• Sonuç bulunamadı

76

sınırı olmalıdır. Yani ne kurumlar vergisinden bireysel vergilere kayma ne de dolaysız vergilerden dolaylı vergilere kayma fazla ileriye gitmemelidir. Bilakis bunun tersi uygulamalar gelir dağılımındaki adalet açısından önemli olmaktadır.

77

coğrafi olarak büyük hem de zaman itibariyle uzun dönemli olmuştur. 1998 krizi çok kötü bir test olmuştur, çünkü bu (hem piyasa savunucusu hem de aleyhtarları için derin kusurlar ortaya çıkarmıştır). Olaylar önce Güneydoğu Asya’da başlamıştır. Petrol fiyatlarının aylık düşüşü ve yeni gelişen piyasa ekonomilerinden dünya çapında sermaye kaçışı Rusya’da hem devlet hem de özel sektörü zayıflatmıştır. Ani çöküşün nedeni federe hükümetin eşzamanlı devalüasyon ve temerrüdü olmuştur. Bunun nedeni ise kamunun kronik açıkları ve artan iç borç yükünü karşılamak için kısa dönemli dış borçlanmaya gidilmesiydi. Sonuç olarak devlet gelirlerinin üçte biri de absorbe edilmiştir. Açığın temelindeki sebep politik bölünme ve tutarlı bütçe politikasının olmaması sonucunda meydana gelen harcamaları zapt edememe ve gelirleri yükseltememe doğrultusundaki devlet başarısızlığıydı.

Bunların altında ise vergi kaçırma ve takas ödemeleri konusunda devletin güçsüzlüğü ve temel savunma ve hizmetleri sağlamada devlet başarısızlığı yatmaktaydı. Bu ise devletin ve toplumun istikrarlı ve verimli işbirliği doğrultusundaki başarısızlığından kaynaklanmaktaydı. Oysaki ağustos buhranı daha derin bir hastalığın sadece görünen semptomlarıydı. Piyasa esaslı demokrasinin kurulması mali kriz ve devlet-toplum ilişkilerinin yok olması demekti (Pazovskiy,1998).

İMF tarafından verilen borçlar bütçe açığını kapatmaya yöneltilmiştir.

Kredilerin kesilmesiyle devlet kamu harcamalarını azami ölçüde azaltmaya mecbur olmuştur. Kamu sadece devlet yönetimi ve yasa harcamalarını arttırmıştır. Bu harcamalar Sovyet dönemine kıyasla 3,8 defa artmıştır.

Enflasyon oranının düşmesi ve bütçe açığının artması arasındaki çelişki

78

sadece Rusya’nın kamu borçlarının aniden artmasıyla açıklanabilir. 1996 yılının sonunda Rusya’nın dış borçları GSYİH’nın %45,2’si oranında gerçekleşmiştir. Rusya’nın iç borçlarının artması, tahvillerle ilgili tüm uygulamalar ve ardından devletin dış borç ihtiyacının artması ve İMF tarafından azami büyüklükte borcun ayrılması bunlar arasındaki dolaylı ve dolaysız ilişkileri bariz bir şekilde göstermiştir.

Rusya ve diğer BDT ülkelerinde kişi başına devlet borcu 1994 yılından itibaren görülmemiş şekilde artmıştır. SSCB’nin dağılmasının ilk yıllarında devlet bütçesini dengelemek için dış kredilere güvenilmeye başlanmıştır. Bu hem uluslar arası kurumlar hem de yabancı devletler tarafından verilmiş borçlar olmuştur, özellikle de Almanya ve ABD tarafından. Bu borçlar düşük faizli ve uzun dönemli olduğundan Rusya bütçesinin geri ödeyebilmesi de sürdürülebilir şekil almıştır. Borçların artması başarısız liberalleşme ve özelleştirme politikasının sonuçları olmuştur. Devlet borcu 1998 yılında bütçe harcamalarının %14,2’sini veya GSYİH’nın %4’nü kapsamıştır (Tikhomirov, 2000, 54).

Borçların nasıl kullanıldığı gelir dağılımı bağlamında önemlidir. 1990’lı yıllarda, özellikle 1998 krizi döneminde alınan borçlarla bütçe açığı kapatılmış, maaşlar ödenmiştir. Bu da enflasyonu arttıran diğer bir neden olmuştur (Genel devletin kredi ile finansmanı GSYİH’nin %8’ine eşit olmuştur). Aynı zamanda toplanan vergiler de azalmış, sosyal talepler artmıştır. Fischer’e göre kamu mali krizini derinleştiren faktörlerden biri bütçenin fiyat kontrolünü gerçekleştirmek ve bunun sürdürülebilirliğini sağlamak için yaptığı azami harcamalar olmuştur. Aynı zamanda devlet

79

tüketicilere uluslar arası piyasa fiyatlarından daha aşağı fiyatta ürünleri sunmakla dolaysız olarak bütçeden sübvansiyon vermiştir. En yüksek bütçe açığı oranı Ermenistan (%7,5), Moldova (%6,4) ve Ukrayna (%6,1) olmuştur.

