• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Döneminde Toplumsal Yapı

Belgede HALKLA İLİŞKİLER (sayfa 96-101)

B. KARARLA BİRLEŞEN TANIMA YÖNTEMLERİ

V. TÜRKİYE'DE KAMU YÖNETİMİ HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMASININ ÖZGÜN SORUNLARI

2. Cumhuriyet Döneminde Toplumsal Yapı

Türkiye'nin yerleşme düzenine baktığımızda onun son derece yay-gın ve dağınık olduğunu görürüz. Türkiye'de toplam köy sayısı 35.319 olup insan izi görülmeyen ve hiç yerleşilmemiş alan yok denecek ka-dar azdır. Bu dağınık yerleşme düzeni içinde, tarımda küçük ve orta işletmeciliğin egemen olduğunu, küçük ve orta aile işletmelerinin de üretimin temel örgütlenme birimi olarak belirdiklerini görüyoruz. Os-manlının toprak düzeninin iyice bozulduğu Tanzimattan bu yana gide-rek yoğun bir biçimde oluşmaya başlayan küçük aile işletmeciliği somut bir toplumsal olay ve yapı olarak kalmamış, beraberinde çok önemli bazı öğeleri de birlikte getirmiş, bir kısım öğeyi de bizzat yaratmıştır.

Başka bir deyişle Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan toprak düzeni değişikliği ve toprak üzerinde mülkiyet ve ona bağlı olarak oluşan küçük aile işletmeciliği Cumhuriyet döneminde de varlığını, önemini hem de artırarak sürdürmüştür. Çeşitli sayım ve o dönem-lerde yapılmış araştırmaların gösterdikleri gibi gerçi kişilerin ve soy-ların elinde geniş tarım alanları bulunmakta ve bu toplaşma özel-likle Güneydoğu Anadolu bölgesinde belirginleşmektedir, ama küçük ve orta boy aile işletmeciliği yine de başattır. Çünkü bu istisna küçük aile işletmeciliğinin ülke düzeyindeki ağırlık ve etkisini silmemekte-dir. Ayrıca makinenin tarıma girmediği, giremediği ülkenin çok önem-li bir bölümünde küçük aile işletmeciönem-liği ve onun bağımlı sonucu olan kendi kendine yeterlik tümüyle hükmünü sürdürmektedir. 1920'ler, 1930'lar ve 1940'larda halkın % 80'ni tarımla uğraştığına göre bu yıl-lar içinde Türkiye nüfusunun tümüne yakın bir kesimi küçük aile iş-letmeciliği modeli içindedir. İşte bir yandan tarımda modern girdi-lerin yokluğu, üretimin dolayısıyla düşük olması öte yandan tarım-sal üretimin ülke ekonomisindeki ağırlığı yüzünden "halkın beklenti-leri" kavramı ister istemez, tarımsal faaliyetin çıktısıyla çok yakın

(hatta organik) ilişki içine girmiştir. Kaldı ki tarımsal üretim ile ye-tinmek gibi bir zorunluluk da söz konusudur. Bu noktayı biraz daha açmakta yarar bulunmaktadır: Tanmm temel olduğu, modern t a r

-mın yapılamadığı ve toprağın küçük aile işletmesi biçiminde çok kü-çük parçalara ayrılmış olarak köylülere dağıldığı bir ortamda üretim önce ve asıl olarak işletmedeki aile fertlerinin yaşamlarını sürdürmek için yapılır. Ailenin temel uğraşı da ayrıca bu üretimi gerçekleştirmek-tir. Aynı genel çerçeve içinde, üretim ailenin bütünlüğünü koruyup sürdürmeye yöneliktir. Küçük aile işletmeciliğinin o dönemdeki görü-nümüne göre, üretim düzeyini yine o günkü (belki ilkel denebilir) ko-şullar içinde daha fazlaya çıkarmak mümkün değildir. Üretimi asıl olarak doğa koşullan belirlemekte ve aile üyeleri de üretilen ile yetin-mek zorunda kalmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında, kendine yeter-liği, yalnızca küçük aile işletmeciliğinin toplumsal yazgısı olarak de-ğil, kimi yerde az kimi yerde çok olan taşın ve ulaşım olanaklannm birbirlerinden kopuk küçük aile işletmelerine zorla benimsettiği bir

