• Sonuç bulunamadı

TÜRKĐYE KENTLERĐNĐN MEKÂNSAL GELĐŞĐMĐNDE DEVLET MÜDAHALESĐ ve KENTSEL RANTLAR

2.4. DEĞERLENDĐRME

İlk dönemin (1923–1954) başlarında devletçiliğin hâkim olduğu genel politika, devletin kendisini kent mekânında görece hissettirdiği, planlamanın

önemsendiği, ancak kentsel rantların engellen(e)mediği kentleri oluşturmuştur.

Başlangıçta ülkede sermaye birikiminin olmayışı nedeniyle devlet eliyle özel sektör desteklense de 1930’ların sonunda sanayi burjuvazisi denilecek bir kesim yoktur. Özel sektörün sınaî yatırım yerine toprağa yatırım yapma, yeni oluşmakta olan bir kentte büyük bir hızla gerçekleşen yapı üretiminin yarattığı artı-değeri elde etme isteği ağır basmıştır. Hızla gelişen ticaret sektöründen yeterli birikimi elde edenler inşaat sektöründe faaliyete geçmiştir. Devlet tarafından kentsel rantlara ilk sermaye birikimine destek olarak yaklaşılmış, bu yaklaşımla çıkartılan imar yasaları ile kamu mülkiyetindeki toprakların özel mülkiyete aktarılması olanağı sağlanmıştır. Kentlerin planlı gelişimi istense de devletin kentsel rantlara destek veren imar uygulamaları ve arsa spekülasyonun denetlenmemesi nedeniyle planlar etkisini yitirmiştir. Kaldı ki, planlar daha uygulanmaya başlamadan önce arsa spekülasyonu olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Gecekondu afları kapsamında çıkartılan yasalarla kamu arazilerinin özel mülkiyetin eline geçmesi sağlanmış, kentsel topraklardan elde edilen gelirler aracılığıyla ilk (sermaye) birikim(in)e destek sağlanmıştır. 1945’den itibaren liberalleşme sürecinin kent mekânındaki yansıması, konut alanlarındaki yoğun yapılaşma olmuştur. Popülist politikalar ve

‘gecekondu gelişimini önleyebilir’ varsayımıyla çıkartılan bina yapımını teşvik yasaları sadece kamu alanlarının özel mülkiyete geçişini artırmış, özel mülkiyetteki el değiştirmelerin ötesine geçememiştir. Dönemin dışa açılma politikası ve Batı’dan alınan bağış ve borçlar, Batı’nın ülke ekonomi

politikasındaki yönlendirmesi, kentlerin imar politikalarına da yansımıştır. Ülke genelinde kentlerin imarı, yabancı uzmanların raporları doğrultusunda gerçekleşmiştir. Devlet, konut alanlarını özel girişimin faaliyet alanına bırakmıştır.

Serbest ithalat rejimi sonucu ithal edilen çeşitli lüks inşaat malzemelerinin kullanıldığı lüks yapılar, kentlerin çevresini saran gecekondu yığınları ve kentlerin altını üstüne getiren ‘yıldırım-yıkma harekâtı’, 1950’lerin ikinci yarısından itibaren dönemi karakterize eden özelliklerdir. Yeni bir sermaye birikim modeline, sınaîleşme sürecine geçiş, yeni kentsel kararları ve uygulamaları da beraberinde getirmiştir. 1954 yılından itibaren başlayan sınaî sermaye birikim biçimine geçiş 1960 yılında ithal ikameci sanayileşme resmi kalkınma politikası olarak kabul edilmiştir. Bu politika doğrultusunda planlı gelişme hedeflenmiştir. Kentlere yönelik başlangıçta etkin olmayan devlet müdahalesi 1960 yılından sonra planlama anlayışının benimsenmesiyle birlikte artmıştır. Ülke çapında Milli Fiziki Plan kapsamında yapılan planlama faaliyetleri, Arsa Ofisinin, İmar ve İskân Bakanlığının kurulması, 6785 sayılı İmar Yasasının çıkartılması dönemin planlama yaklaşımının sonuçlarıdır. Yeni imar yasası dönemin merkeziyetçi ve planlı gelişme anlayışını yansıtan bir içeriktedir.

1956 yılında sermayenin içine girdiği krizi aşmak için ‘Yıldırım yıkma harekâtı’

olarak adlandırılan yıkma ve yeniden inşa faaliyetlerine girişilmiştir. İstanbul’da

başlatılan yoğun inşaat faaliyetleri ile sermayenin, yapılı çevrede oluşan artı-değeri elde etme olanağının sağlanması sermayenin değersizleşmesine çözüm olarak getirilmiştir. (Bu girişimin sermayenin krizini çözmede başarılı olmadığını daha sonra yaşanan yeni krizler göstermektedir.)

Sınaî birikimin önündeki engelleri kaldırmak, üretken sermayenin başka alanlara kaymasını engellemek adına devlet, sermayenin daha az kârlı gördüğü alanlara yatırım yapmış; arsa spekülasyonu ve kentsel rantlar, kentsel planlama ve yeni imar ve gecekondu yasaları aracılığıyla denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Ne var ki, planlamanın kendisinin bir rant aracı olması ve düzenleyici işlevi nedeniyle planlamanın kentsel rantları engellemesi olanaksızdır. Nitekim sınaî birikimin önünde ciddi bir engel olan spekülasyon denetlenememiştir.

