• Sonuç bulunamadı

A. Yeşilçam Sineması

III. 1990 SONRASI TÜRK SİNEMASINDA SANAT FİLMLERİ

3. Dokuz

Nereden geldiği, kim olduğu tam olarak bilinmeyen, sokaklarda yatıp kalkan Kirpi lakaplı genç ve güzel kadın, vahşi bir cinayete kurban gitmiştir. Polis, cinayetle ilgisi olduğu düşünülen altı kişiyi sorgular. Bunlar Firuz, Saliha, Salim, Tunç, Amerikalı ve Kaya’dır. Kirpi’nin cesedini bulan kişiyle Kaya’nın eski sözlüsünün de ifadelerine başvurulur. Sorgu sırasında mahalle sakinlerinin görünmeyen yüzleri, gizli ilişkileri ortaya çıkar. Cinayet geri planda kalır; anlatı, karakterlere ve onların çözülüşüne odaklanır. Neredeyse stereotip20 haline gelmiş karakterler filmde karşılığını bulur ve söylemleriyle kendilerini ortaya koyar. Karakterlere ve söylemlerine yakından bakmak film anlatısını çözümlemek bakımından yararlı olacaktır.

a) Karakterler

i) ‘Eski Solcu’ ve ‘Milliyetçi’ Genç

Sorgulananlar arasında seyircinin karşısında ilk olarak Salim çıkar. Sorgu odasındaki iskemlede elini yüzüne kapatmış, başı hafifçe öne eğik biçimde oturmaktadır. “Anlat!” emriyle beraber alaycı bir tavırla gülümseyerek anlatacağının pis bir hikâye olduğunu söyler, ses tonundan ve vurgularından hafif sarhoş olduğu sezilir.

Amorsuna yerleştirilmiş alıcıdan Salim’in aynadaki yansıması görülür

“Değişmiş buralar. Aynalı pencereler mencereler… Desenize küçük Amerika olduk”

der. Seneler önce aynı binada vücuduna elektrik verildiğinden söz eder.

Bir süre sonra başlangıçtaki alaycı tavrı kaybolur. Sakin, yumuşak ses tonuyla, bilge bir edayla konuşur. Mahallede kitapçı Salim olarak bilinse de artık

kırtasiyecilik yapmaktadır. Saliha onun için ‘pis bir komünist’, Tunç ‘eski solcu’, Firuz ‘çenesi kuvvetli, cazibeli bir adam’ gibi ifadeler kullanır. Konuşmalardan bilgi ve kültür düzeyi yüksek, aynı zamanda sözleriyle insanları etkileyen iyi bir hatip olduğu anlaşılır.

Uzun zamandır kendini dükkânına kapatmış, mahallenin gençleriyle ve esnaf arkadaşlarıyla sohbet etmeyi de bırakmıştır. Sürekli içki içmektedir. Durumunun sağlıksız olduğunun bilincindedir, ancak dış dünyaya artık tahammülü kalmamıştır.

Salim:“İnsan gençken, bu memleketin sahibi kim, bu pisliklerin arkasında kimler var, kimdir bu rezaletin müsebbibi, bilmez. Eğer bu memleketin sahibi kimdir bilmezsen, için rahat eder. Rahat rahat dolaşırsın. Cinayetlerinizi gördüm; gördüm de bir şey yapabildim mi? Hiçbir şey yapamadım… Gidecek yerim de yok, onun için hiç dışarı çıkmıyorum, hep dükkândayım. Her şeye uzaktan bakmak yetiyor…

Anlayacağımı anladım, bu sizin dünyanız… Madem o kadar çok istiyorsunuz alın hepsi sizin olsun…”

Salim’in sözleri genel olarak Türkiye’deki birtakım kirli ilişkilere ve bu ilişkilerin ardındaki iktidar sahiplerine yöneliktir. Başka türlü bir dünyaya ve başka türlü bir düzene inanan 68 kuşağının sol görüşlü diğer pek çok genci gibi, soruşturmalara, işkenceye maruz kalmış, hapis yatmıştır. Sonunda değişime dair umudunu kaybetmiş, bu dünyanın ‘başkalarına’ ait olduğunu kabullenerek kendi içine kapanmıştır. Polislere bakarak “Bu sizin dünyanız” der. ‘Siz’ ifadesini kullanmasının nedenini, Kongar’ın sağ terör odaklarının Türkiye’de ayrıcalıklı bir konumu açıklayan şu sözlerinden çıkarabiliriz: “Sağ şiddet eylemlerine katılan katillerin bir bölümü açıkta ve devletin gözü önünde eğitildi. Devletin çeşitli kademelerinden, ‘yardımcı güçler’ diye destek aldı” (Kongar, 2001: 215). Birand da meşru örgütlenme içindeki bazı kuruluşların iktidarda bulundukları sırada, cinayet örgütleriyle organik ilişkiler içinde olduklarını kaydeder (Birand, 1984: 45–46).

