• Sonuç bulunamadı

Batı KarĢısında Utanılan Aidiyet Kimliği

B) DOĞU-BATI ÇATIġMASININ TARĠHSEL TEMELLERĠ VE GÜNÜMÜZE

6. Sosyokültürel YaĢam KoĢulları

2.3. Psikolojik ÇatıĢmalar

2.3.3. Batı KarĢısında Utanılan Aidiyet Kimliği

DoğuĢtan Yahudi bir Arap olmanın verdiği utanma ve kabullenme hissi Naim‟in yazdığı mektupta geçen “benim gibi hem Arap, hem Yahudi olarak doğma

bahtsızlığına uğramışsan, payına tek düşen var olmamak, var olmuş olma hakkına bile sahip değilsin” (Maalouf, 2017a: 257) cümleleriyle aktarılmıĢtır. Buna karĢılık

olarak bu ayrımın yanlıĢ olduğu Adam tarafından ifade edilmiĢ ve yine bu ayrımın bir çatıĢmayı doğurduğunun altı çizilmiĢtir. Ġnsanı bitiren Ģeyin de bu çatıĢma olduğuna değinen Adam, doğuĢtan Yahudi bir Arap olan Naim‟e cevaben yazdığı mektupta Ģunları aktarır:

“Hayatlarımızı altüst eden bu çatışma diğerleri gibi bölgesel bir çatışma değil ve tarihin gadrine uğramış iki „kuzen kabile‟ arasındaki bir ihtilafla da sınırlanamaz. Bundan çok daha fazlası, sonsuz misli daha fazlası söz konusu. Arap dünyasının düzelmesini, Batı ile İslam'ın barışmasını hepsinden çok bu çatışma engelliyor ve çağdaş insanlığı geriye, kimlik büzüşmelerine, dinsel bağnazlığa, günümüzde 'medeniyetler çatışması' adı verilen olguya doğru çekiyor. Evet, Naim, hem senin hem de benim hayatlarımızı bozan bu çatışmanın, bizi ve bizim kuşağımızı, doğduğumuz ülkeyi veya onun bulunduğu bölgeyi çok aşan bir trajedinin ıstıraplı düğüm noktası olduğuna eminim. Sözlerimi tartarak konuşuyorum: İnsanlığın ahlaki ilerleme dönemi yerine ahlaki bir gerileme evresine girmesinin birinci nedeni bu çatışmadır” (Maalouf, 2017a: 260-

261).

Doğu yönetimlerinin olumsuz yönleriyle birlikte Batılı emperyalist güçlerin ortaya çıkarmıĢ olduğu sömürgeci tavır ve beraberindeki savaĢ ortamı Doğulu kimlikler için temel göç sebebi olarak görülmüĢtür. Bu sebepler temelinde geliĢen göç hareketinin asıl teması: “ifade özgürlüğü”, “dini ve mezhepsel aidiyet”, temel insani gereksinimler olan eğitim, sağlık ve yaĢam hakları” olmuĢtur. Ma‟luf, bu durumlar üzerinde çok fazla durmuĢ ve dikkat çekmeyi baĢarmıĢtır. Özellikle

82

eserlerinde geliĢen olay örgüsündeki hâkim olan mekân hareketliliği ve göç olgusu, bu sebep temelleri üzerine inĢa edilmiĢtir.

Kendi ülkelerini bir Ģekilde bırakmak zorunda kalan Doğulu kimlikler üzerine ciddi Ģekilde eğilen Ma‟luf, göç olgusunu iki temel üzerinde savunma ihtiyacı hisseder. Bunlardan ilki olan iç savaĢın beraberinde getirdiği aynı tarihe aynı kültüre aynı kan bağına sahip ve aynı dili konuĢan insanların birbirine yaĢam hakkını tanımaması gerçeği ile geliĢen iç savaĢlar. Diğeri ise Doğudaki devletlerin kendi vatandaĢlarına olan adil davranamama ve özgürlüğü tesis edememesidir.

