• Sonuç bulunamadı

2.2. İhracata Dönük Sanayileşme Modeli

2.2.1. İhracata Dönük Sanayileşme Stratejisi Araçları

2.2.1.3. Dış Ticaret ve Kur Politikaları

40

karar alma süreçlerinde işçilerin temsil hakkı kaldırılmış, sendikalar güçsüzleştirilmiştir (Göker, 2014: 240). Bu nedenle neoliberal politikalar gelir eşitsizliği ve yoksulluğa neden olmuştur.

Vergi politikası uygulamaları, “vergi sisteminin kamu harcamalarının finansmanını karşılama özelliğini” yok etmiştir. Vergi gelirlerinin azaltılması bütçedeki gelir-gider dengesini bozmuş ve bütçe açıklarının artmasına neden olmuştur. Artan bütçe açıkları

“kamu borçlanması” ile kapatılmaya çalışılmıştır (Kargı ve Özuğurlu, 2007: 283).

41

İhracata dayalı büyüme stratejisinde, “dış rekabet gücünü sağlamak ve iç piyasayı dış piyasaların etkisinden korumak için esnek kur politikası” önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Dış ticaret ve kambiyo rejiminin serbestleştirildiği strateji, “büyük ölçüde düşük ücret, yüksek faiz oranı ve döviz kuru politikasına” dayandırıldı. Kur politikasının ihracatı özendirici bir şekilde kullanılması amaçlanmaktadır.

Yerli paranın yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesi, ‘dış satımı artırarak, sermaye hareketlerini canlandırıcı, özellikle dövize dayalı işlemleri artırıcı bir etki’

yapması beklenir. Diğer koşullar sabitken yerli paranın değerinin düşmesi, yerli malların ucuzlamasına ve böylece dış satımın artmasına neden olması gerekirken, bu sistemde döviz kuru politikaları ‘ihracatçının üretim kapasitesini kısa sürede artırma ve ilave bir satış sağlamanın dışında ihracatın bileşimini değiştirmede’ önemli ölçüde etki sağlamamıştır (Kepenek, 2011: 286).

2.2.2. İhracata Yönelik Strateji Modeli Eleştirileri

Liberalleşmenin hem yatırım hem üretim faktörlerinin verimliliğini artıracağı görüşü yaygındır. Stiglitz ise, ‘ticaret serbestleşmesinin finansal liberizasyon uygulanmasına yönelik koşullar gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmeleri için uygulayabilecekleri politika alanlarını daraltacağını’ söyler (Stıglıtz, 2011: 78). Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarının arttırılabilmesinin önünde “yapısal engeller” vardır. Örneğin, uluslararası piyasada satılan gelişmekte olan ülkelerin ürettikleri malların kalitesi daha düşük olmakta ve rakipleri olan gelişmiş ülkelerle rekabete girememektedirler.

İhracata yönelik sanayileşme modelinden önceki dönemlerde ‘para, döviz kuru, maliye ve dış ticaret politikalarını’ çeşitli hedefleri gerçekleştirmek için kullanan ulus devlet, küreselleşme ve dışa açılmayla beraber söz konusu politikaları ekonomi seyrine uyum sağlamak ve önlem almak amacıyla kullanmaktadır (Türker, 2007: 42).

42

İhracata yönelik sanayileşme stratejisinde “faiz oranındaki serbestleşmenin” tasarrufları ve büyümeyi arttıracağı beklenmektedir. Ancak Kepenek’e göre, “faiz oranının yükselmesi kamu borcunun yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerde özel kesim tasarruflarını yükseltirken, kamu tasarruflarını azaltacağı için ortalama tasarrufları da azaltacaktır” (Kepenek, 2011: 290).

Frederich List’in genç endüstri tezinde, ‘kalkınmış ülkelerin varlığında, geri kalmış ülkelerin devletin müdahale ve tarife koruması olmadan yeni endüstriler geliştiremeyeceği’ görüşündedir (Seyidoğlu, 2007: 145-146). Dışa açıklık büyük yabancı firmaların güçlü rekabet edebilme özellikleriyle küçük ölçekli yerli rakiplerin piyasadan çekilmesine neden olabilir.

İhracata yönelik sanayileşme modeline getirilen en önemli eleştirilerden biri ‘ekonomik kırılganlığı’ arttırmasıdır. Ekonomilerin birbirine eklemlenmesiyle, dış şoklara karşı kırılganlık artmaktadır. Dış ticaret ve sermaye hareketlerinin artması, gelişmekte olan ülke ekonomilerini risklere karşı açık hale getirmektedir. Diğer yandan yeni kurulan sanayiler “vergi iadesi ihracat sübvansiyonu” gibi mali önlemlerle desteklenmelidir. Bu durum devlet bütçesi üzerinde yük oluşturmaktadır (Egeli, 1997: 156).