Suner (2002: 97) Tabutta Rövaşata’daki karakterlerin dışarının ayazına, şiddetine, hoyratlığına ancak bedenlerini uyuşturarak dayanabildiklerini, bu yüzdenden de alkole ve uyuşturucu maddelere sığındıklarını belirtmişti. Bu kez durum tersine dönmüş, Salim dış dünyada olup bitenlere dayanacak gücü kalmadığı için kendini küçük bir alana (dükkânına) hapsetmiş, onu kemiren düşüncelerden sıyrılmak için de beynini alkolle uyuşturmayı seçmiştir.

Tunç, ite kaka sorgu odasına sokulur “Ya ağabey delikanlı gibi giriyoruz işte, ne diye kaktırıyorsun ki?” der. ‘Delikanlılık’ söylemine ve argo kullanımına film boyunca devam edecektir. Sorgu odasındaki arkası görünmeyen aynalı camı inceler, polislere yılışık bir tavırla ‘ağabey’ diye hitap eder. Mahallede ‘it kopuk’ diye tabir ettiği kimseleri barındırmadıklarını söyleyerek kendilerini ‘yaşadıkları mekânın hâkimi ve koruyucusu’ olarak gören bir gruba dâhil olduklarını ortaya koyar.

Mahallede herkes tarafından sevildiğini, ‘milliyetçi’, ‘fedakâr’, ‘yardımsever’,

‘delikanlı’ biri olduğunun tüm mahalle sakinleri tarafından doğrulanacağını iddia eder. Oysa Saliha onu ‘haytanın, münasebetsizin teki’ diye tanımlar. Mahalledeki tüm pisliklerde onun parmağı olduğunu, cinayete de soyguna da karışabileceğini söyler. Daha önce araba çaldığını anlatır.

Tunç, cinayetle suçlandığında, zengin bir ailenin kızıyken ‘eroinden kafayı yiyip sokağa düşmüş’ üstelik boynunda taşıdığı kolyeden anladığına göre Yahudi olan Kirpi’nin, ‘geberip gitmiş’ ya da ‘birilerinin onu halletmiş’ olduğunu söyleyerek genç kadını ve vahşi cinayeti önemsizleştirmeye çalışır. Cinayetin işlendiği gece Kaya, Firuz ve Kirpi’yle yaşananların ortaya çıkmasından da korkmaktadır.

Kadınlar ve onlarla girdiği ilişkiler hakkında çirkin, argo ifadeler kullanır:

“Sultanahmet’ten gâvur kaldırmıştım, Karaköy’de istesen bedava verecek karılar var, dünyanın karısına takmışım ağabey …” Amerikalı diye anılan kişinin Kirpi’yi cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığını iddia eder. ‘Milli olmak’ diye ifade ettiği ilk cinsel deneyimini de para karşılığında yaşamıştır. Kadınlara karşı ‘cinsel ihtiyaçları tatmin eden varlıklar’ gibi hastalıklı bir bakışı vardır.

Salim, mahallede yıllar önce işlenen bir davulcu cinayetini anlatır. Cinayeti işleyen kişi Kamil, alkolik ve kumarbazdır. Kumar borcu yüzünden cinnet geçirmiş, eşini ve çocuklarını öldürmüştür. Kendisini de vurmak üzereyken yoldan geçen davulcuyla tartışmış, tabancasıyla onu da vurmuştur. Tunç’un karakterini ortaya koyması bakımından, Kamil’e ve cinayete bakışı ilginçtir. Kamil’in kimseye el kaldırmayan, ‘delikanlı’ biri olduğunu, hiçbir şeyden korkmadığını, sıkıntılarını dışa vurmadığını, onu eşinin delirttiğini söyler; sabahlara kadar rakı içmesini ‘erkeklik’ ve

‘delikanlılıkla’ ilişkilendirir. Alkolik, kumarbaz kendi çocuklarını ve eşini öldürecek kadar gözü dönmüş birini göklere çıkarmaktadır.

