• Sonuç bulunamadı

2. TOPLUMSAL İLİŞKİLER ÇERÇEVESİNDE GÜNDELİK YAŞAM VE

2.5. Farklı Toplumsal Mekânlarda Gündelik Yaşamın Süreklilik İlişkisine

57 gündelik yaşam deneyimini, bunun kapsamını ve sınırlarını belirleyen önemli bir göstergedir (Çakır, 2009). Mekânsal deneyim aslında toplumsal cinsiyete ilişkin deneyimi ve dolayısıyla belleği kuran bu türden bir alandır. “Mekânın belleği” yoluyla kavramsallaştırılan fiziksel mekânın topografyasını aşarak öznelliğin ve deneyimin kurulduğu pratikleri de içerecek şekilde toplumsal cinsiyetin “bellek mekânları” üzerine genişlemesi var olan toplumun cinsiyet temelinde örgütlenmiş yapısını analiz etmek açısından kazanımlar sağlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan belleğin karmaşık yapısının toplumsalın karmaşıklığına denk düşüyor olması, olsa olsa biri yardımıyla diğerini anlamak ve analiz etmek için bir olanak olarak değerlendirilebilir (Parmaksız, 2011: 584-586).

Yukarıda özetlendiği gibi özgül tarihsel ve ekonomik koşullarda hiyerarşik bir toplumsal karakter taşıyan gündelik toplumsal yaşamın mekâna nüfuz eden aynı zamanda eşitsizlik içeren toplumsal ilişkiler doğrultusunda örgütlendiği görülmektedir. Toplumsal cinsiyetin hiyerarşik yapısı mekânın cinsiyetlere göre kurgulanmasında erkeklere ayrıcalıklı bir konum atfetmektedir. Bu nedenle tarihsel süreçte erkekler ile kadınlar arasında toplumsal bakımdan eşitsiz bölünmeye gönderme yapan toplumsal cinsiyet ayrımını sadece biyolojik cinsler arasındaki ilişkileri üzerinden değil aynı zamanda bu ilişkilerin gündelik-mekânsal toplumsal pratiklerin üzerinden de ele almak gerekmektedir. Kadınların gündelik-mekânsal hareketlilikleri erkek egemen toplumsal düzende belirli bir çerçeve edinmiştir. Bu çerçevede kendi bedenleri ve emeklerini denetleme gücünden yoksun bırakılan aynı zamanda varlıkları görünmez kılınan kadınların gündelik yaşam deneyimlerine ve pratiklerini incelemek onların egemen toplumsal ilişkiler ağı içerisinde nasıl konumlandı(rıl)ğını gözler önüne sermektedir.

2.5. Farklı Toplumsal Mekânlarda Gündelik Yaşamın Süreklilik İlişkisine

58 Harvey’e (2014) göre hiçbir mekânsal örgütlenme toplumsal ilişkilerden bağımsız değildir. Bu ilişkiler sistemi, mekânların toplumsal aktörler tarafından kavrayışını belirlemektedir. Mekânların bir dizi toplumsal pratiğe işaret ettiğini düşünmek bu toplumsal pratikleri belirleyen toplumsal örgütlenme süreçlerine erişmek açısından önemli bir zemin oluşturmaktadır. Dolayısıyla toplumsal üretim ve yeniden üretim süreçleri mekânsal örgütlenmenin üretimine ve bu mekânların eşzamanlılığını üreten öğelerin maddi olarak bir araya gelişine dayanmaktadır. Mekânın, toplumsal ilişkilerin taşıyıcısı olma özelliği her toplumsal ilişkinin zorunlu olarak belirli bir tarihte ve belirli bir mekân üzerinde gerçekleşme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal ilişkilerin taşıyıcısı ve daha da önemlisi onlar üzerinde etkisi olmasından dolayı mekânsal yapılar diğer ilişkilere göre daha elle tutulabilir ve gözlemlenebilir. Bu özelliklerinden dolayı mekân, toplumsal yapıları tanımlamada başka bir önemli bir işlev yüklenir (Ercan, 2013: 149). Mekânsal yapılar özünde toplumsal ilişkilerden etkilenirler; dönüştürülürler ve yeniden üretilirler. Mekânsal yapılar sadece toplumsal ilişkilerin taşıyıcısı olarak yer almazlar aynı zamanda toplumsal ilişkilerin üzerinde de etkide bulunurlar. Dolayısıyla Lefebvre’in (2016b) belirttiği çok yönlü toplumsal ilişkiler ağı içerisinde “mekânın toplumsal ürün” olarak kavranışı elbette kolay değildir. Bir bakıma mekânın toplumsal olarak üretimi herhangi bir “ürünü”, şeyi ya da nesneyi değil, bir ilişkiler bütününü belirtmekte; üretim, ürün ve bunların ilişkileri kavramlarının derinleştirilmesini gerektirmektedir (Lefebvre, 2016b: 24):

