• Sonuç bulunamadı

A. EMRİN TANIMI VE EMİRLE İLGİLİ TARTIŞMALI KONULAR

1. Emrin Tanımı

İsnevî’nin usûl kitaplarına402 bakanlar, onun emir lafzı (رملأا ) ile lafzın medlülü ve talebin kendisi arasına açık bir fark koyduğunu görürler. Emrin tanımında şunu dediğini görüyoruz: O, fiilin yapılmasını isteyen sözün kendisidir. Beydâvî’nin ‘Minhâcü’l-Vusûl’deki tanımı da buna tabidir.403

Tanımın mazmununu açıklamadan önce şunu diyor: O, mecazi olarak fiil, iş vb anlamlara kullanılan lafızdır. Musannifin zikrettiği ‘fiilin yapılmasını isteyen söz’ün hakikatidir’ tarifinden akla ilk gelen odur.404

İsnevî bundan sonra, Beydâvî’ye göre tanımın mazmununu açıklamaya başlıyor ve diyor ki: “Onun sözü emir ve başka şeyleri içine alır. Arap dilinde de veya başkasında da aynıdır. O, (lafız)dan evladır, sözden (لوق) farklı olarak mühmel ve müstamel gibi anlamlara da ıtlak edildiği için uzak cinstir. Ancak kelam (konuşma), farklı olarak, müfred ve mürekkebe ıtlak edildiği için sözden (لوق) daha özeldir. Doğrusu, emir lafzının kendisi müfred olsa da mefhumu mürekkebdir ve özel bir anlam ifade eder. Buradan ‘söz’

tabiri ile karine ve işaretler ile anlaşılan emrin, hakiki bir emir olmadığı anlaşılmaktadır.405

İsnevî’nin tanımda eksiklik olarak değinip eleştirdiği şeylerden biri de şudur: Biri ceza için şu şekilde diyebilir: Senden şunu istiyorum veya bunu sana yükledim, terkedersen sana ceza veririm. Bu, haber olmakla beraber ona ceza olur. Beydâvî’nin, lafızların taksiminde zikrettiği gibi, (vaz’) veya (zat) ile demesi gerekir.406

Bazı usûlcüler emrin tarifinde isti’la (ءلاعتسا) ve ulüv )ولعلا( veya ikisinden birini şart koştular. Örneğin mu’tezile isti’la’yı değil ulüv’ü şart koştu ve şeyh Ebû İshâk

402 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 377; İsnevî, et-Temhîd Fî Tahrîci’l-Furû Ale’l-Usûl, s. 264.

403 Beydâvî (Ö 691 h) emir lafzını şöyle tanımladı: O, fiilin yapılmasını isteyen sözün hakikatidir, iştirakin önüne geçmesi için gayrının hakikati değildir. Beydâvî, Minhâcü’l-Vusûl İlâ ʽİlmi’l-Usûl, s. 109.

404 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 377.

405 Bkz. İsnevî, et-Temhîd Fî Tahrîci’l-Furû Ale’l-Usûl, s. 264; İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 377.

406 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 377; İsnevî, et-Temhîd Fî Tahrîci’l-Furû Ale’l-Usûl, s. 265.

Şirâzî onlara tabi oldu.407 İsnevî, ulüv’ü şöyle tanımlar: Ulüv, isteyenin (emir verenin) daha yüksek mertebede olmasıdır, aynı seviyede olurlarsa eşitlik, daha aşağı olursa istek olur.408 Sonra isti’la’nın tarfine geçti ve dedi ki: İsti’la, tezellül ile olmakasızın yüksek sesle ve şiddetli bir şekilde istenmesidir. Hâsılı, ulüv konuşanın durumu iken, isti’la sözün durumudur. Ebü’l Hüseyn, ulüv’ü değil isti’la’yı şart koştu; Âmidî, ‘el-İhkâm’da ve

‘Münteha’s-Sûl’de, sonra da İbn Hâcib bunu doğruladı.409 İsnevî hemen bu iki şartın kritiğini yaparak şöyle dedi: O ikisini ifsad eder. Yani Allah Teâlâ’nın Firavun kıssasındaki “Ne dersiniz?”410 sözü, isti’la ve ulüv şartını ifsad eder. Emir, ‘istişarede söylenen söz’ anlamına ıtlak edildiğinden böylece isti’la ve ulüv’ün nefy edildiği malumdur. Ulüv açıktır, isti’la ise onların Firavun’u ilah kabul etmeleri nedeniyle istişare esnasında gerçekleştiği için (nefy olması). Şöyle denebilir: Bu, emrin, o sözde isti’la ve ulüv’ün şart olmadığına delalet eder, Arap dilinde ise böyle değildir.

“Gayrında hakikat değildir” ifadesi özel sözde emrin hakiki olduğu ispatlandığındadır. Beydâvî,411 emrin lafzının, lafzı müşterek olsa dahi gayrında hakiki olmayacağını söyledi, aslolan ise yokluğudur. Bize göre İsnevî, Beydâvî’nin seçtiği bu görüşü tercih ediyor.

