• Sonuç bulunamadı

2.2. Moda Fotoğrafı ve Moda Fotoğrafçılığı

2.2.2. Moda Fotoğrafının Tarihi

2.2.2.1. Dünyada Moda Fotoğrafçılığının Gelişimi

Tarihin bilinen ilk moda fotoğrafı, 1844 yılında bir ‘daguerreotype’ portre stüdyosu sahibiyken 1861’de III. Napoleon’un fotoğrafçılığına terfi eden Pierre-Louis Pierson tarafından çekildi. Bu Fransız fotoğrafçı, III. Napoleon’un adı kötüye çıkmış metresi ve casusu İtalyan soylu

24

Castiglione Kontesi’yle işbirliği yaparak ilk moda fotoğraflarını yaratmıştı. Castiglione Kontesi, sahip olduğu geniş gardırobu ve frapan koleksiyonuyla 40 yılı aşan bir süre, ayrıcalıklı fotoğrafçısı Pierre-Louis Pierson’a poz verip modellik yapmış, 400’den fazla fotoğrafa birlikte imza atmışlardı (Bilgiseren, 2008).

“Çoğunluğu Louis Pierson tarafından çekilen Kontes Castiglione fotoğrafları; fotoğrafın ritüel ve fetiş olma özelliklerine örnek olarak gösterilmekte ve moda fotoğrafçılığına esin kaynağı olduğu ifade edilmektedir” (Tekin, 2002, s. 61).

Moda fotoğrafçılığının kimliğini kazanmasındaki bir başka neden ise 1886 yılında Frederick Eugene Ives’in geliştirdiği yarım ton tekniği ile fotoğraflarla metinlerin aynı sayfada basılması olmuştur. 1892’de ‘La Mode Pratique’ bu tekniği yaygın bir biçimde kullanmış ve bunu renklerle zenginleştiren ‘Les Modes’ dergisi izlemiştir. İlk ticari moda çalışması Charles Reutling tarafından 1850’lerde kurulmuş olan stüdyoda gerçekleştirilmiştir. Charles Reutling içerisinde birçok aksesuarın bulunduğu stüdyosunda hem dönemin ünlü sanatçılarını fotoğraflıyor hem de Fransız dergilerine ticari anlamda moda çekimleri yapıyordu (Dayı, 2006, s. 80-81).

Günümüz anlayışında moda fotoğrafının başlangıcı ise 1920’li yıllardır. Fotoğraf başlangıçta yalnızca kişileri, savaş alanlarını ve yerleşim bölgelerini belgeleme amacıyla kullanılıyordu. İlk stüdyo fotoğrafçılarının çoğunluğu ise portre fotoğrafı çekiyordu. Ancak endüstri devriminin etkilerinin yaygınlaşması sonucunda ticari bir nitelik taşıyan portre akımı; ‘Moda Fotoğrafı’ doğdu. Teknik koşullar iyileştikçe, hem fotoğrafı çeken hem de poz veren kişi hareket esnekliği kazandı. Böylece fotoğraf stüdyoları dönemin gereksinimleri doğrultusunda tanıtım amaçlı konulara yöneldiler (Abakay, 2010, s. 57).

“1920’lerde modernizmin geometrik sınırları değişir, moda fotoğrafları geometrik resimler ve düzenlerin önünde çekilmeye başlar” (Craik, 1993, s. 8). “1920’li ve 1930’lu yıllarda tüm sanat dallarında etkili olan realizm akımı moda fotoğrafını da etkilemiştir. Realist moda fotoğraflarında dikkati çeken en önemli özellik modellerin yürürken, koşarken yani hareket ederken fotoğraflanmasıdır” (Craik, 1993, s. 99).

1930-1940 dönemleri içerisinde Vogue, Harper’s Bazaar gibi dergiler sürrealizmin popüler hale gelmesinde oldukça etkili olmuşlardı. Sürrealizm, Hoyningen- Huene’nun ideal neo-klasik manzaraları yerine modern bir zemin yaratmıştı. Bu dönemde giysi ve beden ilişkisinde beden, bir arzu nesnesi olma çabası içerisinde değildi. Fotoğraflarda kadınlar boş ve dalgın ifadeler içerisinde daha çok bir uyurgezer gibi görünüyorlardı (Frizot, 1994, s. 537).

1939 yılında başlayan II. Dünya Savaşı her sektörü etkilediği kadar moda ve fotoğrafçılık sektörlerini de olumsuz şekilde etkilemiştir, fotoğrafçılar özellikle film bulma konusunda çok zorlanmış, mekanlar ise güvenliliğini yitirdiğinden stüdyo fotoğrafçılığı neredeyse yok olma aşamasına gelmiştir. Tüm bu şartlar fotoğrafçıları stüdyo fotoğrafçılığına oranla daha masrafsız

25

olan belgesel fotoğrafçılığına yöneltmiş, fotoğraflarda dış mekan kullanımı ziyadesiyle artmıştır (Şenol, 2007, s. 12).

“Bu dönemde çekilen fotoğraflarda karamsar tonlar kullanılarak yıkıntılar arasında görüntülenen ya da aynı karanlık atmosferde, günlük işlerini yaparken görüntülenen modellerle savaşın tahribatının boyutları, moda fotoğraflarında da karşımıza çıkmıştır” (Aydoğan, 2011, s. 20).

