• Sonuç bulunamadı

5. TARTIŞMA

5.1. Cinsel İşlev ve Sosyodemografik Faktörler

Çalışmamızda, kadınların yaş ortalaması 46,44±9,28 (minimum=35, maksimum=64) yıl olarak (Tablo1), kadınların eşlerinin yaş ortalaması ise 55,91±10,80 (minimum=28, maksimum=75) yıl olarak bulundu (Tablo 7).

Çalışmaya alınan kadınların, yaş ortalamalarına göre cinsel fonksiyon sorularına verdiği yanıtlara bakıldığında KCFÖ’de alınan puanların yaş ilerledikçe azaldığı görüldü. CFB en sık % 73,7 ile 60 yaş ve üstünde, 2. Sırada %66,0 ile 50-59 yaş grubunda, 3. Sırada % 49,5 ile 40-49 yaş grubunda görülmekte. En az % 35,9 ile 39 yaş ve altında cinsel disfonksiyon görülmektedir. Yaş grupları ile cinsel disfonksiyon görülmesi arasında anlamlı ilişki vardı (p<0,01) (Tablo 26). Bunun nedeninin yaş ilerledikçe fiziksel ve fizyolojik birçok işlevin gerilemesi, menopoza bağlı hormonal değişiklikler ve cinselliğe olan ilginin azalması olduğunu düşünmekteyiz.

Eşlerinin yaşları genç olan kadınlarda da KCFÖ de aldıkları puanlar yüksek bulundu. Cinsel disfonksiyon en sık (% 65,7) eşi 60 yaş ve üstünde olan kadınlarda izlenmiştir, Eşinin yaşı 39 yaş ve altında olan kadınlarda cinsel disfonksiyon % 22,7 oranında görülmekte ve eşlerin yaş grupları ile CFB görülmesi arasında da anlamlı bir ilişki vardı (p<0,01) (Tablo 27).

Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa ve İtalya’da 1999 ile 2000 yıllarında Uluslararası Kadınların Sağlığı ve Cinselliği Çalışması adı altında yapılan çalışmada kadınlardaki hipoaktif cinsel istek bozukluğunun sıklığı ve yaşlanmayla ilişkisi araştırılmıştır. Bu çalışmanın Amerika Birleşik Devletleri ayağını yayınlayan Leblium ve ark., 20 ile 70 yaş arasındaki kadınlarda, yaşlanmayla birlikte hipoaktif cinsel istek bozukluklarının artış gösterdiğini bildirmişlerdir.108 Lindau ve ark., yaşları 57 ile 85 arasında değişen 3005 kadın ve erkekte seksüel aktivite ve problemlerini araştırmışlardır. Çalışmalarının sonucunda seksüel aktivitede, yaşa bağlı azalmanın kadınlarda erkeklere göre daha belirgin olduğunu saptamışlardır.109

Çayan 2004 yılında 18-66 yaş arası cinsel aktif 179 kadın da yaptığı klinik çalışmada yaş ortalamasını 40,3±11,7 yıl olarak saptamış ve cinsel fonksiyon bozukluğunun yaş ile arasında ilişki olduğunu, CFB prevelansınının (% 46,9) yaşla

Yaş kadın CFB üzerine etkisi olan en önemli faktör olarak tanımlanmaktadır.

İlerleyen yaşla birlikte doku ve organlardaki işlevsel kapasitenin azalması, doğum sayısının artması ve hormonal değişiklikler genç yaştakilerle karşılaştırıldığında ileri yaştaki kadınlarda CFB’nun ortaya çıkışına neden olabilmektedir.110 Literatür Kadın CFB sıklığının yaşla birlikte arttığını ortaya koymaktadır.5,22,42,111,112,113

Araştırma grubumuzda CFB sıklığı özellikle 50 yaş ve üstünde artış göstermiştir (Tablo 26).

Çalışmaya aldığımız kadınların eğitim durumlarına baktığımızda % 2,8’inin okuryazar değil, % 6,1’inin okuryazar olduğu,% 49,4 ünün ilkokul, % 21,4’ünün ortaokul, % 18,9’unun lise, % 1,4’ünün ise yüksekokul mezunu olduğu saptanmıştır (Tablo 2).

