• Sonuç bulunamadı

ALLAH bâki‟dir.

“Burada fâ‟ni‟dir, bâki‟dir.” ne demektir?

Fânidir ölüm demek değildir.

Aslına, ÖZÜNE dönecek demektir.

Bâkidir “Asl”ı olan ALLAH‟tır.

Güçleri, kudretleri o şeyden çekildimi.

Tesbihatı başka şekle dönmüştür...

Kudret ve kuvvetleri taşıyan, kudrete tahammül edemediğinden fâni olur. Balık denizde ölürse deryada bir değişiklik olmadığı gibi...

ALLAH‟ın ne evveli ve nede sonu vardır.

Başlangıçsız vardır.

Sonu olmayan sonsuz bâkidir.

Vardır demektir.

Bu laflar insan aklının son tahammül hudududur.

Bunu anlayanlar...

HAKK‟la birliktedirler.

Secdededirler...

Alâk Sûresinin son âyetindeki telâffuz eden ve işiten her insana abdestli olarak kelâm etmeden o anda secde etmesi farzdır.

Bu âyet Mekke‟de indiği anda Resûl-ü Ekrem‟in yanında bulunan müşrikler bile gayri ihtiyari olarak Resûl-ü Ekrem‟in o anda ettiği secdeye hemen iştirak

etmişlerdir.

Resûl-ü Ekrem‟in Kalbi mübâreklerine inen âyet daha kimse tarafından duyulmamıştı. Kimse ne olduğunun farkında değil.

Sorduklarında :

“Size ne oldu?”

“Bilmiyoruz, bilmediğimiz bir kuvvet bizi secdeye götürdü!” demişlerdir.

Resûl-il Ekrem‟in yanlarında beş-on sahabe ve bir çok da henüz iman etmemiş müşrikler de vardı.

Hepisi istisnasız secdeye vardılar...

O secde, şah damarından insana yakın, herşeyi muhit olan HAKK‟ın secdesiydi.

Bu lâfları düşün okuyan insan...

Muhterem Efendim namaz bu secdenin devamlı olduğunu ikrardır.

HAKK‟a yanaşmak değil.

Onunla beraber, O‟ndan bir parça bir tecellî olduğunu idrâktir.

“Gözümün Nûru namazdır” Hadis-i Şerif‟in anlamı budur.

~ 123 ~

Cenab-ı ALLAH Kelâmında: “BEN, BiZ” lâfızlarını kullanır.

BEN: Zât-ı Ahadiyetleri.

BiZ : Esmâlarıyle tecellî şekilleri.

VAHİY: Ben, Zât-ı Ahadîyetten sudur eder.

BiZ: Kudret ve güçlerinin devamlı tezahürleridir.

Meselâ: Orucun mükafatını bizzât ben. vereceğim buyrulması.

Hususidir demektir, diğerlerinin mükâfatını kim veriyor...

Burada “Ve ilâ Rabbike fergab” âyetindeki sır gizlidir.

Burada Vahyin şekillerini düşünmek gerek...

Dağ‟a vahyettim, BEN Ağaç‟a vahyettim, BEN Arı‟ya vahyettim, BEN Meryem‟e vahyettim, BEN

Resûl-ü Ekrem‟e vahyettim, BEN Nebilere vahyettik. BiZ

Âdem göğe bakarak.

Bütün peygamberler göğe bakarak.

Musa Tur‟da alev ve ağaca bakarak.

İsa Tur‟da göğe ellerini kaldırarak vahiy alırlardı...

Resûl-ü Ekrem ise zaman ve mekân tayin etmeden her yerde mubârek kalblerine çevrilerek Vahyi Cebrail vasıtasiyle alırlardı...

“…Lâ nüferriku beyne ahadin min rusulih…” âyet-i Kerimesi “BEN” ve “BiZ”

lafızlarında gizli HAKK‟ın Murad ve Arzu‟sundaki hikmetin ifadesidir.

BiZ: Cesed de cari Hay’yın husule getirdiği bütün havas ve hassalar her türlü işleme değişmeyen ahenk...

İrfan : Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık:

Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)

Ârif : (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

~ 124 ~

Kepaze : İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan. * Tâlim için kullanılır yay.

Na-çar : f. Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan.

Zoraki : Zorla yaptırma.

Düçâr : Derdine düşmüş.

Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

Nefret : Tiksinmek, ürküp kaçmak. * Birisinin yakını ve akrabası.

Bed-dua : (Bedduâ) f. Bir kimsenin kötülüğü için duâ. Kötü duâ.

teselli : Avunma. Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırma.

Ta’bir : (Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim. * Terim. * Rüya yorma.

(Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.

Mekârim-i ahlâk : Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.

Mekanizma : Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.

Tahsil : Hâsıl etmek. * İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak. * Vergi toplamak. * Aşikâre eylemek.

Terbiye : Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

Talebe : (Tâlib. C.) İstekliler. * Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.

Vefat : Ölüm. Ahirete göçme.

