• Sonuç bulunamadı

Argo Tanımlamalarındaki ve Sınırlandırmalarındaki Problemler

1. ARGO

1.8. Argo Tanımlamalarındaki ve Sınırlandırmalarındaki Problemler

Genel hatlarıyla doğru olan tüm bu tanımlamalar yine de yetersizdir. Birleştikleri noktalarsa ya argonun belirli bir zümrenin veya grubun diğerleri anlamasın diye oluşturduğu özel bir dil olması ya da alt sınıfın yaşantısından doğmasıdır. Gelgelelim argonun çeşitlerine, kullanım amaçlarına, işlevlerine bakıldığı zaman ortak noktaların da bu alanı tanımlamakta yetersiz kalacağı görülür. Günümüz kullanımlarında ve yapılan değerlendirmelerde bazı kelime ve deyimler herkesçe argo kabul edilip o şekilde kaydedilirken bazıları ‘teklifsiz konuşma’, bazıları ‘hakaret yollu’, bazıları ‘kaba konuşma’, bazıları ise ‘halk ağzı’ ya da ‘halk dili’ olarak açıklanmaktadır. Oysa kelimelerin argo olduğunun düşünülmesi için farklı pek çok etmen vardır. Kullanıldığı dönem, kullanım amacı, işlevi, neye işaret ettiği, bilinir olup olmadığı gibi noktalar kelimenin argo olarak kategorilendirilip

kategorilendirilmeyeceği konusunda bir fikir verir. Sözgelimi herkes tarafından bilinen bir kelime yine de argo sayılabilir (“alet”, “kuş”, “kutu”…). Yahut anlamı kullanıldığı yere göre değiştiği için argo diye düşünülebilir (ineğin pasif eş cinsel erkek ve aynı zamanda çok çalışkan kişi diye kullanılması).

Bahattin Sezgin argoyu:

“Argo ulusal sınırlar içinde yaşayan ve ulusal bir dil kullanan halkın içinde, belirli bir yerde yaşamakta olan insanlar, ortak bir alanda birbirine bağlantılı işlerde çalışıp birlikte üretim yapanlar ya da belirli bir alanda iş gören insanların oluşturduğu kümelerde, küme bireylerinin kendilerinden başka kimsenin anlamayacağı biçimde, özgün bir anlatım biçimi ya da iletişim aracı olarak ürettikleri sözcükler dizgesi, yapay bir dildir. Bu dil ortak dilin dilbilgisi kurallarına uydurulmuş özel sözcükler, deyim ve deyişlerden oluşur.” (Sezgin, 2013, s.5)

şeklinde tanımlamaktadır ancak bu bakış açısı daha çok meslekî argonun tanımı olarak ele alınabilir. Genel argo bundan çok daha fazlasıdır ve sadece grup dışındaki insanların anlamayacağı bir alt dil olarak değerlendirilemez.

Selçuk Orhan argoyu nazik değil de doğrudan bir dil olarak değerlendirir ve bir sözcüğün farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanılabileceğini söyler. Ona göre edebiyatta argo çoğunlukla sokaktan devşirilmiş dilin düzenlenmesidir; Statükodan, baskın olandan kaçışı simgeler. Bu düşünce biçimi bir yandan doğru olsa da öte yandan eksik kalır. Argo her zaman için doğrudan değildir yahut nezaketten yoksun olma amacı taşımaz. Mesela “gidi” kelimesi “pezevenk” anlamına gelse de bir insana sempati beslendiğini göstermek için kullanılabilir (seni gidi seni…) Yahut “aşüfte” kelimesi

“oynak, açık saçık kadın” anlamına gelse de bir kadının beğenildiğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir. Bu tanım bir yandan da doğrudur çünkü çoğunlukla baskın olandan kaçıştır. Bu durum edebiyatta kendini patronajdan kaçış, baskın kültürden, iktidardan uzaklaşma olarak göstermiştir. Divan edebiyatında argo demek bu alanın elit ve üst dilinden, hayallerden kopup sokağa, gerçek insana ve gerçek konulara, toplumun diline dönüş demektir. Birçok şair divan geleneğinden uzaklaşarak argo kullanımına ve halk diline yönelmiştir. Bunun yanı sıra argo kullanan himaye altındaki şairler de vardır ki bu noktada sarayın da belirli bir değişim yaşadığını söylemek mümkün hâle gelir. (Saray şairi Bâkî’nin argo kullandığı birçok şiiri vardır.) Peki, argonun sınırlarını çizmek mümkün müdür? Mehmet Arslan Argo Kitabı’nda bu kelimelerin özelliklerini sıralamış ve birtakım sınırlar çizmiştir. Bu maddelendirmelerden bazıları doğru olsa da diğerleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. İlgili maddelerden birinde argonun gizli ve özel bir dil olduğu, o dili anlayabilmek için bağlı olduğu temel dili bilmenin yeterli olmayacağı söylenmektedir. En azından genel kabuller açısından tartışmaya açık olan bu maddeyi bir kural olarak düşünmek yerinde olmayacaktır çünkü argo sözcükler kullanıldıkları bağlama göre anlaşılabilir hâle gelebilirler. Sözgelimi güzel kadınlardan bahsederken “yosma”, “zilli” gibi ifadeler kullanılabilir. Bir başka maddede herkes tarafından bilinen sözcüklerin argo olma özelliğini yitirdiğini söyler fakat “alet”, “kuş”, “çavuş”, “boru”, “hortum”, “kamış”, “sosis”, “patlıcan”, “karpuz”, “füze”, “piliç” gibi kelimeler argoda ne anlama geldikleri bilinmesine rağmen bu sınıflama içinde yer almaktadırlar. Bunun yanı sıra, bu maddenin doğruluğu kabul edildiği takdirde argo sözlükleri nereye konumlandırılmalıdır? Argo kelimelerin anlamlarıyla birlikte listelendikleri sözlükler bu sözcüklere argo olma niteliklerini mi kaybettirir? O hâlde her argo sözlükle birlikte argonun muhteviyatını yenilenmesi mi gerekmektedir?

