• Sonuç bulunamadı

Oktay Atsatan, Fatime Gül; Türkiye’de Ekonomik Büyüme

176

177 kullanımı, ekonometrinin hem modelleme süreci hem de modellerin sınanmasında sunduğu imkânlar, bu şekilde geleneksel olarak çözümlemelerde kapsanmayan etmenlerin dikkate alınabilmesi olarak özetlenebilir (Fine, 2000). İçsel büyüme teorisi bir başka adıyla yeni büyüme teorisi (endogenous grovvth theory) şeklinde isimlendirilen bu kuram büyümeyi, neoklasik modelde olduğu gibi piyasa mekanizmasının denetimi altında olmayan dışsal teknolojik değişme (exogenous technological change) yerine, merkezi olmayan bir piyasa yapısı içerisinde serbest bir şekilde çalışan ekonomik güçlerin içsel olarak belirlediğini iddia etmektedir (Romer, 1994).

Ekonomik büyüme en geniş ve basit anlatımı ile ülkelerin halkların talep ettiği mal ve hizmetleri sağlayabilme gücünü yükseltmek şeklinde açıklanabilir. “Herhangi bir ekonominin imalat kapasitesi kaynaklarının hem nicelik hem niteliğine hem de eriştiği teknolojik seviyeye dayanmasından dolayı, ekonomik büyüme üretim kapasitesinin bahsedilen belirtenlerin geliştirilmesi ve genişletilmesi sürecini barındırır (Peterson, 1976). Bir ülkenin üretim kaynakları doğal kaynaklar, işgücü, bilgi birikimi, sermaye ve teknoloji seneden seneye değişiklik göstermektedir. Büyüme bahsedilen kaynakların hem nicelik hem de niteliğindeki yükselişler ile görülmektedir. Büyümeyi sayılarla rahat bir şekilde ifade edebildiğimizden, sonuçta ekonomisi büyüme içerisinde olan herhangi bir ülkenin ana göstergeleri üretim hacminde ve milli gelirde görülen yükselişlerdir.

İktisadi büyümenin ana özelliklerinden bir tanesi de uzun vadeli bir olgu olmasıdır. Sermaye birikimi, sermayenin yatırımlara evrilmesi ve bu sayede ekonominin imalat kapasitesinin arttırılması da zaman almaktadır. Öte taraftan, beşeri sermaye ve teknoloji etmeni de birikim sürecine ve verimliliğin yükselmesine olan katkıları bakımından uzun vade karakterlidir. Bu duruma karşılık olarak iktisadi büyümeyi kısa vadede etkileyebilecek etmenler de söz konusudur. Bu etmenlere örnek olarak, para ve ekonomi politikaları, dış ekonomilerde görülen gelişmeler, milli ve yabancı paranın değerinde kaydedilen değişmeler ve yabancı sermaye girişleri gibi toplamdaki talebi arttırıcı yönlü gelişmeler gösterilebilir. Bu gibi durumlar kişi başına düşen reel gelirde yol açtığı yükselişler kısa süreli dalgalanmalardır.

Teorilerin, teorik kavramları barındırmalarından dolayı doğrudan test edilmeleri imkânsızdır.

“Bununla beraber, teoriler model veya modeller vasıtasıyla dolaylı şekilde test edilebilirler”.

Büyüme kuramının teorik kavramlarına rekabet, kar seviyesini en üst seviyeye çıkarmayı amaçlayan iktisadi birimler, azalan ya da artan kazançlar, denge, girdiler ve çıktılar örnek gösterilebilir. Bir büyüme modelinin asıl gayesi ise, üretimde başvurulan girdilerin çıktı üzerinde var olan etkisini saptayabilmektir. Temel aldığı teorik kavramlarda değişiklik olduğunda kurulacak büyüme modelinde de öngörüleri ile beraber birlikte değişiklik olacaktır. Örnek vermek gerekirse, Romer’in geliştirdiği içsel büyüme modelinde, ölçeğe göre artan getiri, eksik rekabet ve içsel teknoloji birikimi vasıtasıyla, teknolojik gelişmenin iktisadi büyümenin temel kaynağı olduğu tahmin edilmiştir. Bu sayede içsel büyüme modeli Romer’in geliştirmiş olduğu model aracılığıyla test edilebilir duruma gelmiştir. Halen test evresini geçmemiş olan Romer’in modelinin öngörüleri gerçekleştiğinde, bu husus kuramı destekleyen nitelikteki bir kanıt olarak kabul edilecektir. Bu duruma karşılık olarak, 1950’li senelerde düşüşe geçen verimli girdiler, dışsal teknolojik gelişme, ölçeğe göre sabit getiri ve tam rekabeti temel alan dışsal büyüme modelinin öngörülerinin gerçekleşmediğine yönelik kanıtların olması, dışsal büyüme kuramının kabul edilmeyebileceği yönündeki yönelimi daha güçlü hale getirecektir.

