• Sonuç bulunamadı

Doğu Eksenli Sömürgecilik AnlayıĢı

B) DOĞU-BATI ÇATIġMASININ TARĠHSEL TEMELLERĠ VE GÜNÜMÜZE

6. Sosyokültürel YaĢam KoĢulları

2.2. Siyasi ve Ekonomik ÇatıĢmalar

2.2.2. Doğu Eksenli Sömürgecilik AnlayıĢı

“Arap-İslam âleminin modernlik yanlısı seçkinleri, kuşaklardan beri, bu çözümsüz sorunu boşuna çözmeye uğraşıyorlardı: Cava'dan Fas'a kadar ülkelerine hükmeden ve kaynaklarını denetim altında tutan Avrupalı güçlerin hegemonyasına boyun eğmeden nasıl Avrupalılaşabilirlerdi?” (Maalouf, 2017b: 76).

Doğu coğrafyası, gerek yer altı kaynakları itibariyle gerekse de ticari bağlamdaki coğrafi konumu itibariyle Batılı emperyal güçlerin hedefinde olan ve sömürülecek alan vasfı taĢımaktadır (Çulha, 2014: 230). Bu sebepledir ki Batılı güçler, kendi bünyelerindeki birçok Ģirketle Doğu topraklarında faaliyete geçmiĢtir. Bölgedeki kalıcılığını sağlamak için çeĢitli yollara baĢvuran bu Ģirketler, özellikle bölge yöneticilerine verdikleri rüĢvetlerle dikkat çekmiĢtir. Ancak bu sayede rahat bir Ģekilde bölgedeki etkinliklerini sürdürebilmiĢler ve iktisadi bağlamda bölgeyi sömürmeyi baĢarmıĢlardır. Bu duruma dikkat çeken Ma‟luf, açgözlü Batılı sömürgecileri Ģu Ģekilde aktarmaktadır:

“Batılı güçlerin siyaseti, genel olarak, açgözlü şirketler, sömürgelerde yaşayan ve ayrıcalıklarını kaptırmak istemeyen Avrupalılar tarafından belirlenmekteydi ve bu siyaset için „yerliler‟in ilerlemesinden daha korkutucu bir şey yoktu. Arada sırada, kendi yurdundan gelen bir siyasetçi başka bir siyaseti salık verirse, onu etki altında bırakmaya, ona rüşvet vermeye, gözünü korkutmaya çalışılıyordu; ayak direrse, kendisini görevinden almanın yolları aranıyordu; hatta idealist olarak değerlendirilen bir

67

memurun gizemli biçimde öldürüldüğü bile olmuştu” (Maalouf,

2017b: 49).

Doğu bağlamında küresel sömürgeciliğin temel kaynağı olarak ilk karĢımıza çıkan olgu petrol olarak dikkat çekmektedir. Batılı güçler tarafından özellikle Arap coğrafyasından çeĢitli ticari iĢleyiĢlerle elde edilen petroller bölgeye iktisadi zeminde birçok getiri katmıĢtır. Fakat bununla birlikte diğer yandan Doğu profilindeki Arap kimliği temsiliyetinin temel dinamiklerini bozmuĢtur. Petrolle birlikte Araplar, birdenbire iktisadi geliĢmeleri hızla yükseliĢe geçti ve beraberinde petrol sarhoĢluğundan müsebbip olarak “Doğu israflığı” olgusu gün yüzüne çıkmıĢtır. Bu sarhoĢlukla birlikte iç savaĢların, rüĢvetlerin ve tembelliğin Doğu Arap profiline yerleĢmesiyle petrol, adeta bir lanet haline gelmiĢtir. Bu duruma dikkat çeken Ma‟luf, kahramanlar üzerinde Ģunları aktarır:

“Evet, doğru. Petrol, Ramzi ve benim için servet manasına geldi, ama Arapların toplamı açısından bir lanet oldu. Zaten bu söylediğim sadece Araplar için geçerli değil. Petrolün mutlu ettiği bir tek ülke biliyor musun? Hepsini gözden geçir. Petrol parası her yerde iç savaşlara, kanlı sarsıntılara yol açtı; kaprisli ve megaloman yöneticilerin öne çıkmasını kolaylaştırdı.

Sence niye?