"var olma önkoşulu" olarak görebiliriz. Feodalitenin çöküşüyle başla-yan ve günümüze kadar kendi içinde olmasa bile kendi dışında ve et-kisinde bıraktığı ülkelerde iz süren Fransa örnek ve uygulamasında olduğu gibi Türkiye'de de kendine yeterlik, 1950'lere yani Demokrat Parti olayına kadar, kırsal alanm yaşantısını belirleyici ortak özellik olmuştur. Nitekim bir araştırma makinesiz tarımdan elde edilen ürü-nün pazara gitmediğini, işletmeci ailenin ancak tüketimini karşılıya-bilecek düzeyde kaldığını saptamış bulunmaktadır. (*) Kendi gerek-sinmesini karşıladıktan sonra üretimden arta kalanla bazı temel mad-delerin değiştirildiği görülür. Örneğin pazarla "üç beyaz" için ilişki ku-rulmaktadır. Bunlar şeker, bez ve tuzdur. Bunlar dışında köyle kentin fonksiyonel ve organik hiç bir ilişkisi bulunmamaktadır. Ayrıca hemen eklemek gerekir ki, üç beyaz için kentle alışveriş küçük aile işletmeci-liğinin kendine yeterli olma niteliğini değiştirecek, çevreye açılmayı sağlayacak boyutlara hiç bir zaman ulaşmaz. Çünkü üretimin yeter-sizliği yanında kentle ulaşım sisteminin yokluğu da önemli bir etken-dir,

Orta ve küçük aile işletmeciliği ve yukarıda andığımız ortam, yö-netimle yönetilen arasındaki ilişkilerin niteliğini belirleyen önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz gelişi, tanmsal üretimin ma-kinasız yapıldığı ve toprağın parçalanmış olduğu bir ortamda gerek halkm yönetimle doğrudan ilişkileri gerekse yönetimden beklentileri ister istemez sınırlı olacaktır. Bunun da nedeni açıktır. Aile işletmeci-liği anlayış ve uygulaması içinde bu ünitelerin çevreyle ilişkiye

girme-(*) Bu konudaki örnek ve araştırmalar için bakınız: Sadri A R A N , Bir Köy Mo-nografisi, Ankara, 1938; Mehmet Şevki, "Kurna Köyü", Sim Dergisi, No. 72, Ankara, 1939, s. 79-90; Niyazi BERKES, Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araş-tırma, DTCF, Ankara, 1942.

lerini gerektiren hayati bir neden söz konusu değildir. Üretim aile ih-tiyacını karşılıyabilmektedir ya da üretilenle yetinilmek zorunluluğu vardır. Eğitim aile düzeni içinde ya da biraz daha geniş bir birlik içinde sağlanmaktadır. Sağlık hizmetleri için devlete başvurma söz konusu değildir. Sağlık hizmeti yine aile işletmesi içinde ve "kocakarı ilaçları" ile yerine getirilmektedir. Aile işletmesinin yaşaması için ge-rekli olan tüm hizmetler arkaik yöntemlerle, fakat mutlaka sağlan-maktadır. Bu durumda işletmenin çevreyle ilişki kurmasına gerek kal-mamaktadır. Ya da aile işletmesini çevreyle, bu arada devletle ilişki kurmaya zorlayacak herhangi bir sorun henüz ortada yoktur. Kaldı ki çevreyle ilişki kurmak için işletme içinden de herhangi bir baskı gel-memektedir. Bu durumun etkilerini kısaca değerlendirirsek, kendine yeterliğin yönetim halk ilişkisinde içe dönüklüğü beslediğini söyleye-biliriz. Kendi kendine yeterliğin örneğini veren bir düzen içinde aile işletmesinin fertleri ve ünitenin bizzat kendisinin, kendini yeniden üret-mesi için çevreyle ilişki kurmaya ihtiyacı olmadığı gibi, bu yapı aynı zamanda bireyleri içe dönük, çevreyle ilişkiye gerek göstermeyen bir yapı ve anlayış içine itmektedir. İçe dönüklük son derece önemli so-nuçları da birlikte getirmekte ülke insanının kültürel içeriğini, siyasal konumunu, dünyayı değerlendirmesini büyük ölçüde etkilemektedir.

Bu etkinin olumsuz olduğunu belirtmeye kuşkusuz gerek yok. Günü-müzde ülkemiz insanının dünyayı, ülke sorunlarını algılamadaki be-ceriksizliğini, siyasal olayları ve ekonomik gelişmeleri bir türlü sağlık-lı biçimde analiz edememesini, ülkenin sorunlarını irdelemede düştü-ğü yanılgıyı, bireylerimizin dünyasının çok basit bir kaç öğeden oluş-masını, modern toplumun gereklerini yerine getirmedeki beceriksiz-liği, insanlarımızın birbiriyle ilişkilerdeki tersliğini, içe dönüklüğünü ve çevreye bir türlü açılamamasmm nedenlerini küçük aile işletmecili-ğinin ve onun olumsuz etkilerinin bir sonucu olarak görmek yanlış olmayacaktır. Bu olumsuz özellikleri ve bu özelliklerin geçmişdeki te-melini küçük aile işletmeciliğinin yarattığı yalnız düşünsel bir çaba değil, somut araştırmaların da bir sonucudur. 1980'li yıllar ve daha sonralarının Türkiye'nin içe dönüklükten, kültürel atılımla birlikte çevreye açılmanın sağlanacağı bir geçiş dönemini ifade edeceğini be-lirterek konuyu noktalıyalım.