Ma‟luf, Doğu insanını göç etmeye mahkûm bırakan sebepleri sıralarken adeta bunu bir savunma mekanizmasıyla yapmaktadır. Bu savunmayı “ya öldür ya da göç et” kuramsalıyla ele almaktadır. Doğu toplumlarındaki karıĢıklık ve kaostan kaynaklı olarak geliĢen ölümler ve hak mahrumiyetleri Doğu kimliğinin Batıya olan göçünü hızlandırmıĢtır. Doğu kimliğinin esasen neden göç ettiklerini dair tespitler Adam kahramanını ile Naim arasında geçen diyalogda Ģu Ģekilde aktarılır:

“Sen ve ben ellerimiz temiz kalsın diye Doğu Akdeniz' den uzaklaşmak zorunda kaldık. Bunda utanacak bir şey yok, ama ahlaki ikilemlerimize tek çözüm yolu olarak sürgünü göstermek akıl dışı olur.” (Maalouf, 2017a: 166).

Doğunun bu göç hareketi hakkında bir savunma refleksi geliĢtiren Ma‟luf, bu olguyu bir kademe daha ileri götürerek büyük yıkımlar neticesinde mecburi olarak geliĢen göç olayını basit bir olay boyutuna itmiĢtir. Göçle birlikte ülkeyi terk etmenin tabiatın genel iĢleyiĢi içerisinde oldukça tabi bir olay olarak geliĢtiğine iĢaret eden yazar, göç gibi büyük mağduriyetler yaĢatabilecek bir olay, pasifize edilerek basitleĢtirilmiĢtir:

“Ülkesini terk etmek eşyanın tabiatına aykırı değildi; bazen olaylar bunu dayatır, yoksa bir bahane bulmak gerekir. Ben bir ülkede değil bir gezegende doğdum. Tamam, tabii ki bir ülkede, bir şehirde, bir mahallede, bir ailenin içinde, bir dağımı kliniğinde, bir yatakta doğdum. . . Ama hem ben hem de tüm insanlar için tek

83

önemli şey, dünyaya gelmiş olmaktır! Dünyaya! Doğmak, şu veya bu ülkede, şu veya bu evde, dünyaya gelmek demektir” (Maalouf,

2017a: 55).

Ma‟luf, Batıya yönelen Doğulu bireylerin göç etme fikrini haklı çıkaracak diğer bir yön olarak Doğulu yönetimlerin vatandaĢlarına olan sorumluluklarını yerine getirmemesi olarak telakki etmektedir. Bu doğrultuda Doğu toplumlarındaki devlet algısının çok sert yaptırımlara sahip olduğu ifade edilmektedir. Kimi zaman sert yaptırımlarla insani reflekslere sahip olamayan Doğu yönetimleri Batı karĢısında büyük bir çatıĢmanın merkezinde yer almaktadır. Sahip çıkamadıkları vatandaĢlarını Batıya kaptıran bir Doğu yönetimi bu noktada göçün haklı yanına iĢaret etmektedir. Doğu Batı çatıĢmasının diğer Tehlikeli yanı da bu devletlerdeki adalet, özgürlük ve demokrasi gibi kavramların sabit olmayıĢıdır. Bu değerlerin üstün kılınmaması sebebiyle Doğulu kimlikler göç ederek Batıya sürüklenmektedir. Ma‟luf, tüm bunları aktarırken Batıya yönelen Doğulu kimlikleri savunma refleksi içerisinde bölgedeki Doğulu yönetimlerin vatandaĢlarına olan sorumluluklarını yerine getirmeyiĢini Ģu Ģekilde nakleder:

“Önce ülken sana karşı belli taahhütleri yerine getirecek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş olarak görüleceksin, baskıya, ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumiyetlere maruz kalmayacaksın. Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sen de onlara hiçbir şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik yaşayabildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi, hatta hayatını bile feda edersin; ama başın yerde yaşamak zorunda kaldığın ülkeye hiçbir şey vermezsin. İster doğduğun ülke, ister seni kabul eden ülke söz konusu olsun” (Maalouf, 2017a: 62).