Üretken ve üretici olan mekân, üretim ilişkilerine ve (iyi kötü örgütlenmiş) üretici güçlere dâhildir. Mekân kavramı tek başına bırakılamaz ve statik kalamaz; diyalektikleşir: Ürün-üretici olan mekân, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayanağıdır. Aynı zamanda, üretim aygıtının, genişletilmiş üretimin, pratik anlamda “alanda” gerçekleştirdiği ilişkilerin yeniden-üretiminin içine de dâhil değil midir?

Üretken ve üretici olan mekân, toplumların üretim tarzına hem sonuç hem de neden ve gerekçe olarak müdahale etse de bu üretim tarzıyla birlikte değişir. Bunu anlamak kolaydır: Mekânın tarihi “toplumlarla” birlikte değişir. Mekân, zihinsel olanla kültürel olanı, toplumsalla tarihseli birbirine bağlar. Bu bakımdan her mekânsal düzenlemenin keşfi, üretimi ve yaratımı eşzamanlılığı üreten öğelerin maddi olarak bir araya gelişine dayanır (Lefebvre, 2016b). Dolayısıyla toplumlara özgü mekânsal örgütlenme süreçlerini belirleyen toplumsal ilişkiler mekânsal yapılar arasında farklılıklar ya da benzerlikler oluşturabilir. Harvey’e (2016a) göre mekânsal biçimler toplumsal süreçleri içerir ve

59 toplumsal süreçler esas olarak mekânsaldır. Toplumsal süreçleri içeren mekânsal biçimler kendi içinde yapıt ve bir ürün olarak toplumsal varlığın gerçekleşmesine işaret eder.

Böylece toplumsal varlığın içeriği toplumsal mekânın üretim ilişkileri ve yeniden-üretim ilişkileri dolayısıyla hiyerarşikleşmiş toplumsal işlevlere uygun yerler atfederek gerçekleşir. Toplumsal mekânda üretimle yeniden-üretim ilişkilerinin bu ikili bağı birbirinden ayrılamaz. Örneğin, üretim ilişkilerinin ve yeniden üretim ilişkilerinin özgül örgütlenmesiyle işbölümü aile içinde yankı bulur ve oradan beslenir; tersine, ailenin örgütlenmesi ise işbölümüyle birlikte işin içine girer. Bunun sonucunda toplumsal mekân, bu faaliyetleri deyim yerindeyse “yerli yerine oturtmak” için birbirinden ayırır (Lefebvre, 2016b: 60-61).

Lefebvre’in (2015a; 2016b: 15, 22-25) de vurguladığı gibi mekân, göründüğünün aksine homojen değildir. Güncel üretim tarzı içinde ve mevcut haliyle “fiili toplum”

içinde aynı genel süreçte fakat ayrı bir şekilde kendine özgü bir tür gerçeklik edinmiştir.

Mekân, hem emekte ve tahakküm (mülkiyet) ilişkilerinde hem de üstyapıların (kurumlar) işleyişinde eşitsiz bir şekilde örgütlenmektedir. Böylece “her üretim tarzı, kendi mekânını üretir” içerimi üzerinden kapitalist toplumsal yapı dinamiklerinin mekânda, üretim faaliyetleri ile yeniden üretim faaliyetlerini birbirinden ayırarak toplumsal ilişkilerin bir bütün olarak yaşam biçimlerinde iç içe geçerek aktarılması karmaşık bir hâl alır.