Çünkü insanlar bir günde büyük paralara sahip oldular ve bunun için hiç çalışmak zorunda kalmadılar. Sonuçta, bir tembellik kültürü yaygınlaştı. Eğer senin yerine yorulacak birine para ödeme gücün varsa niye kendin yorulasın ki? O zaman da tamamı rantiyelerden ve tamamı, haydi köle demeyelim de uşaklardan oluşan nüfus toplulukları ortaya çıktı. Sence bununla ulus inşa edilebilir mi?" (Maalouf, 2012: 245).

Ma‟luf‟a göre kadim bir medeniyet tasavvuruna sahip olan Doğu coğrafyası, Batı karĢısında evrensel ahlak değerlerine sahip olma noktasında zafiyet göstermektedir. Tüm bunları Arap kimliği üzerinde yansıtan yazar, aslında Arap

68

devletlerinin içinde bulunduğu siyasi durumun bir göstergesi olarak ifade etmektedir. Çünkü birçok Arap devleti hala günümüzde kabile devleti vasfı ile yönetildiğinden birçok noktada açıklıkların ortaya çıktığı malumdur. Tüm bunlarla birlikte Doğu coğrafyasındaki bu bilinçsiz yönetim ve tavırlar yine kendi vatandaĢlarına ve Doğu kimliğine zarar veren bir unsur olarak Ģu Ģekilde ifade edilmektedir:

“Binyıl, üç yüzyıl ya da elli yıl öncesiyle karşılaştırıldığında, Batı'nın kimi alanlarda hâlâ devam eden, hatta hızlanan, göz alıcı ilerlemeler kaydettiği yadsınamaz. Oysa Arap âlemi bugün dibe vurmuş durumda; evlatlarını, dostlarını ve aynı şekilde tarihini utandırıyor” (Maalouf, 2017b: 39).

Ma‟luf, Arap âleminin bulunduğu bu duruma ilave olarak Batılı devletlerin bölgedeki mağduriyetlerin ilk olarak hissedildiği nokta toplumun en alt tabakasında yaĢandığını ifade eder. Onca savaĢ ve iĢgalin ardından kabile yönetimi halindeki Arap yöneticilerinin geliĢmelerden hiçbir Ģekilde etkilenmediğinin olanların yine en alt tabakaya zarar verdiğine dair tespitlerini Ģu Ģekilde dile getirir:

“Batı'nın hayasızlığı düşüncesinin benimsenmesi halinde, olaylar aynı oranda tutarlı biçimde açıklanabilir: Başlangıç olarak, bütün bir halkı yoksulluğa sürükleyen, diktatörün purolarına dokunmadan yüz binlerce çocuğun hayatına mal olan bir ambargo; ardından, kamuoyuna ve uluslararası kurumlara aldırmadan sahte bahanelerle kararlaştırılan ve petrol kaynaklarına el koymayı kısmen de olsa hedefleyen bir istila; Amerikalıların zaferinden sonra…” (Maalouf, 2017b: 24).

Ma‟luf, eserlerinin merkezinde Doğu ve Batı bloğunun çatıĢmasını daima Doğu Akdeniz Havzası üzerinden vermektedir. Bu coğrafyadaki aksaklıkları bütün Doğu bloğuna genelleyen yazar, olaylar karĢısındaki tavrı bir özeleĢtiri mahiyetinde yer almaktadır. Özellikle bu coğrafyadaki temel problemlerin hizip, ayrıcalık (tarafgirlik) ve rüĢvet olduğu üzerine dikkat çeken yazar, Doğu yönetimlerinde

69

demokrasinin sürekli olarak aksak yanlarının olduğu ve daima geçici bir iç barıĢla yaĢamların sürdürüldüğü üzerine adeta bir özeleĢtiri yapılmıĢtır:

“Bana, bizim Doğu Akdeniz böyledir, değişmez, hizipler, iltimas, rüşvet, edepsiz bir nepotizm her zaman olacak, buna alışmaktan başka bir seçeneğimiz yok deyip duruyorlar. Bütün bunları reddettiğim için de kibirli olmakla hatta hoşgörüsüzlükle suçlanıyorum. Ülkesinin bu arkaik yapıdan biraz olsun çıkmasını, yozlaşmanın ve şiddetin azalmasını istemek kibir sayılabilir mi? Üstünkörü bir demokrasi ve hep kesintiye uğrayan bir iç barışla yetinmek istememek kibir veya hoşgörüsüzlük diye algılanabilir mi? Eğer öyleyse kabul, günahı boynuma, ben kibirliyim ve onların faziletli tevekkülünü lanetliyorum” (Maalouf, 2017a: 63).