Te’sir : Bir şeyde eser ve nişane bırakma. * Vasıfları ve halleri değiştirme. * İşleme, dokuma, iz bırakma. * İçe işleme. * Kederlenme.

Meknuz : Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.

Mübah : (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)

~ 125 ~

Düstur : f. Umumi kaide. Kanun, nizam. * Örnek, nümune * Üslub. İzin, müsaade. * Mu'teber ve mu'temed kimse. * Destur.

Ulu’l-Emr : Meşru’ idareciler.

Velhasıl : Sözün kısası, özü, kısacası.

Derhal : f. şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden.

Abid : İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.

Teşrif : Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.

Mevlüd : Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri.

َنٌِمَلاَعْلِّل ًةَم ْح َر َّلَِّإ َكاَنْلَس ْرَأ اَم َو

“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin : (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

ْب ِرَتْقا َو ْدُجْسا َو ُهْع ِطُت َلَّ َّلََك

“Kellâ lâ nuti’hu vescüd vâkterib : Hayır! ona uyma! ALLAH’a secde et ve yalnızca O’nayaklaş!” (Alak 96/19)

َلِإ َوْبَغ ْراَف َكِّبَر ى

“Ve ilâ Rabbike fergab : Ve Rabbine rağbet et!”(İnşirah 94/8) .. .

.... ِهِلُسُّر نِّم ٍد َحَأ َنٌَْب ُقِّرَفُن َلَّ……

“…la nüferriku beyne ehadim mir rusülih,… : …ALLAH’ın peygamberlerindenhiç birini ayırmayız…” (Bakara 2/285)

Tahdid : Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.

İştibah : Şüphelenmek. Şüphe etmek. * Kolay fark olunmaz derecede benzemek.

Elfaz : (Lafz. C.) Lafızlar. Sözler. Lügatlar.

Nâzik : f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus.

Esaret : Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.

Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.

~ 126 ~

Töhmet : Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat.

* İtham altında olma.

Refakat : Arkadaşlık, beraberlik.

İltifat : Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek.

Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır.

Meselâ: (Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecekŞüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar.O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.Mehmed Akif Ersoy)

Rencide : f. İncinmiş, kırılmış.

İ’kaz : Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih.

Levh-i Mahfuz : Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.

Telaffuz : Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.

İstisna : Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır: $

İkrar : Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek.

Mukarrer kılmak. * Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.

Hususî : Bir şeye aid olan. Herkese âid olmayan.

Cari : Akan, akıcı. * Geçmekte olan. * İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedavil olan.

Husul : Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

Havass : (Hasse. C.) Hasseler. Duygular YAĞMUR DAMLALARI...

Yağmur Damlaları...

Yapraklar üzerinde kalan damlalar.

Kapalı çeşme musluğundan akan tek tek damlaları.

Damlaların husule getirdiği sivri saçak buzlarından akan damlalar.

Gözlerden akan billur inci gibi damlalar.

~ 127 ~ Seyredin!

Seslerini dinleyin, dinleyebilirseniz yahutda ses çıkarıyorlarsa...

Yağmur başlarken yüzünüze vuran tek tük damlaları düşününüz.

Bunlar toplanırlarsa sel olurlar.

Toprak elverişli ise bereket olur.

Toprak kabul etmezse sel olur felâket olur.

Bir damla kaya deliğinde donarsa kayayı çatlatır.

Buhar olursa bir gemiyi yürütür...

Bu damlada HAKK‟ın kudreti, kuvveti, gücü gizli...

Suya düşen damla sıçrar yukarı doğru.

Aslına kavuştuğu için bu sıçrama sevinç hareketidir.

Şükürdür.

“Oh!” demektir.

Toprağa düşer fıskiye gibi sıçrar toprağa, bu o damlanın rahmet selâmıdır. Çünkü toprak olmasaydı su görünmeyecekti.

Şükür: Niğmetlere ve ALLAH‟ın ikramlarına karşı duyulan minnetin ifadesidir.

Şükürde: Devam etsin, fazlalaşsın arzusu vardır.

ALLAH‟ın niğmeterine hayvan, nebat, taş, toprak, mazhardır.

Hem de arası kesilmeden...

Akan ırmak herkese su verir.

Güneş herkese nûrunu saçar.

Rüzgâr herkesi okşar.

Hava her ciğere girer.

Bu niğmetleri vereni bilse, bilmese de bir ferahlık duyar.

Bu bir nevi “Oh!” demektir ki bu Şükürdür.

Su alan nebatın yapraklan canlanır, parlar.

Hayvan su içer kuyruğunu sallar.

Kuş su içer öter.

Toprak yağmur alır güzel koku verir.

Bu bir nevi şükrün ifadesidir...

Hamd ise: Bu kadar kâfi, ilerisini istemem arzusu gizlidir.

Beni bu hâlime bırakın razıyım.

Şükrü icap ettiren her şeyin devamlı olmasına karşı bir nevî teşekkürdür.

“Elhamdülillah” diyen bir insan:

“Yâ Rabbi!

Kudretlerin kaynağı sensin.

Herşey senin arzunla olur.

~ 128 ~