Üretken sermaye 1970’lerın sonlarından itibaren yeni bir krizin eşiğindedir ve üretken olmayan alanlara yönelmiştir. Öte yandan, devletin kentsel rantları artıran, özel sermaye birikimine katkıda bulunan uygulamaları yoğun bir şekilde devam etmektedir. Örneğin, 7367 sayılı yasa ile özel mülkiyete devredilecek kamu topraklarının alanı bir önceki dönemde çıkartılan yasaya göre daha da genişletilmektedir. 1965 yılında çıkartılan Kat Mülkiyeti Yasası, sınaî birikime destek olarak yapı üretiminden elde edilen artı-değerin çoğaltılmasını sağlamaya hizmet etmiştir. Büyük sermaye sanayi yatırımlarında yer alırken kentsel alanlar, yap-sat egemenliğinde apartmanlaşma sürecindedir. 1970’lerin sonlarında ilk

toplu konut uygulamaları başlamıştır. Sınaî birikimin ucuz işgücü deposu olarak kullandığı gecekondu alanları için popülist politikalar güdülmeye başlanmıştır. Bu politikaların, gecekondu alanlarının iyileştirilmesine yönelik olduğu söylenemez.

(Çünkü gecekondu alanlarına yatırım yapılması, sınaî birikime aktarılacak kaynaklardan kısıtlama yapmak anlamındadır.) Popülist politikaların sonucu, imar afları olmuştur. Dönemin imar afları yaklaşımı, gecekondulara ticari bir işlev yüklemiş, gecekondulu kesimi kentsel ranttan pay alma sürecine eklemlemiştir.

Bir yanda teknolojik gelişmeyi ve kozmopolit kültürü temsil eden iş ve alışveriş merkezleri ile kendi kendilerine yeten çağdaş (!) konut alanları, öte yanda ekonomik ve kültürel geri kalmışlığı temsil eden çöküntü alanları; bir yanda (henüz değişim değeri keşfedilmediği için) yıkılmaya terk edilmiş tarihi stoklar, öte yanda restore edilerek sadece ‘parası olanlara’ hizmet veren tarihi yapılar; bir yanda yabancı isimli lüks mağazalar, öte yanda bağırarak satış yapan işportacılar;

işte 1980 sonrasını karakterize eden özellikler bunlardır.

1980 yılı yeni bir dönemin başlangıcıdır. Uluslararası sermayenin içinde bulunduğu krizi aşmak için başlattığı yeni sürece Türkiye de dâhil olmuş, dışa yönelik sermaye birikimi süreci başlamıştır. Uluslararası ve ulusal sermayenin dolaşımını artıracak yeni liberal politikaların uygulanması, yasal ve kurumsal köklü değişimlere neden olmuştur. Küreselleşme süreci olarak adlandırılan bu süreçle birlikte, sermayenin önündeki engellerin kaldırılması adına devletin

küçültülmesi, ekonomik ve toplumsal yatırımların özel sektöre devredilmesi politikası benimsenmiştir. Bu politikada devletin yeni rolü, piyasayı sermaye dolaşımını hızlandıracak şekilde düzenlemek ve yasal çerçeveyi oluşturmaktır.

Yeni yapılanma politikalarının sonucu olarak, devlet kentsel mekânın örgütlenmesinde toplumsal hizmetleri özel sektöre (yerli-yabancı) bırakmak yönünde küçülürken, özel sektörün kâr oranı düşük olduğu için girmediği alanlarda yatırım yapmak, sermayenin hareketini hızlandıracak yasal çerçeveyi oluşturmak ve piyasayı düzenlemek yönünde oldukça etkindir.

Kapitalist üretim sistemi içerisinde sermaye içinde bulunduğu birikim krizini aşmak için ikinci döngüden üçüncü döngüye geçerek yapılı çevre üretiminde oluşan artı-değeri elde etme isteğindedir. Kapitalist toplumlarda GSMH’nin genişlemesi büyük oranda banliyöleşme sürecine bağlıdır. Bu süreç artı-değerin dolaşım hızını artırmak bakımından çok önemlidir. Dolayısıyla, 1980 yılı sonrasında kentsel büyüme desteklenmiş ve sermayenin yapılı çevreye yönelmesini sağlayacak yasal çerçeve oluşturulmuştur. Toplu Konut İdaresinin kuruluşundan, yeni imar yasalarına; kentsel dönüşüm yasalarından gecekondu yasalarına, yerel yönetim yasalarından yabancı sermayeye toprak sağlama yasalarına kadar bütün düzenlemelerin ortak amacı, ulusal ya da uluslararası sermayenin dolaşımını hızlandırmaktır. Devlet, özel sektörle birlikte kâr amaçlı konut inşaatı faaliyetlerinde bulunarak, gecekondu alanlarında salt fiziksel dönüşüm projelerini uygulayarak ve kentsel büyümeyi destekleyerek, mevcut

rantların ortaya çıkış hızını ve boyutunu artırmaktadır.

Kentsel mekânda değişim değeri elde etme amacı, konut üretiminin ve konut standartlarının sınırlarını zorlamaktadır. Kent içerisindeki sermayenin dolaşımına bağlı olarak gerçekleşen mekânlararası farklılaşma, “yoksul ve köhne çöküntü bölgeleri” ile “zengin ve çevresinden soyutlanmış, çağdaş, lüks” konut alanlarının aynı düzlemde yer alması ile kendisini göstermektedir.

Özetle, kentlerin gelişme sürecinde yapılan devlet müdahaleleri ülke genelindeki sermaye birikimine koşut olarak gerçekleşmekte, imar konusunda yasal ve kurumsal çerçeve sermayenin talebine uygun olarak oluşturulmaktadır. Kentsel gelişme süreci içerisinde her zaman varlığını koruyan kentsel rantlar da birikim biçiminin yarattığı ekonomik, kültürel ve toplumsal koşullar doğrultusunda şekillenmektedir.

Benzer Belgeler