Neoklasik Büyüme Teorisi

Solovv'un yapmış olduğu öncü niteliğindeki araştırmasını (1956) kaynak olarak kabul eden neoklasik büyüme kuramı, iktisatçıların pek çoğunun 1960’lı senelerdeki katkıları ile (örneğin Denison, 1961; Cass, 1965; Koopmans, 1965) gelişme göstermiştir (Ehrlich, 1990). Konu ile alakalı kaynaklar tarandığında Solovv modeli şeklinde de isimlendirilen bu kuramın ana varsayımlarını;

kapalı yapıya sahip bir ekonomi, rekabet esaslı piyasalar, rasyonel hareket eden insanlar, imalat

Oktay Atsatan, Fatime Gül; Türkiye’de Ekonomik Büyüme

178 etmenleri, sermaye ve işgücü için ayrı ayrı ölçeğe göre düşen kazancı, imalat fonksiyonu için değişken olmayan kazancı öngören bir imalat teknolojisi şeklinde özetlemek mümkündür. Nüfusta ve işgücünde görülen artışlar, içerilmemiş teknolojik değişme vb. gibi kurama dışsal olarak dahil edilmekte ve beşeri sermayedeki üretkenlik değişimleri göz ardı edilmektedir. Bahsedilen varsayımlar ışığında oluşturulmuş olan model, kişi başına düşen sermayenin; kişi başına düşen üretim ya da tüketimle paralel olarak aynı yüzdede artış seyrettiği bir "dengeli" genişleme çizgisi açıklamaktadır. Denge seviyesine ulaşıldığı zaman kişi başına kazanç ve tüketimde görülen artış yüzdesi teknolojik ilerleme hızı ile eşit duruma gelmektedir. Bir başka deyişle, model içerisinde dışsal bir parametre niteliği taşıyan teknoloji, kişi başına kazançtaki yükselişi sağlayan en önemli etmendir ve denge konumuna gelen büyüme hızı tasarruf yöneliminden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Teknolojik ilerlemeleri ve nüfus artışını dışsal olarak gören bu şekildeki bir yapı içerisinde, politika uygulamaları ve büyüme arasındaki ilişkiyi sağlamaya yarayan aktarım mekanizmasının olmamasından dolayı, neoklasik modelde devletin, uygulayal olduğu politikalar açısından net bir rolü bulunmamaktadır (Shaw, 1992). Bununn dışında, ABD’ye yönelik zaman serilerine başvurularak gerçekleştirilen değerlendirmelerde, modelin "artık terimi" özelliğindeki teknolojik gelişme ya da üretkenlik artışının yaşanan büyümenin minimum %50'sini yalnızca kendisinin açıkladığı, kalan kısmın sermaye ve işgücünde görülen artıştan ileri geldiği saptanmıştır (Shaw, 1992). Bahsedilen iki ana sonuç, büyüme üzerinde etkisi bulunan etmenlerin çok daha sistematik, detaylı ve formal bir çizgide araştırılması ile çalışmalar için başlangıç noktasıdır.