Bazi fakihler dediler ki: O, özel söz ve fiil arasında ortaktır. Bu mezhebin delili Allah Teâlâ’nın buna ıtlak edilen şu sözü gibidir: “Emrimiz ancak tek bir emirdir.”412 yani “işimiz” demektir. Çünkü sözlü emir çekim ve anlam açısından farklıdır. Allah Teâlâ’nın şu sözü gibi: “Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildir.”413 yani işi, ıtlakta aslolan hakikattir. İsnevî bu istidlale şöyle cevap veriyor: Burada emirden maksat mecazi olarak iştir ve bu, lafzın müşterek olmasından evladır. Mecaz yönü, iş, söz ve fiilden daha geneldir. Onun söz diye tabir edilmesi, özel bir isim söyleyip geneli istemektir.414

407 Şirazi’ye göre emir: Birinden sözlü olarak bir işi yapmasını istemektir. Şîrâzî, Şerhü’l-Lümaʽ, s. 191-192. Bkz. ‘Ebû İshâk el-Şîrâzînin Usûl Düşüncesinde Emir ve Nehiy’, Tuba Erkoç Baydar, Usûl İslam Araştırmaları, 30 (2018), s. 31-54.

408 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 379.

409 Basrî, el-Mu’temed Fî Usûli’l-Fıkh, s. 49; Âmidî, el-İhkâm Fî Usûli’l-Ahkâm, c. 2, s.140; Âmidî, Münteha’s Sûli Fi İlmi’l Usûli, s. 100; Îcî, Şerhü’l-‘Adud Alâ Muhtasari’l-Müntehâ, s. 162.

410 Şu’arâ, 26/35.

411 Beydâvî, Minhâcü’l-Vusûl İlâ ʽİlmi’l-Usûl, s. 109.

412 Kamer, 54/50.

413 Hûd, 11/97.

414 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c..1, s. 381.

İsnevî’ye göre emir lafzı söylenip de herhangi bir karine ile yakınlığı yoksa akla ilk gelen sözden başka bir şey değildir,415 Ebü’l Hüseyn el-Basri farklı düşünür ve emir lafzının beş anlamı olduğu kanaatindedir:

Bir: Özel sözdür.

İki: Şey anlamındadır. Şöyle dememiz gibi: Köprü bir emirden hareket etti, yani bir şeyden.

Üç: Sıfat.

Dört: İş anlamındadır. Şu sözdeki gibi: Falancanın emri doğrudur.

Beş: Fiil/eylem.

Falancanın emri veya bu bir emirdir sözlerindeki gibi, herhangi bir karine olmazsa bu beş anlam arasında tereddüt ederiz. Bu tereddüt iştirakın alameti/simgesidir.416 İsnevî buna şöyle cevap verdi: Tereddüte düşüldüğünü kabul etmiyoruz, çünkü akla söz gelmektedir.

Talep ve irade arasında fark olduğuna şüphe yoktur. İş bunlarla ilgili olunca ve talep ve irade arasındaki benzerlikten dolayı bu farkı açıklamaya yer verilmesi önem arz etmiştir. İsnevî, talebin bedihi bir tasavvur olduğunu düşünür, yani açlık, susuzluk veya diğer vicdani duygular gibi onu bilmek için bir resim veya bizatihi başka bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Okuma yazma eğitimi almamış biri dahi bunlarla muhatap olduğunda aralarındaki farkı hemen idrak eder ve bu ibare/ifade ve iradeden ayrıdır. İbareden ayrılığı çünkü talebin anlamı birdir. Millet farklılığı ile de değişmez ancak ibareler milletlerin ve dillerin farklılıklarıyla değişik gösterir.417

Talebin iradeden farkına gelince: Mu’tezile418 buna muhalefet etti ve dedi ki: Talep iradedir. İsnevî dedi ki: Bize göre talep, iradeden başka bir şeydir, onlarda ise aynısıdır, yani; mürit olması dışında talip olması manasızdır.

İsnevî, Beydâvî’den, talebin iradeden iki yönüyle farklı olduğunu aktardı:

415 İsnevî, A.g.e. C 1, s. 382.

416 Basrî, el-Mu’temed Fî Usûli’l-Fıkh, s. 45-46.

417 İsnevî, Nihâyetü’s-sûl fî şerḥi Minhâcü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl, c. 1, s. 384.

418 Basrî, el-Mu’temed Fî Usûli’l-Fıkh, s. 54.

- ‘El-Mahsûl’de denildiği üzere Ebû Leheb gibi, Allah Teâlâ’nın iman etmeyeceğini bildiği kâfirin iman etmesi Allah Teâlâ’nın muradı olmamakla beraber ittifakla matluptur. Çünkü iman ve onun hali imkânsızdır, şayet iman etseydi Allah Teâlâ’nın ilmi cehalete dönerdi ki, bu mümkün olmadığına göre bize ve onlara göre O’nun iradesi doğru olmaz.419

- Sultan, efendiyi kölesini dövmekten kınar ancak efendi, kölenin emrine itaat etmediğini iddia eder ve onun isyankâr tavrını ortaya çıkarmak için sultanın huzurunda ona bir emir verirse bu emirle irade olmaz. Çünkü akıllı biri kendini yalancı çıkarmak istemez.420

İsnevî, ikinciye itiraz ederek şöyle dedi: Birisi, “akıllı kimse kendini yalancı çıkarmayı da talep etmez” diye itiraz edebilir. Ancak bu delil doğru olsaydı, iş, talepten ayrılırdı. Efendiden gelen emir siğasıdır, emrin kendisi değildir.