Çok yukarda kısaca betimlemeye çalıştığımız maddi ortam içinde yönetilenin devletten istekte bulunması veya gereksinmelerini duyur-maya çalışması çok az rastlanan bir olaydır. Bunun önemli nedenle-rinden biri toplumsal örgütlenmenin, bu tür istekleri düzenli olarak açıklayıp iletmeye elverişli olmamasıdır. Nitekim bu kısıtlılıklar yü-zünden Osmanlıda en yaygm "istek açıklama" yönteminin isyan

oldu-ğunu görmekteyiz. Betimlenmeye çalışılan bu durum, kuşkusuz, dev-letin halktan beklediklerinin duyurulma yol, biçim ve olanakları için geçerli değildir. Şöyle ki yukardan aşağıya gelen ve yönetimin gerek-sinmelerini karşılamak amacını güden maliye ve askerlik işleri, yöne-timin emirlerini götüren ama yönetilenin isteklerini getirmeyen bir tek yönlü yolda, düzenli ve aksaksız yürür. Bu genel çerçeve içinde, küçük aile işletmeleri, güçlü merkezi yönetimin ana vergi geliri ve asker kaynağıdır. Bir başka anlatımla denebilir ki, güçlü merkezi yö-netimin varlığının temel koşulu yine küçük aile işletmeciliğinin başat olduğu toplumsal yapıdır. Bu yapı içinde taşradan ne yetki ne de oto-rite isteği gelmektedir. Merkezi yönetimin tüm yetkileri kendisinde toplaması için hiç bir engel yoktur. Yetkilerin tek elde toplanmasma küçük aile işletmelerinin karşı çıkmalarının bir anlamı bulunmamak-tadır. Bizdeki cılız yerel yönetim anlayışının temelinin de buradan Kaynaklanmış olduğunu belirtelim. İşte bu ortamda güçlü merkezi yönetim tüm yetkileri kendi elinde toplamakta ve taşra ile yalnızca asker ve vergi toplamak için ilişki kurmaktadır. Bir başka anlatımla küçük aile işletmesinin devletle karşı karşıya gelmesi vergi verme ve askere alma işleri sırasında olmaktadır. Genel kuralı böylece vurgu-ladıktan sonra, yanlış anlamalara yol açmamak için, betimlediğimiz durumun "yönetilenlerin devletden hiçbir istekleri bulunmadığı" biçi-minde yorumlanamıyacağmı hemen belirtmeliyiz. Söz gelişi, kitlelerin merkezi yönetimden veya onun uzantısı olan kurumlardan en önemli istekleri kuşkusuz vergilerin toplanması ve askere alma ile ilgilidir.

Özetle ilk dönemlerde, yönetilenin istekleri, yönetimin kendileriyle kur-duğu tek yönlü ilişkiye paralel ve ona tepki olarak gelişmekte, aynı konular üstünde toplanmaktadır.

Cumhuriyet sonrası dönemde yönetilenlerin siyasal kararların alın-masına ve siyasal iktidarın oluşturulalın-masına belli ölçüde katılmaya başladıklarını ve bu katılmanın çok partili döneme geçişten sonra özellikle arttığını biliyoruz. Gerçi tek parti döneminde de seçim yapı-lıyordu, ama halkın seçenek önerme hakkı yoktu, gerçi tek parti dö-neminde de parlamento vardı ama siyasal kararlar çok sınırlı bir ka-tümayla, hükümetçe almıyordu. Bir başka deyişle tek parti dönemin-de halkın siyasal kararlara katılması, hem toplumsal yapının zorunlu sonucu hem de siyasal iktidarın bilinçli tutumu sonucu biçimsel bir dış görünüşten başka bir şey değildi. Asıl konumuza geçişi hızlandır-mak bakımından çok partili düzene geçişle birlikte kitlelerin ortak siyasal süreçlere katılmalarının da gerçeklik bulduğunu söyleyebiliriz.

Ancak, şurası da bir gerçektirki, Osmanlıdan miras kalan ve Cumhu-riyet döneminin de başat özelliği olan güçlü merkezi yönetime halkın

katılması (hatta etki yapması) uzun süre bir yana bırakılmış hatta inkar edilmiştir. Bir başka anlatımla, yönetimin aldığı güncel veya büyük kamusal kararlarda halkın da bir ölçüde söz sahibi olması ko-lay gerçekleşmemiştir. Oysa, demokratik danışma, katılma ve etkile-me, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması kadar, yönetilenlerin beklentilerinin gerçekleşmesi açısından da büyük önem taşır. Fakat baştan beri ileri sürdüğümüz gibi bu oluşum içinde kamusal gtıcün tek yanlı, halka kapalı tutumu yanında halkın da bu konuda istek ileri sürmemesinin, ya da istek ileri sürebilecek bir oluşumu bir türlü gerçekleştirememiş olmasının da büyük bir payı bulunmaktadır. Kı-sacası küçük' aile işletmeciliğinin, insanı çevreye kapatan etkisini de dikkate almak gerekmektedir.