Dışsal Büyümeden İçsel Büyüme Kavramına Geçiş

1980’li senelerde konuşulmaya başlanan “İçsel Büyüme” kavramı ampirik ve teorik temelleri bulunan ayrı bir araştırmanın çıktısıdır. Bu çalışmamız ekonomik büyümenin ekonomik sistemin içsel bir ürünü niteliği taşıdığının altını çizerek, büyümenin dıştan ileri gelen güçlerin bir neticesi olduğu neoklasik yani dışsal büyüme modelinden ayrılmaktadır (Romer, 1994). 1950’li ve 1960’lı senelerde büyüme ile alakalı kaynaklarda kendine geniş bir yer bulan ve büyük oranda R. Solow’un modeli ile benzeşen neoklasik büyüme modelinde durağan durum büyüme yüzdesi dışsal bir parametredir (Türker, 2009).

İçsel büyüme modelleri genel olarak neoklasik büyüme modellerinin neticelerini ve eksik yanlarını temel almaktadır. Dışsal büyüme modelinde temelde üç önemli problem bulunmaktadır:

İlk problem, teknolojinin dışsal nitelik taşıması ve tamamıyla açıklanamamasıdır. İkinci problem, teknolojik ilerlemelerin devamlı bir şekilde yaşanmasına yol açan sebeplerin açıklanamamasıdır. İki üretim faktörlü dışsal büyüme modeli, bütün ürünün marjinal verimliliklerine göre sermaye ve emeğe gelir olarak ödenmesi gerektiğini kabul etmektedir. Bu durumda, teknolojik gelişmelerin olası karşılığı için gelir kalmamaktadır. Üçüncü problem, yakınsamadır. Şayet teknolojik ilerleme hiçbir çaba gösterilmeksizin dıştan kaynaklanan sebeplerden yaşanıyorsa, o zaman ülkelerin her biri aynı teknoloji seviyesine erişme konusunda eşit şansa sahiptir (Gordon, 1993). Dışsal büyüme modeli, teknolojinin ülkelerin tamamında tümüyle aynı olduğu ve hiçbir şekilde değişiklik göstermediği varsayımı ile gelişmekte olan ya da gelişmiş ülkelerin uzun vadeli reel büyüme yüzdelerinin aynı uzun vade değerine yakınsayacağı ve bu yüzdesinde sıfır olduğu sonucunu göstermektedir. İlgili hipoteze kaynaklarda yakınsama hipotezi adı verilmektedir. Fakat neoklasiklerin pür (naive) olarak adlandırılan veya mutlak yakınsama şeklinde ifade edilen yakınsama hipotezinin bahsedilen temel öngörüleri dünya ekonomileri ile alakalı gözlemler ile çelişmektedir (Kibritçioğlu, 1998).

Solow (1956), modelinde ise kişi başına büyüme, üretim etmenlerinden birinin fazlalaştırılmasından ileri geliyorda, üretim süresince bu etmende azalan verimlerin görülmesi ile uzun vade büyüme, diğer dışsal kaynaklar olmaksızın devam ettirilememektedir. Bahsedilen modelde uzun vade büyümenin temeli teknolojik gelişmelerdir ve uzun dönem büyüme yüzdesi model içerisinde saptanmamaktadır. Buna rağmen, içsel büyüme modellerinde uzun dönem büyüme yüzdesi model içerisinde saptanır. Bir başka ifadeyle, içsel büyüme modelleri bir ekonominin zamanla ne şekilde büyüdüğünü gözler önüne sermeye çalışır (Schiff, 1999). Bu kuram

179 kapsamında ekonomik büyümenin kaynaklarına ilişkin çeşitli ekonomik parametreleri ön plana çıkaran farklı modeller ortaya atılmıştır. İçsel büyüme modellerinde teknolojik gelişmeler ve bilgi birikimi, beşeri sermaye, kamu giderleri vb. gibi parametreler modele dahil edilip içselleştirilmiştir.