Salim’in ‘eski solcu’ olduğunu, ‘milliyetçinin hası ağabey’iyle gençliklerinde karşılıklı bıçak çektiklerini anlatır. Sözlerine “Salim Ağabey de komünisttir filan ama muhabbetli adamdır. Zaten artık komünist momünist, öyle sağcı solcu kalmadı.

Modası geçti o işlerin, hepimiz Türk’üz şurada” diyerek devam eder.

Türkiye’de özellikle 12 Eylül askeri darbesi21 ile başlayan sistemli depolitizasyon süreci sonucunda, toplumun diğer kesimleri gibi gençler de siyasetten uzak tutulmuştur. Tunç da bu bağlamda sağ ve sol görüşleri ‘modası geçmiş işler’

olarak algılamaktadır. Milliyetçiliği ise, alt–kimlikleri, etnik ve kültürel farklılıkları, değişik siyasal yaklaşımları yok sayan bir grubun içindedir.

Ahmet Taner Kışlalı milliyetçiliğin iki ayrı ucunu şu sözleriyle açıklar:

“(...) Milliyetçilik, aynı topraklar üzerinde benzer koşulları paylaşan insanların, dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinmelerini karşılayan bir ideolojidir. Toplum içinde çıkar çatışmalarına alet edildiğinde tutucu, toplumun dışa karşı ortak yararlarını savunmak için kullanıldığında ilericidir. Başka bir deyişle, toplumdaki bir kesimin başka bir kesimi sömürmesini gözden saklamak ve kolaylaştırmak amacıyla kullanıldığında tutucudur; ama o toplumun başka toplumlar veya başka toplumların içindeki bir kesim tarafından sömürülmesine karşı başvurulduğunda ilericidir (Kışlalı, 1998: 118).

21 Nuri Sefa Erdem 12 Eylül’ün Yasama Organı Haki Meclis (2005) adlı yapıtında depolitizasyon süreciyle ve Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili önemli ipuçları veren, darbenin bilânçosunu 12 Eylül 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden alıntılayarak şöyle sıralar: * TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu. * 650 bin kişi gözaltına alındı. * 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. *Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. * 517 kişiye idam cezası verildi. * Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 Asala militanı). * İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. * 71 bin kişi eski Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163.

maddelerinden yargılandı. * 98 bin 404 kişi hakkında ‘örgüt üyesi olmak’ suçundan dava açıldı. * 388 bin kişiye pasaport verilmedi. * 30 bin kişi ‘sakıncalı’ olduğu için işten atıldı. * 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. * 30 bin kişi ‘siyasi mülteci’ olarak yurtdışına gitti. * 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. * 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi. * 937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı. * 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. * 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. * 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. * Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. * 31 gazeteci cezaevine girdi. * 300 gazeteci saldırıya uğradı. * 3 gazeteci silahla öldürüldü. * Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. * 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. * 39 ton gazete ve dergi imha edildi. * Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. * 144 kişi cezaevlerinde kuşkulu bir şekilde öldü. * 14 kişi açlık grevinde öldü. * 16 kişi ‘kaçarken’ vuruldu. * 95 kişi ‘çatışmada’ öldü. * 73 kişiye

Tunç (ve onun temsil ettiği kişiler) milliyetçiliği böylesi tutucu bir çerçevede algılamaktadır. Tunç’un görüşlerini temellendirecek herhangi bir bilgi ve kültür birikimi olmayışı, Salim’in kitap okuyuşunu kitapların kendi dükkânında bulunmasıyla ilişkilendirişinden, kitapları maç bileti fiyatına denk geldiği için alamadığını açıklamasından bellidir.

Dalgalanan Türk bayrağı görüntüsüne, güneş ve güneş ışınlarının yansıdığı deniz görüntüsü fon oluşturur. Ardından Tunç görüntüye gelir.

Tunç: Gençliğinde bir hata yapmış (Salim’den söz ediyor). Ama sonradan anlamış yanlışını. Neymiş efendim, ‘bu düzen değişecek’. Nereye değişiyor kardeşim! Ezan susmaz, bayrak inmez, bu vatan hepimizin! Bu vatan bizim! Bu vatanı seveceksin, sevmiyorsan gideceksin!

