• Sonuç bulunamadı

Demokrat Partili Yıllar

Türkiye ekonomisi 1946’da devalüasyonun yanısıra dış ticaretin liberalleştirilmesi yönünde bir dizi önlem içeren büyük bir operasyondan geçmiştir.

Türkiye’nin IMF üyeliğine kabul edilmesi amacı taşıyan bu operasyon, neticesini 1947 yılında vermiştir. Ayrıca, 1947’de Marshall Yardım Programına girme hakkını kazanmaya yönelik hazırlanan bir rapor, devletçi dönemin önceliklerinin ters yüz edildiğini göstermiştir. Artık, öncelik tarımsal gelişmeye ve ihracatın desteklenmesine verilecek, devletin kaynakları pazarların genişletilmesi düşünülerek taşımacılık ve iletişim alanlarındaki altyapı yapımına kaydırılacak, mali kaynaklar da dış kredi yoluyla sağlanacaktır. Türkiye’nin Marshall programına kabul edilmesi ve 1948’de OECD üyesi olmasıyla birlikte yabancı sermaye konusundaki yaklaşımı da

267 Birtek, a.g.m., s. 163.

268 CHP’nin Seçim Bildirgesi için bkz: Süleyman Güngör, Muhalefette CHP, Ankara: Alternatif Yayınları, 2004.

269 Birtek, a.g.m., ss. 157-158.

değişmiştir. 1930’ların politikalarının tersine, Türkiye 1947’den itibaren yabancı sermaye konusunda gitgide daha liberalleşen yasaları yürürlüğe koymaya çalışmıştır.270 Daha öncesinde yabancı sermayeye mesafeli yaklaşılırken, bundan sonra mali kaynakların dış kredi yoluyla sağlanacağı yönünde politika değişikliğine gidilmiştir. Diğer bir takım gelişmelere de bakıldığında devletçilik dönemindeki önceliklerin arka plana atıldığı görülmektedir. Devletçilik politikaları belirlenirken, devletin bağımsızlığını güçlendirecek bir ekonomik düzen olması da tercih edilmesinde etkili olmuştur. 1948’lerde Osmanlı’dan devralınan borçların taksitlerinin ödenmesine devam edildiği düşünüldüğünde, ek olarak yeni borçlanmalara gidilecek olması, devleti dışarıya bağımlı hale getirebilecekti.

BBYSP’yi yazanların, biran önce sanayileşmenin tamamlanması gerektiğini yoksa emperyalistlerin en kısa zamanda toparlanarak, tarımsal ülkeleri sürekli ham madde üreticileri durumuna sokacakları, geri kalmış bu ülkelerin sanayileşme ve ekonomik bağımsızlık kazanma uğraşlarını engelleyecekleri konusundaki tahminleri, çok geçmeden gerçek olmuştur. Bu gelişme, emperyalistlerin rövanş alma girişimi olarak değerlendirilebilir.

1950’lerin ilk yıllarında liberalleşme doruk noktasına ulaşmıştır. Traktör ve diğer tarım araç ve gereçlerinin ithalinde kullanılan ve öncelikle ABD’den gelen dış krediler, bunun yanısıra Kore Savaşı nedeniyle dünya pazarında meydana gelen patlama, tarımsal üretim ve ihracatının hızla büyümesini sağlamıştır. Hemen hemen bütün ithalat kısıtlamalarının kaldırılmasını kolaylaştıran şey, büyümedeki görece patlama ve artan ihracat gelirleri olmuştur.271 Bir yandan liberal politikalar için uygun ortam yaratılırken, diğer yandan bunların yeşermesi için adımlar atılması gerekmiştir.

Bu bağlamda DP iktidarı, bir yandan özel girişimciliğe inanırken, diğer yandan devletin ekonomik fonksiyonunun işletmecilikten çok, düzenleyici olması gerektiğini düşünmüştü. Devlet işletmeciliğinin ancak, özel kesimin hiç bir şekilde yapamayacağı faaliyet dallarında varlık göstermesi biçiminde olması arzulanmıştı.

