• Sonuç bulunamadı

Erdeme Ontolojik ve Epistemolojik Bakış

KANT’IN ERDEM ÖĞRETİSİ

4. BÖLÜM

4.1. ERDEM VE DUYGU (ETKİLENİM) İLİŞKİSİ

4.1.2. Erdeme Ontolojik ve Epistemolojik Bakış

kendine egemen olma erdeminden daha iyi olduğu görülmektedir. Bunu, yani ölçülülüğün kendine egemen olmadan daha üstün olduğunu, Aristoteles’in erdem ve duygu arasında kurmuş olduğu ilişki göstermektedir. Çünkü daha önce de ifade edildiği gibi, gerçek anlamda erdem, akıl ve duyguların birliğini gerektirir. Yani insan hem akıl hem de duygu bağlamında erdemli olduğunda tam anlamıyla erdemli olabilir.

Ne var ki Aristoteles’in aksine, Kant’ın erdem ve duygu arasında kurmuş olduğu ilişkiye bağlı olarak, erdemi de eğilimlere karşı geliştirilen bir güç olarak tanımlayıp sadece karşıt iki şey (ahlaklılık ve buna karşıt duygu) karşısında gerçekleşen bir şey olarak ele alması, sadece kendine hakim (egemen) olmanın bir erdem hatta erdemin kendisi olduğunu göstermektedir. Çünkü Kant’a göre, “insanlarda, her insanda, ödev karşısında eğilimlerin üstün gelmesi; duyulardan gelen isteklerin, ahlak buyrukları karşısında ağır basması eğilimi vardır” (Heimsoeth, 2012: 171). Dolayısıyla Aristoteles etiğinde, kendine hakim olma erdeminden daha üstün bir erdem olan ölçülülük, Kant etiğinde erdem olarak yer almamaktadır. Böylece Aristoteles ve Kant’ın duygulara olan yaklaşımlarındaki farklılıklar ve bunun sonucu olarak da erdem ve duygu ilişkisini (birbirine zıt denilebilecek kadar) farklı değerlendirmeleri onların erdem olarak adlandırdıkları şeyler noktasında da farklılıklara neden olmaktadır.

görüşünü bu bilgisel ayrıma göre, yani epistemolojik bir bakışla ele almaktadır.

Nitekim Kant, en güvenilir, değişmez bilginin numenal (düşünsel) alana ait akıl bilgisi olan a priori bilgi olduğunu düşünerek etiğini de sadece bu bilgi (a priori bilgi) temelinde kurmaktadır. Nitekim, bilgide bir saf, a priori varsa, ahlak alanında da bir a priori vardır.

“Bilgi nasıl ki yalın duyusal algıdan çıkmıyorsa, tersine o anlığın ilksel kendiliğindenliğinden (Spontanitaet), bir “actus animi” (canın, ruhun edimi)’den kökleniyorsa; ahlaksal a priori de, kendi anlam ve geçerliliğine göre kavranılmak isteniyorsa, her şeyden önce haz ve acı duygularından çözülüp tamamen bağımsız ve bu duygularla karışmışlığından tamamen arınmış ve serbestleşmiş bir şey olarak bulunmalıdır” (Cassirer, 2007: 311).

Dolayısıyla, fenomenal (duyusal) alana ait bilgiyi ve bu bilgiye dayandığını düşündüğü başka her şeyi etik üzerinde belirleyici olmamaları adına pasif kılmıştır. Öyleyse Kant etiğinde, ahlaklılık söz konusu olduğunda, insan sadece numenal (düşünsel) bir varlık olarak ele alınmaktadır. Böylece Kant’ın, insanın fenomenal (duyusal) yanına ait olduğunu düşündüğü duyguları ve eğilimleri ahlaki bir öneme sahip değildir. Çünkü Kant’a göre, duygular ve eğilimler ahlaklılık için yıkıcı bir rol oynar.

Kant, ödevin bize neyi gerektirdiğini bilmekte pek güçlük çekmediğimizi düşünür fakat saf bir ahlaksal temayülden uyumlu bir biçimde sürekli gelen buyruklara gerçekten uyan istemenin zorunlu ahlaki gücünü geliştirmek için büyük bir çaba gerektiğine inanır. Bu da demektir ki, ahlaklılık, epistemolojik olarak kolay, ancak yönetsel olarak [executively] zordur. Ahlaklılığın yönetsel olarak zor olduğu düşüncesinden yola çıkarak Kant, karakter hakkında geleneksel Yunan görüşlerini vurgulama eğilimine ve kendini gerçekleştirme ve içgüdüsel mükemmelliyete karşı olarak zor kusurlar ve olumsuz koşullar altında, erdemin, akla göre kendine hakim olmayı ve öz kısıtlamayı içerdiğinin daha iyi anlaşıldığını düşünmektedir (Baxley, 2010: 83). Dolayısıyla, Aristoteles, etiğini ontolojik temelde ele alırken, Kant epistemolojik bakışla değerlendirdiğinden, Aristoteles’in aksine, ahlaklılığın uygulamada zor fakat bilgisel (teorik) anlamda kolay olduğunu belirtmektedir.