Filmin kurgusunda Salim’in ‘memleketin sahibi’ne ilişkin sözleriyle yukarıdaki konuşmalar paralel biçimde kurgulanmış, anlamlı bir bütünlük yaratılmıştır. Karşıtlıkların altını çizmek açısından sözleri yinelersek:

Tunç: Gençliğinde bir hata yapmış. Ama sonradan anlamış yanlışını. Neymiş efendim, ‘bu düzen değişecek’. Nereye değişiyor kardeşim! Ezan susmaz, bayrak inmez, bu vatan hepimizin!

Salim: İnsan gençken, bu memleketin sahibi kim, bu pisliklerin arkasında kimler var, kimdir bu rezaletin müsebbibi, bilmez.

Tunç: Bu vatan bizim!

Salim: Eğer bu memleketin sahibi kimdir bilmezsen, için rahat eder. Rahat rahat dolaşırsın.

Tunç: Bu vatanı seveceksin!

Salim: Cinayetlerinizi gördüm; gördüm de bir şey yapabildim mi? Hiçbir şey yapamadım…

Tunç: Sevmiyorsan gideceksin!

Salim: Gidecek yerim de yok, onun için hiç dışarı çıkmıyorum, hep dükkândayım.

Her şeye uzaktan bakmak yetiyor… Anlayacağımı anladım, bu sizin dünyanız.

Madem o kadar çok istiyorsunuz, alın hepsi sizin olsun…

Eşitliksiz toplum düzenini değiştirme isteği hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan Tunç, ezanın susmayacağı, bayrağın inmeyeceği gibi, Salim’in arzuladığı dünyayla hiçbir ilişkisi bulunmayan, mensup olduğu çevrelerin sloganlaştırdığını sözleri kullanır. Salim, ona göre yanlışını anlayıp hatasından dönen bir kişidir; oysa

var olan kirli ilişkiler karşısındaki çaresizliği onu dünyadan ve ideallerinden uzaklaştırmıştır. Tunç’un ‘milliyetçinin hası ağabeyi’ Almanya’da yaşarken, Salim dört duvar arasında, değişme umudu kalmayan düzenin ağırlığını yüreğinde hissetmektedir.

Filmde Tunç’un karakterinin şekillenişinde etkili olan iki temel etken de anlatı içinde verilir: alkolik babasının dayakları, ağabeyinin siyasi eğilimi. Salim, Tunç ve Kaya’nın ailevi nedenlerle birer kabadayıya, kâbusa dönüştüğünü üzülerek anlatır. Tunç ise, belki de onu en iyi tanımlayan kabadayı kavramını kabul etmez.

Sürekli ‘erkeklik’ ve ‘delikanlılık’ söylemini kullanır. Kaya’nın anlattıklarından öğrendiğimize göre, başta sinirlense de işin içinde para olduğunu öğrenince Firuz’la cinsel ilişkiye girmeyi kabul etmiştir. Ne anlama geldiği tam olarak anlaşılamayan ‘delikanlılığın’ kırılgan bir kavram olduğu ortadadır.

ii) Anaç Kadın

Saliha sorgu odasında “Anlat!” emrine karşılık “Ne anlatayım evladım?

Anneyim ben işte, ana… Herkes anaları sever, herkes anaları sayar. Siz analık nedir bilir misiniz?” sözleriyle karşılık verir. Firuz ve Salim de ifadelerinde onun anaç karakterini ön plana çıkarır.

Annelik akla sevgi ve şefkat kavramlarını getirse de, Saliha vahşi bir cinayete kurban gitmiş genç kadın hakkında, onun gibi ‘pis mahlûkların’, ‘meczupların’,

‘sokak köpeklerinin’ her gün sinek gibi öldüğünü, polisin böyle ‘önemsiz’ bir olayla uğraşmasına bile değmeyeceğini söyler. Tunç da cinayetle ilişkisi olup olmadığı sorulduğunda benzer biçimde Kirpi’yi ve olayı önemsiz kılmaya çalışmıştır. Tunç’un kendisini, Saliha’nın da oğlu Kaya’yı korumak amacıyla bu tarz bir yol izledikleri

düşünülebilir. İlginç olan nokta bu tarz bir söylemle polisi etkileyip cinayeti ‘sıradan bir vaka’ gibi gösterebileceklerine dair basit ve ortak bir mantığı paylaşmalarıdır.