Göç ile savaĢ arasındaki ikilem Ma‟luf‟un kendi hayatıyla özleĢmiĢ bir dönüm noktasıdır. Özellikle Ġsrail‟in iĢgal ettiği 70‟li yıllardaki Lübnan‟da genç bir insan olarak savaĢmak mı yoksa göç etmek mi düĢüncesini uzun süre içinde muhasebe eden Ma‟luf, insan öldürmenin haklı bir yanının olmayacağına karar vererek ülkesinden göç etmek zorunda kalmıĢtır. SavaĢ sırasında eĢinin hamile oluĢu

84

ve küçük çocuğuyla bir evin bodrumunda mahsur kalan yazar, bu sürecin kısa oluĢuyla göç kararını aldığı hakkında bilgi verir. Eğer ki o mahsur kaldığı yerde bir süre daha kalsaydı kendisinin de savaĢan bir Doğulu kimlik olabileceğini ifade etmiĢtir. Çünkü bombalar yağarken özgürlüğü ve yaĢam hakkı elinden alınan bir Doğu kimliğinin bu olaya eline silah alıp savaĢmaktan baĢka bir çaresi olmadığını ve bu refleksin de en tabi bir durum olduğunu Ģu Ģekilde nakleder:

“Savaş içindeki bir ülkede, komşu mahalleden gelen bombardıman yağmuruna maruz kalmış bir mahallede yaşamış, dışarda patlama gürültüleri, içerde her an bir saldırı olacağı ve katledilen aileler hakkında bin bir söylenti, sığınak haline getirilmiş bir bodrumda hamile genç karım ve küçük yaştaki oğlumla bir iki gece geçirmiş biri olarak, korkunun herhangi bir insanı cürüme itebileceğini çok iyi bilirim. Eğer benim mahallemde işler yalan yanlış söylentilerle kalmayıp gerçek bir kıyım yaşanmış olsaydı, ben aynı soğukkanlılığı uzun zaman koruyabilecek miydim? Eğer o sığınakta iki gün geçirmek yerine bir ay geçirmek zorunda kalsaydım, elime verilen silahı reddedecek miydim?” (Maalouf,

2017c: 28).

Doğunun mağduriyet cephesi güncellenerek yenilenen bir yapıdadır yer almaktadır. YaĢanan savaĢlar ve ekonomik bunalımların neticesinde geliĢen temel insani ihtiyaçların sağlanamaması ve sosyal hayatın genel akıĢının iĢleyememesi Doğu kimliğini çıkmaz bir yapıya büründürmüĢtür. Tüm bu talihsiz yaĢanmıĢlıklar daima Doğuyu tarihsel süreçte geri plana atarak Batı karĢısında pasifize etmeyi baĢarmıĢtır. Bu noktada ortaya çıkan psikolojik bitkinlik ve yenilgiyi kabulleniĢ hissiyatı Doğu kimliği ile özleĢmiĢtir (el-Hatır, 2016: 50).

Doğu kimliği bu yenilgi karĢısında birçok savunma mekanizması geliĢtirerek bu yenilgi durumunu ortadan kaldıracak bir söylem geliĢtirmiĢtir. Öyle bir söylem ki tarihin eski dönemlerinde Doğu medeniyetinin güçlü olduğu zamanlardaki tarih algısı hatırlatılarak daima günümüz Batı tahakkümü karĢısındaki yenilgi psikolojisi bastırılmak istenmiĢtir. Buradan hareketle Ma‟luf, Doğu kimliğinin tarihin eski

85

dönemlerindeki güçlü Doğu medeniyetlerinin zaferlerine sığınmasını yenilgi hissini ortadan kaldırma adına yapılan bir öteleme çabası olduğunu Ģu Ģekilde aktarmaktadır:

“Batı ulusları kendileriyle gurur duymak için çok geride kalmış yüzyıllara bakmak durumunda değiller. Kendilerinin tıbba, matematiğe ya da gökbilime olan katkılarını sabah okudukları gazetelerde bulabiliyorlar, İbn Sina'nın çağdaşlarını ileri sürmeye ya da durmaksızın „sıfır‟ın, „zenit‟in, „cebir‟in ve „algoritmanın kökenini anımsatmaya ihtiyaç duymuyorlar. En son askeri zaferleri 2003, 2001 ve 1999 tarihli; Selahaddin Eyyubi, Hannibal ya da Asurbanipal dönemlerine kadar gitmelerine gerek yok. Batılılar, bu nedenle, sürekli geçmişlerine dönme gereksinimi duymuyorlar. Geçmişlerini biraz olsun inceliyorlarsa, bu izledikleri yolu daha iyi görebilmek, eğilimleri ortaya çıkarmak, anlamak, düşünmek ya da genel sonuçlara varmak istemelerinden kaynaklanıyor. Ama bu ne hayati bir ihtiyaç ne de kimlikten kaynaklanan bir gereklilik. Kendilerine saygı duymaları için şimdiki zaman yetiyor.