Oysa erdemi, “ruhun akla göre etkinliği” (Aristoteles, 2007: 1098a 5) olarak tanımlayan Aristoteles, ruhun yapısına ilişkin görüşü doğrultusunda, erdem, akıl ve duygu arasında üçünün birden birbirini olumlayabileceği bir ilişki kurmaktadır. Dolayısıyla, Aristoteles etiğinde, akla duygusal bir yatırım söz konusudur. Bu da erdemin gerçekleşmesinde

duygunun önemini göstermektedir. Nitekim, Aristoteles’e göre, her bir duyuma göre en iyi etkinlik onun altındaki şeylerin en iyisiyle ilgili en iyi durumun etkinliğidir. Bu da tam, son derece hoş olacaktır. Çünkü her duyuma göre bir haz vardır; aynı şekilde her düşünme gücüne, her ‘teori’ye ilişkin bir haz vardır. En hoş etkinlik ise en tam olan, en tam etkinlik de o etkinliğin altına girenlerin en erdemlisiyle ilgili iyi durumda olandır.

“Haz da etkinliği tamamlar” (Aristoteles, 2007: 1174b 20). Bu yüzden, “hazzın aranması ussal”dır; çünkü her bir kişi için tercih edilesi olan yaşamı tamamlıyor.

Aristoteles’e göre, bu durumda, “acaba yaşamı mı hazdan ötürü yoksa hazzı mı yaşamdan ötürü tercih ediyoruz?” sorusu gereksiz bir sorudur, çünkü haz ve yaşamın birbirine bağlı oldukları, ayrılmadıkları görülmektedir. Etkinlikten bağımsız haz oluşmaz, haz ise etkinliği tamamlar (Aristoteles, 2007: 15).

Öyleyse haz, bir etkinlik olan erdemi de tamamlar. Çünkü “Haz tam, bütün. Devinmek ancak belli bir zaman içinde olası, oysa haz alma öyle değil, çünkü o ‘an’ içindeki bütün bir şey” (Aristoteles, 2007: 1174b 5). Dolayısıyla, bir tam, bütün olan hazzın tamamlayıcı bir rolü vardır; ki bu da, Aristoteles etiğinde, duygunun tamamlayıcı ve belirleyici bir rolü olduğunu açıkça göstermektedir.

Ancak Kant’ın tüm amacı a priori (zorunlu genel-geçer) bilgiye dayanan bir etik kurmak olduğu için insanın fenomenal (duyusal) yanına ait olan eğilim ve duygulara karşı bir önlem alma çabası içinde olduğu görülmektedir. Çünkü Kant’a göre, insanların eğilimleri, tutkuları ve duyguları çoğu kez “ahlak yasası”na göre eylemeye engel olur.

Bu nedenle insanın eğilimlerine, tutkularına ve duygularına hakim olması, “ahlak yasası”nın sesini dinlemesi gerekir (Mengüşoğlu, 2014a: 321). Bu da Kant etiğinde, genel olarak duyguların, aklın ve dolayısıyla da ahlaklılığın, yani erdemin karşısında yer aldığını göstermektedir. Dolayısıyla Kant, her ne kadar “ahlak yasası”na (saygıdan dolayı) uygun eyleme ya da isteme sonucu meydana gelen duyguyu, ahlaki duygu (moral feeling) olarak adlandırsa da aslında duygu ile erdem (ahlaklılık) arasında genel olarak bir karşıtlık ilişkisi kurmaktadır. Nitekim Kant, deneysel temele sahip olan tüm duyguların (haz ve acı, tutku, eğilim, v.b.) ödev anlayışı içinde, “saf ahlak sisteminin oluşumu”nda, hareket nedeni (motive) haline getirilmemesi gereken güdüler ya da üstesinden gelinmesi gereken engeller olarak yer aldığını ifade etmektedir (Kant, 1998:

151). Başka deyişle, Aristoteles’ten farklı olarak, Kant duygulardan tamamen soyutlanmış sadece akıl tarafından belirlenen bir etik kurmaya çalışmaktadır.

