• Sonuç bulunamadı

Formülasyonların İn Vivo Etkinliklerinin Değerlendirilmesi

Belgede Zerrin SEZGİN BAYINDIR (sayfa 188-194)

4. TARTIŞMA

4.7.6. Formülasyonların İn Vivo Etkinliklerinin Değerlendirilmesi

Kompartıman model görüşü, farmakokinetik prensiplerin anlaşılabilmesi için çok önemlidir. Bununla birlikte son yıllarda kompartıman modeli olmaksızın veya kompartıman modelinden bağımsız olarak farmakokinetik analiz, gittikçe artan bir ilgi çekmekte ve uygulama bulmaktadır. Bunun altında yatan neden, gerçekte insan vücudunun milyonlarca kompartıman modeli içermesidir, oysaki en karmaşık kinetik çoklu kompartıman modeli, matematiksel yapay terimler olan mikrosabitlerin bulunduğu birkaç kompartıman olabilmektedir. Diğer bir neden, farmakokinetiklerin klinik uygulaması için çoklu kompartıman ile konsantrasyon-zaman gidişatını uygun şekilde karakterize etmek için ne çok sayıda kan örneğinin elde edilmesi mümkündür, ne de gereklidir; çünkü dozaj rejiminin ayarlanması sadece birkaç parametre gerektirmektedir. Kompartıman modelinden bağımsız analiz, genel uzaklaşma hız sabiti (Lz), konsantrasyon-zaman eğrisi altındaki alan (AUC) ve verilen doza dayanmaktadır (Ritschel ve Kearns, 1999). Yapılan çalışmalarda PCT’nin farmakokinetik analizinin çoğunlukla kompartıman modelinden bağımsız

olarak yürütüldüğü gözlenmiştir. Çalışmamızda da üç farklı dozaj formunun (PCT-süspansiyonu, P6 niozomu ve K1 niozomu) değerlendirilmesi için kompartıman modelinden bağımsız farmakokinetik analiz uygulanmıştır; belirlenen farmakokinetik parametreler, AUCo→tx, Lz , MRT, T1/2, Cmax ve Tmax olmuştur.

Oral yolla PCT formülasyonu uygulanan ve 6’şar sıçandan oluşan 3 sıçan grubunun her birindeki 2’şer sıçandan alınan kan numunelerinin HPLC analizinde LOQ değerinin altında kalındığı için PCT tayini yapılamamıştır. Tayinin yapılabildiği sıçanlar arasında ise başlangıç zamanlarda varyasyon yüksek olmuştur.

PCT’nin bağırsaktan absorbsiyonunda bireylerarasındaki varyasyonun fazla olması iki temel sebepten kaynaklanmaktadır. Bu sebeplerden ilki indüksiyon, inhibisyon, genetik polimorfizm veya hastalık gibi nedenlerden dolayı bireyler arasında farklılık gösteren, bağırsak ve karaciğerdeki sitokrom P450 enzim aktivitesidir. İkinci sebep ise multidrug akış pompası P-gp ve onun inhibisyonudur. Jonge ve ark.’nın (2005) vurguladığı gibi besinlerle veya diğer CYP3A ve P-gp substratları ile etkileşim;

kusma veya diyare gibi durumlar absorbsiyonda tahmin edilemeyen farklılıklar meydana getirebilmektedir. Araştırmalarda bu varyasyonu azaltmak ve daha düzgün kan profilleri elde edebilmek için PCT’nin substratı olduğu akış transportörlerini ve katalitik enzimleri inhibe edebilecek veya bu sistemleri doygunluğa ulaştırabilecek bir maddeyle örneğin genistein veya siklosporin A ile kombine bir şekilde verilmesi önerilmektedir (Veltkamp ve ark., 2007; Kruijtzer ve ark., 2003). Ancak böyle maddelerin kendilerinin de farmakolojik bir etkiye sahip olmaları nedeniyle, bu şekilde uygulama tartışma konusudur. Bundan dolayı araştırmamızda böyle bir uygulama yapılmamıştır.