Özbekistan’da kamu harcamalarının artması sonucunda bütçe açığı %7,8’e yükselmiştir. Kamu harcamalarının finansmanı piyasa ekonomisi kurallarına göre yapılmamıştır (Aslund, 1994, 46).

Makroekonomik dengenin bozulması, beraberinde geçiş ülkelerinde özellikle Rusya’da kamu açığının kapatılması gereği, iç ve dış borçlanmanın artmasına neden olmuştur. Devlet iç borçlanmaya ilgiyi çekebilmek için aldığı borçları yüksek faizle almış, sonuç olarak devlet belirli kesime kaynak aktarımı yaparak gelir dağılımını olumsuz etkilemiştir. Borç verenle borcu finanse edenin aynı bireyler olması, borcun uzun vadeli verilişi, borçlanmadan gelir elde edenlerin gelirlerinden vergi alınması düşük gelirli kesimin vergi yükünü hafifletir ve gelir dağılımını olumlu etkiler. Borçlanma amacına bakmaksızın gelir dağılımını mutlaka etkiler. Bazı düşük gelir grubu BDT ülkelerinde 2008 krizinden sonra İMF tarafından yapılan yardımlar yasadışı geçiş ekonomi modelini daha da pekiştirmiştir.

1998 krizinde 133,4 bin kişi işsiz kalmıştır ve işsizlik tazminat sisteminin gelişmemesinden dolayı bunun sadece 16,7 bini kayıtlara yazılmıştır. İş yerlerinde kitlesel azaltılma olmuştur. Sonuçta işçilerin sesi iyice ‘bastırılmıştır’. İş kaybının değeri yüksek olduğundan çalışanlar ne iş yerini terk edebilmiş ne de daha iyi koşullarda çalışabilme isteğini dile getirmiştir (Vinkurov,1999).

80

Ekser geçiş ekonomileri dirençli daralmalar sonucu ortaya çıkan mali açıkları kapatamamıştır ve gelirin düşük olması kısa dönemli sermaye akımlarını cazip hale getirmiştir ve bunlar kısa dönem ihtiyaçların finansmanında yardımcı olarak görülmüştür. Kademeli ve kısıtlanmış liberalleşmeye iç ve dış tepkiler olmayınca da sermaye akmıştır. Doğal olarak da bu akım kısa dönem portföy yatırımlarıyla hızlı kar elde etmeye yönelik, reel ekonomik yatırımlarla ilişkisi olmayan, etkinliğin iyileştirmesini desteklemeyen spekülatif bir akımdı (Medvedev, 2000).

Post sosyalist ekonomiler diğer piyasa ekonomilerine göre kısa dönem sermaye akımlarına karşı daha hassas durumdadırlar. Uzun dönemli sermaye akımlarından farklı olarak FDİ-şüphesiz sermaye akımı yaratmaktadır-kısa dönem yatırımları sözde tasarruf oranını yükseltme amaçlı olsa da borç yaratıcı bir etki yapmıştır. Bu yüzden borç yaratmayan sermaye akımlarına odaklanılmalıdır. Kısa dönemde uluslar arası borç verenler tarafından getirilen kar da tartışılır. Kredi verenler yeni teknoloji sağlamaz, yerli kurumsal işletmecileri geliştirmez ve cari hesap açığının güvenli finansmanını sağlamaz. Tasarruf oranının yüksek olduğu ülkelerde yatırım oranları da genişler. Para akışlarını, borçlanmayı yönetmek için büyük rezerv birikimlerine gerek vardı. Fakat bunlar BDT ve diğer post sosyalist ülkelerinde mevcut değildi. Asya destanları liberalleşmenin düzenlenmesindeki yetersizliğin ve kısa dönemli sermaye akımlarının finansal sistemin yıkımı için etkili olduğunu kanıtlamıştır.

Çevre ekonomilerinin, aynı zamanda BDT ülkelerinin güçlü kapitalist merkez ülkelerinin çıkarları doğrultusunda ve onların dürtülerine göre

81

şekillendiği ve hemen her dönemde merkez ülkelere bir kaynak aktarımı olduğu söylenebilir. İMF ve DB’nin borçlandırma politikasının amacı hem kamuyu küçültmek, hem de devleti üretim faaliyetinden uzaklaştırmaktır.

Sosyalizmin çökmesiyle tüm dünya tek modelde birleştirilmiş ve sermaye kazançları için yeni olanaklar sağlanmıştır. Batının bu ülkelerde siyasi ve ekonomik denetimi G-8’in G-20’ye dönüşmesi ve borçlu ekonomilerin artmasıyla daha da yükselmiştir (Önder, 2011).

Grafik 3. BDT Ülkelerinde Kamu Borçları (GSYİH’ye %)

Kaynak: http://www.tradingeconomics.com/ verilerine göre yazar tarafından hazırlanmıştır.