“Savaş sonrası yıllarda fotoğrafçılar, aralarında yeni nesnellik, sürrealizm ve belgesel fotoğrafçılığın da bulunduğu geleneksel bir mirasa sahip olmuşlardır. Fotoğrafçılar bir yandan yeniden canlanan lüks duygusuyla bu konseptleri birleştirmeye çaba gösterirken, diğer yandan da özel bireysel stiller geliştirmeye çalışmışlardır” (Sivrikaya, 2010, s. 40). “1950’lerde savaş döneminin yarattığı güç koşullar nedeniyle dağılan okuyucunun ilgisini tekrar kazanabilmek için, moda dergilerinde savaş öncesine oranla daha az seçkin ama çok daha fazla süslü moda görselleri üretilmeye başlanmıştır. ‘Yeni Duyarlılık’ olarak adlandırılan bu akımın etkileri, Richard Avedon, Lillian Bassman, Louise Dahl-Wolfe, Irving Penn, Bert Stern ve Leslie Gill gibi fotoğrafçıların fotoğraflarında açıkça görülebilmektedir” (Şenol, 2007, s. 13). “Bu yıllar moda fotoğrafçılığının yükseliş dönemidir. Moda her yerdedir ve moda fotoğrafçılığı yeni nesil fotoğrafçı ve modelleri kendine çekmektedir. Modeller de sıradan genç kadınlar için rol modelleri olarak statü ve prestij kazanmıştır” (Berber, 2010, s. 53).

“1960’lı yıllara gelindiğinde dönemin sosyolojik, siyasal ve bireyin psikolojinde meydana gelen değişim moda fotoğraflarına da yansımıştır. 1950’li yılların aksine fotoğraflar daha isyankâr, vahşi ve erotik bir tema üzerine kurgulanmıştır. Özellikle kadınların özgürleşmesiyle beraber şık ve şatafatlı kıyafetlerin yerine salaş mini etekler, kot pantolonlar almaya başlamıştır” (Erel, 2010, s. 24). “60’lı yılların sonunda ortaya çıkan egemen sınıf, ırk, cinsiyet temsillerine karşı çıkan politik hareketler bu dönemin temel dinamiği olmuştur” (Dayı, 2006, s. 92).

“70’li yıllarda Guy Bourdin ile birlikte Alman asıllı fotoğrafçı Helmut Newton, tema sıkıntısı çeken moda fotoğrafçılığına, seks, ölüm, şiddet, cazibe ve korku gibi güçlü temalar işleyerek, yeni bir soluk getirmişlerdir” (Sivrikaya, 2010, s. 63). “70’lerde, görsel imgenin gücü egemen hale gelmiş ve moda fotoğrafçılığında sembolik anlamlar önemli bir ifade aracı olarak görülmüştür. Moda dergilerindeki fotoğraflar, cinsel motiflere

26

(eşcinsellik) ve toplumda yükselen sorunlara (röntgencilik, tecavüz, cinayet vb.), genişleyen sosyal hareketler gibi konulara değinmiştir” (Hall- Duncan, 1979, s. 196).

80’li yıllarda punk kültürü tüm dünyayı etkisi altına alır. Punkların okumayı, temizliği, toplum kurallarını reddeden aykırı yaşam tarzları, moda sektörünü etkiler. Moda tasarımcıları ve hatta saç tasarımcıları, tasarımlarında punk çizgilerini kullanırken, sektörü elinde tutan, Harper’s Bazaar ve Vogue gibi dergilerin yanı sıra tamamen gençlere yönelik, i-D ve The Face gibi yeni dergiler de piyasaya çıkar. Bu dergiler sokak kültürünü ve sokak modasını gençlere tanıtırken aynı zamanda genç fotoğrafçılara da fırsat tanırlar (Şenol, 2007, s. 27).

1980’li yılların birçok moda fotoğrafçısı günümüze kadar çalışmalarını sürdürmektedirler. Özellikle dijital fotoğrafçılığın yaygınlaşmasıyla beraber 90’lı yıllarda moda fotoğrafçıların sayısında azımsanmayacak bir artış gözlenmiştir. Ayrıca fotoğrafta kullanılan abartılı üsluplar yerini daha minimalist bir tarza bırakmıştır. 1990’lı yıllarda sanatsal fotoğrafçılık ve ticari fotoğrafçılığın birbirinden etkilenmesi söz konusu olmuştur. Moda fotoğrafçılığı bu dönemde, sinema, televizyon, internet gibi birçok alandan beslenmeye başlamıştır. Moda fotoğrafları artık bir ürün satmaktan çok bir yaşam tarzı satmak için kullanılmaya başlanılmıştır (Erel, 2010, s. 26).

1990’lı yıllar fotoğraf alanında dijital teknolojilerin gelişmeye başladığı dönemdir. Gelişen dijital teknolojiler fotoğrafçılara birçok kolaylık getirmiştir. Çekilen fotoğrafların anında görülebilir olması, ucuz maliyetler, daha fazla çekim yapabilme imkanı ve karanlık odada geçirilen saatler yerine, bilgisayar ortamında kısa sürede gerçekleşen baskı süreçleri bu teknolojilerin daha hızlı yaygınlaşmasını ve gelişmesini sağlamıştır (Ürper, 2009, s. 58).

Günümüzde uluslararası ve ulusal alanda moda fotoğrafçılığını icra eden sayısız fotoğrafçı olmakla birlikte, ülkemiz de uluslararası standartları yakalamış birçok başarılı moda fotoğrafçısı bulunmaktadır.