İçsel Büyümenin Kaynakları

İçsel büyümenin kaynaklarını esas olarak iki kuram ışığında sınıflandırmak mümkündür: İlk kuramda, içsel büyümenin kaynağı üretim evresinde ekonomi genelinde meydana gelen ölçeğe göre artan getirilerdir. Bu, çoğunlukla üretimde dışsal tasarruflar ortaya çıkarır. Örnek vermek gerekirse, Arrow’un modelinde, bir firmanın üretim esnasında yaparak öğrenme (leaming by doing) sebebiyle meydana gelen artış, bütün firmalarda sermayenin verimliliğini yükseltmektedir. Arrow bilgi ediniminin çoğunlukla öğrenme şeklinde belirtildiğini ifade etmiştir. Çalışmada öğrenmenin, tecrübenin bir ürünü olduğu ve öğrenmenin yalnızca bir sorunu çözme gayreti vasıtasıyla oluştuğu ve bu sebepten ötürü yalnızca bir çalışma sonucunda ortaya çıktığı belirtilmiştir (Schiff, 1999). İlk kuram çerçevesinde Romer (1986) ve Lucas'ın (1988), modelleri oldukça büyük önem taşımaktadır.

İlgili modeller, üretim esnasında pozitif dışsallıklar sebebiyle herhangi bir teknolojik gelişme olmasa da uzun vadede pozitif bir ekonomik büyümenin görüleceğini gözler önüne sermektedir.

İçsel büyümenin temelini bulmaya çalışan ve buna yönelik araştırmalar yapan Schumpeterci geleneğe benimseyen ikinci kuramda, yeniliklerin ve teknolojik gelişmenin ekonomik büyüme üzerinde var olan etkisi üzerinde durulmaktadır. Romer (1990), Grossman ve Helpman (1991) ve Krugman (1994), bahsi geçen kuramın ilk kurama nazaran daha üst seviyede yer aldığını iddia etmektedirler. Çünkü ilk kuramda teknolojik değişim yalnızca öteki faaliyetlerin rastlantı sonucu ortaya çıkan bir mahsülüdür. Bu alternatif tiplerde, araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) kısmı verimlilikte artış sağlayan düşünceler ya da yeni ürünler imal etmektedir. Ar-Ge genellikle özel sektör eliyle gerçekleştirilmekte olan bir çalışma olarak ilgili modele dahil edilir. Bu sayede bahsedilen modeller, örnek verilecek olursa patent haklarının muhafaza altına alınması ile yeni teknolojilerin ortaya çıkmasında geçici monopol gücü oluşmasının Ar-Ge çalışmaları için teşvik yarattığına dikkat çekilmektedir (Schiff, 1999).

Birinci içsel büyüme modelleri genellikle dışarıya kapalı ekonomilerin değerlendirilmesi ile ilgilenmektedir. Fakat son dönemlerde yürütülen araştırmalarda, bahsedilen modeller dışa açık ekonomi şartlarını da içine alacak biçimde genişletilmiş ve dışa açıklık kavramının genellikle ticari açıklık boyutu önemsenmiştir. Bu kapsamda çalışmamız, farklı içsel büyüme modelleri kapsamında ekonomik büyümede uluslararası ticaretin ne derece etkili olduğunu ortaya koymaya ilişkindir.

Türkiye’de Ekonomik Büyüme

Ülkemiz ekonomisi 1923 yılından beri hem büyüme hem de kalkınma alanında büyük mesafeler katetmiştir. Geniş perspektiften bu bilgi ele alındığında, olumlu olsa dahi dünya çapındaki örnekler ile kıyaslandığında fazlaca yavaş ve problemli gerçekleşmiştir. Bahsedilen süreçte ekonominin yapısal olarak değişime maruz kaldığı bazı kilit dönemler bulunmaktadır. Bu dönemlerin belki de en önemli olanı, ithal ikameci ve devletçi bir sanayileşme politikası yerine 1980 yılından sonra ihracatı temel alan bir sanayi politikasının benimsenmesidir. Çünkü ekonomik büyümede, ihracat sanayisinin ve ihracatın ağırlık kazanacağı bir imalat yapısı, uluslararası sermaye piyasaları ile bütünleşme ve dışsal rekabete açık bir özel sektör ve çok daha küçük çaplı bir kamu ekonomisi amaçlanmıştır. Fakat tarım sektörünün ağır bastığı ülkemiz ekonomisi Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk senelerden beri her dönemde sanayileşmeyi önemseyen bir politika ışığında ekonomi politikaları benimsemiştir.