Şekil 3.35’te oral yolla verilen formülasyonların plazma konsantrasyonu-zaman eğrileri görülmektedir. Oral yolla P6 niozomları uygulanan sıçanlarda en son 24.

saatte 0,016 µg/ml; PCT süspansiyonu uygulanan sıçanlarda 8.saatte 0,017 µg/ml ve K1 niozomları uygulanan sıçanlarda ise 4. saatte 0,022 µg/ml konsantrasyonlarda PCT tayin edilmiştir. P6 niozomlarından PCT’nin 24 saat süresince plazmada tayin edilebilmesi, GI sistemde bu formülasyondan etkin maddenin yavaş fakat çözünürleştirilerek moleküler düzeyde sürekli tarzda salındığını göstermektedir.

Plazma konsantrasyonu-zaman eğrilerinin iniş kısımları incelendiğinde, özellikle P6 ve K1 niozomları için etkin maddenin eliminasyonunun literatürde de belirtildiği gibi bifazik tarzda olduğu görülmektedir (Şekil 3.35) (Singla ve ark., 2002). Buna göre erken zaman noktalarında PCT konsantrasyonundaki azalma hızlıdır ve sonraki zaman noktalarında azalmaktadır. İlk kısım, eliminasyonu da içermekle birlikte PCT’nin plazmadan dokulara dağılım fazıdır. Etkin madde tüm vücuda dağıldığında ve plazmadan dokuya akışı, dokudan plazmaya akışına eşit olduğunda, eliminasyon konsantrasyondaki azalma ile sonuçlanan tek işlem olmaktadır; bu nedenle konsantrasyon-zaman eğrisinde ikinci bir faz olarak yavaş bir hızla azalma görülmektedir.

Cmax değerleri süspansiyon formu için 33,1 ng/ml, P6 niozomları için 67,5 ng/ml ve K1 kaplı niozomları için 96,3 ng/ml olmuştur; bu sıra ile Tmax değerleri ise 1,88 saat, 1,75 saat ve 0,875 saat’tir (Çizelge 3.35). K1 formülasyonu için Cmax değeri en yüksek ve Tmax değeri en düşük olmasına rağmen bu değerler istatistiksel olarak diğer formüller için elde edilen değerlerden önemli derecede farklı değildir (p>0.05).

AUC0-24 değeri K1 niozomlarının uygulandığı sıçanlarda 151 ng*saat/ml olmuştur.

PCT süspansiyonunun verilişinde elde edilen AUC0-24 değeri (10528,7 ng*saat /ml) ile kıyaslandığında K1 niozomlarının biyoyararlanımı artırmada önemli bir etkisinin olmadığı görülmüştür (p>0,05). P6 niozomu uygulanan sıçanlarda AUC0-24 değeri 39876,0 ng*saat /ml olarak bulunmuştur ve P6 niozomlarının AUC0-24değeri diğer iki formdan önemli derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05).

Bu çalışmada P6 niozomlarının Carbopol ile kaplanarak K1 niozomlarının hazırlanmasında temel amaç, P6 niozomlarının GI sistemdeki stabilitesini artırmak, GI sisteme biyoadhezyonu ile burada kalış süresini uzatmak ve niozomların paraselüler alımını sağlamak, dolayısı ile PCT biyoyararlanımı artırmak olmuştur.