43

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

LATİN AMERİKA VE TÜRKİYEDE SANAYİLEŞME STRATEJİLERİ

Bu bölümde ikinci bölümde incelenen ithal ikameci ve ihracata yönelik sanayileşme stratejileri Latin Amerika ve Türkiye ekseninde daha spesifik ekonomik göstergelerle ele alınacaktır. Latin Amerika ve Türkiye karşılaştırmasını daha doğru bir şekilde ele almak için 5 Latin Amerika ülkesi (Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Meksika ve Şili) incelenecektir.

3.1. Latin Amerika ve Türkiye’de Sanayileşme Deneyime Genel Bakış

Latin Amerika ülkeleri, 1800-1830 yıllarına kadar ‘İspanya ve Portekiz Krallıkları’nın sömürgesi altında yaşamışlardır. Simon Bolivar önderliğinde ilk bağımsızlık savaşı Venezuela’da verilmiş, sırayla Arjantin (1810), Kolombiya (1810), Meksika (1810), Şili (1818), Brezilya (1822) bağımsız olmuşlardır.

1830 yılına gelindiğinde tüm ‘Latin Amerika ülkeleri’ bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Bölge ‘zengin doğal kaynakları ve ciddi bir pazar potansiyeli’ taşıması nedeniyle dış baskılara hedef olmuştur. Bu müdahalelerden en önemlisi “Monroe Doktrini”dir.

Roosevelt tarafından ilan edilen doktrinde “Amerika Birleşik Devletleri” Avrupa’nın işlerine karışmayacağını, buna karşılık Avrupa devletlerinin de Amerika kıtalarının iç işlerine karışamayacağını, karıştığı takdirde bunu bir savaş nedeni olarak sayacağı ifadeleri yer alır. Bu süreçle beraber Latin Amerika’da azgelişmişlik dönemi başlamıştır.

Bu dönemde azgelişmiş ülkeler, dünya sistemine “doğal kaynakları çerçevesinde belirlenen ihraç ürünleri” ile katılmıştır. Örneğin “Brezilya kahve üretimi ve ihracatında uzmanlaşırken, Şili buğday ve bakırda” uzmanlaşmıştır (Gülalp, 1983: 18). Ekonomisi

44

tarım ve hayvancılığa dayanan Arjantin, tarım sektöründe eleman sıkıntısı yaşamış ve topraklarının önemli bir kısmını işleyememiştir. Bu durum ücretlerin artmasına neden olmuş ve Arjantin göç almıştır.

Türkiye’de ise azgelişmişlik ‘1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması’ ile başlamıştır.

Sanayi Devrimini gerçekleştirerek yeni pazar arayışına giren Avrupa devletleri Osmanlı İmparatorluğunu giderek yarı sömürge bir çevre ekonomisine dönüştürmüştür. Bir yandan Balkanlarda baş gösteren ‘milliyetçilik akımları diğer yandan Mehmet Ali Paşa isyanıyla uğraşmakta olan Osmanlı Devleti İngiliz desteğini talep etmiş ve bunun karşılığında bir takım imtiyazlar vermek durumunda kalmıştır. Bunun üzerine, Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge konumunu gelmesine neden olacak “Balta Limanı Ticaret Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile “ithal ürünler” “geleneksel ürünlere”

tercih edilmiş ve iç piyasa olumsuz etkilenmiştir. Bu süreç sonunda devlet “iç ve dış borçlanmaya” gitmek durumunda kalmış, uzun yıllar sürecek “borç batağına”

sürüklenmiştir. 1881’de “Muharrem Kararnamesi” ile yabancı ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan “Duyun-u Umumiye İdaresi” kurulmuştur (Eşiyok, 2010: 92).

Bu dönemde, Latin Amerika ve Türkiye arasındaki en önemli fark, Türkiye’nin sömürgecilik geçmişinin olmamasıdır. Latin Amerika ülkeleri İspanya ve Portekiz krallıklarının sömürgesi olmuş, bağımsızlıklarını 1800’lü yıllarda kazanmışlardır.

Osmanlı Devleti ise sömürge geçmişi bulunmamakla beraber 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile ‘yarı sömürge’ durumuna gelmiştir.

Tablo 3.1’e bakıldığında, 1880 yılında kişi başına GSYİH’nın 1913 yılına gelindiğinde arttığı görülmektedir. Bu artış Latin Amerika ülkelerinde daha fazla olmuştur. Türkiye/

Osmanlı için bu büyümenin temel nedenleri “Tanzimat reformları ve kurumsal dönüşümlerdir.” Bunun yanı sıra “tarım ağırlıklı ekonominin ihracata yönelmesi ve dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının” katkısı olduğunu da hesaba katmak gerekir. Bu dönemde diğer ekonomilerde benzer büyüme eğilimi içindeydiler (Pamuk, 2011: 392).

45

Tablo 3.1: Türkiye ve Latin Amerika’da Kişi Başı GSYİH (dolar)

Türkiye Latin Amerika

1880 900 840

1913 1200 1461

Kaynak : Pamuk, 2011, s:391.