Özerdoğan ve ark.’nın 2009’da 40-65 yaş kadınlarda yaptığı alan çalışmasında da okuryazar olmayan 17 (% 6,3), okuryazar 21 (% 7,8), ilkokul mezunu 122 (% 45,4), ortaokul mezunu 36 (% 13,4), lise mezunu 42 (% 15,6) ve üniversite mezunu 31 (%

11,5) kadın vardı.114 Çalışmamızdan farklı olarak bu çalışmada üniversite mezunları daha fazladır.

TNSA 2008’ya göre hane halkı eğitim düzeyi (6 yaş ve üzeri) kadınların % 33’ü eğitim almamış veya ilkokul tamamlamamış, % 36’sı ilköğretim birinci kademeyi bitirmiş, % 12’si ilköğretim ikinci kademeyi tamamlamış, % 18’i lise ve üzeri eğitim almış idi. 15-49 yaş kadınların eğitim düzeyine bakıldığında % 18,3 kadın eğitim almamış veya ilkokul tamamlamamış, % 51,9 kadın ilköğretim birinci kademeyi bitirmiş, % 8,7 kadın ilköğretim ikinci kademeyi tamamlamış, % 21,1 kadın lise ve üzeri eğitim almış. Erkekler ve kadınlar arasındaki eğitim düzeyi farklılığı genç kuşaklarda azalmaktadır.28

Türkiye geneli ile değerlendirildiğinde araştırmamızda okuryazarlık oranı yüksektir. Bu sonuç araştırma kapsamındaki kadınların sosyokültürel yönden gelişmiş yarı kırsal bir bölgede yaşıyor olmalarına bağlanabilir.

Cinsel fonksiyon sorularına verilen cevapların eğitim durumuna göre dağılımlarına baktığımızda kadının eğitim düzeyi arttıkça, kadının KCFÖ’den aldığı puan artmakta ve CFB görülme sıklığı azalmakta idi. (Tablo 33).

Ülkemizde Aslan ve Çayan’ın çalışmalarında bulgularımız paralelinde öğrenim düzeyi düşük olan kadınlarda CFB’un daha sık görüldüğü rapor etmişlerdir.5,22 Diğer ülkelerden de bulgumuz ile paralel sonuç elde eden çalışmalar vardır.4,113 Güvel ve ark.

çalışmalarında öğrenim düzeyini CFB görülme durumu ile ilişkili bulmamıştır.115 Bizim sonuçlarımızın aksine, Nijerya’da yapılan bir çalışmada ise öğrenim düzeyi yüksek olanlarda CFB daha fazla bulunmuştur.116

Eşlerin eğitim durumu incelendiğinde eşi okuryazar olmayan % 1,0, eşi okuryazar olan % 2,3, eşi ilkokul mezunu olan % 47,9, eşi ortaokul mezunu olan % 24,4, eşi lise mezunu olan % 22,5, eşi yüksekokul mezunu olan % 1,9 kadın vardı (Tablo 8).

Özerdoğan’ın çalışmasında eşlerden okur yazar olmayan 3 (% 1,1), okuryazar 8 (% 3,0), ilkokul mezunu 88 (% 32,7), ortaokul mezunu 48 (% 17,8), lise mezunu 72 (%

26,8) ve üniversite mezunu 50 (% 18,6) kişi idi.114 Çalışmamızdan farklı olarak eşi üniversite mezunu olan kadın sayısı Özerdoğan’ın çalışmasında daha fazladır.

Çalışmamızda cinsel fonksiyon sorularına verilen cevapların eşin eğitim durumuna göre dağılımlarına baktığımızda eşin eğitim düzeyi arttıkça, kadının KCFÖ’den aldığı puan artmaktaydı (Tablo 33). Bu da, ülkemizde kadının ve eşinin eğitim düzeyi arttıkça, cinsellik konusunda sorunların daha az yaşandığı şeklinde değerlendirilebileceği gibi, yaş faktörünün etkisinin olduğu şeklinde de değerlendirilebilir.