Osmanlı döneminde halk isteklerinin en büyük bölümünün "bas-kıcı devlet işlem ve eylemlerinden yakınma" olarak belirdiğini bilmek-teyiz. Bu genellik esas itibariyle 1946 yılma kadar sürmüştür. 1946-1950 dönemini geçiş yılları sayarsak, halkın yönetimi etkilemesinin 1950'ler-den sonra oluşan yeni siyasal anlayış çerçevesinde kolaylaştığını söy-leyebiliriz. Aynı tarihlerden başlayarak halkın devletten isteklerinde de belirgin değişiklikler olmuş, bu isteklerin yönü ve yoğunluğu o gü-ne kadar süregelen yögü-neten-yögü-netilen ilişkisinin tek yönlü niteliğini de değiştirmiştir. Buraya kadar, halkın devletten geleneksel olarak ne is-tediğini ya da ne isteyebilecek durumda olduğunu ve bu isteklerin hangi maddi kaynaklardan doğduğunu ve hangi değişkenlerce belir-lendiğini gördük. Bundan sonra 1950'lerin halkın beklentileri üstüne oluşturduğu köklü değişiklikleri ele alacağız.

3. 1950 Sonrası Halkın Beklenti Düzeyinin Yükselmesinde Ekonomik Etkenler

1950 sonrası dönemin Türkiye ekonomisinin örgütlenme biçimin-de oluşturduğu en önemli biçimin-değişikliklerbiçimin-den biri, belki biçimin-de birincisi, kü-çük aile işletmelerinin işlevsel bütünlüklerinin bozulmasıdır. Tarıma makinanın girmesiyle küçük aile işletmeleri nitel ve nicel değişmeler geçirmeye başlamış, küçük işletmeler daha büyüklerine kiracı ya da ortakçı olarak katılmış, pazar için üretim hızlanmış, kural olarak baş-kalarıyla işbirliğine giremeyen eski örgüt birimleri çevreyle yeni iliş-kiler kurmaya, yönetimden yeni isteklerde bulunmaya yönelmiştir. Bu arada, çevreye açılmanın ön koşulu olan taşın ve ulaşım scunu da öncelik ve ivedilikle gündeme alınmış, demiryolları nasıl tek parti dö-neminin simgesi olmuşsa, aynı şekilde giderek genişleyen ve sıklaşan karayolu şebekesi de Demokrat Parti hükümetlerinin simgesi olarak

belirmiştir. Yine bu dönemde, tarımda makineleşmenin görülmemiş bo-yutlara ulaştığını, söz gelişi, iki üç yıl içinde traktör sayısının on ka-tına çıktığını izliyoruz. Aynı durum, kolay işleyen bir kredi düzeniyle dışarıdan getirilerek köylüye dağıtılan diğer tarım araçları için de geçerlidir. Bu noktaya ilişkin olarak, özetle, tarımda kapitalistleşme-nin Demokrat Parti iktidarıyla başladığını ve feodal umursamazlığın yerini hızla kapitalizmin beklenti düzeylerini yükselten etkilerinin al-dığını görüyoruz. Bu durum özellikle yönetim ile halk ilişkisinde çok önemli sonuçları da beraberinde getirmiş ve bu gelişme sonucu ger-çek anlamıyla türk insanı gerger-çekte yeni edindiği "vatandaş statüsü"

içinde yönetimden yeni görevler ve hizmetler istemeye başlamıştır.

Eski dönemde, küçük aile işletmesi, aile üyeleri açısından yaşamın merkeziydi. Üretim ve eğitim orada yapılır, hastalara orada bakılırdı.

Yukarda anılan ve özetlenen ekonomik gelişmenin başlattığı yeni dö-nemde aile işletmesi, üretim işlevinin bir bölümünü makine ve fabri-kalara, eğitim işlevinin bir bölümünü devlet okullarına, hastanın ba-kım ve iyileştirilmesi işlevinin bir bölümünü de hastahanelere devret-meye başlamıştır. Kısacası her beklenti ekonomik bir içerik edinmiş, yönetilenlerin beklentileri (artık düşler değil) tümüyle yeni ekonomik boyutların gereğini yerine getirmek amacına dönmüş, teknolojik geliş-meler de yönetimden beklenenlerin nitelik ve niceliğini değiştirmiştir.

Belgede HALKLA İLİŞKİLER (sayfa 96-101)