Lefebvre’e (2016b: 62) göre kapitalizmle ve özellikle de “modern” yeni-kapitalizmle birlikte bu durum daha da karmaşıklaşır. Üç düzey iç içe girer: Biyolojik yeniden-üretim düzeyi (aile); iş gücünün yeniden-üretimi düzeyi (mevcut haliyle işçi sınıfı); toplumsal üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi düzeyi.

Kapitalist üretim tarzının üretim ve yeniden üretim süreçlerinde yarattığı değişiklikler bir yandan mekândaki toplumsal örgütlenme sürecini diğer yandan da mekânda yeniden üretilen toplumsal ilişkilerin deneyimlenme olanaklarını farklılaştırmıştır. Toplumsal olarak sınıflandırılmış ve cinsiyetlendirilmiş mekânlarda gündelik-mekânsal pratiklerin, edimlerin ve deneyimlerin istikrarlı bir içeriği, bir temeli ya da dayanağı vardır. Bu dayanak, sadece değişmez insan doğasına değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin baştan beri olmasa da uzun süredir güç, otorite ve iktidar, bağımlılık, kudret ve servet eşitsizliği ilişkileri olmasına bağlıdır. Bu tür ilişkilere ancak gizlemişse katlanılabilir. Her türlü örtüden yoksun gündelik yaşam, muğlaklığı ile hem sonuç hem de neden olarak bu ilişkileri maskelemektedir (Lefebvre, 2015c: 72). Kapitalist toplumsal

60 yapı dinamikleri içinde biyolojik yeniden-üretim düzeyi(aile), iş gücünün yeniden-üretim düzeyi (işçi sınıfı) ve toplumsal üretim ilişkilerinin yeniden-üretim düzeylerini toplumsal mekânın gerçekliği içinde benzerliklerle deneyimlenen ve bu deneyimleri belirleyen temel etmenler toplumsal sınıf ve kültürel kodlardır. Dolayısıyla Lefebvre’in (2016b: 62, 112), mekânın (üretim ve yeniden-üretimden kaynaklanan) toplumsal ilişkilerin bu ikili ya da üçlü iç içe geçişlerinin kimi temsillerini içermesi durumu karmaşıklaştırır.

Toplumsal sınıf ve kültürel kodların sınırlarını belirleyen tek bir toplumsal mekân olmadığını görerek hiyerarşik toplumsal ilişkilerin örgütlediği üretim ve yeniden üretim faaliyetlerine ilişkin temsillerin süreklilik içinde farklı mekânsal yapıların içine yerleşerek benzer şekillerde üretildiğini söylemek mümkündür. Böylece bu yapı içinde toplumsal yaşamı üreten aktörler gündelik yaşamın her türlü kesitinde kendilerine bir alan arayarak var olma mücadelesine girmektedirler. Lefebvre’e (2015c: 92-95; 2016b: 26-27), egemen üretim tarzında yaşanan, algılanan ve tasarlanan fiziksel olarak farklı mekânsal yapılarda süregiden sınıfsal ve kültürel kodlar sürekliliğini, mekânın ve gündelik yaşamın homojenleştirilmiş, parçalanmış, hiyerarşiklendirilmiş şemasına dayandırmaktadır. Toplumsal mekânlar ve gündelik yaşam, hem buyurgan hem de dayatan bu şema içindedir:

(1) Homojenleştirilmiş mekânlar ve homojenleştirilmiş gündelik yaşam: Toplumsal mekânların ve gündelik yaşamın aynıya, denkliğe, tekrarlanana ve bunların düzenine yönelmesiyle gerçekleşir. Mekânın homojenleştirilmesi için mekân parçalanır: paylara, parsellere ayrılır. Kırıntılara dönüşür. Bu da “gettolar, yalıtılmış alanlar, mahalle grupları, etrafla ve çeşitli merkezlerle doğru düzgün birleşmemiş sözde-topluluklar” üretir.