24 Ocak 1980 kararları Türk Ekonomisi’nde yalnızca büyük bir ekonomik sıkıntıdan kurtulmak adına alınmış kısa dönemli önlemleri değil, büyüme ve kalkınma politikalarındaki yapısal evrilmeyi de gözler önüne sermiştir. İhracata ağırlık veren sanayilerim teşviklendirilmesi ile dış ticaretin ekonomik büyüme üzerindeki katkısı artmaya başlamıştır. “Sanayi sektörü ihracatı devamlı

Oktay Atsatan, Fatime Gül; Türkiye’de Ekonomik Büyüme

180 olarak artmış ve Gayri Safi Milli Hasıla içerisindeki sektör payı da her geçen gün büyümüştür. Bu durumun nedeni, ihracat artış hızının büyümedeki hızdan çok daha büyük olmasıdır”. (Karluk, 2002). Korumacı politikalar neticesinde genişleyen üretim kapasitelerinin ihracatı esas alarak üretim yapmaları, işgücü maliyetlerinin azaltılması ve Türk Lirasının devalüasyonuyla beraber rekabet gücünün yükselmesi ilgili gelişmeyi destekler niteliktedir. “İhracatın Gayri Safi Milli Hasıla içerisindeki payı 1980 yılında %5.1 iken, 1988 yılında %12.8’e erişmiştir. Tüm bu pozitif gelişmelere rağmen 1980 yılı sonrası Türk ihracatına ilişkin sanayileşme modelinin en dikkat çekici noksanlığının sürdürülebilir bir sabit sermaye birikimi yaratamamış olmasından ileri gelmesi olduğu görülmektedir (Yeldan, 2002). 1990’lı senelere gelindiğinde, yapısal evrilmenin pozitif kazanımlarının yeniden kaybedilmeye başlandığı ve makro ekonomik istikrarsızlıkların devamlı hale geldiği bir döneme girilmiştir.

Ülkemiz ekonomisinin büyüme performansı veri üretim yapısı haricinde uzun vadede devamlılık sunan enflasyon, devletin bütçe açıkları, hem iç hem dış borç stoku vb. gibi problemler sebebiyle kararlı bir gelişme kaydedememiştir. Bu tip bozukluklar genellikle iyi olmayan yönetim ya da aktif olmayan kamu ekonomi stratejilerinin bir göstergesi şeklinde kabul edilmektedir. Ekonomik büyüme ve makroekonomik ortam arasındaki bağıntının önemi büyüktür. Çünkü “ülkeler arasında görülen büyüme farklılıklarının en temel sebeplerinden bir tanesi makro ekonomik kararlılığın farklılık arz etmesidir. Bahsedilen etki kısmı olarak sermaye ve teçhizat yatırımlarında özel bir role sahip olması yolu ile ortaya çıkmaktadır” (Temple, 1999). Ülkemizde yeterli olmayan sermaye birikimi ve var olan sermaye stokunun verimli yatırımlar ile desteklenememesiyle görülmeye başlayan bu istikrarsızlıklar kendi kendini besler duruma gelmiştir. Bu sebepten dolayı dış sermayeye bağımlılık, verimli olmayan üretim yapısı ve iç tüketim talebindeki yükselişle beraber yatırım olanakları kısıtlı hale gelmekte ve sonuçta uzun vadede ekonomik büyümede belirlenen hedeflere ulaşmak imkânsız olmaktadır.

İçsel büyüme modelleri içinde ana kuram niteliğindeki AK tarzı büyümede genel olarak fiziksel sermayelerin birikimi ve gerçekleşen yatırımların ekonomik uzun vadede ekonomik büyümeyi yükselteceği varsayılmaktadır. Ülkemizde milli tasarrufun yeterli düzeyde olmaması, var olan tasarrufların verimli nitelikteki yatırımlara evrilmesi ve işgücü istihdamında problemler ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bahsedilen problemler ile ilintili şekilde kısmi faktör verimlilikleri ve TFV’nde negatif bazı durumlar görülmektedir. Tablo 2’de 1995 yılı sonrası ekonomik büyümenin temel göstergelerinde görülen bozulmalar oldukça dikkat çekicidir. GSYİH’mn 2004 senesinde DİE’ye göre 8,9’luk büyümesi ve 2005 senesinde tahmin edilen aşağı yukarı %5 oranında bir büyümenin dikkate alınması durumunda; 2000-2005 arası dönem GSYİH ortalama büyüme yüzdesinin son iki-beş senelik dönem ortalamalarından çok farklı olmayacağı veya daha düşük olacağı tahmin edilmektedir (DİE, 2005).

