dilbilim kavramlarından esinlenen bazı kuramcılar göstergebilime katkıda bulunup onunla ilişkili çağdaş

yazınbilimin temellerini atmışlardır. Bu kuramcılar arasında Rus kökenli Amerikan bilim insanı Roman Jakobson‟un önemli bir yeri vardır. Kendisi hem Rus biçimcileri arasında yer almış hem de Prag Dilbilim Çevresi kurulmasına katkıda bulunmuştur. Prag dilbilim Çevresi‟nin etkin temsilcilerinden Jan Mukarovsky, dilbilimden bağımsız bir şekilde yapısal ve işlevselci yazınbilimi tasarlar ve estetik göstergeyi tanımlamaya çalışmaktadır. Kendisi estetik göstergeyi bağımsız bir gösterge olarak tanımlamaktadır. Kopenhag Dilbilim Çevresi‟nin kurucuları arasında yer alan Danimarkalı Louis Hjelmslev, Saussure‟ün ortaya attığı dilbilimsel ilkeleri ve tasarladığı göstergebilimi geliştirerek, mantıksal biçimselleştirmeye dayalı göstergebilimin temellerini oluşturmaya çalışmıştır. Düzanlam ve yananlam kavramlarını ortaya atmıştır. Hjelmslev‟in yaklaşımı da daha sonra Fransa‟da R. Barthes‟ın ve özellikle A. J. Greimasın‟ın çalışmalarını geliştirmede yardımcı olmuştur (2013: 122-125).

L. Hjelmslev göstergenin iki değişik değeri olarak düzanlam ve yananlam kavramlarını ortaya atmaktadır. Ona göre herhangi bir sözce ilk anlamı olan düz anlamın haricinde daha başka anlamlar yani yananlam taşıyabilmektedir (Rıfat, 2013: 125).

Roland Barthes, Hjelmslev‟in yaptığı kuramsal tanımlamaları ufak değişikliklerle yineler ve düzanlam, yananlam, üstdil kavramlarını yoğun olarak kullanmaya başlar. Barthes, yananlamdan yola çıkarak onu göstergebilimsel bir dizge olarak tanımlar, dizgenin göstereni düzanlam göstergesinden oluşmaktadır, üstdil ise gösterilenin bir düzanlam göstergesiyle oluşturulduğu dizge olarak tanımlamaktadır. Barthes, Saussure‟ün dilbilimi göstergebilimin bir bölümü olarak gördüğü düşüncesini tam tersi bir bakış açısıyla ele almaktadır. Ona göre göstergebilim dilbilimin bir parçasıdır çünkü her çeşit göstergebilimin altında dil bulunmaktadır (Aktulum, 2004: 5-6)

1920‟li ve 1930‟lu yıllarda göstergebilim kuramında doğrudan yer almasa da, anlatı yapılarını çözümleme açısından önemli bir yere sahip olan Rus Vladimir Propp‟un çalışmalarından bahsetmek gerekmektedir. Propp‟un temel yapıtı Morfologiya skazki (Masalın Biçimbilimi) dir. Bu kitabında Rus halk masallarını

eşzamanlı bir inleme çerçevesine almış ve olağanüstü masalların temel yapısını ortaya çıkarmıştır. Propp‟un yöntemi A. J. Greimas, R. Barthes, CI. Bremond, T. Todorov gibi Fransız göstergebilimciler tarafında değişik doğrultularda geliştirilmiştir (Rıfat, 2009: 38-40).

A.B.D‟de Ch. S. Peirce ve Ch. W. Morris‟ten sonra 1970‟li yıllarda Thomas A. Sebeok Amerikan göstergebilimin odak noktası durumuna gelmiştir. Sebeok göstergeyi yalnızca insana ve insan kültürüne özgü bir kavram olarak görmemektedir. Bütün canlıları kapsayan bir kavram olarak görmektedir. Peirce ve Morris‟te gösterge karşısında insan ve hayvan ayrımı yapmamaktadır (2009: 42).

Umberto Eco çalışmalarıyla hem A.B.D‟de hem de Avrupa‟da çağdaş göstergebilimin gelişmesinde katkıda bulunan İtalyan asıllı göstergebilimcidir. Kendine özgü alımlama göstergebilimi ya da metin yorumlama anlayışı geliştirmiştir (2009:51). Eco, Peirce‟in öneminden A Theory of Semiotics isimli eserinde söz etmektedir. Eco, kodlar kuramını geliştirmiştir. Dilin yapısını kod karşılamaktadır. Göstergenin kültürel konumunu hesaba katarak kodlar kuramı göstergelere birden fazla anlam yüklenebileceğini göstermektedir. İletişim göstergebilimiyle, anlam göstergebilimi arasında Eco, kültür göstergebiliminden söz etmektedir. Kültürel olguların incelenmesini göstergebilim olarak tanımlamaktadır (Demir, 2009: 116).

20. yüzyılın ortalarında A.B.D. ve Avrupa bolluk dönemine girmiştir. Dünya bu dönemde iki büyük savaşı arkasında bırakmış ve satın alma gücü artış göstermeye başlamıştır. Gelinen nokta insanların artık üretim başarılarından ziyade tüketim başarıları olmuştur ve insanlar ne giydikleri, nasıl bir evde oturdukları ile değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu tüketim çağında medyanın bu ekonomik ve psikolojik yapıyı dolaylı dolaysız destekleyecek aktif bir araç olduğu görülmektedir. Bu süreçte her türden ürünün satışını gerçekleştirmek amacıyla reklam sektöründe gelişmeler meydana geldi. Teknolojinin de gelişmesiyle piyasalara eskiden mevcut olmayan birden fazla yeni ürün çıkartıldı. Bu ürünlerin satılması ve ihtiyaç gibi algılanması da reklamcıların görevi oldu. Bu dönemde medyaya kitle iletişim araçları denmeye başlandı. Savaşın etkilerinin hala görüldüğü bu dönemde sahte propagandaların bilinç sahibi olmayan kitleleri nasıl etkileyebileceği henüz

unutulmamıştı. Görsel iletişimin, televizyon ve sinema aracılığıyla yaygınlaşması insanların gördüklerine ya da gördüklerini sandıkları şeylere kolay bir şekilde inanmasına sebep olmaktaydı. Böyle bir dönemde göstergebilimciler çalışmalarıyla insanları reklama, propagandaya karşı uyarmayı kendilerine amaç edindiler. Göstergebilim yalnızca dilbilim ve edebiyat ile kalmayıp mimari, toplum davranışları, şehir planlaması, moda, sinema gibi tüm yaşam alanlarına etki göstermeye başladı (Erkman, 2016: 73-75).

Göstergebilimin ilgi alanı anlamı sağlayan her türlü yapı, anlamın işleyişi, anlamın oluşum ve düzenleniş mekanizmasıdır. Bir bildirinin anlamlandırılmasında göstergebilim geliştirdiği kuram ile okuyucuya yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle değişik okuma düzeyleri ve anlamın ortaya çıkması için farklı yöntemler geliştirmektedir. Diğer taraftan anlamı oluşturan her gösterge grubu aynı özellikleri içermemektedir. Bu nedenle de genel göstergebilimin alt evrenleri oluşmuştur. Yazınsal göstergebilim, tiyatro göstergebilimi, sinema, tanıtım, mimarlık göstergebiliminin doğuşu böyle bir zorunluluktan meydana gelmiştir (Günay, 2012: 19).

Benzer Belgeler