Saliha kuzuların, tavukların kesilmesine bile dayanamayacak kadar duyarlı olduğunu, cinayetle hiçbir şekilde ilişkisinin bulunmadığını, ‘gariban Yahudi’den kimin ne istemiş olabileceğini anlamadığını söyler, Kirpi için iyi dileklerini belirtir;

genç kadın hakkında kısa bir süre önce söyledikleriyle çelişir. Tunç için olumsuz ifadeler kullanır, onun geçmişte işlediği bir araba çalma suçunu anlatarak bir anlamda şüpheleri genç adamın üzerinde yoğunlaştırmaya çalışır. Konu oğlu Kaya’ya gelince, ondan sevgiyle söz eder, hatta çıkarıp resmini gösterir. Oğlunun bir süredir eve gelmediğini, sözlüsüne gitmiş olabileceğini söyler. Oysa kadının (sözlünün) ifadesine başvurulduğunda, aralarındaki ilişkinin çoktan bittiği, bir yıldır görüşmedikleri ortaya çıkar.

Saliha ifadesi ilerledikçe, Kirpi hakkında merhametli sözler söylemeyi tekrar bırakır. Onun Amerikalıyla bile düşüp kalkan bir pislik, tekinsiz ‘cinlere karışmış’

biri olduğunu söyler. Salim’in ‘mahallemizin güzel bir süsü’ diye nitelediği, kimseye zararı dokunmayan Amerikalı hakkında da olumsuz düşünceleri vardır. Sıra dışı hayatlar süren, farklı olan insanlara karşı toplumdaki genel, önyargılı, kuşkucu, olumsuz bakışı yansıtır. Ortada hiçbir neden yokken Amerikalının katil olabileceğini öne sürer. Ona göre Kirpi’nin öldürülmesiyle mahalle bir pislikten kurtulmuştur.

Polislerden Amerikalıyı hapse atmalarını ya da akıl hastanesine kapatmalarını ister.

Böylece mahalle ‘temizlenecektir’. Amerikalıyı konuşturmak için, ona sıkı bir dayak atmalarını polislere önermeyi de ihmal etmez.

Çocuklarını ve eşini öldüren, alkolik, kumarbaz Kamil’i, içinde bulunduğu duruma düşürenin eşi olduğunu öne sürer. Tunç’la söylemleri bu noktada da

örtüşmektedir. Saliha, Tunç’tan da ileriye giderek kadın hakkında aşağılayıcı çirkin sözler sarf eder. Bir kadının (kendini en başta ‘annelik vasfıyla’ tanımlayan Saliha’nın), alkolik kumarbaz kocası tarafından öldürülmüş diğer bir kadına karşı, akıl almaz nefreti ile karşı karşıya kalırız. Saliha, ataerkil zihniyeti öyle özümsemiştir ki ‘erkekten çok erkekçi’ bir bakış açısını ortaya koyar. “Erkeği rezil de eden, vezir de eden kadınıdır” der. ‘Kadını’ sözcüğü erkeğe aidiyet belirtirken, cümlenin tamamı, kadını erkeğin hayatında araçsal bir konuma yerleştirir. Davulcu cinayeti konusunda Tunç ve Saliha’nın söylemlerinin örtüşmesi, erkek egemen anlayışta birleşmelerinden kaynaklanmaktadır.

Saliha, Salim hakkında soru sorulduğunda başlangıçta hatırlamamış gibi davranır. Salim’in gençleri okumaya özendirmesini, bilinçlendirmeye çalışmasını

‘zehirleme ve fitne fesat’ olarak algılamaktadır. Dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden Dostoyevski’nin adını dahi söyleyemeyişi ve onu ‘sakallı Rus pezevengi’ olarak tanımlayışı eğitim görmemiş olduğunun göstergesidir. Oğlunu Ecinniler romanını okuduğu için azarlamış, kitabı çöpe atmıştır. Kaya’nın eğitimine üniversitede devam etmeyip serseri oluşunu Tunç’la arkadaşlığına bağlar. Kaya’ya babası öldükten sonra (aslında babası Salim’dir, babası olarak bilinen kişi de ölmemiş evi terk etmiştir) ‘kadın haliyle’ hem analık hem babalık ettiğini, ‘kadın başına’ kaldığı için Kaya’yı okutamadığını söyler. Kadınlığı güçsüzlükle, sınırlılıkla ilişkilendirdiği bu sözlerden de anlaşılmaktadır.