Fahami ve ark. 174 postmenopozal kadında yaptıkları çalışmada, kadınların ve eşlerinin eğitim düzeyleri arttıkça, seksüel disfonksiyon oranının azaldığını saptamışlardır.117

Jokinen ve ark. yaptıkları bir çalışmada kadının eğitim düzeyinin yüksek olmasının seksüel disfonksiyon dahil tüm menopozal semptomların belirgin oranda azaldığını ve eğitim düzeyi düşük olan kadınların menopozal dönemde ortaya çıkan ve seksüel disfonksiyonun temel sebeplerinden biri olan depresyona daha sık yakalandıklarını saptamışlardır.118 Valadares ve ark. bir çalışmalarında, eğitimli ve ev dışında çalışan kadınların menopozal semptomlarla daha kolay başa çıktıklarını ve buna bağlı olarak da cinsel isteklerinin daha yüksek olduğunu vurgulamışlardır.119

Çayan’ın 2004 yılında yaptığı çalışmada kadınlarda eğitim seviyesi düştükçe cinsel fonksiyon bozukluğu prevalansının arttığı saptanmıştır.5

Tüm bu sonuçlar çalışma sonuçlarımızla uyumludur. Aslında bu durum tahmin edilebilir bir durumdur. Eğitim düzeyi yüksek olan kadın, menopoz ve getirdiklerine daha hazırlıklı olacaktır.

Çalışmamızdaki kadınların çalışma durumları ve mesleklerine baktığımızda kadınların sadece % 7,5’i çalışmaktaydı. Kadınların % 92,5’i ev hanımı, kalan % 7,5’i farklı meslek gruplarındandı (Tablo 2).

Özerdoğan’ın çalışmasında kadınlardan 185’i (% 68,8) ev hanımı olduğu için çalışmıyordu.114

Kadınların meslekleriyle KCFÖ puanı arasında ilişki bulundu (p<0,05) (Tablo 33). Emekli olanların yaşlı kadınlardan, memur olanların göreceli olarak genç yaş grubunda olduğu göz önüne alındığında farkı yaratan özelliğin yaşa bağlı olduğu düşünülebilir. Eş mesleğinin etkisi de benzer şekilde yorumlanabilir. Çalışmamızdaki kadınların % 37,6’sının eşi emekli, % 33,8’inin eşi işçi, % 17,7’si memur, % 10,3’ü serbest olarak çalışmakta ve sadece % 0,6 kadının eşi işsizdi (Tablo 8). Eşi emekli olan kadınların KCFÖ puanı düşük iken (% 67,5), eşi memur olanlarda (% 21,8), eşi işçi olanlarda (% 36,2) KCFÖ puanları daha yüksek bulundu (Tablo 33). İleri yaşlarda eş kaybının olması, işsiz olan eşin gerginliğini kadına yansıtması, emeklilikte çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkması gibi faktörler beraberinde düşünülmelidir.

Çayan’ın 2004 yılında yaptığı çalışmada işsiz kadınlarda CFB prevelansının arttığı saptanmıştır.5 Bu sonuç çalışmayan kadın grubunun yaş ortalamasının daha yüksek olması, eğitim düzeyinin daha düşük oluşu gibi faktörlerin etkileriyle açıklanabilir. Geçim sıkıntısı yaşama ve ekonomik güçlüklere bağlı cinsel sağlık olumsuz etkilenebilmektedir.

Çalışmamıza aldığımız kadınların ailelerinin aylık gelir düzeyine göre dağılımı tablosuna bakıldığında, % 10,8 ailenin aylık geliri 500 TL altında, % 71,4 ailenin aylık geliri 501-1000 TL arası, % 17,9 ailenin aylık geliri 1001 TL üstündeydi (Tablo 2).

Aylık gelir düzeyi düştükçe, CFB görülme sıklığı artmıştı (Tablo 28). Ancak istatistiksel açıdan anlamlı değildi (p>0,05).

Literatüre bakıldığında farklı sonuçlar bildirilmiştir. Çalışmamıza benzer şekilde Elnashar ve ark. gelir düzeyi ile cinsel sorunlar arasında ilişki bulamadıklarını bildirmiştir.120

Laumann’ın 1999’da yaptığı çalışmada ve Hindistan’da yapılan başka bir çalışmada da gelir düzeyi düştükçe cinsel sorunların arttığı bildirilmiş.4,113 Fahami ve arkadaşları 174 postmenopozal kadında yaptıkları çalışmada, kadınların ailelerinin aylık gelir düzeyleri arttıkça, seksüel cinsel istek bozukluklarının görülme sıklığının

azaldığını saptamışlardır.117 Gerber ve ark. yaptıkları bir çalışmada, düşük ekonomik durumda olan menopozal kadınlarda, yaşam kalitesinin düştüğünü, buna karşılık iyi ekonomik durumda olan kadınlarda, menopozal semptomların daha kolay tolere edildiğini ve buna bağlı olarak cinsel işlev bozukluklarının daha az görüldüğünü saptamışlardır.121

Çalışmamızdaki kadınların % 95’inin sosyal güvencesi vardı (Tablo 2). Sosyal güvencesi ile cinsel fonksiyon arasında da anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05) (Tablo 28).