Doğu kimliğinde sadece Müslümanlar yer almamıĢtır. Burada yıllardır var olan diğer dine mensup insanlar da yaĢamlarını ve kültürlerini devam ettirmiĢler. Fakat çeĢitli sebeplerle buradaki Müslümanların yanı sıra gayrimüslimler de büyük zulümler yaĢamıĢlardır. Nitekim bu durum demokrasiden uzak olan Doğu yönetimleri altında Ģu Ģekilde aktarılmaktadır:

“Babamın kuzenleri, annemin kardeşleri ve daha genel anlamda tüm yabancılar ya da öyle kabul edilenler Mısır'dan apar topar ayrılmak zorunda kaldılar, tüm mallarını mülklerini de geride bıraktılar. Yunanlar, İtalyanlar, Yahudiler, Doğu Akdenizli

Hıristiyanlar... Fabrikalarına, topraklarına, mağazalarına,

bankalardaki hesaplarına el kondu. Her şeylerini kaybettiler”

(Maalouf, 2017a: 299).

Özellikle Ortadoğu‟da siyasi bağlamda Doğu-Batı çatıĢmasın ortamını hızlandıran ve sürekli olarak körükleyen Batı destekçisi olan ülke Ġsrail‟dir. Ġsrail, 1948 yılından günümüze gelene kadar bölgedeki geniĢleme çabası birçok savaĢa ve çatıĢmaya sebebiyet vermiĢtir. Bölgedeki Arap devletler için bir tehdit unsuru haline gelen Ġsrail, nüfusunun az olmasına karĢın önemli bir askeri güce sahip olması ve

70

ABD tarafından desteklenmesi sebebiyle izlediği politikalar kimi zaman kontrol edilemez bir hale ulaĢmaktadır. 1948‟den günümüze gelene kadar sırasıyla; “SüveyĢ SavaĢı (1956)”, “Altı Gün SavaĢı (1967)”, “Yıpratma SavaĢı (1969-1970)”, “Yom Kippur SavaĢı (1973)” ve 1978 yılından 1982‟ye gelene kadar Lübnan‟ı iĢgal etmesi olmak üzere 5 büyük savaĢa imza atarken Filistin‟e olana savaĢçı tavrı ve yaptığı zulüm ise halen devam etmektedir (Deniz, 2016: 132). Ġsrail‟in Filistin‟e yapmıĢ olduğu bu zulme dikkat çeken Ma‟luf, Ģunları ifade etmektedir:

“Yahudiler kitle halinde Filistin' e göç ediyorlar, orada yaşayanları kovup topraklara yerleşiyorlar, insanlar bir gün içinde vatansız kalıyor ve yarını yüzyılı aşkın bir süredir mülteci kamplarında yaşıyorlar” (Maalouf, 2017a: 318).

Bölgedeki Ġsrail‟in bu tavrının temel sebebinin Amerika‟nın vermiĢ olduğu destekten ve bölgedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını koruyabilmek olduğu algısı artık küresel bağlamda değerlendirilen bir husus olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bölgedeki savaĢtan memnuniyet duyan ABD, kendi çıkarlarını daha da değer katacağı yargısı ile Ġsrail‟in bölgedeki olumsuz tavrına dikkat çeken Ma‟luf, ABD tarafından iĢgal edilen Irak‟ta ne tür sorunların çıktığını Ģu Ģekilde aktarmaktadır:

“İşlerin bu hale gelmesinde Amerika ile İsrail'in bir

sorumluluğu yok mu, diye sorulabilir bana. Var, kuşkusuz; ama bu, Arap âlemi için, değersiz bir mazeret. Bugün gözümüzün önündeki Irak örneğini alalım yine. Amerikan işgalcilerinin istikrarsız tutumunun bu ülkede cemaatler arası şiddete katkıda bulunduğuna inanıyorum; hatta, böylesi bir ahlaksızlık bana dehşet verici gelse de Washington'daki ve birtakım başka yerlerdeki, ne türlü felaketlere yol açabileceklerini bilmeyen büyücü çıraklarının bu kan gölünden kendilerine çıkar sağladıklarını bile kabul edebilirim” (Maalouf,

2017b: 82).