Sermaye girişlerindeki ani yükselme reel ücretlerde suni bir artış yaratmaktadır, hizmet sektöründe istihdamın seviyesi yükselmektedir. Fakat sermayenin ani gidişiyle reel ücretin düşmesinin yanı sıra istihdam önemli oranda küçülmektedir. Bu da gelir dağılımını önemli boyutlarda olumsuz etkilemektedir. 1998 krizinde bu özellikle görülmüştür. Grafikten görüldüğü

0 20 40 60 80 100 120 140

2000 2002 2004 2006 2008 2009 2010 2011 2012 2013

Türkmenistan Azerbaycan Rusya Ermenistan Ukrayna Tacikistan Gürcistan Beyaz Rusya Moldova Özbekistan Kazakistan Kırgızistan

82

üzere tüm BDT ülkelerinde kamu borçları 1998 krizinde azami büyüklükte olmuştur. Sonrasında özellikle kamu mülkiyetinin satılması, özelleştirmenin yaygınlaşmasıyla borçlar giderek azaltılmıştır. Fakat 2008 krizinin etkisiyle, özellikle döviz gelirlerinin önemli olduğu ülkelerde kamu borçları yeniden artmıştır. Ekser BDT ülkelerinde gelişmemiş banka sisteminden dolayı krizin etkisi diğer ülkelerle mukayesede düşük olsa da genel olarak kriz sonrası kamu borçları yükselmiştir. Sadece Özbekistan Kazakistan ve Azerbaycan’da çok düşük oranda borçlanma artmıştır. Daha çok borçlanma Ermenistan, Ukrayna (2009) ve Beyaz Rusya’da (2011) gerçekleşmiştir. Borçların remiz gelirlerinin önemli olduğu ülkeler dışında da artması gelişmiş ülkelerin kriz yükünü az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere doğru kaydırmasının göstergesidir.

Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan’ın bütçesi büyük ölçüde dünya petrol fiyatlarına bağlı olduğundan bu ülkelerde petrol ve akaryakıttan elde edilen gelirlerin toplandığı fonlara kriz döneminde büyük oranda başvurulmuştur. Ermenistan, Moldova, Kırgızistan’ın esas gelirleri yurtdışı diaspora ve remiz gelirleri olduğundan son krizin özellikle bu ülkelere etkisi olumsuz olmuştur. Yurtdışı üretimde çeşitlilik gösteren Beyaz Rusya, Özbekistan, Ukrayna’da kamu sektörünün GSYİH’ye oranı yüksek orandadır ve bu ülkelerin krizden orta derecede etkilendiği görülmüştür.

Son krizden emek piyasası ve ücretliler olumsuz etkilenmiştir, özellikle diğer ülkelere çalışmak için giden hanehalkı. Azerbaycan ve Polonya gibi yüksek büyüme oranı gösteren ülkelerde krizin büyük etkisi söz konusu

83

olmamıştır. Ermenistan, Baltık ülkeleri ve Ukrayna’da GSYİH’de çift haneli rakamlarla küçülme yaşanmıştır (EBRD, 2012).

Kriz sonrası politika önerileri olarak vergi matrahının arttırılması, bunun için sermaye piyasasının, küçük ve büyük çaplı işletmelerin gelişimini teşvik edecek olanakların sağlanması, devlet alışlarının kalitesinin arttırılması, bu ve diğer bütçeye ilişkin işlemlerde saydamlığın arttırılması, kamunun küçültülmesi, bütçe gelirlerinin harcama kalemlerinin iyi belirlenmesi ve harcamalarda açıklığın sağlanması, rekabetin korunması ileri sürülmüştür (Demidenko, 2012).

BDT kapalı ekonomi modelinden çıkıp dışarıya açılırken ekonomik ve sosyal açıdan geriden başlamıştır. Geçiş politikalarından sonra dünya piyasalarında kalite ve fiyat dengesini tutturabilmek için bir yandan emek çökertilirken diğer yandan da kamu kesimi borçlanma gereksinimini hızla yükseltmiştir. Finansallaşma ve uluslararasılaşma bu sürece katkıda bulunmuştur.

Uluslar arası maliye sisteminin bölgeselleştirilmesi son on yılın en önemli trendidir. Bu süreçte inisiyatif geliştirilmesinin ekonomik istikrarı arttıracağı düşünülmektedir. Kazakistan, Beyaz Rusya ve Rusya arasında ortak makroekonomik politikalar üreten birlik mevcuttur. Bundan başka EuroAzES, AKF birlikleri de krizden sonra kurulmuş diğer teşkilatlardır. Bu birliklerin amacı rekabeti güçlendirmek ve yeni teknolojiyle yeni yatırımlar gerçekleştirmek ve para birimlerini dış etkilerden korumaktır. Fakat uluslararasılaşmanın olumsuz sonuçlarını özellikle gelir dağılımı bağlamında hafifletecek, ortadan kaldıracak veya önleyecek birlikler mevcut değildir. Az

84

gelişmiş ve gelişmekte olan Asya ülkelerinin bu bağlamda ekonomik örgütler kurması gerekmektedir.