Ancak in vivo çalışma sonuçlarında K1 niozomlarının süspansiyon halinde verilen PCT’ye göre biyoyararlanımı artırıcı bir etkisi gözlenememiştir. Ayrıca K1 formülasyonundan etkin maddenin yarılanma ömrü ve kanda ortalama kalış süresi de

diğer formülasyonlarınkinden önemli derecede düşük bulunmuştur (p<0,10) (Çizelge 3.35). Ancak, oral olarak verilen formüllerin 24. saat sonunda elde edilen doku dağılımı sonuçlarında K1 niozomlarının uygulandığı sıçanlarda bağırsaktaki PCT miktarı diğer formüllere göre önemli derecede yüksek çıkmıştır (p<0,10) (Şekil 3.37). Takeuchi ve ark.’ı (2003) Carbopol kaplı lipozomların kaplama uygulanmamış lipozomlara göre bağırsakta daha fazla tutulduğunu göstermiştir. Bu durum Carbopol’ün mukoadhezif özelliğine bağlanmıştır. Doku dağılımı çalışmasında K1 niozomu uygulanan sıçanlarda bağırsaktaki PCT miktarının fazla oluşunun nedeni Carbopol kaplamanın biyoadhezif özelliğinden dolayı PCT yüklü niozomların ve/veya sadece PCT’nin bağırsakta tutulması olabilir. Bu bulgu P6 niozomlarına göre K1 niozomlarında AUC değerinin daha düşük oluşunun nedenini de açıklamaktadır;

bağırsağa adhere olan etkin madde buradan kana geçememektedir. Bu bölgelerdeki kanser için bu sistemlerin burada tutulumu umut verici olabilir.

Oral olarak uygulanan P6 ve K1 formülasyonlarının PCT süspansiyonuna göre biyoyararlanımı 3,8 ve 1,4 kat artırdığı bulunmuştur. Bu sonuç da PCT’nin oral biyoyararlanımı artırmak amacıyla hazırlanan niozomların gelecek vaat ettiğini göstermiştir.

Etkin maddenin ticari preparatı Taxol’ün ve PCT yüklü P6 niozomlarının i.v.

yolla sıçanlara verilmesi neticesinde elde edilen plazma konsantrasyonu-zaman eğrileri incelendiğinde 6.saatten sonra Taxol uygulanan sıçanlarda kanda PCT bulunamamıştır, ancak P6 formülasyonu uygulanan sıçanlarda 24. saat sonunda 0,127 µg/ml konsantrasyonda PCT tayin edilmiştir (Şekil 3.36). Farmakokinetik parametrelere incelendiğinde, maksimum plazma konsantrasyonu Taxol grubu için 0,754 µg/ml iken P6 grubu için 0,872 µg/ml olarak hesaplanmıştır. Elde edilen AUC0-24 değerleri Taxol ve P6 niozomları için 0,725 µg*saat /ml ve 3,22 µg*saat /ml bulunmuştur. P6 niozomları ile elde edilen bu değer Taxol’e göre önemli derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05). Ortalama kanda kalış süresi (MRT) Taxolde 1,66 saat iken P6 niozomlarıyla 11 saate kadar uzamıştır (p<0,05). Niozomlar halinde verildiğinde etkin maddenin eliminasyon yarı ömrü de önemli derecede artmıştır (t1/2= 7,63 saat) (p<0,05) (Çizelge 3.36).

IV olarak uygulanan P6 niozomlarının Taxol’e göre biyoyararlanımı 4,4 kat artmıştır. Bu sonuç da P6 niozomlarının etkinliğinin Taxol’e göre daha fazla olduğunu göstermiştir.