Oğlunun Kirpi’yi öldürmüş olabileceği düşüncesine çok sinirlenir. Polise sert bir şekilde çıkışır. Tunç ve Amerikalıdan sonra bu kez de cinayeti Salim’in üzerine yıkmaya çalışır. Salim tüm bildiklerini anlatınca, sinirlenir, ona hakaretler yağdırır.

Kaya, Kirpi’yi öldüren kişinin Salim olduğuna dair bir senaryo uydurur.

Salim suçlamayı reddeder, cinayet gecesi gördüklerine Saliha’nın da şahit olduğunu söyler. O gece Saliha, Kaya’nın uygunsuz arkadaşlıkları konusunda Salim’den yardım istemek için yanına gitmiştir. Bu bilgi, karakterlerin gizledikleri tüm gerçeklerin açığa çıkması sürecini başlatır.

Salim ve Saliha gençliklerinde bir aşk yaşamış, Salim ‘daha mühim meseleler’ olarak gördüğü idealleri uğruna Saliha’yla kaçmayı reddetmiştir. Saliha kendinden çok yaşlı bir adamla evlendirilmiş, bu yıllarda Salim ise üniversite eğitimi almak için Ankara’ya gitmiştir. Bir yaz, Salim ve Saliha buluşarak birlikte olurlar.

Kaya da Salim’in oğludur, ancak bu durumu Saliha’nın kocası da dâhil olmak üzere hiç kimse bilmemektedir. Saliha, Salim’e mektup yazarak bir oğlu olduğunu söyler, ancak Salim gençliğinde ona inanmaz. Film süresince mazbut, sıradan bir ev kadını olarak algılanan Saliha’nın görünmeyen yüzü ortaya çıkar. Büyük bir aşk yaşamış, aşkıyla birlikte olmasına ve onun çocuğunu doğurmasına aile baskısıyla gerçekleşen evliliği bile engel olamamıştır.

Saliha, anaç karakteriyle ön plana çıkarılsa da Yeşilçam’ın annelerine pek benzemez. Çocuğunu korumak içgüdüsüyle de olsa elinde hiçbir kanıt olmaksızın, Tunç’u, Amerikalıyı, hatta Salim’i katil olmakla suçlar. Üstelik olay gecesi yaşananları en yakından bilen kişilerdendir. Feci şekilde öldürülmüş Kirpi ve Kamil’in eşi hakkında aşağılayıcı, çirkin sözler kullanır. Bir başka erkekle evliyken Salim’le birlikte olmuş; onun çocuğunu doğurmuştur. 9, Yeşilçam filmleri gibi anneliği, ‘mutlak iyilik’, ‘saflık’, ‘temizlik’ gibi kavramlarla özdeş bir model olarak sunmaz.

iii) Gizli Eşcinsel ve Harcanmış ‘Parlak’ Çocuk

Firuz, sorgu odasındaki iskemlede tek başına oturmaktadır. Polislere titreyen, korku dolu ses tonuyla karanlık yerlerde beş dakikadan fazla kalamadığını söyler.

Birilerinin konuşması için yalvarır. “Ya ben evli bir adamım, iki tane çocuğum var, aile babasıyım, ben mazbut bir insanım. Beni ne getirdiniz buraya, ben ne yaptım, benim burada ne işim var, benim burada ne işim var? Allah aşkına ya!” diyerek kimliğini ailesiyle ve baba oluşuyla açıklar. Mahallelerinden ve mahalle sakinlerinden sevgiyle söz eder, herkes tarafından sevildiğini, fotoğrafçı olduğunu anlatır. Ardından ağlamaklı bir ses tonuyla orada bulunuşuna bir anlam veremediğini, Kirpi cinayetiyle hiçbir ilgisi olmadığını söyler. Bir an önce ne soracaklarsa cevaplayıp oradan gitmek istemektedir.

Ona göre böyle bir cinayetin bir insan elinden çıkması mümkün değildir.