Homojenleştirilmiş mekânda gündelik yaşamın toplumsal olarak örgütlenmesi ise özellikle homojenliğin ve dağılmanın gizlediği eşitsizlikler; müdahillerin benzeşen gereklilikleri, tavırlarda bağdaşıklık ve tutarlılık arayışı, bu tavırların koşullu refleks şeklinde oluşumu; gündelik yaşamı küçük bir işletme modeliyle yönetme yönündeki genel ve aynı durumda sürdürülen eğilim; normlara bağlı ve sonuç olarak yaşantıyı indirgeyen bir bilgiye çağrı yapma eğilimi; uyum içinde hareket eden yabancılaşmaların üst üste binmesi ve birbirini güçlendirmesi ile gerçekleşir.

(2) Parçalanmış mekânlar ve parçalanmış gündelik yaşam: Toplumsal mekânların ve gündelik yaşam pratiklerinin çok sayıdaki ayrılma, bölünme ve ayrışmalarla parçalanmasıyla gerçekleşmektedir. Örneğin, kamusal ve özel, tasarlanmış ve yaşanmış,

61 getto oluşturacak denli özelleşmiş mekânlar; işbölümü; parseller ve paylar halinde satılan ufalanmış mekân; güvence altındaki emekçiler (statüler, sendikalar vb.) ile daha az güvence altında olan ya da hiç korunmayan diğerleri arasındaki toplumsal ayrışma ve ayrılıkların toplamıdır.

(3) Hiyerarşiklendirilmiş mekânlar ve hiyerarşiklendirilmiş gündelik yaşam:

Mekânların hiyerarşiklendirilmesi katı bir şekilde gerçekleşir. Örneğin, konut mekânları, ticari mekânlar, boş zaman mekânları, marjinaller için mekânlar, vb. Bu mekânlarda homojenliğin altında “gerçek” ilişki ve çatışmaları gizlenir. Hiyerarşiklendirilmiş toplumsal mekânlar ve hiyerarşiklendirilmiş gündelik yaşamda toplumsal ilişkiler yerlerin, “mülklerin”, birey ve gruplara verilen niteliklerin hiyerarşisi; düzeyleri üst üste, katmanlaşmış hiyerarşik bir yapıdaki toplum; parçalı otorite kırıntılarından en yüksek güce dek iktidara ve karar almalara “katılım” dereceleri; gündelik yaşamı ve gündelik yaşamın içindeki insanları kendi çalışmasının hammaddesi olarak kendini dayatır.

Gündelik yaşamın üretimi gündelik mekân ve zamanın üretimini ayrıca gündelik yaşamı işgal eden nesnelerin, zamanı ve mekânı kalabalığıyla doldurması gereken nesnelerin üretimini içerir. Bu kalabalık hem homojendir hem de parçalanmış ve hiyerarşiklenmiştir. “Homojen, parçalı ve hiyerarşik” şema işin özünün ifadesidir (Lefebvre, 2015c: 141). Bu şema içinde toplumsal mekânlarda gündelik yaşamın tanımlandığı haliyle dayatılması, kendini nesnel olarak yansıtır; maddi olarak gerçekleştirir. Dolayısıyla bir toplumun (yani bir üretim tarzının) genel çerçevesi içinde toplumsal ilişkilerin hazırladığı şemalara göre üretilmiş mekânlar vardır. Bu teori çeşitli mekânlar arasındaki denkliği de açıklar (Lefebvre, 2015c; Lefebvre, 2016b). Yukarıda da belirtildiği gibi kapitalist toplumun üretim tarzı genel çerçevesi içinde homojen, parçalı ve hiyerarşik bir şemanın sürekliliği üzerinden mekânı ve gündelik yaşamı toplumsal olarak örgütler. Örneğin, Engels’in (1997) ve Thompson’un (2004) çalışmalarında kapitalist mekânın homojen, parçalı ve hiyerarşik yapısında sanayi proletaryasına dönüşen kır yoksullarının emek güçlerini sömüren mekanizmaları üretim ve yeniden üretim alanlarındaki toplumsal dinamikleri bir süreklilik ilişkisi içinde daha yoğun ve daha eşitsiz bir şekilde deneyimledikleri görülmektedir. Şengül’ün (2001: 12) Engels’ten aktardığı gibi işçi sınıfının kent periferinde yoğunlaştığı mahalleler bir yandan pislik ve sefaletle diğer yandan da üst sınıflardan yalıtılmış olmalarıyla nitelenmektedir. İşçi sınıfının yaşam koşullarının ağırlığı işyeri ve yaşam mekânı ayrımını da ortadan