Latin Amerika ülkeleri, “büyük toprak sahipleri ve onlara bağımlı ticaret kesimi, servetlerini sanayiye yöneltmedikleri gibi bağımsız bir sanayi burjuvazisinin” de gelişmesini engellemişlerdir (Gülalp, 1983: 18). Latin Amerika ülkelerinin birincil malların ihracatına dayalı bir ekonomileri olduğundan, uzmanlaşmada ‘ilksel mallar’

üzerinde geçekleşmiştir. Ancak 1914’le beraber ithalatın aksamasıyla bir iç pazar ihtiyacı doğmuştur. Sanayi üretimin genişlemesi ile birlikte, küçük kent burjuvazisi sanayi burjuvazisine dönüşmüştür. Ancak bu sınıf sanayiye önderlik edebilecek kadar güçlenememiştir (Gülalp, 1983: 20). Bu sınıfın iktidara ortak olabilmesi 1929 Kriziyle mümkün olabilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısını Latin Amerika ülkelerinde olduğundan daha fazla dönüştürmüştür. Bunun ilk nedeni Türkiye’nin savaşta bir taraf olması nedeniyle savaştan daha çok etkilenmesidir. Diğer bir neden ise Osmanlı Devleti’nde savaş öncesinde başlayan toprak kayıplarının, ‘siyasi yapıda’

değişikliğe neden olmasıdır. Osmanlı Devleti yıkılırken, yönetim biçimi Cumhuriyet olan yeni bir devlet kurulmuştur. 1923 yılında, ‘kişi başına gelir düzeyi’ 1913 yılına göre yüzde 40 daha düşüktür (Pamuk, 2011: 393). Dolayısıyla yeni yönetimin ilk görevi, savaşların getirdiği yıkımın düzeltilmesi olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı Devleti’nden borç kalan sanayileşememek ve dış borç sorunu yeni devletin ekonomik politikasını belirlemiş, bu nedenle sanayiye önem verilmiş ve dış borç almamaya özen gösterilmiştir. Cumhuriyet ilk on yılı bir ‘yapılanma dönemi’ olmuştur.

Yeni devletin iktisat politikası 1923 yılında toplanan ‘İzmir İktisat Kongresi’ ile belirlenmiştir. Kongrede yer alan önemli meselelerden biri ekonomide yer alan grupların

46

(tüccar, sanayici, çiftçi ve işçi) sorun ve isteklerini belirlemektir. Diğer bir mesele ise yabancı sermayeye nasıl davranılacağını anlatmaktır. Bu kongre, Türkiye’nin en önemli kongrelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kongrede milli sanayi ve milli banka kurulması, hammaddesi yurt içinde olan sanayi kollarının kurulması ve önemli sanayi kurumlarının millileştirilmesi gibi sanayileşmeye yönelik kararlar alınmıştır.

Latin Amerika’da azalan ithalat ve artan ihracatın iç pazar oluşturduğu, iç pazara yönelik üretimin genişlemesinin ise sanayi burjuvazisinin oluşmasına katkı sağladığı belirtilmiştir. Türkiye’ de ise sınıfsal temeller biraz daha farklı oluşmuştur. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı toplumunun geniş bir kesimi savaş sonucu yoksullaşırken, ‘orta ve büyük toprak sahibi’ zenginleşmiştir (Toprak, 1995: 66).

İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde ‘azınlık- komprador bir ticaret burjuvazisi’

oluşmaya başlamıştır (Eşiyok, 2010: 68). Osmanlı Devletinde ekonomi, ağırlıkla ‘azınlık kökenli ticaret burjuvazisinin’ elindeydi. II. Meşrutiyetle beraber Milli İktisat Politikası ile ‘Türk- Müslüman’ burjuva yaratma girişiminde bulunulmuştur. Bu politika ile milli bir burjuva yaratılması yolunda önemli adımlar atılmış, milli anonim şirketler devlet desteğiyle kurulmuştur. Bu politikalara rağmen Osmanlı/ Türkiye toplumunda sanayileşmeye yön verebilecek bir sanayi burjuvazisinin oluştuğu söylenemez.

1929 yılına gelindiğinde, ABD’de başlayan kriz Latin Amerika ve Türkiye’yi de etkilemiştir. Ticari malların fiyatları 1929 öncesinde zirve yapmış, Brezilya kahvesi Mart 1929’da, Küba şekeri Mart 1928 ve Mayıs 1929’da Arjantin buğdayı en yüksek fiyatlara ulaşmıştır (Bulmer ve Thomas, 2003: 191). 1929 Krizi bu ülkelerde

‘deflasyonist etkiler’ doğurmuştur. Brezilya’da kahve üretimi hızla düşüş göstermiştir.

Birincil malların fiyatlarındaki düşüşten tüm Latin Amerika ülkeleri kötü etkilenmiştir.

1929 Krizinin ihracat oranları üzerindeki etkilerini Tablo 3.2’den net olarak görebilmekteyiz. İhracat oranları 1932 yılında, yüzde 50’den fazla düşüş yaşamıştır. 5

Benzer Belgeler