Özerdoğan ve ark.’nın yaptıkları çalışmada kadınlardan 30’u (% 11,2) herhangi bir sosyal güvenceden yoksundu.114Sosyal güvence ile CFB arasında anlamlı ilişki olduğunu bildirmişlerdir.

Çalışmamızdaki kadınların % 93,1’i çekirdek aileye sahipken, % 5,0’i geniş aile,% 1,9’u parçalanmış ve yeniden kurulmuş aileye sahipti (Tablo 2). Kalabalık ailede yaşamanın eşlerin cinsel yaşamlarında kısıtlamalara yol açabileceğini bunun da cinsel fonksiyonu olumsuz etkileyebileceğini düşünerek aile tipinin CFB üzerine etkisi araştırıldı. Bulgulara göre; geniş aileye sahip olanlarda çekirdek ailede yaşayanlara oranla KCFÖ puanları daha düşük bulundu. Ancak bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunamadı (p>0,05) (Tablo 28).

Özerdoğan. ve ark.’nın çalışmasında çalışma grubundakilerin 227’si (% 84,4) çekirdek tipi aile yapısına sahipti.114 Bizim sonuçlarımıza benzer şekilde Özerdoğan ve ark. ve Singh’in çalışmasında da aile tipinin cinsel fonksiyonla ilişkisi gösterilememiştir.113

Araştırma kapsamındaki kadınların % 71,4’ü evli (resmi nikah), % 13,9’u bekâr,

% 14,7’i eşi ölü, boşanmış, ayrı yaşayan kadınlardır. Ayrıca çalışmamızda partner varlığı medeni durumdan bağımsız bakıldı. % 12,5 kadının partneri yok iken, % 73,1 kadının partneri vardı (Tablo 6).

Çalışmamızda, medeni durum ve partner varlığı ile cinsel disfonksiyon arasında anlamlı ilişki vardı. Evli ve partneri olan kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu, bekar ve eşi olmayanlara göre daha az gözlendi (Tablo 29,30). Literatürde, bekar, dul veya boşanmışlara kıyasla evli kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluklarının daha az ortaya çıktığı vurgulanmaktadır.115

Çalışmamızdaki kadınların % 89,4’ü görücü usulü, % 10,6’sı anlaşarak evlenmişti (Tablo 5). Görücü usulü evlenen kadınlarda CFB (% 47,8) ,anlaşarak evlenenlere (% 24,2) göre daha yüksek bulundu (p<0,05) (Tablo 31).

Öztürk’ ün çalışmasında kadınların % 63,5’i ise anlaşarak % 36,5’i görücü usulü ile evlenmişti.122 Bu çalışmanın bizim çalışmamızla farklı çıkmasının nedeni il merkezinde yaşayan 15-49 yaş kadınlarda yapılmış bir çalışma olmasından kaynaklanabilir. Ayrıca sonucun farklı çıkmasında bölgesel ve sosyokültürel faktörlerin ve yaşın etkili olabileceği düşünüldü.

Çalışmamıza benzer şekilde Özerdoğan ve ark.’nın yaptıkları çalışmada görücü usulü ile evlenmenin anlaşarak evlenmeye göre CFB için önemli bir risk faktörü olduğunu buldular.114

Görücü usulü ile evlenmede bireylerin eş seçiminde insiyatifleri bulunmadığı için bu tip evliliklerde eşler arasında uyumsuzluğun daha fazla yaşanabileceği bunun da cinsel sorunları artırabileceği düşünülmektedir. Benzer durum akraba evliliklerinde de gözlendi. Kadınların % 33,9’u eşleriyle akrabaydı (Tablo 31). Akrabalık ile CFB arasındaki ilişkiye bakacak olursak eşiyle akraba olanlarda CFB %52,5 oranında iken, akraba olmayanlarda % 40,7 oranındaydı (p<0,05).