62 kaldırmakta; işçi sınıfı her iki toplumsal mekânda da aynı sefalet ve sömürüyü yaşamaktadır. Böylece işçi sınıfının her iki toplumsal mekânda ortaya çıkan deneyimleri birbiriyle ilişkilendirilebilir.

Toplumsal mekânları homojen, parçalı ve hiyerarşik olarak farklılıklara ayıran ve bu farklılıklar temelinde gündelik yaşamın sürekliliğini belirleyenin sınıfsal dinamikler dışında kültürel dinamikler olduğu vurgulanmıştı. Sınıfsal ve kültürel dinamikler sadece toplumsal aktörlerin gündelik-mekânsal toplumsal varoluş biçimlerini belirlemekle kalmaz; toplumsal aktörleri birbirinden ayıran dinamik ilişkilerin anlaşılmasının önünü açarak diyalektik bir ilişki içinde bulunan toplumsal ve mekânsal pratikleri değerlendirme olanağı tanır23. Tuncer’e (2015: 40-42) göre kadınların kentsel kamusal alanlardaki gündelik yaşamlarına odaklanarak mekân ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkilerin şekillendiği görülebilir. Böylece toplumsal mekânlarda cinsiyetlerin toplumsal inşasına bakmak kadınların ve erkeklerin mekânları farklı şekillerde nasıl deneyimleyip anlamlandırdıklarını görmemize yardımcı olur. Dolayısıyla kamusal alan ve özel alan olarak parçalanmış toplumsal mekânların temelde iç içe geçmesi başka bir ifadeyle, özel hayat ve kamusal deneyimi belirleyen gündelik-mekânsal pratiklerin birçok açıdan karşılıklı olarak şekillenmesi, özel hayatın kamusal deneyimi belirleyen yönlerinde

“toplumsal ilişkilerin sürekliliğinin” etkisi altında olduğu görülmektedir.

Toplumsal mekânların hiyerarşik yapısı toplumsal aktörlerin gündelik yaşam pratiklerini ve deneyimlerini farklılaştırmaktadır. Örneğin Cantek vd.’nin (2014: 124) çalışmaları, kadınların mekânsal hareketliliklerini ve kadınların davranışlarını yapılandıran cinsiyetlendirilmiş toplumsal rollerini pekiştiren değişkenler mekânsal varoluş biçimlerine yansımaktadır. Daha açık bir ifadeyle çoğu kadın evin, mahremin dışında kalan alanların kendilerine toplumsal olarak yasaklanmış olması, erkek nüfusun yoğun olduğu yerlere gitmeyi ve geç saatlerde sokaklara çıkmayı “zaten istemezler”.

Dolayısıyla kadınların mekânsal hareketlilikleri Bourdieu ve Wacquant’ın (2016: 132) ifadesiyle toplumsal düzenin yeniden üretimi mekanik bir üretim sürecin otomatik ürünü olmaktan ziyade eyleyicilerin stratejileri ve pratikleri aracılıyla gerçekleşir. Böylece kamusal alan ve özel alan olarak ayrılan toplumsal mekânlardaki toplumsal ilişki

23 Toplumsal mekânın özgül bir ifadesi olan kentsel mekânın toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında farklılaşmasına odaklanan çalışmalar için ayrıca bkz. (Çakır, 2009; Erman, 2014; İnce-Güney, 2009; Kalfa vd., 2009; Öz, 2009; Şentürk, 2009; Üstün, 2009; Yılmaz, 2009).