‘Sert çocuk’ olmakla birlikte, Tunç’un Kirpi’yi öldürmüş olamayacağını, Kaya’nın ise çok iyi, herkes tarafından sevilen, esprili, cana yakın bir genç olduğunu anlatır.

Kaya’nın nerede olduğu sorulduğunda onu bir haftadır görmediğini, nerede olduğunu hiç bilmediğini söyler. Soru ısrarlı bir şekilde devam edince sesi titremeye başlar, beden dili korkusunu ele verir.

Firuz, Kirpi’yi meleğe benzetir, Amerikalının gençliğinde ne kadar yakışıklı ve bakımlı bir adam olduğunu anlatır. Tunç ve Saliha’nın kötü sözlerine karşılık, Kamil isimli adamın öldürdüğü eşi hakkında çıkan dedikoduları da yalanlar. Kadının aklı başında, doğru dürüst, ancak ezik ve bakımsız biri olduğunu anlatır. Salim’in gençliğinde mahalledeki kızların gözdesi olduğundan, iyi bir hatip olduğu için insanları etkilediğinden, bilgi ve kültür düzeyinin yüksekliğinden söz eder. O

mahallede sıkışıp kalmış olmasa Salim’in yazar ya da gazeteci olabileceğine inanmaktadır.

Kimseye karşı saldırgan, kötü ifadeler kullanmaz, izleyicide sevecen iyi yürekli bir adam izlenimi bırakır. Ancak Salim bildiklerini polise açıkladıktan sonra tavrı değişir. Salim’in alkolik olduğunu söyler. Salim, Kaya ile Firuz arasındaki gizli ilişkiyi açıklayınca, sinirden deliye döner; sözleri yalanlayarak Salim’e hakaretler yağdırmaya, hatta onu cinayetle suçlamaya başlar.

Filmin büyük bir bölümünde adı geçen, ancak nerede olduğu izleyici tarafından bilinmeyen Kaya, aslında polis tarafından yakalanıp sorguya çekilmiştir.

Annesinin, Salim’in ve Firuz’un ifadelerinden anlaşıldığına göre, çocukluğunda sessiz sakin, okumaya meraklı biridir. Tunç gibilerle arkadaşlık etmesi, hayatını eğitimsiz, dar görüşlü annesiyle geçirmesi gibi etkenler çok zeki bir genç olmasına rağmen, üniversiteye devam etmesini engellemiştir. Firuz’un kamerası ortaya çıkınca Kaya, Salim’in katil olduğu yönündeki ifadesinin yalan olduğunu açıklayarak hikâyeyi en başından anlatır. Firuz’la aralarındaki ilişkiyi ve Firuz’un el kamerasıyla çekilmiş görüntülerin nerede, nasıl yaşandığını ayrıntılarıyla açıklar. Bunun üzerine Firuz ağlamaya başlar, çocuklarından bahseder, Kaya’nın nasıl olup da böyle

‘terbiyesiz’ şeyler anlattığına inanamadığını söyler.

Kaya da Tunç’unkine benzer bir ‘delikanlılık’ söylemi kullanır. Firuz’la olan ilişkilerini de bu ‘kılıfa’ sokmak için: “ Tabi sonuna kadar delikanlıyız ağabey. Ama bir arkadaşımız bizden bir şey istemiş, hayır mı diyeceğiz? Hem arkadaşımızı erkekçe memnun ediyoruz, hem de harçlık çıkarıyoruz bunun neresi kötü?” der.

Eşcinsel ilişkide aktif konumda bulunmanın, ‘erkekçe’ bir yol olduğu iddiasındadır.

Üstelik bunun para karşılığında yapılmasını da ‘harçlık çıkarmak’ olarak tanımlayarak normalleştirmeye çalışır.

Firuz, filmin sonlarında çözülür, eşcinsel olduğu yönündeki iddiaları yalanlamaktan vazgeçer. Özel bir çekmecede Kaya’nın çocukluğundan beri çektirdiği tüm fotoğraflarla beraber, ikisinin ‘özel’ fotoğraflarını da sakladığını açıklar. Kaya, onun sözlerine göre, hayatında gördüğü en yumuşak başlı, en anlayışlı ve en duyarlı çocuktur; Tunç gibi kişilerle arkadaşlığı, onu değiştirse de yalnız kaldıklarında bambaşka biridir. Eğer Kaya’nın onu seveceğini bilse, onunla birlikte dünyanın öbür ucuna gidebileceğini söyler, bu sözleri söylerken gözleri dolar.