Bizim çalışmamızda evlilik sürelerine bakıldığında ilk 9 yılda ve 30 yıl ve üstünde CFB’de artış olduğu bulundu. Evliliğinin 10.-30. yılı arasında olan kadınlarda KCFÖ puanları daha yüksek bulundu (Tablo 32). Çalışmamızda görücü usulü evlenmenin daha fazla olduğu gözönünde bulundurularak, evliliğin ilk 10 yılında eşlerin birbirleriyle uyum sağlama sürecinde oldukları, ilk gebelik, ilk doğum ve ilk laktasyon dönemlerini bu yıllarda yaşamaları etkili bir faktör olabilir. 30 yıl üzeri evliliklerde, yaş, menopoz, kadının ve eşin sağlık sorunlarının artması, eşin kaybı gibi faktörlerin sonuca etki edebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Çayan ve ark.’nın çalışma bulgularında evlilik süresinin CFB görülme sıklığını etkilemediğini saptamışlardır.5 Araştırma sonucumuza benzer bir şekilde evlilik süresi uzadıkça CFB sıklığının arttığını bulan araştırma sonuçları da vardır.115,113 Özerdoğan ve ark. ‘nın yaptığı çalışmada evlilik süresi arttıkça CFB görülme oranının anlamlı şekilde artmakta olduğu bildirilmiştir.114 Oniz ve ark.’nın yaptığı çalışmada 11 yıldan fazla olan uzun evliliklerin anlamlı derecede yüksek cinsel sorunlarla ilişkili olduğu bildirilmiştir.130 Evlilik süresinin artması aynı zamanda yaşın artmasıyla beraber olduğu

için cinsel sorunların artmasına neden olabilir. Ayrıca evlilik süresi arttıkça kadınlarda olduğu kadar eşlerde de fiziksel hastalıkların ortaya çıkması cinsel sorunların artması ile bağlantılı olabilir.

Çalışmamızda evliliğini cinsellik yönünden yetersiz bulanlarda CFB % 59,6 iken, çok iyi bulanlarda % 42,5 olarak bulundu. Bu fark anlamlı bulundu (p<0,05) (Tablo 32).

Eşe olan his ile KCFÖ puanları karşılaştırıldığında, eşiyle anlaşamayanlarda CFB

% 84,6 bulundu (p<0,01) (Tablo 32).

Çalışmaya alınan kadınların evliliklerinde mutlu olup olmadıkları ile cinsel fonksiyon karşılaştırıldığında mutlu olanlarda cinsel fonksiyon puanları daha yüksek bulundu. Aradaki fark anlamlı bulundu (p<0,05) (Tablo 32).

Edirne’de yapılmış bir çalışmada bizim çalışmamızın sonuçlarına benzer şekilde eşiyle ilişkileri iyi olan kadınların, cinsel işlevleri daha iyiydi.166 Bu sonuçlar bize eşe olan hislerin kadının cinsel yaşantısını önemli bir şekilde etkilemekte olduğunu düşündürmektedir.

Kadının evde söz sahibi olma durumuna baktığımızda, kadınların % 50,8’i eşi ile birlikte kararlar alırken, % 19,3 kadının eşi evde söz sahibidir.% 18,3 kadın evinde yalnız kendi sözünün geçtiğini söylerken, % 11,7 kadının evinde söz sahibi diğer aile fertleri (anne-baba, kayınvalide-kayınpeder, abi vs.)’dir. Söz sahibi diğer aile fertleri diyen kadınların çoğu bekar kadınlardı (Tablo 22).