İ.V. olarak Taxol verilen sıçanlarda karaciğer, kalp ve böbrek dokularındaki PCT tutulumu, P6 niozomları uygulanan sıçanlara göre daha fazla olmuştur (p<0,05 ve p<0,1). Partiküler niozom formunda PCT’nin verilişi, bağırsak ve dalaktaki PCT birikimini Taxol’e göre değiştirmemiştir (Şekil 3.38). RES organları olan karaciğer, dalak ve akciğer kanda sirküle eden partiküler sistemlerin atılımını gerçekleştirmektedir. Doku dağılımı çalışması her iki formdan çıkan PCT’nin özellikle dalak vasıtası ile kandan uzaklaştırıldığını göstermektedir. Niozomların diğer RES organlarındaki tutulumu daha düşük düzeyde kalmıştır. Taxol formülasyonu uygulandıktan sonra PCT hepatosit hücrelerince hızlı bir şekilde tutularak karaciğerde metabolize edilmektedir, partiküler sistemler ise Kupffer hücreleri tarafından alınmaktadır. Dolayısıyla formülasyonların farklı oluşuna bağlı olarak karaciğerde farklı yıkım mekanizması ve hücresel seviyede etkin madde dağılımı gerçekleşebilir. Bu iki mekanizma arasındaki hız farkından kaynaklı olarak karaciğerdeki PCT miktarları farklılık gösterebilmektedir (Fetterly ve Straubinger, 2003). PCT’nin yıkım mekanizmasının iki formülasyon için farklı oluşunun dışında İTS’lerin partikül boyutu da organlardaki PCT tutulumunu etkileyebilmektedir.

Partiküler ilaç taşıcı sistemlerin partikül büyüklüğü 70-150 nm aralığında olduğu durumlarda kandaki sirkülasyonlarının daha uzun süreli olduğu belirtilmektedir (Shi ve ark., 2006). 150 nm üzerindeki partiküller hızlı bir şekilde karaciğer ve dalak tarafından elimine edilmektedir (karaciğer ve dalağın sinüsoidal endotelyumu 150 nm’den daha büyük bir por büyüklüğüne sahiptir). 70 nm’den daha küçük partiküller ise endotel hücre dizilerinin arasındaki açıklıklardan daha etkin bir şekilde geçerek parenkimal hücrelere bağlanabilmektedir. Ortalama olarak 133 nm boyuttaki P6 niozomlarının kandaki sirkülasyonlarının uzun olması ve karaciğerdeki tutulumunun daha düşük oluşu boyutlarıyla da ilişkilendirilebilir.

İncelenen farmakokinetik parametreler PCT’nin niozomları halinde i.v. olarak verilmesinin ticari preparata göre biyoyararlanımını artırdığını göstermiştir. Böylece PCT’nin P6 niozomlarıyla verilmesi daha düşük dozlarda PCT kullanılarak aynı etkinin oluşmasını sağlayabilecektir. Buna bağlı olarak ilaçla ilişkili toksik etkiler de azalacaktır. Taxol içinde bulunan Cremophor EL’nin PCT’nin i.v. uygulamada miseller içerisine hapsettiği PCT’nin lineer olmayan farmakokinetik göstermesine sebep olduğu belirtilmektedir (Malingre ve ark., 2001b). Niozomlara yüklenen PCT’nin i.v. yolla verilmesinin, Taxol uygulamalarında formülasyondaki Cremophor EL’den kaynaklanan aşırı duyarlılık, nörotoksisite, nefrotoksisite gibi pek çok ciddi yan etkiyi ortadan kaldıracağı düşünülmektedir. Ayrıca özel plastik uygulama setlerinin kullanımı da gerekmemektedir. Taxol uygulamalarında Cremophor nedeniyle oluşan anaflaktik reaksiyonları önlemek amacıyla önceden hastalara çeşitli antihistaminikler ve kortikosteroidler verilmesi gerekirken, niozom formülasyonlarında böyle bir uygulama öngörülmemektedir. Daha önemli olarak, P6 niozomlarının kanda uzun süreli sirkülasyonu ve küçük partikül boyutları nedeni ile kanser dokularındaki birikiminin de fazla olması olasılığı vardır. Böylece sağlıklı dokularda gözlenen antikanser ilaç toksisitesi de düşecektir. Bu açıdan PCT uygulamasında doz limitleyeci bir durum olan ilaç toksisitenin P6 niozomları ile aşılabileceği düşünülmektedir.

Belgede Zerrin SEZGİN BAYINDIR (sayfa 188-194)

Benzer Belgeler