Irak SavaĢı‟ndan sonra toplumun dini gruplar tarafından daha da bloklaĢtığının altını çizen yazar, esasen bu durumun tamamen ABD‟nin bir planı

71

olduğunun altını çizmektedir. Özellikle ġii ve Sünni topluluklar arasındaki çatıĢma ortamını hazırlayan ve hızlandıran ABD, Doğulu insan ölümünü sıradan bir olay haline gelmesinin temel sebebi olarak görüldüğü Ģu Ģekilde aktarılır:

“Şiiler ile Sünniler birbirlerine kimi zaman kuşkuyla bakıyorlardı bakmasına ama iki cemaat arası evliliklere sık rastlanıyor ve Irak trajedisinin artık sıradanlaştırdığı gündelik karşılıklı kıyımlar akıldan bile geçmiyordu” (Maalouf, 2017b: 36).

“Büyük Amerikan demokrasisinin Irak halkına bu şekilde

zehirli bir armağan verip tarikatçılığı benimsemesini

sağlaması utanç kaynağıdır, ayıptır. Bilmeden yapıldıysa, üzüntü vericidir; hayâsız bir hesapla yapıldıysa, suçtur” (Maalouf, 2017b:

71)

Ma‟luf, bu tespitlerinin ardından herkesin bu geliĢmeleri görmezlikten geldiğini ifade ederek Batının Doğu üzerindeki iĢgallerinde gerçek yüzünün hiçbir zaman direk olarak belirtilmediği eleĢtirisini de aktarmaktan geri kalmaz:

“Asıl gerekçelerinin intikam, açgözlülük, fanatizm, hoşgörüsüzlük, egemen olma isteği ya da muhaliflerini susturma arzusu olduğunu söylemek hiçbir liderin işine gelmez” (Maalouf,

2017b: 55).

Batı toplumunda bir vatandaĢ kimliği oldukça önemli bir noktada yer almaktadır. Bu sebepledir ki bir vatandaĢ için geliĢen diplomatik geliĢmelerin ne boyutta olduğu küresel bağlamda bilinmektedir. Batı kendi için değerli kıldığı vatandaĢını toplumsal boyutta temel insani ihtiyaçlarını karĢılama noktasında oldukça ileri seviyelerde iken Doğu toplumlarında halen temel yaĢam gereksinimlerini temin etme noktasında devletler sorun yaĢamaktadır. Bu durum da Batı toplumu karĢısında Doğu yaĢamlarını daha aĢağı seviyelere itmektedir. Bu olaya dikkat çeken Ma‟luf, Ģunları ifade eder:

72

“Ülken senin için ne yapabilir diye sorma, sen ülken için ne yapabilirsin, onu düşün. Milyardersen, üstelik kırk üç yaşında ABD başkanı seçilmişsen bunu söylemek kolay! Ama ülkende ne çalışabiliyor, ne tedavi olabiliyor, ne barınabiliyor, ne eğitim alabiliyor, ne özgürce oy kullanabiliyor, ne görüşlerini ifade edebiliyor, ne de sokaklarda dilediğin gibi dolaşabiliyorsan, falın F. Kennedy'nin bu meşhur sözü kaç para eder ki? Beş para etmez!”

(Maalouf, 2017a: 61).

Doğu kimliğindeki bu bozulan yapının esasen yöneticilerden kaynaklandığını ileri süren Ma‟luf, bütün çarpıklıkların sorumlularını “balık baĢtan kokar” ifadesiyle net bir Ģekilde ortaya koymaktadır. Ezan sesinin silikleĢtiğini, zekâtın ve yardımlaĢmanın asıl sahiplerine ulaĢmadığının tam aksine helale haram karıĢtırıldığının, kadın ve erkek cinsiyetin cinsel misyonlarının farklılaĢtığının altını çizen yazar, Doğu yöneticilerinin analizini adeta Ģu Ģekilde gözler önüne serer, böylelikle de adı teokrasi olan kimi dini yönetimlerin aslında ne kadar içlerinin boĢ olduğuna da vurgu yapar:

"Ulu Tanrı'nın gözleri sarayların kaim duvarları ardında, kadın şarkıcıların hukuk bilginlerinden daha dikkatle dinlendiğini, lavta sesinin ezan sesini bastırdığını, erkeklerin kadınlardan hem giysileri, hem de davranışları bakımından ayırt edilemediğini, gerçek inançlılardan toplanan paraların oyuncu kızların ayakları dibine atıldığını görüyor. Kardeşlerim, balık baştan kokar! İnsan topluluklarında da bu böyledir. Kokuşmuşluk baştan tabana doğru yayılır"(Maalouf, 2003: 44).