63 dinamiklerinin sürekliliğinin kadınların yaşam tarzlarını, varoluş biçimlerini nasıl belirlediği ve nasıl etkilediği ortaya çıkmaktadır.

Lefebvre’e (2015b; 2015c) göre günümüzde gündelik yaşam ilişkilerinde süreklilik faktörlerinin değerlendirilmesindeki en önemli bağlam üretim ve yeniden üretim alanlarındaki deneyimlere ve pratiklere atfedilen önemi kavramaktan geçmektedir. White (2015), işçi mahallelerinin çoğunda mahalledeki kadınlara parça başı iş veren atölyelerde kadınların emekleri ile kimlikleri arasındaki bağlantıyı sürdürdüklerini vurgulamıştır.

Aile ya da diğer toplumsal grupların aidiyetlerini tamamlayan ücretli ya da ücretsiz olan kadınların emeği hem toplumsal hem de cinsiyet kimliğine dair aidiyet ilişkilerini bir araya getirmektedir. Üretim ve yeniden üretim alanlarında kadınların emeği toplumsal sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkileri ile iç içe bir yapı içinde gerçekleşmektedir.

Lefebvre’e (2016b: 242) göre gündelik yaşam ilişkilerinde alttan alta devam eden bu süreklilik sadece mekânsal gerçeklik içinde üremekle kalmaz aynı zamanda gündelik yaşamın şekillendiği temsil mekânlarında yani tasarlanan mekânın içinde de üremektedir.

Farklı toplumsal mekânlarda gündelik yaşamın sürekliliğini sağlayan üretim ve yeniden üretim alanlarındaki birbirine içkin toplumsal dinamiklere ele alan bir diğer teorik yaklaşım Bourdieu’nün (2006; 2016; 2017) sermaye, alan ve habitus kavramlarıdır. Toplumsal mekânda toplumsal aktörlerin yatkınlıkları sahip oldukları farklı iktidar ve sermaye türleri içinde gerçekleşmektedir. Farklı iktidar ve sermaye türleri alan yapısını oluşturan maddeleşmiş ya da somutlaşmış üretim ve yeniden üretim araçları üzerinde, alanın sıradan işleyişini tamamlayan kurallar ve düzenlilikler üzerinde bir iktidar sağlamaktadır (Bourdieu ve Wacquant, 2016: 86). Böylece toplumsal aktörlerin konumu ya da öznellikleri, alan yapısını oluşturan sermaye türleri ve yatkınlıkları tarafından belirlenmektedir. Toplumsal aktörlerin egemen konumlarına sahip olmaları özgül sermaye türlerinin mekâna ve zamana göre düzenlenmesi toplumsal ilişki ağlarıyla yakından ilişkilidir. White’ın (2015) ve Bora’nın (2016) çalışmalarında da görüldüğü üzere Türkiye’de pek çok kır kökenli ailenin kentsel mekâna yerleşmelerine rağmen oldukça katı bir şekilde otoriter ve ataerkil yapısını, kadınlara ve erkeklere özgü olarak tanımlanan ve farklılaştırılarak yalıtılmış iki emek alanının bölünüşünü sürdürmesini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Yukarıda da belirtildiği gibi birbirlerinden farklı zamanlarda ve farklı alanlarda toplumsal ilişkilerin ürettiği ve toplumsal ilişkilerin üretildiği mekânlarda üretim ve

64 yeniden üretim faaliyetleri sadece nesnel ve maddi ilişkiler olarak deneyimlenmemektedir. Homojen, parçalı ve hiyerarşik bir içeriğe sahip olan mekânsal yapılarda toplumsal aktörlerin sahip oldukları sermaye türleri ve yatkınlıklar gündelik yaşam pratikleri ve deneyimlerinin aynı toplumsal ilişkilerin ürettiği farklı mekânlarda sürekliliği belirleyen bir mekanizma oluşturmaktadır. Lefebvre’in de (2016b: 245) belirttiği gibi “mekânın toplumsal kontrolü, gündelik hayatın teklifsizliğini reddetmeyen bir biçimde mekânı kullananların üzerine çöker.”

65