Edirne’de 15- 49 yaş grubu kadınlara yapılmış bir çalışmada katılımcıların

% 59,8’i kendisi aile kararlarına katılıyordu.166

Cinsel fonksiyon puanlarının kadınların evde söz sahibi olma durumuna göre dağılımına baktığımızda evde eşi ve kendi söz sahibi olan ve eşi söz sahibi olan kadınlarda cinsel disfonksiyon görülme % 37,7 ile en düşük oranda bulunmuştur. Evde söz sahibi diğer aile fertleri olan kadınlarda cinsel disfonksiyon görülme oranı % 92,9 ile en sık bulunmuştur ve bunun nedeni bu gruptaki kadınların çoğunun partnerinin olmaması olabilir. Evde söz sahibi kadın kendisi ise cinsel disfonksiyon % 78,8 idi (Tablo 34). Bu gruptaki kadınların çoğunun boşanmış, eşi ölmüş ve ayrı yaşayan kadınlar olması bu durumu bize açıklayabilir. Bu sonuçlara göre kadının cinselliğini eşi için yaşadığı ve eş mutluluğunu kendi mutluluğu olarak değerlendirdiği yorumunu yapabiliriz.

Sigara içme durumu tablosuna bakıldığında, çalışmaya alınan kadınların

% 60,3’ünün sigara içmediği, % 2,8’inin sigarayı bıraktığı görüldü (Tablo 16). Günde içilen sigara sayısı ortalaması 10,34±4,756 (2-20) adet olarak bulundu. Süre olarak incelendiğinde, sigara içen kadınların büyük çoğunluğu 10 yılı aşkın süredir sigara içmekteydi. Ortalama sigara içme süresi 14,38±7,11 (2-32) yıl olarak bulundu.

Sigara içme ile cinsel disfonksiyon arasındaki ilişkiye bakıldığında sigara içenlerle içmeyenler arasında KCFÖ puanları açısından bir fark bulunamadı (Tablo 36).

Bizim çalışmamıza benzer şekilde Özerdoğan ve ark’nın çalışmasında ve Çayan’ın araştırmasında da sigara içme ile CFB arasında ilişki bulunmamıştır.5,114 Öksüz ve Malhan’ın çalışmasında sigara içme CFB için risk faktörü olarak saptanmıştır.123

Araştırma kapsamındaki kadınların çay, kahve, ve alkol kullanım durumları ile KCFÖ puanları karşılaştırılmıştır ve aralarında anlamlı fark bulunmamıştır (Tablo 36).

Bölgedeki kadınların ilk adet yaşı değerlendirildiğinde % 76,4 ile en yüksek oran 12-14 yaş arasında bulunmuştur (Tablo 9). Çalışmamızda ilk adet yaşı ortalaması 12,94’dür.

Ülkemizde yapılan çalışmalarda, Güney N. kadınların ilk adet yaşı ortalaması 13,9, S.Ekmekçi ve ark. Dr. Zekai Tahir BURAK Kadın Hastanesinin Menopoz Kliniğine başvuran kadınlarda ilk adet yaşı ortalamasını 13,52; Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Hastanesi Kadın Doğum Polikliniğine başvuran kadınlarda ilk adet yaşı 13,5 bulunmuştur. Diğer ülkelerde ilk adet yaşı Hollanda’da 13,8, Tayland’da 15,6 ve ABD’de 12,9 olarak bulunmuştur.52, 73, 94, 124, 125

Çalışma bölgemizde ilk adet yaşı ortalaması, diğer çalışmaların sonuçlarına göre daha düşük tesbit edildi.

Bölgedeki araştırmaya giren kadınların ilk evlenme yaşı, % 39,9 ile 20 yaş ve üstü en yüksek bulunmuştur (Tablo 5). Çalışmamızda ilk evlenme yaş ortalaması 19,67±3,89’dur (Tablo 3). Çalışmamızda ilk evlilik yaşı ile CFB arasında ilişki bulunamadı.

Özerdoğan ve ark. ‘nın yaptığı çalışmada ilk evliliğin yapıldığı yaş arttıkça CFB görülme oranı anlamlı şekilde düşmekte, evlilik süresi arttıkça da artmaktaydı.114

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasının (TNSA) 2003 yılı verilerine göre ilk evlenme yaşı ortalaması 20’dir. TNSA 2008 verilerine göre ilk evlenme yaşı ortancası 20,8’dir. Bu bulgular, çalışmamızın bulgularıyla paralellik göstermektedir. Ancak bizim

çalışmamız 49 yaş üstünü kapsadığı için TNSA’ya göre ilk evlenme yaşının daha düşük olması beklenilen bir bulgudur.