Ülkemizde gerçekleşen yatırımların ekonomik büyüme üzerinde bulunan etkilerine yönelik yapılan çalışmaların bir tanesinde, Şıklar ve Kaya (1998) 1960-1996 yılları arasında görülen özel sektör yatırımlarının genel manada içsel büyümeye yol açtığını saptamışlardır. Zaman serisi metoduna göre, nedensellik testleri yatırımlardan büyümeye yönelik bir ilişkinin bulunduğunu göstermektedir. Yine bu araştırmada regresyon analizi yöntemiyle “ulaşılan tahmin sonuçları özel teşebbüs yatırımlarının mali büyüme konusunda oldukça büyük bir pozitif etkisinin bulunduğunu ve bu etkinin devlet yatırımlarının ekonomik büyüme üzerinde bulunan etkisinden aşağı yukarı iki kat daha fazla olduğunu gözler önüne sermektedir” (Şıklar ve Kaya, 1998). Beşeri sermayenin de içinde yer aldığı bu regresyon değerlendirmesinde, imalat fonksiyonunda ölçeğe göre artış gösteren kazancın varlığına yönelik birtakım kanıtlar ortaya atmaktadır.

Saygılı vd. (2005), 1972 ile 2003 yılları arası döneminde, ülkemiz ekonomisinin verimlik, sermaye birikimi ve finansal üyüme performansı arasında var olan ilişkileri ele alan oldukça kapsamlı bir araştırma ve analiz gerçekleştirmiştir. Bu çalışma neticesinde elde edilen ana bulgulardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

181 Ülkemiz ekonomisinde mali büyüme ile sermaye birikimi arasında gözle görülür pozitif yönde bir bağıntı bulunmaktadır.

Ele alınan dönemde, ekonomi başlığı altında, işgücü verimliliği yükselişinde bir gelişme kaydedilememiş, sermaye verimliliğinde ise gerileme yaşanmış, TFV’nde ise sınırlı oranda bir artış görülmüştür. Verimlilik göstergelerindeki iyileşme genel manada 1980’li senelerde yaşanmış ve onu takip eden senelerde bir zayıflama görülmüştür.

Tarım ve hizmetler alanlarında verimlilik göstergeleri fazlaca zayıfken, başta üretim sanayi olmak üzere sanayi alanı oldukça güçlü bir performans göstermiştir. Sanayi alanında sermaye birikiminde kaydedilen hızın düşüşe geçip gerilemesine rağmen verimlilik göstergelerinin iyileşme eğrisi içinde olması 1980 senesi ve onun öncesindeki dönemde elde edilen üretim kapasitesinin, büyüyen pazar ölçeği ve iyi seviyeye yarış ortamı sebebiyle, daha aktif kullanılması büyük rol oynamıştır.

2002-2003 arası dönemde, başta sanayi alanı olmak üzere, sektörlerin verimlilik göstergelerinde bir iyileşme görülmüştür.

Tuncer ve Özuğurlu (2004)’nun büyüme muhasebesi metoduyla sektörel açıdan yapmış oldukları analize göre, ülkemizde 1982-2000 arası dönemde ekonomik genişlemeye en fazla katkıyı üretim sanayi ve enerji sektörlerinin yaptığı kaydedilmektedir. Bahsedilen alanlarda sermayenin katkısı da fazla çıkmaktadır. Bilhassa tarım ve madencilik alanlarda etmen verimliliklerinin üst seviyede olması, makineleşmenin ortaya çıkardığı bir durum olarak ele alınmaktadır. Altyapı ve hizmetler alanı haricindeki tüm sektörler işgücünün katkısı bakımından ele alındığında, verimlilik artışının istihdam ile alakalı problemlere yol açacağı görülebilir. Nitekim 2000 senesinden sonra kısa vadeli gelişmeler bu durumu desteklemektedir. Bahsedilen durumda, yapılması gereken yeni ve istihdam imkânları oluşturacak yatırımlara adım atılması olacaktır. Enerji ve altyapı sektörlerinde kamunun ağırlığı göz önünde bulundurulacak olursa, özel sektörün sanayi yatırımlarının ekonomik büyümeyi pozitif yönlü etkileyeceğini söylemek mümkündür.