Buna karşılık, şimdiki zamanları yalnızca başarısızlıklarla, bozgunlarla, yoksunluklarla ve aşağılanmalarla örülü olan halklar, kendilerine inanmayı sürdürebilmek için gereken kanıtları ister istemez geçmişte arıyorlar” (Maalouf, 2017b: 173).

Yenilgiyi tarihe sığınarak bu duyguyu ortadan kaldırma düĢüncesine giden Doğu kimliği, yeni bir rol üstlenmeye baĢlayarak bu durumu bir ileri seviyeye taĢıyarak yeni bir rol arayıĢına girer. Yenilgiler karĢısında geliĢen diğer bir Doğu psikolojisi hiç Ģüphesiz yenilginin getirdiği “masum kurban” rolüdür. Çünkü öğrenilmiĢ çaresizliğin getirmiĢ olduğu karĢı koyamama hissi ile geliĢen Doğu kimliği savunmasızlık üzerinden daima bir vurgu yapma ihtiyacı hisseder. Bu da esasen mücadele ruhunun sona eriĢiyle direk olarak bağlantılıdır.

86

Ma‟luf bu yeni rolü ev sahibi ile Nidal arasındaki geçen sözlü tartıĢmada aktarır. Nidal, kendi kendine mağlup edilen bir Doğu toplumu müntesibi olarak bütün suçu yenilgi duygusuna bağlar. Aslında asıl suçluluğun Batı karĢısında yenilmekle olduğunu söyler. Bu yenilgiyi de sembolik bir biçimde aktarır. Çünkü ona göre Doğu medeniyeti nasıl olur da yenilgiyi kabullenir ve nasıl olur da “masum kurban” rolünü oynar:

“Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler. Ama bu gerçeğe tam uymaz, hiç de masum değildirler. Yenildikleri için suçludurlar. Kendi halklarına, kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil, benden, senden, hepimizden bahsediyorum. Bugün tarihin mağluplarıysak, hem kendi gözümüzde hem de tüm dünyanın gözünde aşağılanmış durumdaysak, bu sadece başkalarının değil, öncelikle bizim suçumuzdur” (Maalouf, 2017a: 322).

Doğu kimliğinde bir savunma teselliyeti olarak en önemli ikinci refleks hiç Ģüphesiz kadere boyun eğme psikolojisidir. Bu psikoloji bir yönüyle yenilgiyi kabul etme veya baĢaramama duygularına karĢı geliĢtirilmiĢ bir his olarak değerlendirilebilir. Kadere sığınma ne kadar dini merkezli bir söylem olsa da esasen bir baĢarısız içselliğin dıĢavurumu olarak değerlendirilebilir. Kadere inanmak ile kadere sığınmak karıĢtırılmamalıdır. Kader, inanç noktasında Müslüman Doğu kimliğinin tartıĢılmaz ve vazgeçilmez bir dini bağlamıdır. Kader algısı ile bütün olanları kabullenip direniĢçi mücadele ruhunu kaybeden Doğu kimliğinin esasen kader algısını yanlıĢ anlamasından ileri geldiğini söyleyen Ma‟luf, kader algısını rüzgâr üzerinde açıklayarak aslında Batı karĢısında kadere sığınılmaması gerektiğine iĢaret ederek Doğulu kimliği olan savunma dümeninin elinden bırakmaması gerektiğini ifade eder:

“Bazıları anlamlı anlamlı göz kırparak, Doğulu olan bana, „ya kader?‟ diye soracaktır. Buna hep bir yelkenli için rüzgâr neyse, kaderin de bir insan için aynı şey olduğu cevabını veriyorum. Dümen başındaki insan rüzgârın nereden eseceğine karar veremez, ne

87

şiddette eseceğine de, ama kendi yelkenini yönlendirebilir. Ve bu da kimi zaman inanılmaz derecede fark eder. Aynı rüzgâr deneyimsiz ya da ihtiyatsız ya da yanlış karar veren bir denizciyi felakete sürüklerken, bir başkasını sakin bir limana ulaştıracaktır” (Maalouf,

2017c: 84).