Bizim çalışmamızda cinsellikle ilgili kadınların ilk bilgi aldıkları kaynaklar en sık

% 48,9 ile aile, % 30,0 ile eş, % 21,1 ile diğer kaynaklar (arkadaş, öğretmen, medya vs.) olarak bulundu (Tablo 21). Cinsel fonksiyon ile karşılaştırıldığında ilk bilgisini eşinden alan kadınlarda CFB daha düşük oranda bulundu (p<0,01) (Tablo 44). Kadının cinselliği eşinden öğrenmiş olması cinselliğe eşinin bakış açısından bakmasına ve buna bağlı olarak puanın yükselmesine neden olmuş olabilir.

Farrell gibi arastırmacıların çalısmaları örneklemin % 12’sinin cinsel iliksi hakkında ilk bilgilerini anne babasından, % 31’inin ögretmenlerinden, % 45’inin arkadaslarından edindiklerini göstermektedir.126 Bizim sonuçlarımızın farklı çıkması sosyokültürel yapı ve gelenek farklılığından kaynaklanıyor olabilir.

Gillan kitabında okul programlarında bu konudan mümkün olduğunca kaçınıldığını ve pek çok çocuğun yanlış kaynaklardan cinselliği öğrendiğini belirtmiştir.

Erkek çocukların % 62’sinin, kız çocukların % 44’ünün hamileliği halen arkadaşlarından, genellikle açık saçık ve müstehcen espriler yoluyla öğrendiğini söylemiştir.127

Bizim ülkemizde ise Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) yayınında okul çağında başlayan bir cinsel eğitimin olmaması ve formal cinsel bilgi kaynaklarının (okul, öğretmenler, uzmanlar, kitaplar vs) yeterli ölçüde kullanılmaması gibi nedenlerle cinsellik alanında ciddi bilgi eksikliği olduğunu belirtilmiştir.91 Diğer taraftan bir önceki kuşaktan veya akranlardan alınan bilgiler çoğu zaman eksik, yetersiz ve hatta yanlış olduğu belirtilerek cinsel işlev bozukluğu için yatkınlaştırıcı bir faktör olduğu belirtilmiştir.91 Cinsel bilgi eksikliğinin özellikle cinsel deneyim eksikliği ve cinsellikle ilgili tabular ve yasaklarla yüklü tutucu yaklaşımla birleştiğinde birçok cinsel soruna ve cinsel işlev bozukluğuna yol açtığı da bildirilmiştir.128

Kadınların 188 (% 52,3) ’i 19 yaş ve altında ilk cinsel birlikteliklerini yaşamışken, 98 (% 27,2) ’i 20-24 yaş arası, 31 (% 8,6) ’i 25 yaş ve üstünde ilk birlikteliklerini yaşamışlardır. Çalışmaya katılan kadınların % 11,9 (n=43)’u hiç cinsel beraberlik yaşamamıştı (Tablo 21).

Çalışmamızda ilk ilişki yaşı arttıkça KCFÖ’den alınan puan artmaktadır. Ancak

artması eğitimli kadınların daha geç evlenmesi ve cinsellik ile ilgili bilgi ve bilinç düzeylerinin daha yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yaş faktörünün de etkisi olduğunu düşünmek gerekir.

Zonguldak ta yapılmış bir çalışmada kadınların % 96,9 ’unun evlilik öncesi cinsel deneyimi olmamıştı. % 2,9’unun kendi isteğiyle, % 0,2’sinin zorla evlilik öncesi cinsel deneyimi mevcuttu.122

Araştırma kapsamındaki kadınların ilk gebelik yaşlarına bakıldığında 20-24 yaş arasında % 40,9 ile en yüksek oranda bulunmuştur. Bu verilere göre kadınların ilk gebelik yaşı ortalaması 21,02±3,525’dir (Tablo 9).

Çalışmamızda son gebelik yaşlarına bakıldığında 25-29 yaş arasında % 44,9 ile en yüksek oranda bulunmuştur. Bu verilere göre kadınların son gebelik yaş ortalaması 27,57±3,925’dir (Tablo 9).

TNSA 2008 yılı verilerine göre Türkiye’de doğurganlık 20-29 yaş grubunda yığılma göstermektedir. Bu bulgu bizim çalışmamız ile uyumludur.

Araştırmaya katılan kadınların ortalama doğum sayıları 2,96 idi. (minimum=1,

Araştırmaya katılan kadınların ortalama doğum sayıları 2,96 idi. (minimum=1,