Karma ekonomik teşebbüslerin yayılması, KİT’lerin özel kişilere devredilmesi hazırlıklarının yapılması ve buna rağmen bir alıcı bulunamaması, tarımsal ve endüstriyel alanlarda, devlet müdahalesi ile özel kesime sermaye transferleri

270 Gülalp, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, s. 33.

271 Gülalp, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, ss. 32-33.

yapılması hedefler arasında olmuştur.272 Devletin işletmecilikten çekilmesi demek, aynı zamanda KİT’lerin satışı için uygun ortamın yaratılması anlamına gelir. Devlet sadece özel sektörün faaliyet göstermediği, göstermek istemediği alanlarda doğrudan üretim yapabilecektir. Dolayısıyla devletin üretim kapasitesi sınırlandırılmakta ve küçültülmek istenmektedir. Karma ekonomik teşebbüslerin yayılması da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Özel teşebbüsü tam destekleyeceklerini söz vererek iktidara gelen hükümet, kamuya ait birkaç fabrikayı halka satarak, devlet sektörünü ortadan kaldırma programını devreye sokmaya çalışmışsa da, ilk denemelerin başarısızlığa uğraması üzerine, kısa süre içinde programı yarıda bırakma kararı almıştır. 1950-1952 yılları arasında kamu sektöründe fazla değişiklik olmamasına rağmen, özel sektör genişlemiştir.273 Zaten ekonomi politikalarının uygulanmasında, kısa sürede çok keskin dönüşümler beklenmemelidir. Çünkü, dönem içerisinde ekonomi politikalarının işleyişinden menfaat elde eden kesimlerin bir anda gözden çıkarılmasının sonuçlarını, hiçbir siyasi iktidarın göğüslemesi mümkün değildir. Bu değişim ister liberal politikalardan devletçilik politikalarına olsun, isterse tersi olsun, yerleşik bir yapının taşlarının oynatılmasının neler getireceği belli olmayabilir.

Söylem ya da planlama aşamasında sorunsuz görünen bir ekonomik politika, uygulama aşamasında aynı başarıyı gösteremeyebilir. Burada da farklı olmamıştır.

Liberal politikalar daha çok özel sektörün desteklenmesi biçiminde bir seyir izlemiştir. Diğer bir ifadeyle, KİT’lerin satılması, devletin ekonomideki rolünün düzenleyiciliğe indirilmesi yoluna gidilmemiş, onu yerine özel sektör kuruluşlarına çeşitli sermaye transferlerinde bulunulmuştur.

Aslından 1953’te DP hükümetinin ekonomi politikasında bir değişiklik meydana gelmiş olmasına rağmen, bu değişiklik açık bir biçimde hükümet programına ve partililerin konuşmalarına yansımamıştır. Bu dönemde KİT’ler çimento, şeker, gübre gibi alanlara artan miktarda yatırım yapmaya başlamışlardır.274 1953’ün sonuna gelindiğinde hızlı büyüme sona ermiş ve Türkiye yine ithalatı kısıtlayıcı önlemlere yönelmiştir. Diğer bir ifadeyle, liberal politikalar uygulayacağı

272 Beşir Hamitoğulları, Çağdaş İktisadi Sistemler, Strüktürel ve Doktrinal Bir Yaklaşım, AÜ SBF Yayınları No:380, Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi, 1975, s. 617.

273 Okyar, a.g.m., s. 201.

274 Okyar, a.g.m., s. 201.

vaadiyle iktidara gelen DP, 1950’lerin ortasında beliren kriz karşısında devletçi önlemlere başvurmak zorunda kalmıştır.275 Bu durum devletin küçültülmesi politikaları açısından yorumlandığında, Türkiye için, ikinci büyüme evresi olarak değerlendirilebilir. 1950’lerin başındaki liberalleşme, devletin üretimden çekilmesi, KİT’lerin satılması, özel sektörün desteklenmesi ve yabancı sermaye konusunda yaşanan esneklikleri devletin küçültülmesi girişimi olarak değerlendirirsek, bu politikalardan geri dönüş de devletin büyümesi olarak nitelenebilir.

1950’lerin ikinci yarısında yeni gelişen özel sanayiye hizmet etmek için, ara ürünler alanı başta olmak üzere, devlet yatırımlarına hız verilmiştir. 1958’e gelindiğinde, yüksek oranlı bir enflasyonun aşırı-değerli bir döviz kuruyla birleşmesinin yarattığı yük altında, Türkiye IMF ile bir borç anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. 1958 paketinin içinde standart devalüasyon ve istikrar önlemleri yanısıra, kalıcı önem taşıyan iki madde bulunmaktadır. İlki, liberalleştirici olmayıp tam tersine, İthal İkameci Sanayileşme (İİS) politikasının temel mekanizmalarından birini oluşturan bir ithalat rejiminin kurulmasıdır. Bu rejim, ithalat lisansları aracılığıyla yurt içinde üretilen malların ithalatına kotalar ya da tamamen yasaklamalar yoluyla fiziksel sınırlamalar getirirken, yatırım malları ve ara girdilerin ithalatını serbest bırakmıştır. İkincisi, aynı yıllarda Türkiye’nin İİS çabalarını rasyonalize etmesi düşüncesiyle OECD tarafından da önerilen bir planlama organının kurulmasıdır.276