Doğu ve Batı çatıĢması içerisindeki nefret duygusunu tam olarak algılayabilmek için orta çağa kadar ilerlemek gerekmektedir. Batı‟nın Ortaçağlardan bu yana tarihsel süreç içerisinde düĢünsel ve söylem bazında Ġslam algısını özetleyecek olursak: Thomas Aquinas‟a göre “Muhammed Eski ve Yeni Ahit‟teki

ifadeleri almış, kendisine mal etmiştir”; Roger Bacon‟a göre “Muhammed, sahte Peygamber ve deccaldır”; Pascal‟a göre “Muhammed otoritesi olmayan, sıradan ve gülünç biriydi”; Martin Luther‟in “son nefesini verene kadar Türklere ve Türklerin Tanrısına karşı çarpışırım” sözleri; Voltaire‟in “yıkmaktan başka bir iş yapmayan ve sanatların düşmanı olan bu halkı sevemem” sözleri; Marx ve Engels‟in “Doğu‟nun Barbarları Osmanlılar/Türklerdir” ifadeleri; Engels‟in “Türkler ortadan kaldırılmalıdır” sözü; Nietzsche‟nin “Muhammed‟in yasası, egemen sınıfların kötürüm bir ürünüdür.” sözleri; Goethe‟nin Haçlı Seferlerinin iyi yönünü Türklerin

zayıflaması olarak görmesi; Friedrich Schiller‟in “dinsiz Doğu, Haç‟a saygı

duymuyor” ifadeleri; Victor Hugo‟nun “Asya‟nın Sultanları zalimdir ve Muhammedin kanlı öğretisine Tanrı ve insan düşmandır sözleri”; Ernest Renan‟ın “Müslüman bir bilim adamı gibi bir şey asla olmamıştır” sözleri; Schlegel‟in“İslam, inançsız bir Peygamber tarafından vazedilen boş bir kibir ve anlamsız bir gurur diniydi” sözleri ve Papa XVI. Benediktus‟un 12 Eylül 2006 tarihli konuĢmasında “Muhammed‟in tebliğ ettiği inanç, kılıç zoruyla yayılmasını emreder”(Çetinkaya,

2012: 124-152) Ģeklindeki nefret yaklaĢımlarının dikkat çektiği aĢikârdır.

Ġslamofobi üzerinden son dönemlerde yaĢanan geliĢmeler Batı‟da Müslüman imajını oldukça zedelemiĢ, Müslümanlara bakıĢ açısı daha da kötü bir hal almıĢtır. Bu durumun oluĢmasında her ne kadar Batı‟nın tepkisini çeken olay ve saldırılar etkili olsa da Batı medyasının olumsuz propagandaları da bu durumda oldukça etkili olmaktadır. Bu olaylar ve Batı‟da Ġslam toplumunun ekonomik ve siyasî anlamda

88

varlığını hissettirmesi Batı‟da yaĢayan bireylerin Ġslam‟a bakıĢ açısını etkilemekte ve Müslümanları iç güvenlik sebebiyle tehdit olarak görmelerine sebebiyet vermektedir. Böyle bir ortamda Ġslam, Batı‟nın değerlerine ters düĢen ne varsa onunla iliĢkilendirilmiĢ ve aĢırı sağ milliyetçi partilerin de oylarını arttırmak için kullandığı propaganda aracı haline getirilmiĢtir (Baloğlu, 2016: 67).

Bu olaylar Avrupa toplumunun endiĢelerini arttırmıĢ, ırk ayrımcılığına varan davranıĢlar sergilemelerine sebebiyet vermiĢtir. Bu sürecin baĢlarında sağladığı ekonomik kazanım ile göçmenler bu duruma önemli bir tepki göstermemiĢler fakat daha sonra ailelerini yanlarına alıp kalıcı bir oturum sağlamaları ve çocuklarının orada doğmalarıyla, bu soruna tahammül göstermemeye baĢlamıĢlardır. Nitekim halihazırda Avrupa‟da doğan ve yetiĢen yeni nesil göçmen çocukları aitlik duygusu ile dıĢlanmıĢlığı bir arada yaĢamaktadırlar. Bu nedenlerle, gerek Avrupa halkı, gerek Avrupa hükümeti, gerekse Müslüman halk birlikte yaĢamayı daha huzurlu hale getirebilmek ve sorunları ortadan kaldırmak için çeĢitli çözümler üretmek durumundadır (ġeref, 2010: 77-78).