Bir başka madde argonun genellikle topluluk yaşamı içinde özellikler taşıyan adacıklarda yaşayan kişiler yahut belirli meslekten olanlar arasında türediğini söyler. Argonun üretildiği temel gruplar ve alanlar ile gelişimi göz önüne alındığında bu maddeki sorunu tespit etmek de zor değildir çünkü bu madde doğru kabul edildiği takdirde argonun sınırlarını hayli daraltır. Oysa suç dünyası, kapalı dünyalar, azınlık dünyası, cinsel dünya ve benzeri birçok alan argonun üretildiği çeşitli alanlardır ve argonun meslek grupları ya da ufak topluluklar dışında üretildiği birçok yer mevcuttur.

Diğer bir madde argonun kaba dil sayıldığı bilgisini veren maddedir. Buna göre argo her yerde kullanılmaz. Türk Dil Kurumu da argoyu “her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim” olarak tanımlar, Dil Derneği de. Fakat Chesterton bu dilin soneler kadar derin olduğunu belirtir ve argonun mecaz, mecazın da şiir olduğunu vurgular. Argo gerekli her yerde kullanılabilen bir dildir ve tek özelliği kabalık değildir. “Çok iyi, üstün” anlamlarına gelen “altı okka”, “umursamamak” manasında kullanılan “boş vermek” kaba örnekler değildir. Bunun yanı sıra argo müstehcenliği ya da sakıncalı durumları gizlemek için de kullanılmaktadır. Prezervatif yerine “balon”, kokain yerine “beyaz”, “piç” yerine “cumartesi çocuğu” gibi kullanımlar mevcuttur. Agop Dilaçar ve İsmail Ersevim’in argoyu kaba dil olarak tanımlamaları da bu bağlamda tartışmaya açık kullanımlar olarak değerlendirilebilir.

Argo konuşan kişilerin kelimeleri bayağılık hissi veren bir tarzda telaffuz ettiğiyle ilgili maddenin yukarıda bahsedilen sebeplerden ötürü genelgeçer bir kural olarak kabul edilmesi de hatalı bir yaklaşım olacaktır. Çünkü argo ve argo konuşucuları bayağılıktan ibaret değildir.

Argonun sürekli değiştiği ve farklı biçimler aldığını söyleyen tanımlamalar ve sınırlandırmaların ne kadar doğru olduğu da tartışmalıdır. Çünkü argo değişim içinde olmakla birlikte durağan özellikler sergileyen bir dildir de. Örneğin yüzyıllar önce erkek cinsel organına işaret eden “kuş”, “alet”; kadın cinsel organına işaret “fıstık”, “şeker”; eş cinsel erkeklere işaret eden “oğlan”; “ölmek” anlamında kullanılan “zartayı/cartayı çekmek”; “kısa ceket” anlamında kullanılan “göte küstü” gibi birçok örnek günümüzde hâlâ argo olarak sınıflandırılır.

Görüldüğü gibi bu alanın sınırlarını çizmek neredeyse imkânsız olduğu için en kapsamlı araştırmalarda dahi argo ile ilgili ikilemler mevcuttur. Çünkü argo bir dil göstereni olarak kendisiyle semiyotik bir ilişki içinde bulunamaz. Hiçbir kelime tek başına argo olamayacağından ötürü sözcükler, deyimler, aktarımlar ve tüm kullanımlar niteliklerine, temellerine göre tam anlamıyla argo olarak değerlendirilemez. Bu durum kelimeyi kullanan kişiyle, kullanıldığı zaman dilimi veyahut sosyal şartlarla ya da kullanılma amacıyla bir bütün olmasından ve sıklıkla değişmesinden kaynaklanmaktadır.

Argo kullanım alanı ve işaret ettiği konular bakımından dilin en mühim köklerindendir ama ironik bir şekilde kendisinin bir kökü bulunmaz. Ne var ki köksüzlüğün dili olsa da divan şiirinde yaşanan büyük değişimin ve yerlileşmeye giden yoldaki en önemli patikalardan bir tanesidir.