İçsel büyüme modelleri devletin ekonomik büyüme ve kalkınma üzerindeki düzenleyici etkisini göz önüne çıkarmaktadır. Kamunun özel nitelikli hizmet ve malların üreticisi olarak değil ancak bütçe stratejisi vasıtasıyla dışsallığa sahip mal ve hizmetlerin imal eden ekonomik büyümeyi pozitif yönlü etkileyeceğini vurguladığından dolayı, bu öngörüsü onu dışsal büyüme modelinden ayrı bir konuma koymuştur. Devlet sağlık, dış ticaret, sermaye birikimi, eğitim, vergileme, teknoloji geliştirme vb. gibi sektörlerde izlediği stratejilerle, yönlendirici bir rol almaktadır.

İçsel büyüme kuramı bu tip politika aksaklıklarının ülkeler arasında bulunan büyüme farklılıklarının açıklığa kavuşturabileceğini vurgulamaktadır. “Ülkemiz ekonomisinin yeni bir yapısal değişim sürecine dahil olamaması neticesinde, toplumun üretken grupların geri plana itilerek rantiye gruplarının ön planda tutulması, sermaye birikiminin genel olarak toplumun üretken olmayan taraflarında toplanması, özel sektörün yapışım büyük oranda devletin sağlamış olduğu rantların saptanması, sektör tercihlerinde ve yatırım programlarındaki çarpıklıklar vb. gibi problemler kalıcı hale gelmiştir” (Gökbunar ve Yanıkkaya, 2004).

Sonuç

Büyüme modellerinde küreselleşmenin bilgi stokunda bir artışa yol açarak, hem teknoloji hem de beşeri sermayenin gelişme imkânlarını fazlalaştıracağının üzerinde durulmaktadır. Bununla beraber geçmiş dönemlerde sanayileşmiş olan, Asya Kaplanları gibi, ülkelerin ekonomik kalkınmasında büyük katkıları bulunan devlet teşviki, teknolojiyi taklit imkânları bulunmaktaydı.

1980’li yıllardan sonra küreselleşme stratejileri ve fikri mülkiyet hakları hususundaki düzenlemeler ile beraber, gelişmekte olan ülkelerin teknolojiye ulaşabilme imkânları da düşmüştür. Bir başka ifadeyle küresel piyasa içerisindeki tekelci rekabet koşulları çok daha belirgin olmuştur. Bu sebepten

Oktay Atsatan, Fatime Gül; Türkiye’de Ekonomik Büyüme

182 dolayı gelişmekte olan ülkeler öğrenme kapasitesinin az ve ölçek ekonomilerinin bulunmadığı üretimlerde çalışmayı sürdürmüşler yani zenginleştirmeyen bir büyüme ile karşı karşıya kalmışlardır.

Ekonomi modellerinde strateji tavsiyeleri gelişmekte olan ülkelerin kalkınma evresinde hem sahip olması hem de uygulaması gereken kriterleri ortaya koymakla beraber, gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme evresinde uyguladıkları ya da uygulamak mecburiyetinde kaldıkları politikalar ile söz konusu tavsiyeleri hayata geçirme imkânları oldukça kısıtlıdır. 1980’li yıllardan sonra yeniden popüler hale gelen küreselleşme eğilimleri ardından, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler arasında var olan tüm eşitsizliklerin katlanarak sürmesi, gelişmekte olan ülkelerin var olan iç dinamiklerinin ne derece yetersiz olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sunmaktadır. Bu sebepten dolayı bilhassa gelişmekte olan ülkeler bireysel iç dinamikleri kapsamında oluşturacak oldukları sistem ya da kurumlar kapsamında kendi iktisadi stratejilerini belirlemelidir.

Gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme içerisine dâhil olmadan kazanabilecekleri getiriler, aktif devlet politikaları ile bir yandan beşeri sermayenin gelişimi adına eğitim ve sağlık vb. gibi sektörlerde nelerin yapılabileceğinin saptanması, öte yandan Ar-Ge faaliyetlerine destek verilmesi ve ilgili alanda özel sektörü teşviklendirecek vergi ve teşvik politikalarının tekrardan değerlendirilmesi ile yakından alakalıdır. Bunun dışında gerçekleştirilecek olan yatırımlar ve uygulanacak tüm politikaların arasındaki uyumun sağlanması ise ülkelerin kaydedecek oldukları gelişmelerin devamlılığını artırabilecektir. Bu doğrultuda yalnız başına yapılan küreselleşme stratejilerinin, gelişmekte olan ülkelerin reel gereksinimleri ve kalkınmaları kapsamında herhangi bir gelişmeye sebep olamayacağını söylemek mümkündür.

183 Kaynaklar

DİE, (2005). Haber Bülteni. Devlet İstatistik Enstitüsü Dergisi, Sayı. 106, 30 Haziran

Ehrlich, I. (1990). The problem of development: ıntroduction. Journal of Political Economy 98(5), 1-11.

Fine, B. (2000). Endogenous growth theory: a critical assessment. Cambridge Journal of Economics, 24(2), 245-265.

Gordon, R.J. (1993). Macro Economics, Sixth Edition. USA: Harper Collins Publishers.

Gökbunar, R. & Yanıkkaya, H. (2004). Etkin Devlet ve Ekonomik Gelişme. Odak Yayın ve Dağıtım, Ankara.

Grossman, G.M. & Helpman, E. (1989). Product development and ınternational trade. The Journal of Political Economy, 97(6), 1261-1283.

Grossman, G.M. & Helpman, E. (1994). Endogenous irinovation in the theory of grovvth.

Journal of Economic Perspectives, 8(1), Winter, 23-44.

Helpman, E. (1991). Endogenous Macroeconomic Growth Theory. NBER Working Paper, No.3869.

Karluk, R. (2002). Türkiye Ekonomisi. Beta Basım Yayım, Yedinci Baskı, Kasım, İstanbul.

Kibritçioğlu, A. (1998). İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ocak-Aralık, 53(1-4), 207-230.

Lucas, R.E. (1988). On the mechanics of economic development. Journal of Monetary Economics, 22, 3-22.

Peterson Wallace, C. (1976). Gelir İstihdam ve Ekonomik Büyüme, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, Çev. Servet Mutlu, Eskişehir.

Romer, P.M. (1990). Endogenous technological change. The Journal of Political Economy, 98(5), 71-101.

Romer, P.M. (1994). New Goods, Old Theory, and The Welfare Costs of Trade Restrictions.

NBER Working Paper Series, September, Working Paper No. 4452: 1-58.

Saygılı, Ş., Cihan, C. & Yurtoğlu, H. (2005). Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Verimlilik ve Büyüme: 1972-2003. DPT, Yayın No.2686, Nisan, Ankara.

Schiff, A. (1999). Some Connections Between International Trade and Endogenous Growth, (19.10.2013 tarihinde http://www.crec.aukland.ac.nz/cmec/aaron/tradegrow.pfd. adresinden ulaşılmıştır).

Shaw, G.K. (1992). Policy implications of endogenous growth theory. The Economic Journal, 102(May), 611-621.

Şıklar, İ. & Kaya, A. (1998). Türkiye’de özel sektör yatırımlan ve içsel büyüme. Ekonomik Yaklaşım, 9(31), 69.

Temple, J. (1999). The New Growth Evidence. Journal of Economic Literatüre, XXXVII. 152.

Türker, M.T. (2009). İçsel büyüme teorilerinde içsel büyümenin kaynağı ve uluslararası ticaret olgusuyla ilişkisi. Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 3(25), 87-94.

Yeldan, E. (2002). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm, Birikim ve Büyüme. 6.

Baskı, İletişim Yayınlan, İstanbul.

Avcı, Fatih; Çocuk Ombudsmanlığına Dünyadan Örnekler ve Türkiye’de Çocuk Ombudsmanlığı Çalışmaları

184

Çocuk Ombudsmanlığına Dünyadan Örnekler ve Türkiye’de Çocuk