Aslında Aristoteles etiğinde de deyim yerindeyse son sözü söyleyen akıldır. Yani en nihayetinde, erdem akılla birlikte “asıl erdem” olma mertebesine erişebilir. Nitekim Aristoteles’in “doğal erdem” ile “asıl erdem” arasındaki farka ilişkin söylediklerinde aklın erdem için en yüksek değere sahip olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Şöyle ki, alışkanlıklarımızdan her birini bir biçimde doğal olarak kazandığımız görülüyor. Çünkü daha doğuştan itibaren adil, ölçülü, yiğit oluyoruz ya da öteki alışkanlıkları ediniyoruz.

Yine de asıl iyi olarak aradığımız başka bir şey ve bu tür şeyler başka bir tarzda bulunur. Nitekim doğal huylar çocuklarda ve hayvanlarda da bulunur ve ustan bağımsız olunca zarar verici oldukları görülmektedir. Oysa doğal huylar us taşırlarsa eylem sırasında farklı olur ve huy doğal olmasına karşın, o zaman asıl anlamda erdem olur (Aristoteles, 2007: 1144b 5). Dolayısıyla, her iki düşünürün erdem anlayışlarında, akıl temel bir rol oynamaktadır.

Ne var ki Kant’ta olduğu gibi, Aristoteles’te de akıl, erdem için en temel belirleyici etken olsa da tek belirleyici etken değildir. Nitekim Aristoteles’in bir anlamda akıldan bağımsız ama erdeme uygun olan doğal huyları da “doğal erdem”ler olarak adlandırması ve insanın tam anlamıyla erdemli sayılabilmesi için duygularının da bu yönde (erdemli) olması gerektiğini belirtmesi, akılla birlikte duyguların da belirleyici olduğunu göstermektedir. Kant’ın da ahlaki duygudan söz etmesi, erdem ve duygu ilişkisiyle ilgili olarak Aristoteles ile aynı fikri savunduğunu gösterir gibi görünmektedir. Fakat Aristoteles’te duygular ve eğilimler erdem için bir hareket nedeni olabilirken (çünkü insanda akıldan önce erdeme yönelik bir eğilim bulunur), Kant’ta hiçbir duygu, erdem (ahlaklılık) için bir motivasyon sağlayamaz. Yani “Kant için eğilim, hakiki bir hareket nedeni değildir çünkü o, ödevin gerekli koşullarıyla uyum içinde olsun ya da olmasın, her zaman rastlantısal ve koşulludur” (Baxley, 2010: 37).

Ancak Aristoteles etiğinde: “Erdemler, yalnızca belirli bir tarzda eylemde bulunma değil, aynı zamanda belirli bir tarzda da hissetme eğilimleridir. Erdemli davranmak, Kant’ın düşündüğü gibi, eğilimlere karşı gelmek değildir; erdemin gelişmesiyle şekillendirilen eğilimlere uygun davranmaktır. Ahlaksal eğitim, bir “hissi eğitim”dir”

(Maclntyre, 2001a: 224). Kant, ahlaki bir duygunun olabileceğini söyleyerek bu noktada

Aristoteles ile hemfikir olsa da, daha önce de ifade edildiği gibi, Kant’ın aynı zamanda

“ahlak yasası”nın eğilimlere zarar vermesi sonucu ortaya çıkan acı duygusunun sadece a priori olarak bilinebileceğini ifade etmesi ve insanın her zaman eğilimlere ve duygulara olan yatkınlığını ahlaklılık için tehdit edici bir durum olarak değerlendirmesi genel olarak erdem (ahlaklılık) ve duygu arasında kurmuş olduğu karşıtlık ilişkisini açıkça göstermektedir.

Dolayısıyla fenomenal (duyusal) dünyadan gelen duygular ahlaklılığın genel olarak karşısında yer almaktadır. Böylece Aristoteles’in aksine, Kant etiğinde, erdem ve duygu ilişkisi, duygunun erdem için (aşılması gereken) bir engel olması şeklinde kurulduğu görülmektedir. Nitekim Kant’ın, erdemi genellikle ahlaki bir güç olarak insanın kendini sınırlaması, baskı altında tutması, kendine hakim olması (self-control) olarak tanımlaması da bunu doğrulamaktadır. Aristoteles, insanı ontolojik bütünlüğünde ele alarak erdem ve duygunun uyum içinde yer alabileceğini ifade eder; Kant ise, epistemolojik bakışının bir ürünü olarak, insanın sadece numenal (düşünsel) yanıyla temellendirilen bir etik yaparak, düşünsel yan ile duyusal yanın çatışmasına bağlı olarak erdem (ahlaklılık) ve duygu ilişkisini bu çatışma üzerinden değerlendirerek erdem ve duygu ilişkisini de bir karşıtlık ilişkisi olarak ele almaktadır.