Kaya’yı kurtarmak için cinayeti üstlenmeye bile hazır olacak kadar âşıktır ona.

Selçuk Budak, eşcinselliği “Temel cinsel, duygusal, fiziksel ve sosyal ilgisi ve haz arayışı kendi cinsine yönelik olan” sözleriyle tanımlar. Bazı kaynaklarda geçen “Cinsel tercihini kendi cinsinden yana kullanan” ve “Cinsel nesne olarak kendi cinsinden birini seçen” gibi ifadelerin yanlışlığına dikkat çeker. Çünkü eşcinselliğin bir tercih olup olmadığı tartışmalıdır. Genetik yapı, hormonlar, yetiştirme tarzı, erken dönem yaşantılar vb. gibi etkilerin önemli rol oynadığı düşünülen cinsel yönelimin, çok erken yaşlarda oluştuğuna inanılır. Bazı çevreler, özellikle kendilerini ‘cinsel azınlık’ olarak tanımlayanlar cinsel yönelim yerine, cinsel tercih terimini kullanmaktadırlar. Bunun bir ‘tercih’ olduğu fikrine karşı çıkanlar ise, kişilerin cinsel kimliğin gelişimini kontrol edemeyeceğini, çünkü kişinin örneğin kendisini erkek ya da kadın olarak hissetmesinin genetik, hormonal vb. etkenlerden kaynaklandığını ve başka türlü hissetmesinin de mümkün olmadığını, bu nedenle de ‘tercih’in yanıltıcı bir terim olduğunu savunurlar (Budak, 2000: 172, 275).

İster tercih, ister kişinin elinde olmayan etkenlerin yarattığı bir durum olsun, eşcinsellik Türkiye’de olduğu gibi pek çok geleneksel ülkede ya da tutucu kişiler tarafından, reddedilen, nefret uyandıran, karşı çıkılan ‘sapkın davranış’ olarak algılanan bir olgudur. Bu nedenle genellikle eşcinseller, duygularını, arzularını ve cinsel hayatlarını gizli saklı yaşamak durumunda kalır. Firuz karakteri de cinsel kimliğini gizlemekle kalmamış, bir kadınla evlenerek iki çocuk sahibi olmuştur.

Gerçek cinsel yönelimini ‘iki çocuk babası mazbut erkek’ kılıfı altında saklamış, âşık olduğu Kaya’yla birlikte olabilmek içinse maddi imkânlarını kullanmıştır.

iv) ‘Öteki’ler

Filmin diğer karakterleri sıra dışı hayatlar süren Amerikalı ve Kirpi’dir.

Amerikalı yıllarca Amerika’da yaşadığı için, mahallede bu takma adla bilinmektedir.

On üç yıl Amerika’da kaldıktan sonra, annesinin hastalığı yüzünden Türkiye’ye dönmüş, bundan sonra Salim’in deyişiyle ‘hepimiz gibi’ akıl sağlığını yitirmiştir.

Amerikalı sahip olduğu tüm malları sattıktan sonra, kendi yaptığı kulübede yaşamaya başlamıştır. Temizlikten eşya taşımaya, inşaat işçiliğine kadar her türlü işi yaparak geçinir. Sorgu odasına girdiğinde aynalı pencerede saçlarını düzeltir. Kirpi’nin öldürülüşünü açıklamak için, filmin ana temalarından biri olan şiddeti özetleyen

“Born to be wild” (Vahşi olmak için doğmak) şarkısını söyler. Kirpi’yle yakın bir ilişkileri vardır, birlikte içki içip sohbet ederler. Onun nereden geldiği, kim olduğu, neye inandığı gibi soruları yanıtlayamaz. Çünkü bu tür şeylerle ilgilenmemiş, uçaklardan, trenlerden, yabancı ülkelerden ve seyahatlerden konuşmuşlardır.

Tunç’un sandığı gibi genç kadını cinsel bir varlık olarak da görmez.

Hayvanları çok sever, Tom adını verdiği köpeğe ve yavrularına bakmakta, yemeğini onlarla paylaşmaktadır. Tom’un araba çarpması sonucu öldürülüşü onu çok

Benzer Belgeler