Batıdaki Doğu karĢıtlığı genellikle Ġslam dini üzerinden cereyan etmiĢtir. Bu sebeple sürekli olarak tahrip edilmeye çalıĢılan Müslüman kimliği sosyal hayatın dinamikleri içerisinde dıĢlanır hale gelmiĢtir. ArkadaĢ buluĢmasına Müslüman olan Nidal‟in davet edilip edilmemesi hakkında Ramiz‟in verdiği cevap:

"Sana ne düşündüğümü söyleyeyim. Onun gibi radikal militanlar bir gün mutlaka zalime dönüşürler. Ama bugün bizim

ülkelerimizin çoğunda baskıya uğruyorlar, Batı'da da

şeytanlaştırılıyorlar. Bir gün kendisinin de zorbalık yapacağını kesin olarak bildiğin bir mazlumu savunmak ister misin? Benim çözümleyemediğim bir ikilem bu ... Onu davet etmeyi düşünüyorsan et, niye olmasın?" (Maalouf, 2017a: 226).

“Bunu yazarken, acıya karşı duyarsız olarak doğan çocuklar aklıma geliyor; bu hastalık yüzünden, sürekli tehlike altındadırlar; çünkü farkına bile varmadan kendilerini çok ciddi biçimde

89

yaralayabilirler; belki de kimi zaman yara almadıklarını düşündüklerinden sarhoş edici bir duyguya kapıldıkları oluyordur, ama bu durum onları düşüncesizce davranmaya iter” (Maalouf,

2017b: 60).

Doğu ile Batı çatıĢmasının sürekliliği savaĢlar bağlamında tarihsel süreçte geliĢip günümüzde güncellenerek devam etmektedir. Küresel bağlamda Doğunun içinde bulunduğu vahim durum ve yaĢamıĢ olduğu mağduriyetler o kadar hızlı ve çokça yaĢanmıĢtır ki, insanların ölmesi, mukaddesatın tahrip edilmesi artık sıradanlaĢmıĢtır. Üzülme hissinin sürekliliğiyle nötr bir bağlamda geliĢen Doğu psikolojisi, büyük olaylara karĢı kayıtsız bir tavır geliĢtirirken daha küçük konulara yönelmiĢ veya bilinçli olarak yönlendirilmiĢtir. Bu durum da uzaktaki göle varmadan burnunun dibindeki çukurda boğulmak betimlemesiyle açıklanabilir.

Bu durumun farkında olan Ma‟luf, Batı ve Batının yapmıĢ olduğu zulümlere tepkisiz kalan Doğulu kimliklerin artık Batıyı bırakıp birbirleriyle uğraĢmalarını ve savaĢmalarını ramazan ayında oruç tutmayan bir Doğu kimliği üzerinden aktarır. Onca Batı tahribatına karĢı sesini çıkarmayanların oruç tutmuyor diye birini tutuklamalarını Batının zulmü karĢısında alıĢılan hissizlik olarak değerlendirir. Ayrıca bu değerlendirme ile Doğu kimliğine bu durumun vahametini anlatmak için Ebu-Saad‟ı konuĢturur:

“19 Ağustos 1099 Cuma günü, arkadaşlarını Bağdat Ulu Camiine götürür. Öğlen olup da müminler dört bir yandan cuma namazı kılmaya gelirlerken, Ramazan olmasına rağmen saygısız bir şekilde yemek yemeye başlar. Birkaç saniye içinde etrafında öfkeli bir kalabalık oluşur, askerler onu tutuklamak üzere yaklaşırlar. Ama Ebu-Saad ayağa kalkar ve etrafındakilere sükûnetle, binlerce Müslümanın katledilmesi ve İslamiyet‟in kutsal yerlerinin tahribi karşısında tamamen kayıtsız kalırlarken, birinin orucunu bozması karşısında nasıl bu kadar alt üst olmuş gözükebildiklerini sorar. Böylece kalabalığı sus pus ettikten sonra, Suriye‟nin (Bilad-eş-Şam)

90

uğradığı felâketleri ve özellikle de Kudüs‟ün başına gelenleri anlatır”

(Maalouf, 2017d: 62).